Kriz yaratarak beslenen AKP ve Erdoğan


Kriz yaratarak beslenen AKP ve Erdoğan

Ali Rıza Aydın

AKP’nin on yılı üzerine değerlendirmeler arasına, Anayasa ve hukuk serüvenini de eklemek, on yıla sığan on Anayasa değişikliğini de madde madde incelemek gerekiyor. Bunların arasında kriz yaratarak yapılan Anayasa değişiklikleri hayli ilginç.
İki örneğe bakalım…

Birinci örnek yargıyla ilgili… 2010 Anayasa değişiklikleriyle ortaya çıkarılan “güdümlü yargı” operasyonu öncesinde, işlerine gelmeyen Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararlarına karşı, eleştiriyi aşan saldırı ve toplanamayan HSYK krizi “organize işler” arasında öyle başarılı yürütüldü ki, bir taşla üç kuş vuruldu:

Hem Cumhuriyet ile hesaplaşmanın bütünleyicisi olarak “karargah yargısı” diye tanımladıkları yargıyla hesaplaşıldı, hem Cumhuriyet ile hesaplaşmada etkin bir yargı yaratıldı ve hesaplaşma onlar üzerinden yapıldı, hem de Anayasa Mahkemesi,
yargının üst yönetimi HSYK ve yüksek yargı organları ele geçirildi, yargıç ve savcılar da kendilerince hizaya getirildi.

Artık, iç ve dış sermayenin de AKP’nin toplumu gerileştirme ve devleti dönüştürme politikalarının da önünde engel yok; yargı denetimi yok. Şimdilik memnunlar, işler yolunda, yargı paketleriyle oyalanıp duruyorlar. Eleştiri oklarını da yargının üzerine çevirerek, politikalarını “teknik” içinde gizliyorlar. Hatta gerçeği başka göstermeyi de beceriyorlar; eldeki davaları kaldırdık dedikleri DGM’lere baktırırken, bu mahkemeleri Terörle Mücadele Mahkemeleri olarak sürdürmeyi de “kaldırma” olarak anlatıyorlar.
En ufak sıkıntıları olduğunda, kendi kulelerini yıkma konusunda da duraksamazlar. Çünkü onların hukuk kuleleri, ilkesiz, esnek, üfleyince dağılır; üflemeyi severler…

Cumhurbaşkanlığı ile başlayıp “başkanlık sistemi”ne dayanan süreç yargı konusundan daha ilginç. 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimi krizinin, Anayasa Mahkemesi aracılığıyla da aşılamaması üzerine, Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesini öngören
Anayasa değişikliği ile sonuçlanmasından sonra atılan zafer çığlıkları unutulmadı.
Ardından, bu Anayasa değişikliğiyle ilgili halkoylaması yapılmadan “kardeş Abdullah” Cumhurbaşkanı seçildi. Bu arada, seçimle ilgili geçici maddeler halkoylamasına sunulan Anayasa metninden çıkarıldı. Hesaplar Cumhurbaşkanı’nın görev süresinin sonuna yaklaşılana kadar iyi gitti. Sonra yeni hesaplar yapıldı, Abdullah Gül’ün görev süresinin
7 yıl olması, ancak 2. kez adaylığının önünün kesilmesi uygun bulundu, yasa çıkarıldı. Anayasa Mahkemesi 7 yılı onaylayıp 2. kez seçilme yasağını iptal edince başlayan adaylık tartışmaları, “Gül vefalıdır, aday olmayacak” falcılığına kadar yürüdü.
Araya “partili cumhurbaşkanı” söylemi sıkıştırıldı. 29 Ekim “barikat vakası” işi
“çift başlılık” tartışmasına taşıyınca da, kısık ateşte ısıtılan “başkanlık sistemi” kaynatılmaya başladı, önerisi TBMM’ye sunuldu.

