Günlük arşivler: 1 Kasım 2012

Gareth Jenkins: “Ergenekon soruşturması paranoya ve hukukun siyasallaştırılmasının ürünü!”

Dostlar,

Önce İngiliz Gazeteci Gareth Jenkins’in

“ERGENEKON SORUŞTURMASI PARANOYA ve HUKUKUN SİYASALLAŞTIRILMASININ ÜRÜNÜ!”

başlıklı önemli konuşmasını paylaşalım.. Ardından önemli yorumlarımız olacak

Sevgi ve saygı ile.
1.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

============================================

İngiliz Gazeteci Gareth Jenkins                  :

“ERGENEKON SORUŞTURMASI PARANOYA ve HUKUKUN SİYASALLAŞTIRILMASININ ÜRÜNÜ!”

“Ergenekon soruşturması paranoya ve hukukun siyasallaştırılmasının bir ürünüdür” diyen İngiliz gazeteci Gareth Jenkins, Amerikan Kongresi’nde düzenlenen “Ergenekon” konulu toplantıda konuştu.

Jenkins konuşmasında, Ergenekon diye bir örgütün varlığına ilişkin hiçbir delil bulunmadığına dikkat çekti.


Soruşturmanın arkasında Fetullah Gülen hareketinin olduğunu söyledi.
Toplantıda Ergenekon tertibiyle ilgili farklı düşünenler arasında hararetli tartışmalar yaşandı.

Geçtiğimiz Ağustos ayında, “Türkiye’nin Ergenekon Soruşturması: Gerçekle Fantezi Arasında” başlıklı bir rapor yayımlayan araştırmacı gazeteci Gareth Jenkins 18 Kasım’da ABD Kongresi’nde düzenlenen “Ergenekon Davası ve Türkiye’deki Siyasi Durum” konulu toplantıda konuştu.

Arı Hareketi Washington temsilciliğinin örgütlediği toplantıda Jenkins,

  • Ergenekon soruşturmasının paranoya ve siyasallaştırmanın bir ürünü olduğunu söyledi.

Ergenekon terbiyle ilgili yaşanan tartışmalar ABD Kongresi’ne de sıçradı. Toplantıda Ergenekon tertibiyle ilgili farklı düşünenler arasında, tarafların karşılıklı söz almaları ve soru sormaları üzerine gerginlik yaşandı. Toplantıda Ergenekon soruşturması ile ilgili hazırladığı raporun bir özetini sunan Jenkins’in altını çizdiği önemli noktalar şunlar:

“ERGENEKON DİYE BİR ÖRGÜTÜN VARLIĞINA DAİR HİÇBİR DELİL YOK”

Jenkins,

  • Ergenekon soruşturmasının, bazı kesimlerin ifade ettiği gibi Türkiye’nin derin devleti veya karanlık geçmişiyle yüzleşmesi olmadığını belirtti.

İngiliz gazeteci, Derin devletin tek bir örgüt olmadığını, Türkiye’de çetelerin istediğini yaptığı bir dokunulmazlık kültürünün var olduğunu savundu.

Jenkins, Ergenekon iddianamelerinin komplo teorilerine ve varsayımlara dayandırıldığının altını çizerken

iddianamelerde Ergenekon örgütünün varlığını gösteren tek bir delil sunulmadığına dikkat çekti.

“SORUŞTURMANIN ARKASINDA FETHULLAH GÜLEN VAR”

Gareth Jenkins, ABD Kongresi’ndeki konuşmasında gözaltına alınan veya tutuklanan insanlar arasında bağ kurmanın zor olduğunu ancak bu listenin hükümete muhalif isimlerden oluştuğunu kaydetti. Tayyip Erdoğan’ın soruşturmanın bu şekliyle sürmesine izin verdiğini söyleyen Jenkins operasyonun arkasında Fetullah Gülen hareketinin olduğunu vurguladı.

İDDİANAMELER TUTARSIZLIKLA DOLU” 

Jenkins’in üzerinde durduğu bir diğer konu da, 5800 sayfayı bulan iddianamelerin tutarsızlıklarla dolu olduğu ve soruşturmanın bu şekilde yürütülmesinin adalet sistemini zedeleyeceği yönündeydi.

Jenkins’in konuşmasının sonunda izleyiciler arasında tartışma çıktı. Ergenekon soruşturmasını destekleyenlerle karşı çıkanlar karşılıklı sorular sordular. Bu sırada gergin anlar yaşandı.

=============================================================

Dostlar,

Gelelim bizim yorum ve öngörülerimize :

Artık mızrak çuvala sığdırılamaz oldu.
Bu tertiplerin sürdürülebilirliği kalmadı..
Son perde yaklaşıyor :

Cumurbaşkanlığı seçimlerine yakın (2014 başı), RT Erdoğan son kozunu / kumarını oynayacak :

– Başbakan RT Erdoğan, “Beyaz bir sayfa açalım, GENEL AF çıkarıyoruz…” diyecek.. Tutsak aydın, gazeteci, askerlerimiz APO ve yoldaşları ile adeta takas edilecek..

Sanırız öngörü, kurgu bu..
Tabii bunu yapmaya RT Erdoğan’ın zamanı kalırsa..

Öyle zordaki..

  • Sözde “yeni anayasayı” gerçekte bölücü anayasayı ne yapıp ederek çıkaramazsa, “minik” bir borsa harketiyle (2001’de 5 milyar doları o gece çekmek yetmişti!) ağır bir ekonomik bunalım tetiklenecek… Bu kez çok daha kırılganız..

2001’de Ecevit-Bahçeli-Yılmaz’ın gönderilmesinde olduğu gibi..
Rahmetli İsmail Cem’in başbakanlık ham hayalinin ağır faturası..

Sonra AKP’nin “getirilmesi”!

Yani geldikleri gibi gideceğe benziyorlar.

Asıl sorun, RT Erdoğan’a yaptırılamayanı kime yaptıracak emperyalizm??

Bu kez Kemal Derviş veya benzeri misyoner15 günde 15 yasa” dayatması ile değil, çantasında bölünme – federasyon anayasası ile gelecek !

Başbakan RT Erdoğan bunları öngörebiliyor.. Olağanüstü telaşı, aceleciliği, dayatmacılığı, gerginliği, agresyonu ve de maskeli-açık depresyonu söz konusu kurguya ikincil..

“Allah yardımcısı olsun..” (!) demekten kendimizi alamıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
1.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

 

Türker Ertürk : İsrail’in işbirlikçileri

Türker Ertürk

İSRAİL’İn İŞBİRLİKÇİLERİ

Geçen hafta Çarşamba günü (24 Ekim 2012) İsrail Sudan‘ın başkenti Hartum yakınlarında bulunan Yarmouksilah fabrikasına saldırdı.

Hartum 3 milyonu aşkın nüfusu olan bir kent. 1820’lerde Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından kurulmuştur. Şehrin adı, kıyısında bulun­duğu Nil Nehri’nin fil hortumunu andıran şek­linden dolayı Arapça Al-Kartoum’dan gelmek­tedir.

