Günlük arşivler: 22 Kasım 2012

Çevrede Kavram Kargaşası ve Politikacı

Dostlar,

Prof. Dr. Çağatay Güler, çok yakın dostumuz ve uzmanlık arkadaşımızıdır.
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı (o zamanlar Toplum Hekimliği) Anabilim Dalı’nda uzmanlık eğitimini birlikte yapmıştık (1978-81). Çok yönlü kişiliği, insan duyarlığı, şair kimliği, esprileri ile ilgi odağı idi. İlerleyen yıllarda Çevre Sağlığı konularında yoğunlaştı. Bu gün Cumhuriyet gazetesinin 2. sayfasında makalesini görünce sevindik ve derin birikimini sizlerle paylaşmak istedik.

Yarın, 23 Kasım 2012 sabahı, biz de Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Dönem 2 öğrencilerimize “Çevre ve İnsan Sağlığı” başlıklı dersimizi sunacağız. Yansılar web sitemizde epeydir yayımda..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 22.11.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================== 

Çevrede Kavram Kargaşası ve Politikacı

  • Son zamanlarda insan topluluklarının çevresel etkileri üstel olarak artmıştır. Bunun yerel, bölgesel etkileri giderek küresel baskıya yol açar duruma gelmiştir. Giderek sosyoekonomik durumun; konut kalitesi ve madde özellikleri gibi hastalık örüntülerinde belirleyici olan çevresel rollerine daha büyük oranda ağırlık verilmeye başlanmıştır.

Prof. Dr. Çağatay Güler
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi 
Halk Sağlığı AbD Öğretim Üyesi

Gelişmekte olan ülkelerde çevre tartışmalarının en önemli sorunu, soyut düşünme yetersizliğinin yarattığı kavram kargaşasıdır. Sözlük tanımıyla nesnenin ya da düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı olan “kavram” yetersizliği, yabancı dilden alınan birçok teknik terime yanlış anlamlar yüklenmesine yol açar. Üstelik bu anlamlar yere, kişiye, zamana göre önemli değişiklikler gösterdiğinden, insanlar aynı sözcük
ya da terimleri kullanmaları nedeniyle ortak bir sonuca vardıklarını düşünürler.
Varılan ortak nokta, kısa sürede birbiriyle çatışan hatta birbirini ilkelerden sapmakla suçlayan bir kargaşa nedeni durumuna gelir.

‘Ekoloji’ terimi

Sözgelimi “risk” terimine dilimizde “tehlike” anlamı yüklenmiştir.
Oysa “risk” tehlikenin gerçekleşme olasılığıdır.

Kimi çok önemli terimlerin başına gelen daha da kötüdür. “Ekoloji” terimi buna iyi bir örnek oluşturur. Ekoloji ve çevre kavramlarıyla ilgili yetersizlik ekoloji karşılığı olarak Çevrebilim karşılığının kullanılmaya başlanmasına yol açmıştır. Oysa İngilizcede bir de “environmental science” terimi vardır ve bu terimin kavramsal karşılığı çevrebilimdir. Ekoloji, çevrebilimden çok farklı bir kavramdır.

Terimlerin başına gelen en kötü şeylerden biri de popülerleşmedir. Bu her dil ve kültürde görülen bir sorundur. Robert Leo Smith, ekoloji ile ilgili olarak şunları söyler:

“Çevresel ilişkilerle ilgili olması nedeniyle ekoloji popüler olmuştur. Terim her yerde, gazetelerde, magazin ve kitaplarda görülmektedir. Ekoloji aşırı basitleştirilmiş, yanlış kullanılan, kötüye kullanılan günlük bir sözcük haline gelmiştir.” Bu nedenlerle çevre kavramlarının yerine oturtulması, terimlerin açık bir biçimde tanımlanması gerekir.

Bugün yüz yaşına yaklaşmış olan John M. Last, çevreyi “dışımızdaki her şey” olarak tanımlar. Bu tanım, insan sağlığının, çevre ile genetik örüntüsü arasındaki etkileşimin bir ürünü olduğu temeline dayanmaktadır.

Kişinin genetik yapısı, onun çevresel etmenlerden nasıl etkileneceğini belirleyen
en önemli etmenlerdendir.

  • Çevre terimi dışımızdaki her şeyi;
    sosyal, fiziko-jeo-kimyasal ve biyolojik çevreyi kapsar.

