Günlük arşivler: 23 Ekim 2012

VATAN VE CUMHURİYET İÇİN HALK BULUŞMASINA ÇAĞRI : CUMHURİYETİN KURULDUĞU GÜN VE YERDE


Dostlar,

Çağrıya katılıyoruz..

Orada olacağız..

Ankara Valiliği’ni sağduyuya davet ediyoruz.

Ağır ve riskli bir karar ile halkı karşınıza almanın anlamı ve yararı yoktur.

Devlet olarak görevinizi yapın; programın güvenliğini sağlayın..

Hepsi bu..

Sonra siz de buyurun, birlikte kutlayalım..

Sevgi ve saygı ile.
23.10.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================================================

29 Ekim 2012 Büyük Buluşma Çağrı Metni

 addlogo

CUMHURİYETİN KURULDUĞU GÜN VE YERDE VATAN VE CUMHURİYET İÇİN HALK BULUŞMASINA ÇAĞRI

Mustafa Kemal Atatürk, Söylev’ine, “1919 yılı Mayısının 19. günü Samsun’a çıktım. Genel durum ve görünüş” diye başlar. “Genel görünüş” içler acısıdır. İşgalci devletler padişaha tüm isteklerini kabul ettirmiş; onlara yaslanan, halkının geleceğini yok sayan saray; ordunun dağılmasına, yurdun her köşesinin işgaline izin vermiştir. Halk, yokluk ve yoksunluk içindedir; ama umutsuz ve umarsız değildir. Yurtseverler örgütlenir; direnir… Mustafa Kemal ATATÜRK önderliğinde ulusal kurtuluş savaşını yapar ve işgalci emperyalistleri ülkeden kovar.

Türk Ulusu, böyle destansı bir iradenin, direnmenin, mücadelenin sonunda; köhnemiş Osmanlı düzenini yıkar, tam bağımsız, vatanı ve milletiyle bölünmez bütünlüğü esas alan, ulus iradesine dayalı demokratik, laik ve çağdaş bir cumhuriyet kurulur.
BUGÜN, Ata’mızın bu yüce eseri tahrip edilmektedir.

O’nun en büyük devrimlerinden biri olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti bölünüp parçalanmaya, Bölücü anayasa girişimiyle din, mezhep ve etnik köken farkı gözetmeden “Türk milletinin Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkı olduğu inancı” ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.

O’nun Cumhuriyetin en temel dayanaklarından biri yaptığı laiklik ortadan kaldırılmaya çalışılmakta, Türkiye otoriter bir din devletine dönüştürülmeye kalkışılmaktadır.
Çocuklarımızın ve ülkemizin geleceğini karartacak dört artı dört artı dört eğitim yasası ile Atatürk Devrimlerinin temel yasalarından eğitim ve öğretim birliği yok edilmekte, Cumhuriyetimizin kazanımı kültür ve sanat kurumlarımız ortadan kaldırılmak istenmektedir.

Silah zoruyla ülkeyi bölmeye çalışan eli kanlı teröristle müzakere masasına oturulmakta, mutabakatlar imzalanmakta, her gün, yurdun her köşesinden şehit cenazeleri kaldırılmaktadır.
Ülkenin aydınları, bilim adamları, gazetecileri, askerleri zindanlara atılarak susturulmaya ve halk sindirilmeye çalışılmaktadır.
Büyük Ortadoğu projesine taşeronluk yapılarak ülkemiz Ortadoğu’nun savaş bataklığına sürüklenmek istenmektedir.

Cumhuriyet döneminde kurulan kamuya ait sanayi tesislerimiz satılmış, ulusal ekonomimiz çökertilmiştir.

Vatandaşımız işsiz bırakılmış, açlık, yoksulluk içinde, yardımla ve banka kredileriyle yaşamını sürdürmeye çalışır duruma düşürülmüştür.

Halkçılık ilkesinden uzaklaşılarak, sağlık ve eğitim paralı hale getirilmiştir.
Ulusal bayramlarımızda, kutlama törenleri kısıtlanmakta veya bahanelerle iptal edilmektedir.

ÇARE
Tüm sorunlarımızın çözümü; egemenliğin gerçekten ulusta olduğu, her alanda tam bağımsızlık ilkesiyle, akıl ve bilimin öncülüğünde, emperyalist talepler yerine halkın çıkarlarını ön plana çıkaran Ulusal Yönetim anlayışındadır.