Saldın günü 4 F-16 savaş uçağı Müslüman Ürdün‘ün hemen yanı başında bulunan İsrail‘den havalandı. İsrail‘e ait savaş uçakları batıda Müslüman Mısır, doğuda Müslüman Suudi Arabistan‘ın bulunduğu Kızıldeniz’de ge­nel güney rotasında uçtu. Daha sonra sağdan dönüşle batıya yöneldiler ve Eritre’nin hemen kuzeyinden Sudan hava sahasına girdiler. Uçaklar kısa bir süre sonra Hartum yakınların­da bulunan Yarmok‘a ulaştılar ve hedefleri olan fabrikayı saldırarak bombaladılar.

Eritre‘de birisi Dahlak adalarında diğeri ise Sudan sınırına yakın Mahel Agar dağlarında bulunan İsrail askeri üslerinin, saldırının termi­nal safhası olan Kızıldeniz’den Sudan‘a yaklaş­ma ve Sudan hava sahası içinde hedef bölgesi­ne ulaşma rotaları üzerinde
F-16‘lara koordi­nasyon ve elektronik harp desteği olarak çok büyük yardımı oldu.

İki Sudanlının yaşamını kaybettiği saldırıdan sonra Sudan yetkilileri yaptığı açıklamalarda İs­rail‘i suçladılar ve “Misilleme haklarının saklı ol­duğunu” açıkladılar. İsrail yetkilileri ise bu olay hakkında yorum yapmayı reddetti. Bu yaklaşım İsrail diplomasisinin uluslararası hukuki sorum­luluklardan kaçmak için uyguladığı tipik
davra­nış biçimiydi, İsrail’in nükleer silahlara sahip ol­masına rağmen bunu kabul veya reddetmemesi de bu bağlamda açıklanabilir.

İsrail’in Sudan saldırısı ilk değil

Hartum‘a saldırı öncesinde İsrail Sudan‘ı, Si­na üzerinden Gazze’ye silah göndermekle suçla­maktaydı. İsrail daha önce de benzer suçlama­larla 2009 ve 201 l’de de Sudan‘a saldırmıştı. İsrail in uluslararası kuralları hiçe sayarak yaptığı bu saldın ne ilkti,
bu gidişle ne de son olacağa benziyor.

6 Eylül 2007′de 8 F-16 savaş uçağı İsrail‘den kalktı. Hedef Suriye‘de El Kibar nükleer santra­liydi. Savaş uçakları önce Akdeniz üzerinde ku­zeye doğru uçtular ve İskenderun Hava Radarı kontrolünde Türkiye hava sahasına girerek do­ğuya döndüler. 8 F-16 Suriye sının boyunca do­ğuya doğru Türk topraklan üzerinden uçtuktan sonra yaklaşık Viranşehir üzerinden güneye dö­nerek Suriye hava sahasına girdi ve kısa bir süre sonra Deyrizor kentinin kuzeyinde bulunan El Kibar’daki santrali bombaladı.

Saldırıdan sonra İsrail’ e dönerken geldikleri yolu kullanan F-16‘lar Türkiye‘nin kendilerine suç ortaklığı yaptığını belgelemek için yedek ya­kıt tanklarını Akdeniz‘e atabilme imkânı varken Hatay‘a bıraktılar.

Operasyon 30 dakika sürdü, Allahtan nükle­er santral henüz bitmemiş ve işletmeye açılma­mıştı. Yoksa 2011′de Japonya‘da deprem ve tsunami sonrası yaşanan Fukuşima benzeri bir felaketle karşı karşıya kalabilirdik. Gerçi bu du­rum İsrail‘in umurunda değildi!

Hâlbuki Nükleer Silahların Yayılmasını Önle­me Antlaşması (Non-Proliferation Treaty) gere­ğince Suriye‘nin barışçıl amaçlı nükleer enerji üretmeye hakkı vardı.
Çünkü Suriye bu anlaş­mayı imzalamıştı. İsrail ise bu antlaşmayı imzala­mıyordu!

AKP yönetiminde Türkiye‘nin Suriye‘ye yapı­lan saldırıdan haberi vardı. Saldırıdan sonra İsrail Başbakanı Ehud Olmert, Erdoğan‘ı aradı, olayı anlattı ve O’ndan

“Başka bir nükleer santrale izin vermeyeceklerini ancak yeni bir saldırı
plan­madıklarını, Suriye sessiz kalırsa İsrail’in de ses­siz kalacağını”

Beşar Esad‘a söylemesini istedi.

Saldırının Türkiye üzerinden yapılmasının nedenleri

İsrail, B Kibar a yaptığı bu saldırıyı daha önce­den konuşlanarak o tarihte tümüyle
ABD kont­rolünde bulunan frak üzerinden çok daha kolay yapabilirdi.
Saldırıyı Türkiye üzerinden yapmayı tercih etmelerinde 3 önemli neden vardı;

– Türkiye’yi suça ortak ederek Arap ve Müslü­man dünyada ABD ve İsrail esaslı politikalara dai­ma mecbur edecek kısır döngü tuzağının içine sokmak,

– Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması ve Beşar Esad’ın iktidara gelmesinden sonra her ge­çen gün düzelen Türkiye-Suriye ilişkilerinin teme­line güvensizlik tohumunu ekmek,

– Suriye’yi görece en güvenli gördüğü istika­metten vurarak icra edilecek harekâtın başarısında sürpriz tesirini kullanmak.

Müslüman toprakların İsrail’in çıkarlarına hiz­met için kullandırıldığına örnek çok.
Bu konuda sicili en kötü ülke Suudi Arabistan! Bu ülke resmi olarak İsrail i tanımamasına rağmen 1981′de F- 15 ve F-16‘lardan meydana gelen İsrail taarruz
fi­losunun Irak‘ta Bağdat güneyinde bulunan Osirak nükleer santraline saldırması için hava sahasını kullandırmıştı. O zaman da İsrail savaş uçakları yedek yakıt tanklarını dönüşte Suudi Arabistan çöllerine bırakmıştı.

Sevgili okurlar,

Dün İsrail’in Siyonist politikalarına hizmet edenler bugün de aynı politikaların
Su­riye bacağı için hizmette kusur etmemektedirler.

Erdoğan‘ın en yakın çalışma arkadaşı Abdüllatif Şener;

  • “Erdoğan ile İsrail arasında gizli bir işbir­liği antlaşması var.
    Erdoğan İsrail ile danışıklı ha­reket ediyor…” diyor.

El cevap; Erdoğan İslam dünyasında yalnız de­ğil!

Saygılar sunarım. 30.10.12
İLK KURŞUN’A ABONE OLMAK İÇİN TIKLAYINIZ

Tüp bebek konusunda bilinmesi gerekenler…


Dostlar..

Bu teknik geliştirileli 30 yılı geçtik.. 1978’de İngiltere Rosling Enstitüsü‘nde ilk ürün “koyun Doly” doğmuştu. Yöntemler de sürekli geliştirildi, başarı oranları yükseldi.

Bir noktayı özellikle vurgulamamız gerek :
Biz 1971’de Hacettepe’de tıp eğitimine başladığımızda öğrendiğimiz, 1 cc (ml) ejakülatta (meni) 100-120 milyon canlı sperm hayvancığının bulunmasının “normal” olduğu idi. 40 yıl sonra ise 15-20 milyon “normal” sayılıyor!

Bu olgunun birçok nedeni olabilir. Herhalde en belirgin nedenlerden biri çevresel toksisitedir. Çevreden aldığımız toksik kimyasallar (yiyecekler, deri ve solunum yolu ile).

Belki de Doğa, aşırı nüfus artışına karşı bir savunma yanıtı geliştirmiştir!?

Gelinen noktada, giderek daha çok “yardımla üreme teknikleri“ne gereksinim duyulmaktadır ve bu sektör devasa boyutlar kazanmıştır.

Belki şunu bile söyleyebiliriz :

  • Çeyrek yüzyıl kadar sonra doğum kontrol yöntemlerine gereksinim kalmayacaktır!
Doğayla barışık olmalıyız..

O’na bir “fahişe” gibi davranmaktan vazgeçmeliyiz..

Ve de “sürdürülebilir kalkınma” retoriğini terk edip,
ivedilikle “sürdürülebilir yaşam” moduna geçmeliyiz..

Sitemize daha önce koyduğumuz Çevre sağlığı hakkındaki yansılarımıza bakılabilir..
(http://ahmetsaltik.net/hastaliklarin-kalitsal-bolgesel-ve-cevresel-ozellikleri-the-hereditary-regional-and-environmental-features-of-diseases/ ve
http://ahmetsaltik.net/cevre-ve-insan-sagligi-environment-and-human-health/)

Bir de ABD’den CDC’nin Eylül 2012’de güncelenen çevresel kimyasallar hakkındaki raporuna bakılabilir.. (http://www.cdc.gov/exposurereport/; Fourth National Report on Human Exposure to Environmental Chemicals, Sept. 2012)
Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 1.11.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================== 

Tüp bebek konusunda bilinmesi gerekenler…

Prof. Dr. Bülent Urman
Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölüm Başkanı
Koç Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum AD Öğretim Üyesi

1. Tüp Bebek tedavisi tam olarak nedir?

Tüp bebek kadından alınan yumurtalarla, erkekten alınan spermlerin dışarıda laboratuvar ortamında birleştirilmesi ve döllenme gerçekleştikten belli bir süre sonra kadın rahmine yerleştirilmesi işlemidir.

Bu isim altında geçen iki farklı teknik vardır. in vitro fertilizasyon yani IVF işleminde yumurtalar bir gece boyunca belirli miktarda sperm ile birarada tutulur, döllenme hadisesi kendiliğinden gerçekleşir. Elde edilen embriyolar arasından en iyi gelişen 2 veya 3 tanesi rahim içine yerleştirilir. İntrasitoplazmik sperm enjeksiyonu (ICSI) veya mikroenjeksiyon ise erkekten alınan spermlerin doğrudan yumurtanın içine enjekte edilmesi ve yine döllenme gerçekleştikten belli bir süre sonra kadın rahmine yerleştirilmesi işlemine verilen isimdir.

2. Anneleri nasıl bir süreç bekliyor?

Bu tür tedavileri zor veya yıpratıcı olarak görmemek gerekir. Yaklaşık 15 gün süren bir tedavi gerektirir. Bu süre içinde 5 veya 6 kez hastaneye gitmek yeterlidir. Günümüzde kullanılan ilaçlar, kişinin kendi kendine yapabileceği kadar kolay hale getirilmiştir. Tedavide en önemli nokta beklentilerin ayarlanmasıdır. Her zaman olumlu düşünmek ama tedavinin her zaman başarılı olmayabileceğini unutmamak ve beklentileri buna göre ayarlamak gerekir.

3. Olumlu yanıt almak ne kadar sürüyor?

Hasta yaşı başarı şansını etkileyen en önemli faktördür. İlk uygulamada başarısız olmak sonrakilerde başarılı olunmayacağı anlamına gelmez. 30 yaş altında başarı
% 60-70 dolayındadır. 35 yaş altı hastaların yarısından çoğu tedavinin ilk üç tedavi denemesi içinde canlı bir doğum yapar. İlk 3 siklusta tedavi başarısı hemen hemen aynı orandayken, 3 başarısız siklustan sonra gebelik şansı azalmaktadır.

4. Tedaviye başlamak için en doğru zaman ne zamandır?

Tedaviye her zaman başlanabilir. En doğru zaman, kişinin kendisini fiziksel ve psikolojik olarak hazır hissettiği zamandır. Mevsimler arasında başarı şansı açısından bir fark olmadığı gösterilmiştir. İş temposunun çok yoğun veya zorlayıcı olmadığı, arzu edildiğinde istirahat edilebilecek bir dönemin seçilmesi daha uygun olabilir.

5. En verimli yaş aralığı ne zamandır?

Tüp bebek tedavisinde başarıyı belirleyen en önemli faktör kadının yaşıdır. İlerleyen yaş ile birlikte yumurtalık rezervi ve bununla birlikte tedavi başarısı da azalmaktadır. Buna ek olarak artan yaşla birlikte yumurtalarda genetik problemlerin görülmesi riski ve buna bağlı olarak gebelik kaybı riski de artmaktadır. 30 yaşın altındaki hastalarda başarı şansı % 60- 70 arasında değişmektedir. Tedavi sonuçları değerlendirildiğinde, 37 yaşından önceki tedavilerde gebelik oranları % 40’ın üstünde iken, 37 yaşından sonra bu oranlar % 25 ve 39 yaş üstünde % 15-18 lere düşmektedir.

(Fotoğrafı biz ekledik, Dr. A. Saltık)

6. Bu konudaki yeni yöntemler nelerdir?

IVM: in vitro matürasyon olarak tanımlanan ve yumurtalıkları ilaçlara aşırı oranda cevap veren polikistik yumurtalıklara sahip olan olgularda tercih edilebilen bir yöntemdir. Diğer protokollerin aksine çok düşük dozda ve çok kısa süreli bir ilaç kullanımını takiben yumurtalar henüz tam olgunlaşmadan toplanıp özel solüsyonlar içinde laboratuvar koşullarında olgunlaştırılır ve spermle döllenirler. Böylece yumurtalıkların ilaçlar ile aşırı uyarılması ve buna bağlı önemli bazı sağlık risklerinden uzak kalınmış olur.