Yeni krizle, 2007’deki “Cuhurbaşkanı’nın halk tarafından seçimi” sevdasına tekme atıldı. Böyle giderse, halk tarafından seçim, yaşama geçmeyen bir Anayasa değişikliği olarak gülümsemeyle anılacak. Bu konuda yaşama geçemeyecek bir başka “meçhul” ise
yeni anayasa olabilir ki; Erdoğan’ın, yeni anayasadan umudu kesmesi de, kendisi için mevcut Anayasa’da değişiklik yapmayı daha kestirme ve garanti görmesi anlamına gelir. Bu konudaki becerileri de bilinmektedir. 2007’de Ergun Özbudun başkanlığındaki
bilim kuruluna ısmarlanan yeni anayasa önerisini yaşama geçiremeyen AKP,
o dönemden sonra istediği değişiklikleri parçacı yöntemle yapmıştır.
Parçalara bakıldığında, demokrasi kılıfına sokulmuş “anayasal darbeler” görülecektir ki, başkanlık sistemi önerisi de bu yönde yapılan yeni bir girişimdir.

Krizlerin yaratılması ya da krizlerle beslenen politikaya, buna bağlı olarak yapılan
hukuk oynamalarına bakmak yeterli değildir. Sürekli duruma getirilen kriz basamaklarından kimin çıktığına da bakmak ve gerçeği görmek gerekir.
AKP için tek “çıkıcı” vardır, her şey ona bağlanmıştır. “Özal”sız ANAP’ın başına gelenlerin “Erdoğan”sız AKP’nin başına gelmemesi üzerine kurulu bu elbirliği, basamakların sonundaki bilinmezliği ve korkuyu da göstermektedir.

Krizli politika, AKP liderinin çevresinde tırmandırılıp dururken, aşağıda kalanın
canı çıkmış; onlara ne? Sermaye “memnun” gözüküyor. AKP’den kurtulmanın,
bu memnuniyetin “çelişkiye” dönmesine bağlanması ise boş hayal… Krizi çıkaran da, önerisini sunan da, dönüşümü istediği gibi gerçekleştiren de aynı beyin. Politikalarını iktidar partisinin gündemine bağlı olarak yürütenler de aynı gerekçelerle “Meclis’te muhalefet” olmaya devam ediyorlar. Çünkü onlar, aleyhte tezahürat yapan az sayıda seyirci gibi; maçı hep “başkan baba” kazanıyor. Sömürü politikasının temeli ile uğraşmadan, onların kural ve kurumlarıyla barışık yaşayarak “ihtiyatlı” tavırlar içine girmek toplumsal sorunları çözmüyor, sömürü sürüp gidiyor.

  • Ekonomi politik değişmeden, hükümetlerin ya da yönetim sistemlerinin değişmesi, emekçilerin ve halkın çıkarlarının özünde bir anlam ifade etmiyor.

Toplum, ne AKP’den, ne AKP Hükümetinden ne de Erdoğan’dan ibarettir.

Onların oynak “oyalama politikaları”nın sahneyi ne kadar dolduracağının bilinmemesi, suskun ve seyirci kalmayı gerektirmiyor.

Aslında sorun “küçük kriz” oyukları değil. Toplumun içine atıldığı “büyük ve karanlık” batak

Hedefini bilen “toplumsal muhalefet”in bataktan çıkmaması için engel yok.
Yeter ki düşünceler, sınıf bilinciyle, parçalar halinde de olsa direnişe ve
somut eylemlere dönüşebilsin.

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ali-riza-aydin/kriz-yaratarak-beslenen-akp-ve-erdogan-62140, 8.11.12

==================================

Dostlar,

Anayasa Mahkemesi eski raportörü Sn. Ali Rıza Aydın dostumuz; çok öğretici,
nitelikli irdelemesini bize de e-ileti olarak yolladı sağolsun.

Hem yol gösterici yazısı hem de paylaşımı için teşekkür ediyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
10.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir