Günlük arşivler: 2 Haziran 2013

Türk Ulusu AKP ve Yandaşlarını Elbet Defedecek!


Türk Ulusu AKP ve Yandaşlarını Elbet Defedecek!

Dostlar,

Yoğun gündem ve uzun bir yolculuk yüzünden 1 Haziran 2013 günü sitemize
yeni birşeyler koyamadık.. Ama Türkiye gündemi de olağandışı bir tempo ve içerikte idi.
Gözledik, eylemsel olarak katılamadık Ankara dışında olduğumuz için..

Yeni, yepyeni birşeyler oluyor..

Birşeyler yapılıyor..

Tarihin diyalektiği budur işte.

En az bin yıllık kadim Anadolu Türk halkının kutsalları ile oynamanın ağır bedeli vardır.

Biz, bu siteden kezlerce yazdık; halkımız sabırlıdır, teenni ile davranır, hatta belki “İzmir’in işgaline” dek bekler.. Ama sonra da baltası, nacağı, orağı.. nesi varsa kuşanır ve harem-i ismetine saldıran düşmanla savaşır.. diye..

**********

Bu kaçıncı oluyor, siyasal iktidarın halkın kutsallarına saldırısı..

En son 2 tanesi apaçık ortada :

İlki                          :

Alkollü içki kullanımına getirilen kabulü ve uygulanması olanaksız sınırlamalar ve daha da uyarıcısı, Başbakan RT Erdoğan‘ın bu yasanın gerekçesini bu kez “inanca” dayaması oldu. Erdoğan, partisi AKP eliyle kendi dinsel inancını yasalaştırıyordu. Milletvekillerini -adaylarını- kendisi belirlemişti zaten. Halk da seçimlerde önüne konan listeyi oylamaktaydı. Tercihli oy hakkı olmadığı gibi, Milletvekillerini adaylarının önseçim vb. yollarla belirlenmesinde de düşüncesini soran yoktu..

Her ne hikmetse, iktidarının 11. yılındaki AKP, Türkiye’yi sözüm ona
demokratikleştireceği masallarıyla dinci – faşist bir iklime sürüklerken,
seçim yasasını demokratikleştirmek, temsilde adaleti sağlamak
hiç ama hiç aklına gelmemişti. Bu konuda TBMM’deki BDP dışında (bilinen nedenlerle) CHP ve MHP’den de anlamlı bir muhalefet gelmiyordu.

Seküler – laik düzen ve yaşama bir kez daha, bilinçli bir kademeleme ile bir saldırı daha yapılmıştı.. Zaten Başbakan’ın laik olmadığı kendi ağzından itirafları ile biliniyordu. “Ters mıknatıslanma” yapardı kişi laik olursa.. Devlet laik olabilirdi ancak Başbakan
RT Erdoğan’a göre.. Bir kez Fizikte “Ters mıknatıslanma” diye bir olgu yoktur.
Manyetik alanda tutulan metal (demir) çubuk mıknatıslanır ve uçları zıt yüklenir.
Bunun tersi yoktur. Dolayısıyla ilgili kişinin ne denli temel fizik bildiği de ortaya çıkmaktadır.

Yeterli bilimsel – politik birikimi olan herkes, zaten önce yurttaşın laik bilince ulaşacağını ve bu bilincini kurulacak toplumsal düzene de yansıtacağını, seküler bir devlet düzenini benimseyeceğini bilir. Laikliğin gökten inmediğini, Avrupa’da uzun yılların kanlı savaşları sonucu varılan kaçınılmaz – geri dönülmez bir uzlaşma olduğunu bilir.

Ayrıca toplumsal barış ve demokrasinin güvencesi ve adeta oksijeni olduğunu da bilir.
Bunun tersini de.. Herhangi bir dinsel inancın, dahası bu dinin bir yorumunun (Hanefi – Sünni mezhebinin) kurallarının (şeriatının) tüm halka dayatılmasının toplumsal barışı da demokrasiyi de dinamitleyeceğini bilir..

Bir adım daha; bu tür bir dönüşümün dayatılmasının toplumda ciddi çatışmalar olmadan başarılamayacağını da bilir.. Tüm bunları siyasal iktidar ve onun başı da elbette bilir!

  • Eğer bu olgu verili gerçek ise; AKP iktidarı ülkemizde
    bilerek ve isteyerek bir çatışmayı mı tohumlamaktadır ??

Daha önce de alkol kullanımını sınırlayan yasal düzenleme yapılmıştı bu alanda ve
Başbakan RT Erdoğan o zaman Anayasa’nın 58. maddesine sığınmıştı.
Şimdi ise açıktan meydan okumakta ve “inancın gereği” olarak yasayı dayatmaktadır. Çünkü artık elde “Yeni Anayasa Mahkemesi” vardır, 12 Eylül 2010 referandumu ile değiştirilen 26 maddeden birinin sayesinde.. Anlaşılan, iktidar partisinin “Yeni Anayasa Mahkemesi” varlığında sırtı pektir ve hiçbir çekincesi, korkusu yoktur.

Oysa en başta Anayasa’nın 24. maddesi olmak üzere pek çok Anayasa maddesi ülkenin düzenini “laik” olarak tanımlıyor ve güvenceye alıyor. Örn. 3 maddede de Cumhuriyet’in 6 temel niteliğinden biri “laiklik” ve 4. maddede de ilk 3 maddenin değiştirilemeyeceği, değiştirilmesinin bile önerilemeyeceği buyurulmakta. Madde 24/son aşağıda :

  • “Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasal veya hukuksal temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasal veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne yolla olursa olsun dini veya
    din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve
    kötüye kullanamaz…” 

Kaldı ki bu partinin (AKP) laikliğe karşı eylemlerin (düşüncelerin değil!) “odağı” olduğu da Anayasa Mahkemesince karara bağlanmış ve ne tuhaftır ki,
kapatma gerekçesi sayılmadan, adli para cezası ile yetinilmiştir!

Hal böyle iken AKP adeta, açıkça meydan okuyarak son alkollü içki kullanımını neredeyse kökten yasaklayan 4. Murat Yasası‘nın gerekçesini Başbakan’ın ağzından “inancın gereği” olarak belirtmektedir. Eğer bu anlatım söz konusu yasanın genel
ya da madde gerekçelerinde de yer aldıysa, Anayasa Mahkemesi tarafından iptali kaçınılmazdır. Öte yandan, bu yasayı Anayasal yargıya taşıma olanağı olan CHP,
bu yetkisini kullanmayacağını açıklamıştır. Bu çekince yanlıştır. Başbakan RT Erdoğan’ın itirafı tek başına iptal nedeni için yeterlidir. CHP bu gerekçeyi öne çıkararak iptal başvurusu yapmalıdır.

Ya da ileride yurttaşlar bu yasa yüzüden başları derde girdiğinde, yargılanma sırasında “def’i” yoluyla itirazlarını nahkemelerde dile getirerek bu yolu denemelidirler.
Bunu davaya bakan mahkemeler de yapabilirler. Ayrıca Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuru olanağı da var…

Tüm bunlar olurken, demokrat (!?) ve uygar (!?) Batı’nın karnından mırıldanmanın ötesine geçmediğini de kaydetmek zorundayız.. Çıplak gerçek :

“İki yüzlü Batı” değil mi??

İkincisi                          :

Taksim gezi alanına AVM + Rezidans ve kışla yapımı..

Planın bir yerlerinde eminiz cami de vardır.

Hem nalına hem de mıhına.. İlkiyle muazzam kent – imar rantları yaratarak yandaşlara peş keş çekmek ve cepleri doldurmak, AKP siyasetine finansman sağlamak;
ikincisi ile de din istismarı ile oy avcılığı yapmak..

Hesap öyle büyük ki, kentin Belediye başkanı ve valisi ortalarda yok..
Bu bir anlamda “teknik” projeyi de Başbakan RTE savunuyor, ağırlığını koymak zorunda  kalıyor.. Üstelik de TV’lerden karşıtlara göz dağı vererek..

Ne yaparsanız yapın, biz kararımızı verdik.. diyerek.

Halkın artık bu ucuz manevralara karnı tok görüldüğü gibi..