PGD      : Tıp teknolojisindeki hızlı gelişmeler günümüze dek açıklamakta zorlandığımız pek çok problemi tanımlamamızı ve çareler üretmemizi sağlamaktadır. Bu konudaki en güzel örneklerden bir tanesi daha henüz gebelik oluşmadan önce gebeliğin sağlığının belirlenmesini sağlayan “embriyoda genetik tanı” yani preimplantasyon genetik tanı imkanıdır. Bebeğin henüz 7-8 hücreli bir embriyo aşamasındayken FISH veya CGH adı verilen tekniklerle sağlığı açısından incelenmesi mümkündür. Bu şekilde hasta veya genetik özürlü bir embriyonun rahim içerisinde yerleşmesi ve sağlıksız bir gebeliğin oluşması baştan önlenmektedir.

Kriyopreservasyon: Yumurta, sperm ve embriyolar -196 derecedeki sıvı nitrojen içinde uzun yıllar dondurularak saklanabilmektedir. Örneğin kemoterapi görecek ve üreme yeteneğini tümüyle yitirecek kanser hastalarında yumurta ve sperm hücresinin dondurularak saklanabilir. Ayrıca tüp bebek tedavisinde ana rahmine yerleştirilen embriyolardan arta kalan fazla sayıdaki diğer embriyolar da yedek bir gebelik şansı veya ikinci çocuk imkânı için dondurularak saklanabilir. İyi kalitedeki embriyolar 5 yıla kadar saklanabilmektedir.

IMSI  : İntrasitoplazmik morfolojik olarak seçilmiş sperm enjeksiyonu olarak dilimze çevirebileceğimiz bu teknikte spermler klasik yöntemerden farklı olarak çok daha yüksek bir büyütme altında incelenir ve seçilir. Bu sayede, özellikle spermde ciddi şekilsel bozuklular gözlenen erkeklerde tüp bebek başarı şansının arttığı iddia edilmektedir.

Çiftler tüp bebek tedavisi sırasında psikolojik destek almalı mı?

Çocuk sahibi olmada gecikme süresi uzadıkça durum çift için gitgide artan bir stres kaynağı olmaktadır. Toplumun, çevrenin çift üzerindeki baskısı da hiçbir zaman ihmal edilemeyecek bir etki göstermektedir. Çifti içinde bulundukları sosyal çevreden izole etmek mümkün değildir ve ne yazık ki hemen her zaman çevrenin etkisi olumlu değil olumsuz yönde olmaktadır. Mevcut problem çifti başarısızlık, yetersizlik ve eksiklik psikolojisine iter, çift bu konunun gündeme geleceği korkusu ile sosyal çevresine karşı bir reaksiyon oluşturur.

Ne var ki ne doktorların telkinleri ne de çevredeki olumlu destek veren dostların telkinleri, çiftin psikolojisini destekleye tam olarak yetmeyebilir. Böyle durumlarda tüp bebek merkezlerindeki uzman psikologlar gerekli desteği eksik etmeyeceklerdir.

Üniversitenin Yiten Onuru

Dostlar,

Yeni üniversiteler yasası da hazırlanıyor. AKP iktidarı toplumun irili ufaklı tüm ama tüm burçlarına bayrağını dikmeye kararlı. Gözükara gidiyor.. Mutlak bir egemenlik = totaliter diktatörlük peşinde.

YÖK başkanı Gökhan Çetinsaya, kendisine yüklenen misyonu yürütüyor.
AKP 10 yıldır YÖK düzenine dokunmadı. 1 elin parmaklarından daha az oy alanları bile rektör atamaktan çekinmedi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül..

Şimdi zamanıdır. 1946 yılının Üniversietler yasasının bile çoook gerisinde, özellikle küresel semayenin buyrumu (direktifleri) bağlamında bir sitem çatılıyor.

Hem de tartışmaya açılıyormuşçasına görünüm yaratarak bildiğini okuyarak..

TÜBA ve TÜBİTAK‘tan sonra üniversiteler de AKP iktidarına biat ettirilecek.

Dolayısıyla Türkiye akla ve bilime dayalı bir toplum olmaktan çıkarılacak; postmodern ulema-medrese düzenine geçilecek.

Niyet ve gidiş vahim, durdurulması ise zorunlu..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 1.11.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===========================================

HUKUK POLİTİKASI

Hayrettin Ökçesiz
okcesizhayrettin@gmail.com
http://okcesizhayrettin.blogspot.com

  • Yüksek Öğretim Kurulu geçenlerde “Yükseköğretimi Yeniden Yapılandırma Yasa Tasarı Taslağı” adını verdiği bir metni rektörlüklere göndererek, öğretim üyelerinin alelacele görüşlerini bildirmelerini istemiş…

Üniversitenin Yiten Onuru

Her akla gelenin içine doldurulduğu; herkese bir sus payı veriyor olmakla, asıl niyetin bir güzelce gizlendiği ve böylelikle kurnazca toparlandığı, ama yine de her şeyin torbadan pervasızca başını çıkardığı kaba bir metin… Yasa metni yazma tekniği anlamında bir taslak olmayan bu yazıyı bir kez daha okudum. Evirdim, çevirdim ve bunun aslında çok kesin bir niyet açıklaması olduğu kanısına vardım. Şaşırtmalara kimse aldanmasın. Yapılmak istenen çok açık bir biçimde yazılmış. Bizden on gün içinde görüş istenmesi de, düşüncelerimizin bir öneminin olmayacağını gösteriyor.
Kısa zamanda yeni bir yasa zaten çıkarılacakmış. Yüzbin öğretim elemanından güya bekledikleri yüzbinlerce sayfalık bir görüş bildirimini ne zaman okuyup değerlendireceklerini de düşünmüş olmalılar. Gelirse, sanırım çöpe gidecek. Asıl hesap, her zaman olduğu gibi, büyük bir çoğunluğun herhangi bir görüş bildirmeyeceğidir. Belli ki, usulen soruluyor. Metnin içerik ve yapısından, görüş toplama sürecinin ve yönteminin ciddiyetsizliğinden kimsenin kalemini oynatmayacağı açıktır. Metinde büyük laflar, basmakalıp laflar, klişeler gırla gidiyor. Bir pazarcının kendi aklınca parlattığı dolgun mostralıkların arkasındaki çürüklerin kokusunu hemen alıveriyorsunuz.

Bir denek taşından söz edeyim, 1946 yılından:

“1. Madde – Üniversiteler; fakültelerden, enstitü, okul ve bilimsel kurumlardan oluşmuş, özerkliği ve tüzel kişiliği olan yüksek bilim, araştırma ve öğretim birlikleridir. Her üniversitenin genel özerkliği ve tüzel kişiliği içinde, o üniversiteyi oluşturan fakülteler de, bu kanun hükümlerine göre bilim ve yönetim özerkliğine ve tüzel kişiliğe sahiptirler.

3. Madde – Üniversitelerin görevleri şunlardır;

a) öğrencilerini, bilim anlayışı kuvvetli, sağlam düşünceli aydınlar ve yüksek öğrenime dayanan mesleklerle türlü bilim ve uzmanlık kolları için iyi hazırlanmış bilgi ve deney sahibi elemanlar, Türk devriminin ülkülerine bağlı ve millî karakter sahibi vatandaşlar olarak yetiştirmek.

b) Memleketi ilgilendirenler başta gelmek üzere, bütün bilimsel ve teknik meseleleri çözmek için bilimleri genişletip derinleştirecek inceleme ve araştırmalar yapmak, bu çalışmalarda ilgili milli bilim ve araştırma kurumları ile ve yabancı veya uluslararası benzer kurumlarla işbirliği etmek.

c) Memleketin türlü yönden ilerleme ve gelişmesini ilgilendiren bütün meseleleri hükümetle ve kurumlarla da elbirliği etmek suretiyle öğretim ve inceleme konusu yaparak sonuçlarını umumun faydalanmasına sunmak ve hükümetçe Millî Eğitim Bakanı vasıtasiyle istenecek incelemeleri yaparak düşüncelerinibildirmek.

d) Araştırma ve incelemelerinin sonuçlarını gösteren, bilim ve tekniğin ilerlemesini sağlayan her türlü yayımları yapmak; yardımcılara, doktora adaylarına ve öğrencilerine yaptırmak.

e) Türk toplumunun genel seviyesini yükseltici bilim verilerini sözle ve yazı İle halka yaymak”…

  • Üniversite onuruna, tam özerkliğe, doğrudan seçmeye ve seçilmeye dayalı bir “Üniversiteler Kanunu”ndan 66 yıl sonra bugün nerelere savrulduğumuzu hemen görüveriyorsunuz:
  • Bilim özgürlüğü sıfır, 
  • düşünce özgürlüğü sıfır, 
  • Aydınlanma sıfır, 
  • eleştirel akıl sıfır, 
  • akademik özgürlük sıfır, 
  • akademik özerklik sıfır, 
  • yönetsel özerklik sıfır, 
  • mali özerklik sıfır, 
  • seçme seçilme hakkı sıfır, 
  • yönetime katılma sıfır, 
  • araştırma özgürlüğü sıfır, 
  • parasız öğrenim sıfır, 
  • öğrenimde fırsat eşitliği sıfır, 
  • hümanizm sıfır, 
  • hümanist, insancıl, insancı, laik olmak sıfır, 
  • hukuk devleti, hukukun üstünlüğü sıfır, 
  • dayanışma, kamu yararı sıfır, 
  • bilim hukuku, bilim ahlakı, bilim felsefesi, evrensel değerler, insan onuru, hepsi sıfır… 

Bilimin alınıp satılabileceğini sanan bir bezirgan kafasıyla düzülmüş bu metni taradığımda bilgisayarımın bana verdiği sonuçlar bunlar… Siz de pek çok sıfır bulacaksınız, bundan eminim.

Bir denek taşı daha: Düşüncelerimizden gerçekten yararlanmak istiyorlarsa, bunu bize, yönteminde ve değerlendirilmesinde saydam, izlenebilir, denetlenebilir bir görgül araştırmayla sorabilirler. Görelim bakalım, karşımızdaki kuzu mu, postu mu?

Okuma Gereksinimi: Maslow’un İhtiyaçlar Piramidi

Okuma Gereksinimi: Maslow’un İhtiyaçlar Piramidi

Armağan Erman (Kültür Fen Lisesi)

Batı ülkelerinde belirlenmiş ihtiyaçlar listesinde 18. sırada olan kitap, bizim ülkemizde 235. sırada yer almakta. Bu istatistiklere göre toplumumuz kitaba bakış açısıyla pek çok 3. dünya ülkesinin de gerisinde. Bu tablo üzücü olmasının ötesinde çok da düşündürücü. Eğitimin her aşamasında kitap okumayı dilimizden düşürmüyoruz. Kampanyaların ardı arkası kesilmiyor. Konu hakkında makaleler, en yetkili ağızlardan öğütler, okunması gereken eser listeleri, okullarda okuma saatleri, roman sınavları ve daha birçok okumayı özendirici tedbirler, teşvikler…

Okuma alışkanlığını bilimsel olarak şöyle tanımlayabiliriz:

Kişinin bir gereksinim olarak algılaması sonucu okuma eylemini yaşam boyu sürekli ve düzenli şekilde gerçekleştirmesi… Burada dikkat çekici olan, okumanın bir gereksinim olarak algılanmasıdır!

ABD’li psikolog Abraham Maslow’un ünlü “İhtiyaçlar Hiyerarşisi Piramiti
1943 yılında ortaya atılmış ve sonrasında geliştirilmiş bir insan psikolojisi teorisidir. Hiyerarşinin en alt basamağında açlık, susuzluk, cinsellik, oksijen, uyku, dışkılama gibi fizyolojik ihtiyaçlar bulunur.

Daha sonra sırasıyla güvenlik gereksinimi, ait olma ve sevgi gereksinimi, saygınlık gereksinimi ve piramidin en üstünde de yaratıcılık, erdem, doğallık, önyargısız olma, gerçekçilik gibi alt başlıkların bulunduğu “kendini gerçekleştirme” gereksinimi bulunur.

Günümüzde de kabul gören bu teoriye göre, birey bir kategorideki ihtiyaçları tam olarak giderilmeden bir üst düzeydeki kategoriye dolayısıyla “kişilik geliştirme” düzeyine geçemez. Başka bir deyişle karnı doymayan birey, güvenliği önceliğine alamaz. Ya da kendini sürekli bir tehdit altında hisseden insanın dünya görüşünü geliştirmek için kitap okumak gibi bir gereksinim hissetmeyeceği açıktır.

Gelişmiş ülkelerdeki yüksek okuma oranlarının en basit açıklaması, bu piramidin katlarında apaçık duruyor aslında. Temel ihtiyaçlarını karşılayan ve eğitim düzeyi yüksek toplumlara ait bireyler yatırımını kendi öz benliğine yapacak ve kendini geliştirecektir doğal olarak. Bu düzeye gelmiş bireyin okumak için teşvik edilmeye, kampanyalarla güdülenmeye de ihtiyacı yoktur. Okuma alışkanlığı kazandırmak için yıllardır aynı ezberi tekrar edip durur uzmanlar. İlk akla gelenler:

OKUMA ALIŞKANLIĞI İÇİN

Evinizde mutlaka bir kitaplık bulundurun. Romantik ve şık bir öneri! Bir kitaplığın ev dekorasyonunda sağlayacağı sıcaklığı hiçbir mobilya sağlayamaz. Üstelik ev sahibini entelektüel de gösterir!

Aile büyükleri belli zamanlarda, belli bir süreyi kitap okumaya ayırmalıdır. Gerçekçi olalım lütfen! Mutfak dahil her boş alanın bir televizyon ekranıyla dolduğu evlerimizde televizyonları kapatıp okuma saatleri yapan bir tanıdık aile var mı çevrenizde?

Ebeveynler çocuklarına okudukları şeylerin önemini anlatabilir. Kendi çocukluğumdan biliyorum. Yönlendirilmekten hoşlanmadım hiç ve annemin önerdiği kitap bende hep “eski moda” algısı yarattı.

Çocuklara çevre kütüphanelerin tanıtılmasına yönelik geziler düzenlenmelidir. Öğrencileri eğitimin her aşamasında sınav yarışına sokan eğitim kurumlarından
kaç tanesi böyle bir geziyi gerekli görüp planlar acaba?

Öğretmenler konuyla ilgili çeşitli etkinliklerde bulunmalıdır. Çok acı bir gerçek ki istatistikler geleceğin okuyan neslini yetiştirmekle görevli öğretmenlerimizin de
okuma alışkanlığı yönünden çok düşük oranlara sahip olduğunu göstermekte.

ÇOCUK: KENDİNİ GERÇEKLEŞTİRME EVRESİNE ÇABUK GEÇİŞ

Aslında dönmek istediğim yer yine Maslow’un piramidi

Temel fizyolojik ihtiyaçları karşılanmış ve kendini güvende hisseden bir çocuk en basit haliyle seviyor, seviliyor ve saygı da görüyorsa, artık bu basamağın en üst noktasındaki kendini gerçekleştirme evresine geçecektir. Bunun için de mutlaka kitapların o muhteşem büyüsüne kapılacaktır.

Kendine güvenen, ailesinin kendisine değer verdiğinin bilincinde olan, kendisine fikir danışılan, sevgiyle donatılan her çocuk kitap okuma alışkanlığına doğallıkla sahip olacaktır. Çünkü sağlıklı bir ortamda büyüyen her çocuk gelişime açıktır. Olağanüstü şartlar gelişmezse, hedefleri vardır. Ve bu hedefler doğrultusunda kendini geliştirecek ve zenginleştirecek en önemli materyalin kitaplar olduğunun bilincindedir.

Evinde azarlanan, şiddet gören, hiçbir konuda fikri alınmayan, önemsenmediğini düşünen bir çocuğun ebeveynleri isterse yirmi dört saat kitap okusalar özendirici olamazlar. Kendilerini dışlanmış ve yetersiz hisseden bu çocuklar “kendini gerçekleştirme” noktasında çok farklı ve istenmeyen sonuçlar doğurabilecek eğilimler ve alışkanlıklar geliştirebilirler.

Okullarda, elinde “okunması gereken eserler” diye adlandırdığı listelerle dolaşan bir öğretmen, çocuğun elindeki mesela vampir serisinden bir kitabı bu zırvayı mı okuyorsun yaklaşımıyla değerlendirirse, çocukta doğması muhtemel okuma alışkanlığını peşinen baltalamış olur. Eğitimciler olarak değişen dünyada kemikleşmiş önyargılarımızı kıramadığımız sürece ezberleri tekrarlamaktan öteye gidemeyiz. Ondan sonra da yazın deniz kenarında bir plajda, “Türklerle yabancıları nasıl ayırırsınız?” diye soran üniversite hocamın kendi sorusuna verdiği “yabancılar kitap okuyor, biz de etrafı dikizliyoruzdur” cevabıyla kızaran yüzümün her sene deniz kenarlarında aradığı kitap okuyan Türkler görüntüsünü daha uzun zaman göremeyeceğini çaresizce kabul ederiz.

Temel ihtiyaçlarını karşılayan bir bireyin artık en büyük sorunu kendini nasıl geliştireceğidir. Kişisel merakları ve kariyeriyle ilgili hedefleri doğrultusunda mutlaka bilinçli bir kitap okuru da olacaktır. Yıllar önce okuduğum ve güleyim mi ağlayım mı bilemediğim bir gazete haberinde, gayet ciddi görünümlü ve müdürlük makamında oturan bir adam görevini yapmış ve vicdanen rahatlamış bir yüz ifadesi eşliğinde şu müjdeyi paylaşıyordu okurlarıyla: İşyerinin oldukça zengin kütüphanesindeki bazı kitapların arasına para koyduğunu söylüyor ve böylece rekor düzeyde okuma bekliyordu. Eminim öyle olmuştur!

Geçmişinde kitaplarını suçlu ilan edip yakarak cezalandıran bu toplumun hafızasında kitabın “suçlu” algısı da mevcuttur. Gelişme arzusu duyan, genç ve dinamik nüfusuyla övünen, gelecekte büyük ülke olmayı hedefleyen bir toplumda öncelikle bu algıyı düzeltmek gerekir. Günde ortalama beş saat televizyon seyreden bir toplumun bireyleri kitap okumanın hazzına vardığında zaman bulamama gibi bir bahaneye de sığınmayacaktır.

SAYISAL VERİLERE BAKALIM

Bazı sayısal verilerle durumu daha net ortaya koymakta yarar var.

*AB ülkelerinde yıllık kitap harcaması 500 dolarken Türkiye’de bu rakam 2 dolar düzeyinde (Az veren candan mı?)

*Öğretim üyelerinin % 21.9’u sadece akademik yayın okuyor.
(Yazmakla meşgul olma ihtimalleri var!)

*Bir Japon yılda ortalama 25 kitap okurken Türkiye’de 6 kişiye bir kitap düşüyor. (Adamlar bir yandan da dünyayı turlayıp gördükleri karıncanın bile resmini çekerken okuyorlar da. Saygılar!)

*Toplam nüfusu 7 milyon olan Azerbaycan’da kitap ortalama 100.000 tirajla basılırken, ülkemizde bu rakam 2000- 3000 civarındadır. (Tedbirli olmakta fayda var, hem korsan payını da düşünmek lazım!)

Buna benzer daha yüzlerce araştırmanın iç karartıcı sonuçlarını sıralamak mümkündür. Fakat bunları yazmak, duyarlı insanları üzerken okuma alışkanlığıyla ilgili olumlu bir katkı da yapmaz. Okumayan insan istatistiklere bir katkım olsun diye aniden bir kitap kurdu haline gelmez. Bu ihtiyaç ancak içselleştirildiğinde pratiğe dökülebilir.

Ben çözümün yine Maslow’un piramidinin katlarında olduğuna inanıyorum.

  • Temel ihtiyaçları giderilmiş, 
  • güven duyduğu bir ortamda yaşayan ve 
  • kendini değerli hisseden, 
  • saygı gören, 
  • seven ve sevilen

her insan kendini geliştirme noktasında bir mola verecek ve bu mola esnasında gözlerini kamaştıracak kitapların ışığından hayatının hiçbir döneminde vazgeçemeyecektir.

(Dostlar, görseli biz ekledik.. Dr. Ahmet Saltık, 1.11.12,
http://egitimvaktim.com/maslow%E2%80%99un-ihtiyaclar-hiyerarsisi)

Selçuk Erez : Demokratik çözümler


SELÇUK EREZ
www.selcukerez.com 

Demokratik çözümler

Türkçe konuşan ülkeleri gereğince tanımıyoruz:

Azerbaycan Respublikası: 1992’de cumhurbaşkanı olan Haydar Aliyev’in yönetiminde Azerbaycan çok ilerledi ama aynı zamanda yolsuzluk iddiaları da aldı yürüdü. Aliyev, 1998’de yine başkan seçildi. İlerlemeler de ama söylentiler de sürdü. 2003’te hastalanınca yerine tek aday olarak oğlu İlham gösterildi; İlham Aliyev, babasının yerine cumhurbaşkanı oldu.