Bu anlayışla, tüm halkımızı, demokratik kitle örgütlerini ve siyasal partileri birlikte mücadele etmeye, vatan ve cumhuriyet için birlikteliğe çağırıyoruz!

UNUTMAYALIM;

Kurtuluş Savaşının en zorlu koşullarında bir araya gelen Türk Ulusu, bugün de emperyalizmin ve destekçilerinin oyunlarını bozacak ve ulusal bir yönetimin önünü açacak güce sahiptir.
Bu güce inanıyoruz.

BU İNANÇLA,
ÖNCE VATAN VE CUMHURİYET DİYEN 20 DEN FAZLA DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTÜ OLARAK,
HALKIMIZA SESLENİYORUZ,
CUMHURİYET SEVDALILARI BİRLİK OLALIM
BAYRAMIMIZI KUTLAYALIM
ATATÜRK DEVRİMLERİNİ EGEMEN KILALIM
BU AMAÇLA HERKESİ
29 EKİM SAAT 11.00’DE ULUS BİRİNCİ MECLİS ÖNÜNDE VATAN VE CUMHURİYET İÇİN HALK BULUŞMASINA ÇAĞIRIYORUZ.

VATAN VE CUMHURİYET BİRLİKTELİĞİ

Atatürkçü Düşünce Derneği
Ankara Bölgesi Veteriner Hekimleri Odası
Ankara Kız Lisesi mezunları Derneği
Ankara Seymenler Kulübü
Birleşik Büro –İş
Birleşik Kamu İş Konfederasyonu
Cumhuriyet Kadınları Derneği
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği
Devlet Tiyatrosu Opera ve Balesi Çalışanları Yardımlaşma Vakfı
Dil Derneği
Eğitim –İş Sendikası
Engelliler Konfederasyonu
Genel Sağlık-İş
Hacı Bektaş Eğitim ve Kültür Derneği
Kız Teknik Öğretmenler Derneği
Kültür Sanat -İş
Müzik Eğitimcileri Derneği
Tarım Orman-İş
Tüketici Hakları Derneği
Türkiye Gençlik Birliği
Türkiye Harp Malulü Gaziler Şehit Dul ve Yetimleri Derneği
Ulaşım-İş
Türkiye Polifonik Korolar Derneği
Ulusal Eğitim Derneği
Veteriner Hekimler Derneği
Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği
Yerel-İş

ZÜLAL KALKANDELEN : Nereye kadar?

ZÜLAL KALKANDELEN
www.zulalkalkandelen.com
kzulal@yahoo.com

Nereye kadar?

Geçen ay Kuzey Carolina’nın Charlotte kentinde Demokratik Parti kurultayını izlerken farklı kesimlerden Amerikalılarla konuştum. Türkiye’den geldiğimi duyunca her biri değişik tepki verdi; bazısı hep görmek istediği bir ülke olduğundan söz etti, bazısı Türkiye hakkında bir fikri olmadığı için yönelttiği sorularla tanımaya çalıştı. Ancak birisi vardı ki, bilgisi ve yorumlarıyla beni şaşırttı.

Öğlen saatlerinde bir masada oturmuş yemek yiyordum; 60’lı yaşlarında bir kadın masayı paylaşmak için izin istedi. 40 yıl önce Amerikan vatandaşı olan Naz isminde Pakistanlı bir kadındı. Gazeteci olduğumu öğrenince kendi öyküsünü anlatmaya başladı. Gençken Amerika’ya okumaya gelmiş, iletişim alanında doktorasını yapıp üniversitede ders vermeye başlamış. Şimdi kendisine ait bir danışmanlık firması varmış.

“Bir Amerikalı bana âşık oldu. ‘Gitme evlenelim’ deyince kabul ettim. Onca yıl ülkemden uzak kaldığıma üzgünüm ama ne zaman ziyaret etsem orada işlerin giderek daha kötü olduğunu gördüm. Aslında şimdi dönebilirim. Çünkü kocam öldü ve yaşlı annem orada yalnız.” dedi yaşadıklarını anlatırken.

Neden dönmediğini sorunca verdiği yanıt ilginçti.

“Pakistan’daki toplum beni korkutuyor. Evet, bu yaşta bile korkutuyor. Bir kadın olarak ne demek istediğimi anlarsınız; sizin de Türkiye’de başınızda aynı dertler var. Özgür müsünüz, kendinizi güvenlikte hissediyor musunuz o ülkede? Başbakanınızın ülkenizi İslam ülkesi olarak yeniden kurguladığını, din baskısının her gün arttığını okuyorum ve inanın çok üzülüyorum. Pakistan’da aynı süreçleri yaşadık. Ben Amerika’ya geldiğim zaman durum orada bugünkü kadar kötü değildi. Örtünmeyene kötü gözle bakılmıyordu. Şimdi her şey farklı.”

Konuşma boyunca verdiği örneklerle Türkiye’yi yakından izlediği belli oluyordu. İlgisinin özel bir nedeni olup olmadığını sordum. “Türkiye’nin halkının çok büyük çoğunluğu Müslüman olan bir toplumda uzun zaman önce laikliği ilke olarak benimsemesi, kadınların durumu açısından önemliydi. Müslüman ülkelerde kadınların ortak denilen kaderini yenmek için dev bir adımdı o. Ama yaşadığı devrimin değerini bilemedi Türkiye. Bu bana çok dramatik geldi. İşin kötüsü, erkek egemen toplumlarda kadınların da kendi aleyhlerine olan uygulamaları savunması. İnanılmaz bir şey bu” dedi.

Sonunda konu Amerika’ya geldi.

ABD’nin de kendi çıkarları için diktatörlere çekinmeden destek verdiğini anlattım Naz’a. Tüm dünyanın demokrasi şampiyonluğuna soyunurken, kadını ezen, aşağılayan yönetimlerle el ele ilerleyen bir ülke Amerika.

Arap Baharı” adı verilen ama tümüyle Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da Amerikan çıkarlarına hizmet edecek yönetimlerin işbaşına getirilmesi için düzenlenen ayaklanmalar zinciri “demokrasi ihracı” olarak pazarlanıyor.

Amerika, eğer iddia ettiği gibi dünyanın dört bir ucuna demokrasi götürmeye niyetliyse, o zaman neden Suudi Arabistan’la sıkı dost?

– Kadının yanında erkek olmadan araba kullanamadığı,
– seyahat edemediği,
– okula gidemediği, –
– şeriat yasalarına göre en zalimce cezaları aldığı,
– kısacası insan muamelesi görmediği ülkeyi dost olarak tanımlamak,
  ikiyüzlülük değil de nedir?

Naz’a bunları söylediğimde, “Haklısınız. Burada yaşayarak yalnızca kendimi kurtarmış oluyorum. Oysa Pakistan’da yapacak çok şey var…” dedi. Ardından kısa bir süre sessiz kaldıktan sonra, kendi kendine konuşurcasına usulca şunları mırıldandı:

“Evet, dönmeliyim. Bu yaştan sonra benim için büyük riskler yok ama, mesela siz ülkeniz şeriata iyice kaysa nereye kadar orada yaşamaya dayanabilirsiniz?

(Cumhuriyet Pazar eki, 21.10.12)

ADNAN BİNYAZAR : Yeraltından çağrı

ADNAN BİNYAZAR
binyazar@gmail.com 

Yeraltından çağrı

Ülkeyi yönetenler ekranda savaş naraları atarken barışın sesi, yerin altından;
ölüler yurdu halkının daha sorumlu, daha özgür, daha barışçıl, daha uygar olduğu bilinmezlikler âleminin aklı dipdiri birinden geldi: “Nedir Savaş?”

Sözü Fakir Baykurt’un kızı Işık’a bırakalım:

“Bu yıl 11 Ekim’de 13 yıl bitti. Özlemle geçen 13 yıl. Her 11 Ekim’de babamı çeşitli toplantılarla farklı yerlerde andık. Ben bu yıl çok ilginç bir rastlantıyla anacağım. Antalya Film Festivali’nde, babamın Kaplumbağalar romanından Tunç Okan yönetiminde filme uyarlanan ‘Umut Üzümleri’nin ilkgösterimi yapılacak. Tam da 11 Ekim’e denk geldi.
Ben orada olacağım. Ekte sizlere babamın 1987 yılında yazdığı bir şiiri iletiyorum: ‘Nedir Savaş?’ Yeniden bir savaşa sürüklendiğimiz bu günlerde, hâlâ güncelliğini koruyan bir şiir. Dilerseniz, bunu okuyarak hep birlikte böyle analım.”

Bu yazıyı okuduğunuzda Fakir Baykurt’un ölüm gününün üzerinden on gün geçmiş olacak. Ölü, sonsuzluk ülkesinin yurttaşıdır; üzerinden on gün değil milyon yıl geçse; ne gözü dönmüş savaş kışkırtıcıları eksilir bu dünyadan, ne savaş naraları atanlar sahnelerden çekilir, ne insan türü kendi soyundan olanın kanını akıtmaktan vazgeçer!

