Günlük arşivler: 9 Kasım 2012

Aşık Veysel’den : Atatürk’e Ağıt..


Dostlar,

Değerli dostumuz, ADD Bakırköy Şubemizin önceki yöneticilerinden, Türkçe aşığı
Sn. Tarık Konal şunları yazmış :

Saygın Arkadaşlarım,

Ulusumuzun Kurtarıcısı, Devletimizin Kurucusu, Bilge Önderimiz Kemal ATATÜRK ‘ü, bedensel varlığının aramızdan ayrılışının 74. yılında sonsuz bir saygı, sevgi, özlemle anıyorum. Başta siz dostluklarından onur duyduğum,  aydınlıktan, bilimden, sanattan, uygarlıktan yana olan, onun yolundan yürümeyi ilke edinmiş saygın arkadaşlarıma, ulusumuza, tüm insanlığa “başsağlığı” dilerim.

  2 de eki var.. Biri Atatürk portresi, ressam Rezzan Yıldız’ın fırçasından..

Öbürü de Aşık Veysel’den Ata’nın ölümüne ağıt..

İnanılmaz içli bir parça..

Bilgisayarınızın sesini açın ve huşu ile dinleyin lütfen..

Lütfen sesli görseli izlemek için tıklar mısınız?

ATA’ya_agit_Asik_Veysel’den

Çook teşekkürler değerli Konal..

Sevgi ve saygı ile.
10.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

AST’tan 50. yıla ‘selam’

Dostlar,

AST’a, ANKARA SANAT TİYATROSU’na destek olalım, sahip çıkalım..

Sevgi ve saygı ile.
9.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
=========================================

AST’tan 50. yıla ‘selam’

ANKARA SANAT TİYATROSU 50. YILINDA
AZİZ NESİN’İN ‘SELAMÜN KAVLEN KARAKOLU’ İLE
‘PERDE’ DİYOR

© İki dolandırıcının açtığı sahte karakolun, hem halk hem de devlet tarafından ciddiye alınmasıyla yaşanan karmaşayı ele alan oyunu, tesadüf bu ya, 50. sanat yılını kutlayan Yücel Erten yönetiyor. Oyunda gazetemiz yazarı Mustafa Balbay’ın tutukluluk süresine de dikkat çekiliyor.

Başkentin en eski özel tiyatrosu Ankara Sanat Tiyatrosu (AST), 50. yılına Aziz Nesin’in “Selamün Kavlen Karakolu”ile “merhaba” diyor.

İki dolandırıcının açtığı sahte karakolun, hem halk hem de devlet tarafından ciddiye alınmasıyla yaşanan karmaşayı ele alan oyunu, tesadüf bu ya, 50. sanat yılını kutlayan Yücel Erten yönetiyor.

Oyunda, Silivri’de tutuklu bulunan gazetemiz yazarı ve CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay’a da selam gönderiliyor.

Bir aydının “sudan sebeplerle” tutuklanmasını anlatan “İster misiniz beni de 1344 gün tutuklasınlar?” repliği, her oyunda Balbay’ın tutuklu kaldığı günle orantılı olarak değişiyor. Tiyatronun Yönetim Kurulu üyelerinden, ünlü oyuncu Mahir İpek’le “yenilenen”tiyatroyu ve “Selamün Kavlen Karakolu”nu konuştuk:

– AST “Zübük”ün ardından bu yıl yine bir Aziz Nesin oyununu sahneye taşıdı…

Biliyorsunuz, AST geçen yıllarda büyük sıkıntılar yaşadı. Bu sıkıntıların en mühim olanı da “seyircisizlikti”. Silkelendik, doğru ve estetik oyunları izleyicimizle buluşturmaya karar verdik. Bunun için de Türkiye’nin sayılı yönetmenlerinden biri olan Yücel Erten ile çalışmak istedik. Ne tesadüftür ki Devlet Tiyatroları (DT) Yücel Erten’den bir Aziz Nesin oyunu istemiş. O da bir değil, iki Aziz Nesin oyununun uyarlamasını yapmış. Böylece AST, Yücel Erten’in de omuz vermesiyle bir kez daha bir Aziz Nesin oyununu sahneye taşıdı. Ayrıca bu yıl AST’ın 50. yılı. Yücel Ağabey de 50. sanat yılını kutlayacak. “50”ler denk geldi.

– Oyunda tutuklu olan ve katledilen aydınlara da göndermeler yapıyorsunuz…

Bir aydının tutuklanmasını konu edinen sahnede “İster misiniz beni de 1344 gün tutuklasınlar?” repliği, gazetenizin yazarı Mustafa Balbay’a yönelik… Cumhuriyet, her gün Balbay’ın köşesinde tutuklu olduğu gün sayısını yazıyor. Bu replik de o gün sayısına göre her oyunda değişiyor. Böylece sahneden Balbay’a selam göndermiş oluyoruz. Onun nezdinde tüm aydınlara…

‘İzleyicimizi geri kazandık’

– Oyunda sizin dışınızda izleyicilerin yakından tanıdığı Mehmet Ulusoy, Özgürcan Çevik, Özgün Aydın gibi oyuncular da rol alıyor. AST kadrosunu da geçen yıllara oranla güçlendirmiş görünüyor…

AST iki sezondur izleyicisini geri kazandı. Bunda “Zübük” ve “Giderayak” adlı oyunların da rolü oldu. “Selamün Kavlen Karakolu”nda rol alan arkadaşlar da tamamen AST’tan yetişme oyuncular.