Türkmenistan: 1991’de bağımsızlığa kavuştuktan sonra, 2006’ya kadar, yaşam boyu cumhurbaşkanı seçilen Türkmenbaşı Saparmurat Niyazov tarafından yönetildi.
Global Witness insan hakları örgütü, Niyazov’un denizaşırı ülkelerde 3 milyar dolarının bulunduğunu açıkladı. “Dünya Kadın Günü”nü, 8 Mart yerine annesinin doğum gününe alması, memur olmak isteyenlerin, kendi yazdığı bir kitaptan sınava tabi tutulmaları gibi uygulamaları ile dikkati çekti.

Öldüğünde yerine seçilen Kurbankulu Berdimuhammedov’un Türkmenbaşı’nın gayrimeşru oğlu olduğu inancı yaygındır.

Kazakistan Respublikası: İlk cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, 2005’te yeniden seçildi. İktidardaki Otan partisinin başı Nazarbayev, diğer partilerden
Asar partisinin başı ise Nazarbayev’in kızıydı. Asar’dan vekiller meclise girmiş ama gerçekten muhalefet yapan partilerden sadece bir tek vekil seçilmişti. Wikipedia ansiklopedisine göre yabancı ülke bankalarında ailesine ait 1 milyar dolar bulunmaktadır.

Özbekistan Respublikası: Bağımsızlığından bu yana Cumhurbaşkanı İslam Kerimov tarafından yönetilmektedir. Uluslararası Af Örgütü, Özbekistan’da insan haklarının büyük çapta çiğnenmesinden, gelişigüzel tutuklamalardan, serbest konuşma hakkının, basın hürriyetinin yokluğundan şikâyetçidirler. İsviçre Hükümeti, Başkanın kızı Gülnar ile ilgili karapara aklama iddialarını incelemektedir. Karimov’un kız kardeşinin oğlu Akbar Abdullahev’in, Karimov’dan sonra başkanlığa seçileceği inancı yaygındır.

Sonuç      : Bu Türkçe konuşan ülkelerin başkanlarını korkunç iddialarla suçlayan uluslararası kaynakların dediklerine kulak vermeden önce biraz düşünmeli ve sormalıyız: “Bu liderleri, böyle demokrasi dışına iten, kişisel varlıklarını uzak bankalarda güvence altına almak zorunda bırakan nedir?”

Bu sorunun cevabı şudur: “Başkanlar, yurtları için bu kadar çalışarak mahvoldukları halde kendilerini güvende hissetmemektedirler!”

Çare??

Türkçe konuşan ülkelerde alınabilecek basit bir önlem, yani, cumhuriyetleri, meşruti krallıklara dönüştürmek ve liderleri padişah ilan etmek, onları yeterince güvenceye kavuşturur! Taç takınan liderler de bundan böyle, yerlerinde kalabilmek, kendilerinden sonra oğullarını tahta oturtmak için antidemokratik önlemler almaya, bilmem nerede gizlice paralar biriktirmeye gerek duymadan hizmetlerini rahat rahat sürdürebilirler. l

(Cumhuriyet Pazar eki, 28.10.12)

Cumhuriyet Bayramı Kutlamalarının Engellenmek İstenmesinin Hukuksal Boyutu




ONUR ÖYMEN

Cumhuriyet Bayramı Kutlamalarının Engellenmek İstenmesinin
Hukuksal Boyutu

Cumhuriyetimizin 89. yıldönümü başta Ankara olmak üzere, bütün yurtta büyük coşkuyla kutlandı.

Ankara ve bazı illerdeki kutlamalara yerel yöneticilerin engel olmak istedikleri görüldü:

Ankara’da, halka gaz ve basınçlı su sıkılarak Ulus’tan Anıtkabir’e yürüyüş engellenmek istendi.

Anayasamızın 90. maddesinde şöyle denilmektedir:

  • “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”

Yani, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı da dahil olmak üzere insan haklarıyla ilgili konularda Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmeler kanunlardan daha önemli olarak
dikkate alınmalıdır.

Bu konuda en önemli, sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesidir.
O sözleşmenin 11. maddesinde herkes barışçı biçimde toplanma hakkına sahiptir denildikten sonra. “.. bu hak ancak ulusal güvenlik, suçu önleme, sağlığı ve ahlakı koruma, başkalarının haklarının engellenmesini önleme gibi nedenlerle kısıtlanabilir..” diyor.

Cumhuriyet Bayramının kutlanması bu kısıtlamalardan hiçbirine uymuyor.

Anayasamızın 13. maddesinde de “Temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması Anayasanın sözüne ve ruhuna ve demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz..” denilmektedir.

Türkiye’de genel olarak toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin kısıtlanmasındaki yaklaşım Avrupa Birliği Komisyonu’nun 2012 Türkiye İlerleme raporunun 23. sayfasında da açıkça eleştirilmekte, bu konuda idarenin aşırı derecede kısıtlama getirdiği belirtilmektedir. Raporda, “Bazı durumlarda gösterilerin engellenmesinde şiddete başvurulduğu, gösterilere mani olunduğu ve göstericilere karşı ölçüsüz
güç kullanıldığı…” ifade edilmektedir.

Özetle, Cumhuriyet Bayramının kutlanması gibi barışçı ve son derece doğal bir
insan hakkının engellenmek istenmesindeki yaklaşım, Anayasamızın ve Türkiye’nin
taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin sözüne (lafzına) ve ruhuna uygun olmamıştır.

Türkiye’de demokrasiyi daha ileri götürecekleri iddiasıyla ortaya çıkanlar maalesef uygulamada bu iradeyi ortaya koyamamaktadırlar.

Demokrasiyi yaşatacak en büyük güç halkın demokratik haklarına sahip çıkmasıdır.

– Türk halkı geçmişte bu konudaki iradesini kezlerce kanıtlamıştır.
– Atatürk’e ve başta Cumhuriyet olmak üzere O’nun eserlerine sahip çıkanların karşısında;
– 2. Cumhuriyet kurma iddiasıyla Atatürk Cumhuriyetini ortadan kaldırıp
rejimi değiştirmek isteyenlerin başarı şansı yoktur.

Onur Öymen
30.10.12

 

Mutluluğun ressamı : Sitemizin 6. ayına armağan..


Dostlar,

Sitemiz www.ahmetsaltik.net 6. ayını bitirdi!

1 Mayıs İşçinin ve Emekçinin Bayramı” nda (2012) başlamıştık yayına.

Önceki sitemiz www.ahmetsaltik.com 2007, 30 Ağustos doğumlu idi..
3-4 yıl yaşayabildi. Bu kez çok daha deneyimli ve önlemliyiz..

Hem sık sık “göçertildik-çökertildik” hem de bize teknik destek veren Cumhuriyet aşığı dostumuz Sayın Ahmet Selçuk Acunsal‘ı yitirdik beklenmeyen bir akut lösemi ile..