Çevrenin bu bileşenleri birbiriyle etkileşim halindedir.

  • İnsanla etkileşim olasılığı olan tüm çevresel etmenler,
    insan ve toplum sağlığı üzerinde etkilidir.

Kimi çevresel tehlikeli etkenlerle ancak yüksek dozlarda etkilenim olduğunda bazı sorunlar ortaya çıkarken, bazı kişiler çok daha düşük dozlarda da etkilenebilir.
Bunun nedeni, daha önceden ya da eşzamanlı olarak öbür etmen ya da etkilenimlerin de bulunuşu olabildiği gibi, kalıtımsal duyarlılık farklılıkları da olabilir.
Bu durumda çevre işlevsel olarak, çevre-kişi üzerindeki dış etkilerin bütünüdür.

Çevre terimi yıllar yılı çok esnek bir kavram olarak ele alınmıştır.
Grupların, toplulukların üyeleri ve toplumun tümünün ortak etkilenimine yol açan,
tipik olarak bireyin denetimi altında olmayan değişik dışsal etmenler için kullanılagelmiştir.

  • Çevresel etkilenim” yakın çevrede bizi etkileyen fiziko-jeo-kimyasal
    ve biyolojik etkenler olarak düşünülebilir.

Bütün bu tanımlar, kavramlar tam yerine oturmadığında çevrenin “dışımızdaki” olarak algılanmasına yol açar. Yani “biz” değildir. Sadece bizi çevrelemekte ve etkilemektedir. Sorun, kendimizi ondan korumaktan ibaret görülür. Onu koruma yükümlülüğü düşünülmez bile. Bu dışlama 17. yüzyılın felsefe geleneğinden doğmuştur.
Modern Batı biliminin kurucuları olarak Bacon, Dekart, Newton ve çağdaşlarının oluşturduğu bir yaklaşımdır. Bu görüş yüzyıllarca, endüstrileşen ve modernleşen
Batı dünyasının maddesel gereksinimlerinin karşılanabilmesi için doğal dünyayı yönetme, tüketme ve yeniden biçimlendirmemize yardımcı olmuştur. Dünyadaki
her şeyin insanın yararına sunulduğu görüşü de bunu desteklemiştir. İnsanlar yıllar yılı doğayı dizginlemekten, doğaya hâkim olmaktan, doğayı fethetmekten söz etmiştir. Last’ın çevre tanımı yaparken insan çevre arasındaki karşılıklı etkileşimle bağlantı kurması, bu hatalı yaklaşımı ortadan kaldırmaya yöneliktir.

Çevresel etkiler

Son zamanlarda insan topluluklarının çevresel etkileri üstel olarak artmıştır.
Bunun yerel, bölgesel etkileri giderek küresel baskıya yol açar duruma gelmiştir. Giderek sosyoekonomik durumun; konut kalitesi ve madde özellikleri gibi hastalık örüntülerinde belirleyici olan çevresel rollerine daha büyük oranda ağırlık verilmeye başlanmıştır. Bu nedenle “çevre” teriminin daha kapsamlı biçimde tanımlanması gerekmiştir. Yapılacak tanım sosyal ve ekonomik ilişkileri, yapılı çevreyi ve ilişkili yaşama örüntülerini de kapsamalıdır. Tanım yalnızca ben’i ya da biz’i değil, tüm canlıları kapsamalıdır.

  • Çevre canlıların genetik örüntüsü dışındaki her şeydir.
  • Bu canlıların dünyada var oluşu her birinin var oluşu koşuluna bağlıdır.”

Bu kavram oturmayacak olursa, politikacı çevre konusunda çok eski dönem yaklaşımlarına sarılacaktır. Meraların, ormanların, su kütlelerinin, canlıların
“insanın” ekonomik çıkarlarına kurban edilişi bir hak gibi sunulacaktır.
Bir zamanlar “iklim değişikliğini” yadsıyan politikacıların, günümüzde bu duruma
bir tür kaçınılmaz yazgı anlamı yükleyerek sorumsuzluklarını gizleyen bir özür gibi kullanmalarının nedeni de budur.

Genlerimizdeki Atatürk


ANALİZ

Utku Çakırözer

Genlerimizdeki Atatürk

Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) dün Ankara’da Anayasaya Dair Tanım ve Beklentiler başlıklı raporunu açıkladı. KONDA Araştırma Şirketi tarafından 29 ilde 2699 kişiyle yapılan görüşmelerin ışığında hazırlanan raporda öne çıkan sonuçlar şunlar:

Atatürk ilkeleri korunmalı

Görüşülen kişilerin % 82.3’ü yeni anayasının temel ilkeleri arasında“Atatürk ilke ve inkılapları ile Atatürk milliyetçiliğine yer verilmesi” gerektiğine inanıyor.

“Kendinizi hangi kimlikle tarif edersiniz” sorusuna % 28.2 ile ‘Atatürkçü’ yanıtı veriliyor. Tercih edilen diğer kimlikler ise ülkücü (4.7) , milliyetçi (15.1), muhafazakâr (15.6), İslamcı (18.9), demokrat (7.2), liberal (0.9), ulusalcı (1.8), sosyal demokrat (5.6) ve sosyalist (2.1) şeklinde sıralanıyor.

On kişiden 9’u ‘laiklik’ istiyor

Toplumun yarısı (% 50.6) laikliğin anayasadaki haliyle aynen muhafazasını isterken
% 40’ı “Devletin tüm dinlere aynı mesafede olacağı şekilde yeniden tanımlanması” gerektiğini düşünüyor. Her on kişiden yalnızca  biri laikliğin anayasadan tümüyle çıkarılması görüşünde.

Bununla birlikte görüş alınan kişilerin % 84’ü Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, hükümetten bağımsız ve tüm din ve mezheplere hizmet verecek şekilde reforme edilerek yerini korumasını istiyor. Yine görüşülenlerin % 76’sı da ‘kamu çalışanları dahil’ başını örtmek isteyen herkesin örtünebilmesi gerektiğini düşünüyor. Toplumun % 46.3’ü din kültürü
ve ahlak bilgisi derslerinin seçmeli olması gerektiğini düşünürken bu dersin zorunlu kalması durumunda içeriğinin tüm din ve mezhepleri öğretecek şekilde değiştirilmesini talep edenlerin oranı % 77 çıkıyor.

‘Düzeni bozmadan reform’

Çelişkili görünen tabloyu, KONDA’nın sahibi Bekir Ağırdır şöyle yorumladı:

“Türk halkı radikal adımlardan yana değil. Düzen bozulmadan sistemin reforme edilmesinden yana. Bu yapılırken devletin müdahalesinden değil, ‘hakem’ rolünü üstlenerek tarafsız kalmasından yana. Yani laiklik korunurken Diyanet ve din dersleri reforme edilsin, örtünmek isteyen engellenmesin, cinsel yönelime karışılmasın görüşünde.”

Bunun tek istisnası ise ‘mahalle baskısı’ halleri. Görüşülen kişilerin % 85’i,
“Ait olunan kültürel grup içinde baskıya maruz kalan vatandaşların hakları için
devletin müdahale etmesi gerektiğine” inanıyor.

Yerelde anadili formülü

Ağırdır’ın tanımladığı psikolojiyi teyit eden bir başka alan Kürt sorunu ve anadili tartışmaları. Ankete katılanların % 73’ü temel eğitimin yalnızca Türkçe verilmesini istiyor, % 27 de “herkes anadilinde eğitim alabilir” düşüncesinde.

Ama soru, “Yerel yönetimler anadilinde veya yerelde insanların konuştuğu dilde eğitim ve kamu hizmeti için yetki sahibi olsun mu?” şeklinde yöneltildiğinde, olumlu bakanların oranı % 40’a yükseliyor.

Görüşülenlerin % 56’sı, yurttaşlık tanımı konusunda mevcut anayasadaki
Türk kimliği’ ifadesinin aynen korunmasını isterken % 35’i tüm etnik kimliklere
yer verilmesinden, % 9’u ise hiçbir kimliğe yer verilmemesinden yana.

Öncelik adalet ve eşitlik..

Son dönemde yapılan tüm kamuoyu yoklamalarında olduğu gibi TESEV’inkinde de anayasada en fazla olması arzulanan ilke ‘haksızlığa karşı adalet’ (% 65.1) isteği.