– Başbakan’ın tiyatroları özelleştirmeye yönelik “Bunlar yarım porsiyon aydın” şeklindeki sözlerine ve DT’nin tüzel kimliğini sağlayan 5441 sayılı yasaya da bir gönderme var oyunda…

Çünkü bu mesele sadece DT’nin ya da Şehir Tiyatroları’nın meselesi değil. AST olarak bu durum ortaya çıktığından beri arkadaşlarımıza destek veriyoruz.

– Oyunun en etkili sahnesi ise final sahnesi… Bir daktilo üzerine bırakılan kırmızı bir karanfil…

İşte bu sahne bütün demokrasi kayıplarına bir selam aslında…
Oyunun yazarı Aziz Nesin’e de…

İlhan Erdost için gözyaşları bitmedi..


İlhan Erdost için gözyaşları bitmedi..

Mamak Askeri Cezaevi’nde dövülerek öldürülen yayıncı İlhan Erdost,
ölümünün 32. yıldönümünde gömütü önünde anıldı.

Karşıyaka Gömütlüğü’nde gerçekleşen törende konuşan İlhan Erdost’un ağabeyi ve TİHAK Başkanı Muzaffer İlhan Erdost;

  • “Bir beden olarak İlhan bir battaniye arasına sığıyor. Bir ölü olarak Türkiye coğrafyasına sığamayacak. Bir beden olarak, seksen santim enindeki bir parselin içinde İlhan. Bir ölü olarak tarihe sığmayacak.” dedi.

Erdost’un kızı Alaz Erdost’un, şair Hüseyin Haydar’ın Erdost için yazdığı şiiri okudu..

Hüseyin Haydarın Erdost için yazdığı “Boyun eğmeyen şiirler” adlı şiiri :

BOYUN EĞMEYEN ŞİİRLER..

Sayın başkan, muhterem avcımız.
Çukur açmışsınız hakkımda benim,
Hem de derin mi derin.
Açabilirsiniz elbet, hukukunuzdur.
Nihayet, özel görevli zatı azminiz ile
Her şeyin üstündesiniz.
Uçuyorsunuz uçmaklara. Uçun uçun!

Alınmayınız hemen, rica ederim.
Tuzak kurmuşsunuz, taammüden,
Hem de yolumun çatına,
“Spesiyal” bir iş yemeği hayratına.
Hani, canı helaldir falan, diye,
Katlime içtihat etmişsiniz.
İnsafınız kurusun, yahu!
Siz beni suya inen ahu mu sandınız?

Yine de diyorum ki, kapatın,
Ehli ruhsatınızla açtığınız çukuru,
Dalgın tavşanlar içine düşüyor.
Ayıptır söylemesi efendi zademiz:
Gizli gizli dinamit bıraktığınız,
Mühimmat çukurunu, ziyadesi ile
Biz kapatacağız yoksa.
Demir dökerek, hani ya
Devri Abdülhamit tecrübesi.

Biraz dikkate alın tavsiyemi, lütfen.
Silindiğiniz kıymetli kağıtları,
Deliğe atmayınız, tıkıyor.
Vallahi tıkıyor ve taşıyor ataletiniz,
Küresel zina mahfillerine.
Uyarı notunu okuyunuz evvel:
“Oturum mahallini, her hacette,
Bulmak istediğiniz gibi bırakınız!”
Biliyorsunuz nicedir giderilemiyor,
Gaz hali, ecnebi patronajın.
Adalet tesisatçısı çalışıyor,
Sorun yok, cebri rapor var,
Diyorsunuz, tıkanırsa biz açarız.
Hadi açtınız diyelim, ön giderini,
Direk, yukardan inerek.
Peki, tıkanan dönmeleri kim açacak?

Sayın başkan, değiştirip kılığınızı,
Kimliğinizi ol mahalde unutarak,
Diyelim ki ufak ufak kirişi kırdınız.
Bizim bağımıza, ulu avcımız,
-İçtenliğimden kuşkunuz olmasın.-
Balkan rüzgarı eser, ılık ılık.
Sonunda tilkili dükkana varacaksınız.

Ben size hakaret etmiyorum, başkan,
Sizi cinayetle suçluyorum.
Uzanırken abes testinize siz,
Birden göreceksiniz,
Okkır’ın, Tatar’ın, Geray’ın kanını.

Kıyama dururken, şaşırmayın:
Bağlanan ellerin arasından sızar.
Secdeye baş koyarken siz,
Tıkar boğazınızı o kan.

Ben size hakaret etmiyorum, başkan,
Sizi cinayetle suçluyorum,
Sübhane hakkıyel azim ile!

Hüseyin Haydar
====================================

Törene, Erdost’un eşi Gül ve diğer kızı Türküler Erdost ile yakınları,
dostları da katıldı.