Dayatmalara ve yaşam alanına tahammül edilemez müdahelelere, kibirle ve iktidar sarhoşluğuyla aşağılanmaya da… sabrı yok artık..

******

Tablo ortada.. Bir kez daha görülüyor ki, örgütlü halk yıkılmaz, yenilmez..
İktidarlar gelip geçicidir, yıkılırlar görevden uzaklaştırılırlar, hesap sorulur..
AKP iktidarının yazgısı da başka türlü olmayacak.

TSK’yı tasfiye çabalarının, içeride Polis ordusu kurma girişimlerinin amacı artık apaçık ortadadır. Bir yandan kulağa hoş gelen tuzak gerekçelerle “teknik ve ateş gücü yüksek Ordu” denecek, öbür yandan ha bire polis alarak sayı 300 binlere dayanacak..
Bir yandan da hiç ama hiç gerekmediği halde polise ağır silahlar alınacak..
(28 Şubat 1997 sürecinde bu silahlar Polisten geri alınmıştı..)
Tüm bunları Türk halkı görmezden gelecek?!

Artık oyun ortadadır..

Ancak bereket, başoyuncu arada “müthiş” gaflar yapmaktadır..

  • Örn. “2 ayyaşın yaptığı yasa oluyor da bizimki mi olmuyor??..”

Başbakan RT Erdoğan, adeta bilinçaltını kusmuştur.

Halk, bu çok ağır, çok haksız ve tümüyle yanlış, onurunu zedeleyen benzetmeyi içine sindirememiştir. Açıktır ki, iktidarın başı, Türk Devrimi’nin en önde gelen 2 kadim önderini, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK‘ü ve O’nun en yakın dava arkadaşı
2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü‘yü adreslemektedir.

Bir yandan da “ekonomi tıkırında” masallarına karşın yoksullaştırılan milyonlar..

Geldiğimiz yer apaçık bir “sivil itaatsizliktir.”

Halkın meşru direnişidir çünkü iktidar apaçık hukuk dışına çıkmıştır ve demokrasinin olanaklarını onu yok etmek için kullanmaktadır.. Dünyada hiçbir demokrasi buna izin vermez!

Hayal edilebilir mi ki, sözde “yeni anayasa” yapılır ve RT Erdoğan “Başkan” seçilirse Türkiye’de demokrasinin son kırıntıları daha ne denli yaşatılabilir??

Sonuç olarak;

AKP iktidarının ve de  iç dış yandaşlarının akıllarını başlarına almaları zorunludur.

Halk yığınlarını örgütlemeye devam etmek ve biliçli önderlik yapmak gereklidir.

Özellikle CHP’nin, ateşin bacayı -CHP’yi de!- sarmak üzere olduğunu artık görmeli
ve halk yığınlarını mitinglerle hükümeti istifaya zorlamaldır.

AKP’nin kapatılması için Yargıtay C. Başsavcılığına başvurulmalıdır.

Alkol kullanımını neredeyse olanaksız kılan yasayı Anayasa Mahkemesi’ne taşınmalıdır.

* Bu arada, değişik tutsakevlerinde tutulan asker – sivil yutseverlerimiz
asla unutulmamalı, iktidarın gündem oyununa gelinmemelidir..

Türk halkı, BİRLEŞEREK VE DAYANIŞARAK geçmişte tarihi değiştirmiş,
7 düveli yenmiştir..

Başarı gene halkımızın, Türk Ulusu’nun olacaktır.
Büyük Atatürk, okunu hedefe şaşmaz biçimde atmıştı :

*  “Sömürgecilik ve yayılmacılık (emperyalizm) yeryüzünden yok olacak ve yerlerine uluslararasında hiçbir renk, din ve ırk ayrıcalığı gözetmeyen
yeni bir işbirliği ve uyum çağı egemen olacaktır.”

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 2.6.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Yeni Türkiye’ye Selam!


Dostlar
,

YURT Gazetesinden Sayın Merdan Yanardağ‘ın nefis bir çözümlemesini
(tahlil, analiz) aşağıda paylaşmak istiyoruz.