İkinci sırada ise ‘Türk, Kürt, Sünni, Alevi gibi farklılıklar arasında eşitlik’ (%50.4) istemi geliyor. Bu itemlerle koşut, görüşülenlerin % 84’ü “Cumhurbaşkanı, Hükümet, Ordu dahil hiçbir kurum yargı denetimi dışında bırakılmamalıdır.” ifadesine katılıyor.
% 77’si anayasaya “Yargı devleti değil bireyi korumakla yükümlüdür” ifadesinin konmasını isterken; %70’lik bir çoğunluk da “Dersim, 6-7 Eylül, Sivas Madımak ve Uludere olaylarının mağdurlarından özür dilenmesi ve/veya onlara tazminat ödenmesi” talebinde bulunuyor.

Başkanlığa hayır, parlamentoya evet

Başbakan Erdoğan ve AKP’nin ‘başkanlık’ sistemi arayışına geçit vermeyen araştırmada, “Ülke yönetiminde en büyük güç kimde olmalı?” sorusuna, katılanların
% 56’sı Meclis yanıtını veriyor. Yalnızca % 23 yetkinin‘cumhurbaşkanında’ olmasını istiyor. Görüşülenlerin % 61’i, şiddet eylemi ile açıkça ilişki durumu hariç partilerin kapatılmamasını isterken üçte ikisi de, milletvekili ve belediye başkanlarının seçmenlerin belli bir oranının imzasıyla azledilmesi (recall) uygulamasını istiyor.

Zorunlu askerliğe devam

Görüşmelerde halka zorunlu askerlik uygulaması da sorulmuş. Zorunlu askerliğin
aynen korunmasını isteyenlerin oranı % 70. Her on kişiden üçü ise profesyonel askerliğe geçilmesi, vicdani ret hakkı ya da askerlik vazifesinin sosyal hizmetle
yerine getirilmesini tercih ediyor.

Ne sağcıyız ne solcu

İktidara talip muhalefet partilerinin dikkate alması gereken bir bulgu da
“Kendinizi siyasi görüş olarak nerede tanımlarsınız?” sorusuna verilen yanıtlarda yatıyor.

Soruya ‘sol’ ve ‘ortanın solu’ diyenler % 17; ‘merkez’diyenler % 15; ‘sağ’ ve ‘ortanın sağı’ diyenler % 32 iken, ‘hiçbiri’diyenler hepsinin üzerinde % 37 çıktı. Kendini sağ-sol siyasi yelpazenin dışında gören bu kesim içinde başı çekenler ise % 40’lık oranla kimliğini ‘Atatürkçü’ diye tanımlayan kesim.

***

  • Başkanlık sistemi arzusundaki Başbakan Erdoğan, ülkemizden
    Atatürk’ün tüm izlerini silmeye çalışan bakanlar ve öbür iktidar odakları ile seçim kampanyasında kitleleri çekecek slogan arayışındaki muhalefet partileri,
    bu araştırma sonuçlarını dikkatle incelemeli.

TESEV’in anketi ve sevindirici veriler..

Dostlar,

Cumhuriyet‘in 22 Kasım 2012 günkü sayısının kapak sayfası çok sevindirici içerikler sunuyor.

Halkımızın LAİKLİK ilkesine sahip çıkması..

TESEV‘in anketi..

TESEV’in KONDA’ya yaptırdığı araştırmaya göre;

  • Halk Atatürk ilkelerinin anayasada kalmasını istiyor…

 Laiklikte oybirliği                               :

Radikal değişiklik istenmiyor

TESEV’in raporuna göre toplumun %82.3’ü anayasanın temel ilkeleri arasında

“Atatürk ilke ve inkılapları ile Atatürk milliyetçiliğine yer verilmesi”
gerektiğine inanıyor.

% 50.6’lık kesim laikliğin aynen korunmasını, % 40’ı ise “Devletin tüm dinlere
aynı uzaklıkta olacak biçimde yeniden tanımlanmasını” istiyor.

Adalet istemi ilk sırada Araştırmaya katılanların %

56’sı yurttaşlık tanımı konusunda mevcut anayasadaki ‘Türk kimliği’ ifadesinin korunmasını isterken, % 35’i tüm etnik kimliklere yer verilmesinden yana. Anayasada en çok olması arzulanan ilke ise, % 65’le ‘haksızlığa karşı adalet’ isteği.Sitemizde daha önce laiklik hakkında yazılan birkaç dosya var..
Anahtar sözcük “laiklik” ikle aratılrsa erişilebilir ve okunabilir..

Örn. 84 Yıl Sonra Gene LAİKLİK: Nedir, Ne Değildir?

Erişkeyi (linki) tıklayarak okuyabilirsiniz..

http://ahmetsaltik.net/84-yil-sonra-gene-laiklik-nedir-ne-degildir/

Cumhuriyet’in Ankara sorumlusu Utku Çakırözer bu konuyu yorumlayan makalesini (GENLERİMİZDEKİ ATATÜRK) sizlere ayrıca sunacağız.
Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 22.11.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

‘Kanunsuz dinleme muhakkak önlenmelidir’

‘Kanunsuz dinleme muhakkak önlenmelidir’

CHP Genel Başkan Yardımcısı Halıcı, ”Vatandaşlarımızın haberleşme mahremiyetinin, devletin namusu olduğu bilinci ile her türlü kanunsuz dinleme muhakkak önlenmelidir.” dedi.
CHP Genel Başkan YardımcısıEmrehan Halıcı, ATO Congresium’da düzenlenen TELKODER 7. Olağan Genel Kurulu’nun açılışında, telekomünikasyon sektörünün diğer tüm sektörlere altyapı sağlayan, yarattığı istihdam ve gerek milli gelire katkıları bakımından çok büyük öneme sahip olduğunu söyledi.

Halıcı, bu yüzden bu alanın çok iyi yönetilmesi gerektiğini, bu nedenle de gerekli
yasal düzenlemelerin zamanında ve ilgili tüm birimlerin mutabakatı sağlanarak yapılması gerektiğini belirtti. CHP Genel Başkanı Yardımcısı Halıcı, TELKODER’in yasaların
hem yapım hem de uygulama aşamasında etkin rol aldığını gördüklerini dile getirerek, telekomünikasyon ve bilişim sektörünün çok hızlı bir büyüme göstermeleri gerektiğini savundu. Halıcı, ”Ancak, bizim görüşümüz, bu alanlardaki büyümelerin yeterli düzeyde olmadığıdır.” dedi. Hem bu dönemde hem de daha önceki dönemde yapılan bütün hizmetlerin takdir edilmesi gerektiğini vurgulayan Halıcı, yapılan bütün iyi niyetli hizmetlerin yanında olduklarını söyledi.

Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun (BTK) da aralarında bulunduğu bağımsız kuruluşların bağımsızlıklarını yitirdiğini ileri süren Halıcı, ”Oysa ilk kuruldukları yıllarda ilişkili, kuruluş olarak bakanlıklara sadece şeklen bağlı olan
bu kurullar, 2010’da çıkan bir Kanun Hükmünde Kararname ile ilgili kuruluşlar haline gelmişlerdir. Bu da bakanlıklar ve siyasete doğrudan bağlanma demektir. Biz bunu doğru bulmuyoruz
” dedi.

Telekomünikasyon hizmetleri piyasasında yeterli rekabetin olmadığını öne süren Halıcı, şöyle devam etti:

Bu eksikliğin bir an önce muhakkak giderilmesi gerek. Örneğin sabit telefon internet alanlarındaki mevzuat kağıt üzerinde kalmamalı fiilen uygulamaya geçirilmelidir. Türk Telekom’un TT Net ve benzeri alt kuruluşları, bağlı oldukları şirketlerle aynı şekilde denetlenmelidir. Kamu kuruluşlarının telekomünikasyon hizmetleri alımlarının muhakkak ihale yoluyla yapılması sağlanmalıdır.”

Halıcı, vatandaşların haberleşme hizmetleri ve bilgi erişim olanaklarına daha ucuz bir şekilde ulaşması için telekomünikasyon hizmetleri üzerinden alınan bütün vergiler, harçlar ve kesintilerin mutlaka azaltılması gerektiğini ifade etti.

Haberleşme ve internet güvenliğinin de mutlaka sağlanması gerektiğini savunan Emrehan Halıcı, ”Vatandaşlarımızın haberleşme mahremiyetinin, devletin namusu olduğu bilinciyle, her türlü kanunsuz dinleme muhakkak önlenmelidir ve aksi durumlarda çok ciddi yaptırımlar uygulanmalıdır.” diye konuştu.

 (Cumhuriyet, 21 Kasım 2012)