Hak-Par Genel Başkanı Kemal Burkay;

– “Biz sosyalizmi Erdostlar’ın yayımladıkları kitaplardan öğrendik. Sosyalist düşünceye çok büyük katkısı vardır.” diye konuştu.

Eski TİHAK Başkanı Nevzat Helvacı, bugün hukukun yerlerde süründüğüne,
laikliğin elden gittiğine değinirken, eski TBMM Başkanvekili Yılmaz Ateş,
ÇGD’nin Erdost’a onur ödülü verme sürecini anlattı.

Vecihi Timuroğlu, Erdost’un düşüncelerini yaşatabilecek büyük bir kitlenin varlığından söz ederken Devrimci 78’liler Federasyonu’ndan Hüseyin Esentürk,
Mamak Cezaevi’nin bir zulüm merkezi olarak müze yapılması için
girişimlerde bulunacaklarını dile getirdi. (Cumhuriyet ve Evrensel gazetleri 8.11.12)

Ve istenmeyen işçi yasası yürürlükte!


Dostlar
,

Yenilenen “Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası” 
tam anlamıyla faşist bir yasa..

Cumurbaşkanlığı seçimleri adına yer yer topluma mavi boncuk sunan  A. Gül, sendikaların tüm ikna çabalarına karşın, AKP tabanının baskısını aşamadı ve
12 Eylül döneminin 2821 ve 2822 sayılı yasalarının bile 30 yıl sonra gerisine düşen
bir metni, RG’de yayımlanmak üzere Başbakanlığa yolladı.

Halkımızın bir kez daha, emek ve emekçi düşmanı siyasal kadroları görmesi gerek.
Yerel ve uluslararası sermaye koalisyonunun dayatmalarına “başüstüne” denild.

Çünkü; 
çok daha zor günler önümüzde ve işçi sınıfının mutlaka gemlenmesi,
zapt-ı rapt altına alınması gerek..

CHP’nin yasayı hızla Anayasa Mahkemesi’ne -gene de- götürmesi gerek.
O kadar çok uluslararası andlaşmaya, dolasyısıyla Anayasa’nın 90. maddesinin
son fıkrasına (Mayıs 2004 AB uyum değişiklikleri..) aykırı ki..
Ortalama bir hukukçu için işten bile değil bu metinleri sıralamak..

Başta İHEB, doğrudan ilgili 2 ILO Sözleşmesi, AİHS md. 11, AB metinleri
(1989 AT Sosyal Şartı İşçilerin Temel Hakları (12. md.; Serbest dolaşım,
Çalışma ve adil ücret isteme hakkı, Çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi, Sendika özgürlüğü ve toplu pazarlık hakkı, Sosyal koruma, Mesleksel eğitim..)

Bu arada; uluslararası işçi hareketi örgütlerini başta ICFTU ve ILO’yu (Uluslararası Çalışma Örgütü), ham hayalle AB’yi ve de etnisitelere özgürlük çığırtkanlarını (!) göreve çağırıyoruz.. Ya TÜSİAD?

Sevgi ve saygı ile.
9.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================================

Ve istenmeyen işçi yasası yürürlükte!

© İşçilerin yarısını sendikal tazminatın dışında tutan,
– var olan yapıda sendikalara üye işçilerin de yarısına yakının sözleşme yapamaz hale getiren,
dayanışma grevlerini yasadışı,
toplusözleşme dışında yapılan grevleri hukuksuz sayan..

sendika yasası; tüm karşı çıkışlara karşın onaylandı.

Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası, binlerce emekçi ve gerek ulusal gerekse uluslararası sendikal hakete karşın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanarak Resmi Gazete’de yayımlandı.

Kocaeli Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Aziz Çelik yasanın neler getirdiğini anlattı. İçerdiği bazı unsurlar açısından 12 Eylül dönemi yasasını bile geride bırakan yeni Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmeşi Yasası özetle şu noktaları içeriyor:

* 12 Eylül döneminde bile kaldırılamayan sendikal tazminat güvencesi işçilerin yarısı için ortadan kaldırıldı.

30’dan az işçi çalıştırılan işyerlerinde çalışan işçiler sendikal nedenle atıldıklarında sendikal tazminat davası açamayacaklar.

* İşçilerin yaklaşık yarısı 30’dan az işçi çalıştırılan işyerlerinde çalışıyor.
Yani işçilerin yarısı tazminat dışında kaldığı gibi, bu uygulama, işyerinde sendika istemeyen kuruluşlarda, şirketleri 30’ar işçinin çalıştığı küçük şirketlere bölerek sendikayı iyice zayıflatmanın yolunu açtı.

Grev yasaklarına devam!
Bankacılık, petrokimya, şehir içi ulaşım işlerinde ve savunma bakanlığında çalışan
sivil işçilere grev yasak.

Hükümetin milli güvenlik ve genel sağlık gerekçesiyle grev erteleme yetkisi
devam ediyor.

Grev ertelemesine karşı Danıştay’a başvuru yolu çıkarıldı.
Eski yasadan geriye gidildi.

* Grev oylaması zorlaştırılarak sendikaların greve çıkmasının önüne
yeni bir engel konuldu.