Sayın Yanardağ, son derece birikimli ve yütekli bir yazar.
En önemlisi ise doğrultu tutarlığı..
Uzun yıllar boyunca, çektiği onca sıkıntıya karşın gene de ödün vermeyen,
dim dik, onurlu bir aydın ve yazar..

Kendisini aşağıdaki yazı için kutluyoruz ve bu yazının elden geldiğince çok insan tarafından okunmasını diliyoruz.

Sayın Yanardağ’a ekleyelim                     :

1. Yola çıktık, başarılı adımlar attık.. ama daha çok yolumuz var..

2. Kitleleri mutlaka daha etkin – yaygın örgütlemek ve bilinçle önderlik etmek gerek.

3. Sahi, bu süreçte TBMM’deki muhalefet partileri görevlerini yeterince yapıyor mu?

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 2.6.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================

Yeni Türkiye’ye Selam!

portresi

MerdanYANARDAĞ

Halk direndi ve kazandı.
Bir öfke patlaması yaşandı.
Dinci-faşizan AKP iktidarı ağır bir yenilgiye uğradı.

Toplum korku duvarını yıktı ve Türkiye’nin bütün meydanları Taksim’e dönüştü.
Peki ne oldu da böyle bir toplumsal patlama gerçekleşti?

Bütün Türkiye ayakta

Toplum korku duvarını yıktı.

AKP’nin ülkeyi demokratikleştireceğine ilişkin efsane çöktü.

Bu öyle büyük ve hızlı bir çöküş oldu ki, AKP’nin vesayet rejimini yıktığı tezine
dört elle sarılan sağlı sollu liberaller başta olmak üzere üzere, kendi hayatlarına ve değerlerine ihanet eden aydınlar, muhafazakâr yağmacılar, izleyicilerini terk eden merkez medyanın tamamı bu enkazın altında kaldı.

‘Hani muhalefet nerede’ diye soran liberal şarlatanlar, aşağıdan gelen bu büyük
öfke patlaması karşısında şaşkına döndü. Hiç beklemiyorlardı, birden bire insanların neden sokağa çıktığını anlayamadılar. İstanbul’un her köşesinde ve Türkiye’nin
her bölgesinde gece yarısı kadınların, erkeklerin, yaşlıların, gençlerin ve çocukların ellerine tencere tava, bayrak ve flamalarını alarak protesto eylemine nasıl katıldığını çözemediler.

Çünkü onlar AKP-Cemaat koalisyonunun bu ülkeyi özgürleştireceğine,
dahası “muhafazakâr devrim” yoluyla Türkiye’nin tıpkı Batı ülkelerinde olduğu gibi, sivil toplumun güçlendiği bir burjuva toplumu ve demokrasisi haline geleceğine
iman ediyorlardı.

  • Oysa iktidar gücünü iç dinamiklerden daha çok, dış dinamiklerden alan AKP,
    pek demokratik gerekçelerle dinci-faşizan bir diktatörlük kuruyordu.

Zaten liberaller, kurulu düzenle uzlaşmaya karar vermiş yorgun solcular,
kendi yaşamlarına ihanet eden gazeteciler ile servetten ve iktidardan daha çok
pay isteyen tutucu taşra sermayesinden başka AKP’nin ülkeyi demokratikleştireceği yalanına inanan olmadı.

200 YILLIK İLERİCİ BİRİKİM ve AYDINLAR

CNN International televizyonuna konuşan, merkez medyanın yarı aydın isimlerinden biri, muhabirin net sorusuna karşın insanların seküler hakları için nasıl böyle
büyük kütleler halinde sokağa çıktığını, 48 saat boyunca aralıksız polisle çatıştığını ve kararlılıkla direnişlerini sürdürdüğünü anlatamadı. Oysa muhabirin sorusu tam da
bu durumu anlamaya yönelikti.

Oysa ortada şaşıracak, açıklanamayacak bir şey yoktu…
Neo-liberal yağma politikalarını olduğu gibi devralan AKP Hükümeti,
servet transferi gerçekleştiriyordu. Yandaş bir sermaye grubu yaratarak
iktidarının sosyal ve ekonomik temelini hazırlamaya çalışıyordu.