Kendisini çook sevmiştik.. Toprağı bol olsun.. 19 Mayıs günü doğmuş olmasıyla övünür bir Atatürk sevdalısıydı. Birçok AYDINLANMA sitesine karşılıksız destek verir, 24 saat nitelikli emeğiyle onları yönetirdi.. ASA Haber ana sitesiydi..

6 ayda doğrudan site ziyaretçisi sayısı olarak 42 binleri aştık..

Doğrudan sitemizde okunan toplam dosya sayısı 90 binleri aştı.

Günlük ziyaretçi sayımız 400’leri, günlük okunan dosya sayımız 600’leri aştı.

Ayrıca

  • Google1+
  • www.facebook.com/profsaltik 
  • tweeter
  • linkedin

adlı sosyal paylaşım sitelerinde de toplam sayısı 1300’e varan dosyalarımızı paylaştık.

Dolayısıyla doğrudan siteden izlem rakamlarının çok rahatlıkla birkaç katını bulabilen
bir izlenirlik yakaladık..

Emek ve destek veren tüm dostlarımıza şükranımız büyüktür.

Başlıca güç kaynağımız da onların giderek artan ilgi ve destekleridir,
yeni izleyici kazandırma çabalarıdır.

Pek çok dostumuz, izleyenimiz yorumlarıyla, gönderdikleri dosyalarla ayrıca
omuz verdiler.

Görüşlerini tümüyle paylaşmadığımız okurlarımızın da yorum ve yazılarına yer vermeye çalıştık demokratik hoşgörü içinde.

Ahlak ve terbye sınırlarını çiğneyen yazı ve yorumlara yer ver(e)medik doğallıkla.
Bu durumda da gerekçelerimizi ilgililerine sunduk.
Uzlaşma sağlandığında yayımladık.
Şanlı Fransız Devrimi öncülerinden Volter‘in öğüdünü akıldan çıkarmadık :

  • Görüşlerinizi paylaşmıyorum ama onları dillendirme (ifade) özgürlüğünüz için elimden geleni yapmaya hazırım..

Elbette BİLİMSEL AKILCILIĞA DAYALI TIP ve AYDINLANMA SİTESİ olma işlevimiz, yükümümüz, sorumluluğumuz, kendimizi böyle tanımlamamız adına
hep temel ölçütümüz – eksenimiz oldu, olacak da..

*****

Ders notlarımızı sürekli güncelleyerek Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi ve
Sağlık Bilimleri Enstitüsü bünyesindeki mezuniyet öncesi (lisans) ve lisansüstü
(master, doktora, tıpta uzmanlık) öğrencilerimizin hizmetine sunduk.

Her gün, birkaç saatimizi sizlerle “görüştüğümüz” (sanal bağlamda) bu zemine harcadık.

Günceli hem genel yaşam ekseninde Türkiye ve Dünya için izleyip sizlere sunmaya çabaladık hem de bu çabayı profesyonel düzlemde uzmanlık alanımız HALK SAĞLIĞI – TOPLUM HEKİMLİĞİ için yapmaya çabaladık.

Sizlerin artan ilgi ve katkısıyla, üzüm salkımı modeli ile giderek daha çok izleyiciye kavuşmak dileğimizdir. Önümüzdeki 6 ayda “büyük” arama motorlarınca da site edilmeyi umuyoruz.

www.ahmetsaltik.net” olarak Google.com’da tarattığımızda 30 bini aşkın rakamlar görüyoruz.

ahmet saltık” taraması 17 bine yakın,

“ahmet saltik” taratması ise 170+ bini aşkın sitasyon veriyor.

Sitemizi belirleyici – tanımlayıcı 3 ana itemin toplam sitasyonu 217 bini aşıyor.

Derdimiz, çağın olanaklarını etkin kullanarak daha daha çok insana mütevazi birikimimizi aktarma sorumluluğumuzu – yükümümüzü yerine getirmek, daha çok insanımıza AYDINLANMA katkısı sunmaktır.

  • Bu siteden başkaca bir beklentimiz yoktur.

Yaşımız 60’a dayanmıştır, makam, şan, şöhret, ün gibi nefis besleyicileri – tuzakları uzağımızdadır.

Reklam geliri ise henüz düşleyemeyeceğimiz uzaklıktadır. Gün olur böyle bir artı değer yakalayabilirsek, onu da sitenin işlevlerinin artırılmasında, giderlerinin karşılanmasında kullanacağımız doğaldır.

ABD, Türkiye, Senegal, İsrail, ???, Rusya, Almanya, İngiltere, Fransa, Ukrayna, Hollanda, Çin, İzlanda, uydu.., Avusturya en çok “okuma yapan” 15 ülke..

Ziyaretçi” olarak ise; Türkiye, ABD, Rusya, Almanya, İngiltere, ???, Japonya, Fransa, Hollanda, Ukrayna, İzlanda, uydu, Çin, Avusturya, Avrupa, İsviçre.. diye gidiyor.

8 Eylül 2012 günü 7523 dosya okunması günlük rekorumuz..

Dosya (gönderi) başına ortalama doğrudan ziyaretçi sayısı 533..

*****

Dostlar,

Sizlere ve “Sevgili” ye, 6. ayın bitimi adına bir çamsakızı sunmak istiyoruz :

Tüm insanların ana ereği mutluluk..

O ölçüde de serap gibi..
Bu yüzden olsa gerek, “kimi vicdanlı ressamlar” da onun, yani “mutluluğun” resmini yapmaya soyunmuşlar!?..

– Yapabilirlermiş gibi..
– Yapılabilirmiş gibi..

Hani ünlü ve yetenekli ressamımız Abidin Dino‘ya sormuşlar ya;

Abidin, sen mutluluğun resmini yapabilir misin ??

***** 

  • Bütün insanlara mutluluk,
  • Tüm sevdalılara;
    Mevlana – Şems örneği “şebi-aruz” coşkusunda kavuşmalar
    diliyoruz.

Ön koşul olarak da adalet ve barış temelli bir dünya ve yaşam elbette.
Bunun da temeli, -sıkılmadı iseniz- akıl ve bilim ya da BİLİMSEL AKILCILIK..
Büyük Atatürk’ün evrensel özleminde vurguladığı gibi :

* YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ! 

Son olarak;

– bu bilgisayar ve internet teknolojisini gerçekleştiren tüm bilim emekçilerine,
– sitemizin altyapısını sağlayan WordPress Türkiye ve ABD ekibine,
– özel olarak da
çok özel bir insan olan öğrencimiz,
Psikiyatrist Dr. Ulaş Mehmet Çamsarı’ya
 

sonsuz şükranlarımızı sunmalıyız, sunuyoruz da..

Umarız, bu konuya ilişkin gelecek yazımızı 6 ay sonra,
1 Mayıs 2013’te, www.ahmetsaltik.net  1. yaşını tamamladığında yazabiliriz..

Sevgi ve saygı ile.
01.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net