Gelin, Fakir Baykurt’un yeraltından aydınlık seslenişine kulak verelim de, savaşın yakıp yıktığının insanlığa yaşamayı nasıl haram ettiğini, O’nu geniş dünyasının mahzenlerinde nasıl soluk alamaz hale getirdiğinin özüne inelim. Sonra da başımızı ellerimizin arasına alıp, insanlığı savaş belasından nasıl kurtaracağımızı düşünelim

Yazının bu gelişim evresinde, Ekim’in 21’i değil de 11’i olduğunu varsayın; on üç yıl sonra Fakir Baykurt’u aramıza almışız, hep bir ağızdan O’nun şiirini okuyoruz…

En ucuz tüfekle yoksul eve bir banyo
Bir topla oyun yeri mahalle çocuklarına
Bir tankla on derslikli on okul
Bir uçakla yedi köye bir hastane
İki denizaltıyla üç ırmak çöle ulaşır

Bir roketle koca şehir kurulur
Bir taburun postallarıyla çocuklar
Kızamıktan kurtulur
Beş yıl birikse bir kolordunun parası
Kansere ilaç bulunur

Ölenlere dikilen anıtlar da para
Kalanlara nişanlar kolayla mı takılır
Bir ordunun bütçesiyle on il bağlık bahçelik olur
Düşün, ne yer, kaça semirir bir general

Bırak atom savaşlarını bir an
İki komşu arasında sıradan bir savaşı düşün
Kimileri yıllar yılı bitmiyor
Atılan bombalar, harcanan mermiler
Alınteri vergilerden

Yakılıp yıkılmış bir şehir
Kolayla mı yapılır yeniden
Evlerin asansörü merdiveni penceresi
Bir düşün serin kanla lütfen
Dirilir mi yirmisinde ölen asker, askerler

Bir düşün serin kanla, ya da sor bir uzmana
Yanıtla şu küçük soruyu rica ederim
Aptallık değil de nedir
Nedir savaş?”

İtalyan düşünür Niccoló Machiavelli,

“Savaş ancak gerekli olduğu zaman haklıdır; silah, ancak silaha başvurmaktan başka çare kalmadığında hoş görülebilir” diyerek savaşı doğallaştırmaya çalışsa da, bu ılımlı yargıda da savaş dipten dibe haklı bulunuyor; insanlığa savaşmaktan kurtulma yolları açmıyor. Birey ya da toplumsal ruh olarak, aklı öne çıkarıp soralım, ölmeden bizi ölüme gönderen savaşın gelip geçmiş bütün şaşkın tanrılarına:

Neden gerekli olsun savaş?
Neden silaha başvurmaktan başka çareler aranmasın?..

Yaşamak erdemine eren ey insanoğlu!

Bir iki soruyla yetinme;
– savaş çığırtkanlarının,
– ruhu kararmış sapkınların,
– kan kokusuyla beslenenlerin

yüzüne aklın şamarını vur
!

Dar dünyayı gen eyleyip yaşamak varken, niye gücünü yüreğinden değil de cin fikirli aklınla yarattığın silahtan aldığını vicdanına sor, sor, sor!

(Cumhuriyet Pazar eki, 21.10.12)

 

 

Aydınlar : Savaşa hayır !

AKP’nin Suriye’ye dönük savaş politikalarına karşı ortak bir bildiri yayımladılar

Aydınlar: Savaşa hayır !

Aydın, sanatçı, gazeteci, milletvekili, demokratik kitle örgütü, emek ve meslek örgütü yöneticilerinin de aralarında bulunduğu çok sayıda kişi tarafından AKP’nin Suriye’ye dönük savaş politikalarına karşı yayımlanan ortak bildiride;

Halklarımızın barış özlemlerini yıllarca istismar ettikten sonra içeride ve dışarıda savaş politikalarını tırmandıran, ekonomik ve sosyal politikalarını savaş eksenli belirleyerek bir savaş hükümetine dönüşen AKP’yi durdurmak acil bir görev olarak bu ülkenin sorumluluk sahibi insanlarının önünde durmaktadır.” denildi.