Bu, kamu varlıklarının yağmalanmasına dayalı büyük ve pervasız bir
yolsuzluk ekonomisi demekti ve halkta bir öfke birikimine yol açıyordu.Gelir adaleti Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar bozulmuş, sosyal adalet çökmüş, sosyal güvenliğin yerine sadaka ekonomisi geçirilmişti.Özelleştirmeler işsizliği arttırmış, esnek ve güvencesiz çalıştırma, taşeronlaştırma sistemi iş yaşamının belirleyici karakteri olmuştu. Din istismarı ile 10 yıl tepkileri yatıştırıp durumu idare ettiler.

Öbür yandan AKP; Ergenekon, Balyoz gibi polis-adliye tertibine dayalı örtülü bir darbe ile aydınları susturmuş, TSK’yı teslim almış, halkı sindirmişti.
Devleti bütünüyle ele geçiren iktidar, bir güç sarhoşluğu içindeydi.Ancak boyun eğmeyen aydınları, Türkiye’nin 200 yıllık ilerici birikimini ve
devrimci damarını unutmuşlardı.ERDOĞAN’IN KİBRİ ÖFKEYİ BÜYÜTTÜ

Seküler bir hayat yaşayan kimi aydınların, liberallerin ve yanaşma solcuların
AKP’ye verdikleri destek, önce halkın kafasını karıştırdı.

Aydın ihaneti toplumun direniş refleksini kırdı.
Ama bu durum sürdürülemezdi.
Elde ettikleri güç, bir iktidar küstahlığına da yol açıyordu.

Dinsel gerekçelerle alkol yasağı koyup,
toplumun önemli bir kesimini ayyaş ilan etmeye kadar götürdüler işi.Akıllarınca milletle devleti barıştırıyorlardı. Onlar kendi dar dinci taleplerini ve kaygılarını milletin talepleri ve kaygıları sanıyorlardı. Cumhuriyetin ise bir avuç seçkinin rejimi olduğunu düşünüyorlardı. Oysa ne Türkiye’de ne de dünyanın başka yerinde
gerçek böyle değildi. Ufukları imam hatip okulları tedrisatıyla sınırlı olan iktidar kadroları bunu anlayamadı. Cumhuriyetin kitle tabanı sandıklarından daha geniş ve büyüktü.
Halkın öfkesi birikti… İktidarın ve Erdoğan’ın kibri, bu öfkeyi daha da büyüttü.

  • Gezi Parkı halk isyanının simgesi oldu;

‘Artık yeter’ diyenler, polis copuna, biber gazına, panzerlerin terörüne karşın
Taksim’e çıktılar.

İstanbul başta olmak üzere bütün Türkiye’de 48 saate yayılan halk isyanının ilk özelliği, kendiliğinden gelişmesiydi. Örgütlü değildi, gücü de naifliğinden geliyordu.

Sosyalist bir gençle, gömleğinde Atatürk resmi olan bir Kemalist ve Çarşı Grubu’ndan bir BJK taraftarı aynı saflarda mücadele ediyordu.

Cumayı cumartesiye bağlayan gece Harbiye üzerinden Taksim’e girmeye çalışan kitleyle beraberdim.
Polis mermi atıyor, su sıkıyor, kitle önce geriye çekiliyor, kaçıyor fakat sonra
yeniden ve daha büyük bir kararlılıkla yükleniyordu.
Göstericilerin örgütsüz ve dağınık olsa da yüksek bir dayanışma içinde ve
kararlılıkla davranmaları, onların bir kütle halinde hareket etmesini sağlıyordu.KORKU YER DEĞİŞTİRDİ, İKTİDAR GERİ ÇEKİLDİTaksim direnişinde devrimciler, demokratlar, cumhuriyetçiler, CHP’liler, spor kulüplerinin taraftar dernekleri, sosyalist partiler, çocukları ve eşleriyle gelen sıradan yurttaşlar
hep birlikteydi. Bu nedenle bazı müstehcen sloganlarla faşizme karşı atılan
siyasal sloganlar kısa aralıklarla aynı yerden yükseliyordu. Türk bayraklarıyla
devrimci örgütlerin bayrakları, acele yazılan dövizlerle spor kulüplerinin flamaları
yan yana dalgalandı.