* Toplusözleşme aşamasındaki grevler dışında
öbür bütün grevler yasadışı olmaya devam ediyor.

* Dayanışma grevi, iş yavaşlatma, barışçı iş bırakma eylemi, genel grev yasadışı grev olarak görülecek.

Sendikal barajlar fiilen korunuyor, yeni sendikaların barajı aşması imkânsız, var olanların bir bölümü de baraja takılabilir.

*Yasa, işçiler ve sendikalar arasında ayrımcılık yapıyor.
3 konfederasyona üye sendikalar için baraj % 1 öbürleri için % 3.

* İşyeri barajı % 50+1, işletme barajı % 40.
Bu barajlarla sendikal örgütlenme imkânsız gibi görünüyor.

* Yetki sistemi değişmedi.
İşverenin yetkiye itirazı toplusözleşme sürecini uzatacak, durduracak.

Bekir Coşkun : Çok Gizli Tanık…

ONUNCU KÖY
Bekir Coşkun
Çok Gizli Tanık…

 

Bunların “gizli tanığı” da bir tuhaf…
Reklamlara çıktı…

*
Ankara’daki bir devlet hastanesinde çoktandır deşifre olmuş tanıkların yüzünü değiştiriyorlar…
Diyelim ki çenesini küçültüp, yanağını genişletip, kaşlarını kaldırıyorlar ki gören kimse onu tanımasın…
Bu şu anda da devam ediyor lazım oldukça…
Birisini tanınmaz hale getirdikten sonra “Burnumu büyütmüşler”diye doktorları mahkemeye verdi…
Hâkim “Ama sen o değilsin” dedikçe, bu gizlenen kimliğini tekrarlayıp
“Asıl ben bu değilim, eskisiyim, burnum böyle değildi” dedi…
Eski kimliğini kanıtlamak için tanık bulup getirdi mahkemeye…
Belki otuz kişi…
Eş, dost, akrabalar…
Hâkim “Ama sen o değilsin ki” dedikçe, bu “Gizli tanık olduğum için yüzümü değiştirdiler, ben o eskisiyim… Şu burnumun büyüklüğüne bak hâkim bey” dedi durdu…
Yetmedi, başka tanıklar buldu…

*
Sonunda onu gizledikleri tehlikeli insanları getirdi mahkemeye…
Onlar da “Evet, bu gizli tanık olduğu için böyle oldu, aslında bu o değil gibi duruyor, ama odur.” dediler…
Nihayet tazminatını koparıp aldı…
Ama onu gizlemeye çalıştıkları “kişiler” kapıda bekliyorlardı…
Çıkışta “Demek sen osun” diye yakalayıp patakladılar…
Sonra ona ne yaptılar bilmiyorum…

*
Bu ülke farklı bir yerdir…
Kimse kendisi değildir aslında…
Cumhurbaşkanı gizli…
Başbakan gizli…
Onları seçen % 50’yi gören olmadı, seçmen gizli…
Valiler, rektörler, bürokratlar gizli…
Yargıç gizli…
İktidar gizli…
Ülkeyi yöneten güç gizli…
Plan gizli…
Hedef gizli…
Amaç gizli…

*
“Gizli tanık” gizli değil…
Eh…
Haliyle memleketi tanıyamıyorsunuz...

Bu Vatan Bizim.. sesli görsel sunu..

Dostlar,

Ozan Arif’in de dizeleriyle “BU  VATAN BİZİM” adlı sesli görseli izlemeniz dileğiyle sunuyoruz.

Lütfen tıklar mısınız ??

Bu_Vatan_Bizim

Sevgi ve saygı ile.
8.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

 

ABD’de Başkanlık Seçimi: Bir Değerlendirme / Prof. Dr. Suna Kili


Dostlar
,

Prof. Suna Kili hocamız gerçek bir Atatürk aydınlanmacısıdır.
Boğaziçi Üniv. Uluslararası İlişkiler bölümünden emeklidir.
Dünyanın pek çok ülkesinde çok sayıda konferans vermiş uluslararası bir kişiliktir.
ABD’yi de orada eğitim almış, vermiş bir aademisyen olarak yakından tanımaktadır.
O bakımdan, aşağıda sunduğumuz yazısı sağlam gözlemlere dayalıdır.

Kili hocanın pek çok kitabı içinde İş Bankası yayınları içinde basılan

ATATÜRK Devrimi; Bir Çağdaşlaşma Modeli

adlı kitabı özellikle salık vermekteyiz. İngilizce olarak da basılmış ve yurt dışında ATATÜRK Devrimi‘nin “Bir Çağdaşlaşma Modeli” olarak tanıtımına ciddi katkı sağlamıştır. Kitabın yayım amacı şöyle belirtiliyor :

  • Atatürk Devrim Modeli’nin bir çağdaşlaşma ve kalkınma modeli olarak özellikle 2. Dünya Paylaşım Savaşı sonrası dönemde hem kendine; ülkenin, Türk toplumunun yapısına ve koşullarına özgü ulusal, hem de kendisinden sonra ulusal kurtuluş mücadelesi verecek olan 3. dünya ülkelerine yol gösterecek bir seçenek, bir örnek olarak ortaya çıkması, modelin toplum ve devlet yaşamına uygulanışını öbür kalkınma maddeleri ile karşılaştırmalı olarak incelenmektir.