AKP’nin Suriye’ye karşı savaş politikasına karşı;

“Bu Bizim Savaşımız Değil.
– AKP, Suriye’den Elini Çek” 

başlığıyla hazırlanan bildiride AKP’nin ülkeyi hızla savaş ortamına soktuğu belirtildi. Savaş politikasına karşı güçlü bir toplumsal sesi yükseltmek için yüzlerce kişinin bir araya geldiği belirtilen açıklamada şu görüşlere yer verildi:

“AKP iktidarının Suriye’ye karşı tümüyle haksız bir savaşı kışkırtmaya çalışmasını kabul etmiyoruz. Suriye halkı kendi kaderini kendisi belirlemeli, içişlerine yapılan müdahaleye son verilmelidir. Ülkemiz sınırlarının içine düşen mermilerin kaynağı belirsizdir. Bu mermiler AKP’nin Suriye’ye karşı kampanyasına gerekçe olarak gösterilemez. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye’yi bombalaması durdurulmalıdır. Bombardıman, ülkemizin çatışan taraflardan birinin yanında fiilen savaşa sokulmasıdır ve tümüyle hukuksuzdur. Hatay, emperyalist merkezlerin güdümündeki gerici çetelerin Suriye’ye geçiş yolu, siyasi ve askeri merkezi olmuştur. Hatay ajan kaynamaktadır.

  • Karanlık üsler kapatılmalı, sınır güvenliği sağlanmalıdır. 

Çatışmalardan dolayı ülkelerini terk eden sığınmacılar güvenli bölgelerde insani koşullarda barındırılmalıdır.

AKP; ABD ve NATO’nun aktif taşeronluğu adına ülkemizi savaşa sokmaktadır.
Bunun parçası olan yurtdışına asker gönderme tezkereleri uygulanmamalıdır.
Savaş kışkırtıcılığı içeride de düşmanlıkların kışkırtılmasını beraberinde getirmektedir.

AKP Suriye’ye karşı saldırganlığı yükselttiğinden beri
Sünni-Alevi ve Türk-Kürt gerilimleri de yükselmektedir.

Bu savaş bizim savaşımız değil.”
(Cumhuriyet, 22.10.12)

“Sağlıkta Eşitsizlik Raporu”ndan çarpıcı sonuçlar

“Sağlıkta Eşitsizlik Raporu”ndan çarpıcı sonuçlar

Dünya Sağlık Örgütü’nün yayımladığı ”Sağlıkta Eşitsizlik Raporu”na göre, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında sağlık hizmetlerinde uçurum var.

Yeni yayımlanan rapordan derlediği bilgilere göre, insanların sağlık hizmetlerine ulaşması, en zor hastalıklarla uzun süre mücadele edebilmesi ya da sağaltımı (tedavisi) olanaklı en kolay hastalıklar nedeniyle yaşamını yitirmesi, dünyanın hangi bölgesinde yaşadıklarına, kendi ülkeleri içindeki ekonomik durumlarına göre büyük farklılıklar gösterebiliyor.

Raporda yer alan istatistikler arasında kadın ve çocuk sağlığı rakamları dikkati çekiyor. Varsıl (Zengin) ve yoksul arasındaki ayrımın en çarpıcı göstergeleri arasında yer alan anne ölümlerine bakıldığında, ölümlerin % 99’unun gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde olduğu görülüyor. Rapora göre, Afganistan’da yaşayan bir kadının doğumda yaşamını yitirme riski 11’de 1 iken İrlanda’da bu rakam 17 800’de 1.

Gelir düzeyi iyi bir ülkede dünyaya gelen bebeğin 5 yaşını görme şansı, az gelişmiş ülkelerdeki çocukların 2 katı olarak belirtilen raporda; ishal, sarılık, zatürre gibi tedavi edilebilir hastalıkların az gelişmiş bölgelerde her yıl milyonlarca çocuğun yaşamını yitirmesine neden olduğu kaydediliyor.

Yaşam süresi farkı 36 yıl

DSÖ istatistikleri, gelir düzeyi en yüksek dilim (grup) ile en düşük dilim arasındaki yaşam süresi farkının 36 yıla ulaştığı bilgisini veriyor. Düşük gelirli ülkelerde ortalama ömür 57, yüksek gelir grubunda 80 olarak belirtiliyor. Örneğin Malavi’de doğanlar ortalama 47 yıl yaşarken, bir Japonun ömrü 83 yıla çıkabiliyor.

Sağlık alanındaki farklılıkların ve eşitsizliğin hükümetler tarafından uygulanacak programlarla azaltılması çağrısında bulunan DSÖ, eşitsizliğin yalnızca bölgeler arasında değil, aynı ülke içinde, hatta büyük metropollerde farklı gelir dilimleri arasında bile ürkütücü boyutlara ulaşabildiği uyarısında bulunuyor. (AA, 22.10.12)