Taksim Gezi Parkı, gerici-faşizan AKP İktidarına ve yağma düzenine isyanın alanı oldu. Toplumun her kesiminden, her sınıfından, her inanç grubundan insan direnişe destek verdi. Bazı firmaların Taksim’de yapılacak AVM’de mağaza açmayacaklarını açıklamalarından sonra TÜSİAD da, “Halkın vicdanının yaralandığına” ilişkin bir açıklama yaptı.

  • Dün dinci-faşizan AKP iktidarı ağır bir yenilgi aldı. 
  • Halk karşı devrime dur dedi.
  • Dün korku yer değiştirdi. İktidar geri çekildi.

El Kaide, El Nusra gibi çeteleri silahlandırıp Suriye’nin üzerine süren ve
gücünü abartan siyasal islamcılar bozguna uğradı. Her toplumsal muhalefet eylemini “darbecilerin komplosu” ya da “Ulusalcıların ve Ergenekoncuların” provokasyonu diye yaftalayanlar, satılık aydınlar, maaşlı liberaller bu yalanı sürdüremez hale geldiler.

  • AKP faşizmi yenilgiye uğradı. Halk Taksim’i geri aldı.

Türkiye’nin her meydanı, İzmir’de, Ankara’da, Eskişehir’de ve başka kentlerde
Taksim oldu.

Dün AKP faşizmini ve emperyalist kuşatmayı yenilgiye uğratacak toplumsal güç,
tarih sahnesine çıktı. Cumhuriyetçiler, sosyalistler, emekçiler, solcular, yurtseverler, ulusalcılar, devrimciler, çalışanlar, laiklik kazanımlarını korumak isteyen yurttaşların cephesi…

Eğer Sırrı Süreyya Önder‘i ve bireysel/yerel kimi katılımları bir yana bırakırsak,
Kürt siyasal hareketi örgütsel bir tutumla ortalıkta yoktu. Olmalıydı. Olamadı.

Artık yeni bir Türkiye var.
Selam olsun yeni Türkiye’ye…

Merdan Yanardağ
YURT Gazetesi, 02.06.2013

Polisin Vahşeti ve Acizliği


Polisin Vahşeti ve Acizliği

portresi_SOZCU_ileEMİN ÇÖLAŞAN

Sevgili okuyucularım,

Ülkemizin her tarafında her gün olanları izliyorsunuz. Eğer iktidarı eleştiren bir eylem yapıyorsanız sonunuz bellidir.

  • Polis sizin üzerinize acımadan, gaddarca gaz ve su sıkacak, hedef gözetmeden gaz bombalarını savuracaktır.

O gazı bir kez geçtiğimiz 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında -hem de uzaktan- yedim, ne olduğunu iyi biliyorum. Gözlerinizden yaş boşanıyor, hiçbir şey göremez oluyorsunuz. Boğazınız ve gözleriniz yanıyor, acayip bir öksürük başlıyor.
Nefes alamıyorsunuz, ölecek gibi oluyorsunuz.

  • Türkiye artık bir polis devleti oldu.
  • Polis inanılmaz silahlarla donatıldı.
İktidarın hoşlanmadığı her demokratik eylemde toplumsal bir kepazelik yaşıyoruz.
Genç, yaşlı, kadın, erkek, çoluk çocuk hiç fark etmiyor. Gazı yiyen perişan oluyor, canını kurtarabilmek için oradan kaçmak zorunda kalıyor.

Peki bu eylemlerde yağmacılık, kırıp dökme, adam yaralama veya öldürme var mı?
Yok! En kabadayısında iktidar aleyhine sloganlar atılıyor, iktidar protesto ediliyor.
Taksim’deki gezi alanında günlerdir toplanan ve yeşili korumak isteyenlerin başına
gelenleri gördünüz.

  • Polis ortalığı savaş alanına çeviriyor.
Bunların hesabı bir gün elbette sorulacak ama o gazı emir aldığı için sıkmak zorunda kalan polis memurlarından değil, onların amirleriden, valilerden, bakanlardan ve
özellikle de Tayyip’ten.
* * *
Evi, kendisi ve işyeri uzun yıllardır polis korumasında olan bir gazeteciyim.
Önümden hiç abartmadan söylüyorum, yüzlerce polis geldi geçti.
Bunlar çok efendi, yurtsever gençlerdi ve bazılarıyla halen görüşürüm.

Üç gün önce Ankara’nın merkezindeki Kızılay’dan geçerken, yol kenarına park edilmiş Çevik Kuvvet otobüsleri duruyordu. Ortada hiçbir olay yoktu ama Ankara polis kuşatması altına alınmıştı. Otobüslerin arkasında Özel Tim yazıyordu.
Polisler beni tanıdı ve aramızda muhabbet başladı.

Genç çocuklar yorgun ve bitkindi.
Bazıları konuşmazken bir bölümü içini döktü:

“Gecemiz gündüzümüz yok. Fazla mesai ücreti yok. Nöbet saatlerimiz belli değil. Bayramlarda tatillerde bizi çalıştırırlar. Bu beylerin çıkarını korumak için
işe başlatılan köleler gibiyiz.”

Anlamazdan gelip “Kim o beyler” diye sordum… Yanıt ilginçti:
“Onları siz bizden daha iyi biliyorsunuz!..”
Yanımıza amirleri geldi. Zannettim ki benimle konuşan polislere kızacak.
Tam tersine tanık oldum.
Onun sözlerini ve ağzından çıkan isimleri yazarsam mahkemelik olurum.
Amirle aramızda -öteki polislerin yanında- aynen şu konuşma geçti:

“Komiserim, bu biber gazı olayı polisi çok yıpratıyor.
Biraz acımadan kullanıyorsunuz gibi geliyor herkese.”

“Emin Bey bize emir verilir, uygularız. ‘Gaza bas’ dediklerinde basmazsak
sorumlu oluruz. Bu yaşananlar bizim de içimizi parçalıyor. Bizim de anamız babamız, eşimiz, çocuklarımız var. Biz ister miyiz böyle olmasını. Bizi en çok
zora sokan
bazı göstericilerin bize sövmesi ve taş atmasıdır. Benim polislerim de genç çocuklar. Böyle olunca istenmeyen şeyler yaşanıyor.”

* * *
Şimdi işin başka bir boyutuna bakalım. Polis her türlü gaz vesaire ile donatılmış,
iktidar karşıtı her gösteri böyle gaddarca bastırılmak isteniyor.
Ben Ankara’nın iyi bir semtinde yaşıyorum. Bizim oralarda her gece arabalar, evler ve
işyerleri soyulurken, her nedense polisimizin onları yakalaması mümkün olmuyor!
Birkaç gece önce Filistin Caddesi’nde marketler, gazete bayileri bile soyuldu.
Bazılarına kilitten girdiler, bazılarının kocaman vitrinlerini koçbaşlarıyla kırıp sadece para ve içkileri götürdüler.

Heeey, bizim buralarda her gece evler, işyerleri ve arabalar soyuluyor!
Sizlerin yaşadığınız beldelerde de aynı şeyler her gün oluyor ve suçlular bulunamıyor…
Çünkü sayıca ve teknik olarak yeterli olan birimler sadece gösterilere müdahale edip gaz sıkan ve gaz bombası atanlar, istihbarat, terörle mücadele birimleri ve bir de
cinayet masaları…

Hırsızlık, soygun, gasp olaylarında yakalanma oranı son derece düşük…
Çünkü o birimlerde yeterli personel yok, araç gereç yok. Yükün ağırlığı altında eziliyorlar.

Polis toplumsal olaylarda bir canavar, ötekilerde etkisiz.

Türk polisi işte bu durumda, bu iktidarın elinde!..
Temel görevi maskeleri takıp önüne gelene gaz sıkmak, sanki düşman ordusuymuş gibi halkın üzerine saldırmak! Gazcıların elinden uçanla kaçan kurtuluyor.
Bir şey değil, elde gaz kalmayacak!..