Kitaptan bir alıntı :

ATATÜRK DEVRİM MODELİ                              :

  • Siyasal çağdaşlaşmanın temel bir koşulu, dinsel, geleneksel, ailesel ve geleneksel otoritelerin yerine laik, ulusal ve tek bir otoritenin olmasıdır.
    Atatürk devrimi bunu gerçekleştirmiştir. Atatürk devrimi çağdaşlaşmayı bir bütün olarak gören, o doğrultuda devleti, toplumu eyleme sokan
    ilk Türk çağdaşlaşma hareketidir. Atatürk devrimi ulusal, dinamik bir çağdaşlaşma eylemidir. Atatürk ilkeleri, bu devrimi yönlendiren, devrimle beraber büyüyen ve devrim eyleminin düşünsel yönünü oluşturan ilkelerdir.

Suna hocayı, ADD Edirne Şubesi Başkanı olduğumuz dönemlerde (1996-2000) Edirne’ye konferansa davet emiştik. ETV’de (Edirne TV) de kendisiyle aşağıdaki konuda bir söyleş yapmıştık :

“Bir Çağdaşlaşma Projesi Olarak Atatürk Devrimleri ve Bunalımdan Çıkış : Açılımlar” (Prof. Dr. Suna KİLİ ile söyleşi. Edirne ETV, 26.12.98)

Sanırız bu program çok düzeyli bulunmuş ve epey beğeni almıştı. Keşke kamera kayıtlarımız olsaydı, zamanede (şimdilerde) youtube’da yaıymlardık.. ne güzel olurdu..

Sevgi ve saygı ile.
9.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================================

ABD’de Başkanlık Seçimi: Bir Değerlendirme

  • Nobel ödüllü iktisatçı Paul Krugman hemen hemen tüm yazılarında
    gerek ABD’de ve gerekse AB üyelerindeki ekonomik krizin “kemer sıkma” politikalarıyla daha kötüye gideceğini ve işsizliğin artacağına değinirken, Roosevelt’in kamuda iş yaratma politikalarının ülkeyi Büyük Buhran’dan kurtardığına işaret etmektedir.

Prof. Dr. Suna KİLİ
Boğaziçi Üniv. Em. Öğr. Üyesi 

Barack Hussein Obama başkanlık seçimini 2. kez kazandı. Amerikan başkanlarının güttüğü siyasalar dünya ve Türkiye’yi yakından ilgilendirdiğinden, tarihte ve bugün onların, gerek iç ve gerekse dış siyasada oynadıkları rolün bir değerlendirmesini yapmak yerinde olacaktır.

ABD’de başkanlık seçimleri her zaman renkli ve biraz gürültülü geçer. Bu son seçimde iki temel konunun ağırlığı nedeniyle sanki seçim tartışmalarına biraz da hüzün eklenmişti. İki temel konu ise şu: ABD ve Batı dünyasındaki ekonomik kriz ve
dış politikada henüz çözümlenmemiş ağır konuların bulunması.

Tüm bu konuların ağırlığına karşın Cumhuriyetçi aday Mitt Romney ve yandaşlarının saldırgan söylemleri sürdü gitti. Romney ve yandaşları, özellikle son yıllarda yeniden büyük bir hezimete uğrayan kapitalist sistemin içinde bulunduğu zor durumu göz ardı ederek, küreselleşme gerekçelerini arkalarına alarak, ekonomik, toplumsal gerçekleri görmeyerek, 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın ilk yarısındaki görüşleri vurgulayıp durdular.

Kuruluş yıllarında siyaset, Amerika’nın en yetenekli ve ileri görüşlü insanlarını politikaya çekmiştir. Ancak sanayileşme hızlanınca ve özellikle iç savaş sonrası gelişmeler sonucu o ülkedeki yetenekli kişiler siyaset dışına kaymış ve sanayileşme atılımları içinde yer almıştır. Kuruluş döneminde John Adams, James Madison, Alexander Hamilton, John Jay gibi “cumhuriyetçi” devlet adamlarının isimlerini bilmemize karşın, Abraham Lincoln’den sonra, Wilson dışında, Roosevelt’e kadar devlet başkanı olmuş kişilerin adlarını pek anımsamayız.

Amerika’da “sol” diye tanımlanan görüşler, genelde, var olan ekonomik sistemi sorgulamıyorlar. ABD’de “solculuk”, savaş karşıtı tutumlar ve; örneğin, Siyahlara, “Yerlilere” eşitlikçi muamelenin gerekliliği üzerinde odaklanıyor. Ancak 30’lu yılların başlarında Franklin Delano Roosevelt iktidara gelince ve ekonomik Buhran’ın etkisiyle var olan Ekonomik düzeni sorgulayan kişiler, düşünürler, üniversite öğrencileri, bürokratlar, hatta üst düzey yöneticiler ortaya çıkmaya başladı. Lillian Hellmann gibi bir yazar o dönemin bir ürünüdür.

  • Roosevelt Ekonomik Buhran nedeniyle çökmüş ekonomik düzeni düzlüğe çıkarabilmek için bir ölçüde “devlet müdahalesi”nin gerekliliği üzerinde durdu.

Ve bazı konularda bunu yerine getirdi. Örneğin, işsizliğe çözüm bulmak için geniş çapta karayolları yapımına girdi. Her yıl taşması sonucu çevresini harap eden,
yöreyi yoksulluğun alt sınırında tutmaya yargılı kılan Tennessee Nehri’ni kanallarla, setlerle kontrol altına almayı devlet katkısıyla yaptı.

ABD’deki sosyoekonomik düzen

ABD’deki sosyoekonomik düzeni bir ölçüde sorgulayan “New Deal” (Yeni Düzen) politikasının sonunu getiren Roosevelt’in ölümü değildi. Esas neden soğuk savaşın başlamasıydı.

Sovyet Rusya düşman ilan edilince o düzeni çağrıştıran ılımlı olan sosyal demokrat görüşler bile töhmet altında bırakılmaya başladı. Bazı öğrenciler, hatta yöneticiler komünist partisi üyesi olmuşlardı.“Kızıllar” olarak tanımlanan bu grup geniş değil,
ancak etkiliydi. Birkaçının da Dışişleri Bakanlığı’na sızmayı başardığı savlanıyordu. Soğuk savaşın başlattığı ortamda bırakınız komünist görüşleri, sosyal demokrat görüşler bile töhmet altındaydı. Bu durum Senatör McCarthy döneminde hızlandı.

Ancak tüm bu olumsuz gelişmelere karşın, bazı etkin düşünürlerin tutumları ve bazı sivil toplum kuruluşlarının çaba ve faaliyetleri sonucu toplumsal konulara ve insan haklarına duyarlı görüşler bir ölçüde korunuyordu. Bu kuruluşlardan biri 1920’de kurulmuş olan “American Civil Liberties Union”dur (Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği). Denebilir ki McCarthyism büyük ölçüde bu birliğin çabaları sonucu sona ermiştir. Bir başka önemli kuruluş da 1947’de kurulan Americans for Democratic Action’dır (Demokratik Eylem İçinde Amerikalılar). Kurucuları arasında Eleanor Roosevelt, işçi önderi Walter Reuther, iktisatçı Kenneth Galbraith ve tarihçi Arthur Schlesinger Jr. vardır. Bu kuruluş,
hemen her alanda araştırma yapar ve pek çok konuda ilerici siyasalar üretir ve önerir. Kamu eğitiminin yaygınlığının demokrasinin gelişmesine büyük katkısı olacağı inancını taşır. Bu kuruluşlar hâlâ etkindir.

1929 Ekonomik Buhranı’na kadar 19. yüzyıl ekonomi politikasını benimsemiş Amerikan yönetimi, ancak Roosevelt döneminde 20. yüzyıl ekonomi politikasını
bir ölçüde uygulamıştır.

Kamuya önem veren halkçı siyasalardan yana olan görüşler Roosevelt döneminde soluk almış, Adlai Stevenson’ın başkanlık yarışında Eisenhower’a yenilmesi ile duraklamış, J.F. Kennedy’nin karizması ile tekrar gündeme gelmiştir.

R. Reagan ve her iki G. Bush yönetimlerinde de geriye itilmişlerdir.
B. Clinton, başkanlık döneminde daha insancıl politikalar gütmek istemesine karşın, ayakta kalabilmek için, “orta yolu” seçmiş ve istediği sağlık politikasını daraltmak durumunda kalmıştır. Reagan ve her iki Bush döneminin küreselleşmeden ve genelde zenginden yana politikaları en sonunda Amerikan ekonomisini olumsuz etkilemiştir.

Ekonomik krizin çözümü

Nobel ödüllü iktisatçı Paul Krugman hemen hemen tüm yazılarında gerek ABD’de ve gerekse AB üyelerindeki ekonomik krizin “kemer sıkma” politikalarıyla daha kötüye gideceğini ve işsizliğin artacağına değinirken; FD Roosevelt’in kamuda iş yaratma politikalarının ülkeyi Büyük Buhran’dan kurtardığına işaret etmektedir.
Ve ayrıca JM Keynes’in şu görüşüne de ısrarla yer vermektedir:

  • “Ekonomik Buhran döneminde ‘kemer sıkma’ politikaları, buhranı
    daha da çözülmez duruma getirir. ‘Kemer sıkma’ politikası ancak ekonominin gidişatının iyi olduğu dönemlerde uygulanmalıdır.”

Bu görüş Avrupa Birliği içinde de kendini göstermekte, Almanya’da Merkel yönetiminin kemer sıkma politikasına Fransa’nın yeni başkanı Holland tümüyle karşı çıkmakta ve ekonomik düzlüğe varmayı ancak kamunun iş olanakları yaratmasında görmektedir.

Ekonomi politika konusunda M. Romney için “kapitalist sistem” en büyük değerdir. Şirket yönetimindeki deneyim ve başarısı sürekli gündeme getirilmiş, sanki bir şirket-devlet anlayışının altı çizilmiştir. Daha insancıl ekonomik politika gütmeden yana olması nedeniyle Barack Obama’nın 2. kez başkanlığa getirilmesi, aynı zamanda toplumsal konuların, halkın haklı isteklerinin gündemde kalmasını sağlayacaktır.

Obama ilk başkanlık yıllarında ABD’deki ekonomik bunalımla başetmek zorunda kalmış, kamuyu aktive ederek iş yaratma yönünü seçmiştir. Dış politikada ise ABD açısından Irak Savaşı’nı sonlandırmış, Afganistan’dan Amerikan ordusunu çıkarma planını yapmış ve tüm dünya ülkeleriyle ön planda barışçıl ilişkilerde olmaya özen göstermiştir. Dış politika konusunda Obama, Romney’e göre daha bilgili, daha tecrübelidir. Küreselleşmeden yana olmasına karşın, deneyimleri itibarıyla Romney’in daha “yerel” bir kişiliği var.

Obama’nın ise daha evrensel düşünebilen bir kişiliğe sahip olduğunu düşünebiliriz.

Diyanetin bütçesi ve cemaatsiz camiler…


Diyanetin bütçesi ve cemaatsiz camiler…

Necdet Saraç
YURT Gazetesi
7 Kasım 2012, Ankara
saracnecdet@hotmail.com

Bütün dünyada ama özellikle İslam coğrafyasında “teselli ve miskinlik aracı” olarak da kullanılan din, bizim ülkemizde Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden aynı zamanda ciddi bir asimilasyon ve misyonerlik aracı olarak da kullanılıyor.

Vakıf bütçeleri ve din dersi öğretmenlerine verilen maaşlar hariç, şu anda 3 milyar 891 milyon lira bütçesi olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi 2013 yılında daha da artırılarak 4 milyar 600 milyon lira yapılıyor. Ortada 11 bakanlık bütçesinden daha büyük bir bütçe, arkanda da sınırsız bir siyasi destek olunca, sana benzemeyeni asimile etmende de, dünyanın dört bir yanında misyonerlik faaliyeti yürütmende de
sınır kalmıyor. Böyle olunca, hükümet de, Diyanet de, bu konuda hiçbir eleştiriyi duymak istemiyor!

Oysa, eski müftü ve CHP İstanbul Milletvekili İhsan Özkes’in Mecliste Komisyonda görülmeye başlayan Diyanet ve bütçesiyle ilgili yaptığı eleştiriler yenilir yutulur cinsten değil:

  • “Diyanet, fakir fukaranın, garip gurebanın vergileriyle oluşan bütçeyi lüks otellerde yeme programları düzenliyor.

diyen Özkes, sahte diplomalı Diyanet personelinden, VIP camilerine, müftü atamalarındaki kayırmacılıktan, Hac ve umrede yaşanan adaletsizliklere kadar bir dizi konuyu gündeme getirmiş durumda. Ancak bunu ne hükümet, ne de Kılıçdaroğlu’na “Bahtsız Bedevi” diyen Erdoğan, ne de Erdoğan’a haklı olarak “Kutup Ayısı”nı hatırlatan Kılıçdaroğlu da henüz duymuş değil!

Özkes’in Diyanet’le ilgili duyuramadıkları bunlarla da sınırlı değil. Diyanet bütçesinin konuşulduğu komisyonda “altı ticarethane üstü camiler çığ gibi çoğalıyor.
AKP milletvekillerinin, belediye başkanlarının cami altı işyerleri var” diyen Özkes, Alevilerin vergilerinden beslenen Diyanet’in Alevilerin hakkını da yediğini ve hükümetin Hacı Bektaşi Veli Dergahı’nı da devletin kazanç kapısı haline getirdiğinden bahsediyor. Diyanet’in düzenlediği haccın “dünyanın en pahalı” hac seferlerinden olduğunu söyleyen Özkes, buralardan gelen paralarla Diyanet Başkanı Görmez’in lojmanına 400 bin lira harcandığını, camilere kurdurulan ve halkın sağlığını tehdit eden baz istasyonları üzerinden ise yıllık 5-10 bin dolar para alındığını da söylüyor… Özkes söylüyor, biz yazıyoruz ancak henüz duyan yok! Bunları dinle, imanla, adaletle, vicdanla izah etmek mümkün değil…

* * *

4 milyar 600 milyona yükseltilmesi planlanan bütçe Meclis’ten geçmemeli! “

Kul hakkını yeme” anlamına gelen bu devasa bütçe, Meclis’te reddedilmeli.
Bu bütçe eğitime, sağlığa, araştırmaya ayrılmalı. Suriye konusunda hem ulusal,
hem de uluslararası düzeyde yeterince ders alan ve yalnızlaşan AKP, bilindiği gibi kendine aşırı güvenin diğer bir dersini de yerel seçim hamlesinde aldı.
Şimdi, AKP’nin alacağı bir başka “büyük ders” neden Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi olmasın! Bu Meclis Diyanet bütçesini reddetmeli, dini devletin kurumsal yapısı dışına çıkararak, dinin ticaretin ve siyasetin hizmetine girmesini artık engellemelidir!

CEMAATSİZ CAMİLER!

Bu bütçeye “dur demek” hem siyasi açıdan, hem de milletin vergilerinden toplanan paraların “çar-çur” edilmemesi için önemlidir. Bu “çar-çur”un en önemli örneklerinden birini özellikle 12 Eylül darbesi sonrası Alevi köylerine yaptırılan camiler oluşturuyor. Alevileri Sünnileştirmek ve asimile etmek için siyasi bir hedef çerçevesinde Alevi köylerine yaptırılan camiler bugün cemaatsiz durumda.
Giden yok, gelen yok. İmam bile camiye gitmiyor! Kaldı ki, cemaatin olmadığı yerde imama ne ihtiyaç var! Bu camilere atanan imamlar ya evlerinde oturuyorlar,
ya da “uzaktan kumanda” ile camilere yerleştirilen hoparlörlerden otomatiğe bağlanmış şekilde beş vakit ezan yayını yapıyorlar.

  • Diyanet’in de, hükümetin de bu ayıptan kurtulması ve camiye girmeyen Aleviye beş vakit ezan dinlettirme zulmünden hemen vazgeçmesi gerekmez mi? 

Biliyorum; birçok kişi “yok ya, bu kadar da olmaz” diyecektir!
İnanmayan veya inanmak istemeyenler için cemaatsiz camiler için örnek gerekir!
İşte örnekler: Tokat’ın Çatalkaya Köyü, Edremit’in Çamlı Köyü, Hacı Hasan Köyü. Çorum’un Yenihayat, Kayebüget ve Kuyumcusaray Köyleri. İzmir Kemalpaşa ilçesinin Çepnidere Köyü. Tarsus Bağlarbaşı Köyü. Soma’nın Kozluören Köyü.
Balıkesir’in Türkali Köyü…

Yetmez diyorsanız, devamı var, haberiniz olsun!

1 milyon Atatürk Anıtkabir’e!… 10 Kasım 2012’de..

1 milyon Atatürk!

Ulu önder, ölümünün 74. yılında anılıyor,
sivil toplum örgütleri tüm Türkiye’yi Anıtkabir’e çağırıyor…

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, aramızdan ayrılışının
74. yıldönümünde tüm yurtta törenlerle anılacak.

Atatürk’ün 74. ölüm yıldönümünde Ankara’da ilk olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül başkanlığındaki heyet Anıtkabir’e giderek mozoleye çelenk bırakacak.

Anıtkabir bu resmi törende emniyet tedbirlerinin kontrolü ve tören hazırlıklarının yapılabilmesi için 9 Kasım saat 14.00’ten 10 Kasım saat 10.00’a kadar ziyarete kapalı.

Türkiye Gençlik Birliği (TGB) Anıtkabir’in Tandoğan girişinde yüz binlerce kırmızı karanfil dağıtacak.

TGB ve yurttaşlar kapıların açılması ile birlikte Anıtkabir’e yürüyecek.

Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) ise 09.05’te Zafer Meydanı’ndaki Atatürk Anıtı’na çelenk bırakacak, ardından Anıtkabir’e gidecek.

• İZMİR Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği “Ata’ya Saygı Yürüyüşü,
Alsancak Limanı’ndan başlayarak Vasıf Çınar Meydanı’nda sona erecek.
Karşıyaka Belediyesi’nin geleneksel Ata’dan Ana’ya Saygı Koşusu” ise 11 Kasım Pazar günü yapılacak. Atatürk anıtından Zübeyde Hanım’ın mezarının bulunduğu parka dek sürecek koşu saat 10.00’da başlayacak.

• İSTANBUL İstanbul Valiliği, Büyükşehir Belediye Başkanlığı, ilçe belediyeleri çeşitli etkinliklerle Atatürk’ü anacak. “Atatürk maskeni al, Dolmabahçe’ye gel” afişleri ve ilanlarıyla 1 milyon Atatürk’ü Dolmabahçe’ye getirecek olan Genç Türk grubu,
Atatürk’ün ölmediğini ve ölmeyeceğini herkese gösterecek.

Genç Türk’ten yapılan açıklamada,

  • “10 Kasım günü Atatürk’ün ölmediği ve ölmeyeceğini göstermek için Atatürk maskelerimizle saat 09.05’te Dolmabahçe’deyiz.” 

denildi.

Şişli Belediye Başkanlığı 09.05’te Maçka Demokrasi Parkı’ndaki Atatürk anıtı önünde anma programı ve 12.00’de Şişli’deki Atatürk Evi önünden Cevahir AVM önüne yürüyüş düzenleyecek. Cevahir AVM önünde ise Atatürk’ün sevdiği şarkılar sanatçılarca seslendirilecek.

Küçükçekmece Atakent’teki ArenaPark Alışveriş Merkezi’nde ise Atatürk özel bir programla anılacak. 10 Kasım Cumartesi günü saat 16.00’da başlayacak programda Abidin Yurdakul büyük bir Atatürk portresi çizecek. Atatürk fotoğrafları sergisi de gezilebilecek. (8 Kasım 2012, Cumhuriyet)