Hırsızların, soyguncuların ise keyfi gıcır!

Gösteri yapanlara bir tavsiyem var:

Ellerinizde sadece Apo resimleri, PKK posterleri ve PKK paçavraları bulunsun.
Özgür Kürdistan sloganları atın. O takdirde ne gaz yersiniz, ne de coplanırsınız!

===========================

Rus Anıtı yeniden dikilecek mi?

Sevgili okuyucularım,

Hükümet yeni bir tasarı hazırladı ve ilk görüşmesi geçtiğimiz Cuma günü
TBMM Dışişleri Komisyonu’nda yapıldı. Hükümet Rusya ile bir anlaşma imzalamış.
Buna göre:
Türk-Rus savaşlarında ölen askerlerin gömüldüğü yerler bulunacak, o yerler düzenlenecek…Ve anıtlar yapılacak.
Tarihimizde 93 Harbi olarak bilinen 1877 yılındaki Türk-Rus Savaşında
Rus Ordusu o günkü adı Ayestefanos olan Yeşilköy’e kadar girdi. Padişah,
Karabük Üniversitesi tarafından geçtiğimiz günlerde “Fahri doktor” unvanı verilen Abdülhamit’ti. Ruslar oraya 16 metre yüksekliğinde görkemli bir zafer anıtı diktiler. Üzerinde büyük bir haç ve çan vardı, papazlar ve Rus bayrakları vardı. Rus Ordusu’nun zaferi ve Osmanlı’nın hezimeti vurgulanıyordu. Anıtın Rus mimarının adı Bazarof’tu.

* * *
Komisyon görüşmelerinde söz alan CHP milletvekilleri Oktay Ekşi, Osman Korutürk, Aytuğ Atıcı ve MHP milletvekilleri hükümet temsilcilerine sordular:

“Bu anlaşma kapsamında o anıt da yeniden yapılacak mıdır?”

Hükümet temsilcileri bilmiyordu, kem küm ettiler… Ortaya çıktı ki, bu mümkündür.

Komisyondaki CHP ve MHP milletvekilleri tasarıya muhalefet oyu verdiler ama
AKP oylarıyla kabul edildi.

* * *
Padişah Abdülhamit, Ruslar tarafından burnunun dibinde yapılan bu zafer anıtına
ses çıkaramadı… Sarayından dışarıya korkusundan burnunu bile uzatamadığı için, anıtın sadece fotoğraflarına bakabildi…

Ve bu utanmazlığı, düşman ordusu tarafından İmparatorluk başkentinin içine dikilen
bu zafer anıtını içine sindirdi.

Bu anıt, iktidardaki İttihat Terakki Hükümeti tarafından Rusya’ya karşı Birinci Dünya Savaşı’na girdiğimizin ikinci haftasında, 1914 yılında bombalanarak, dinamitle yıkıldı.
Utanç anıtının yıkılması Fuat Bey (Özkınay) tarafından filme alındı.
Bu, Türk sinema tarihinin yalnızca ilk belgeseli değil, aynı zamanda ilk filmidir.
* * *
Bildiğim kadarıyla Rus savaşlarıyla ilgili olarak Türkiye’de onların askerlerinin
toplu mezarları ve anıtları yoktur. (Rusya’da Türk askerleriyle ilgili bir şeyler olup olmadığını bilemem ama sanmıyorum.)
O halde hükümet bu ikili anlaşmayı niçin imzaladı?
Hangi toplu mezarları ve anıtları ihya edecek?
Bu durumda akla ilk gelen, Ayestefanos zafer anıtıdır!
Böyle bir anıtı simgesel olarak hortlatmak bile biraz sıkar.
Ona ne Tayyip’in gücü yeter, ne de başkalarının.
Başucunda duran o anıta korkusundan dokunamayan Abdülhamit bile öbür taraftan çıkıp gelse bu iş olmaz!

Aradan yıllar geçti, bu onursuzluk anıtına göz yuman Abdülhamit’e hiç utanıp sıkılmadan “Doktor (!)” unvanı verip Karabük Üniversitesi’nde tören düzenlediler!

Emin Çölaşan
31.05.2013 SÖZCÜ