Günlük arşivler: 7 Ekim 2012

Alevilerin EŞİT YURTTAŞLIK MİTİNGİ Ankara’da yapıldı..

Alevilerden ‘Eşit yurttaşlık’ mitingi

Alevi Dernekleri Federasyonu (ADF) ve Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) öncülüğünde Alevi vatandaşların katılımıyla Sıhhiye Meydanı’nda ”Laik, demokratik Türkiye için eşit yurttaşlık” mitingi düzenlendi.

Alevi vatandaşların düzenlediği “laik, demokratik Türkiye için eşit yurttaşlık” mitinginde binlerce kişi bir araya geldi.

Ankara Sıhhiye meydanında yapılan miting EŞİT YURTTAŞLIK temalı idi.

Türkiye’nin çeşitli illerinden gelen, yurttaşlar, sabah saatlerinde Ankara Garı önünde toplandıktan sonra Sıhhiye’ye doğru yürüyüşe geçti. Ellerinde

– “Cemevleri ucube değil ibadethanemizdir”,
– “Zorunlu/sorunlu din derslerine hayır”,
– “Laik; demokratik cumhuriyet”,
– “Savaşa hayır”,
– “Yalnızca vatan değil evladım da sağolsun”

şeklinde pankart ve döviz taşıyan binlerce kişinin meydana ulaşmasıyla başlayan mitinge,
bazı siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşları da destek verdi.

Aralarında İlhan Cihaner, Hüseyin Aygün, Veli Ağbaba, Aylin Nazlı Aka ve Musa Çam‘ın da bulunduğu bazı CHP’li milletvekilleri, BDP Muş Milletvekili Demir Çelik, CHP genel başkan yardımcıları
Nihat Matkap ve Gökhan Günaydın, KESK Genel Başkanı Lami Özgen ve Çankaya Belediye Başkanı Bülent Tanık’ın da katıldığı mitingde, Sol Açık ve Çarşı taraftar gruplarının bazı üyeleri de yer aldı.

Miting, Hacı Bektaş Veli Dergahı Postnişini Veliyettin Ulusoy’un sözleriyle başladı

Alevi Dernekler Federasyonu Genel Başkanı Hüsniye Takmaz, Alevileri tehdit olarak gösteren zihniyetin son 10 yılda kendini daha çok hissettirmeye başladığını savunarak;

Türkiye’de tek inançlı ve tek mezhepli zihniyet doğrultusunda tek tip insan yetiştirilmeye çalışıldığını ileri sürdü.

Kimsenin inancıyla sorunları olmadığını belirten Takmaz, aydın ve çağdaş sünni vatandaşları da yanlarında görmek istediklerini söyledi.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın TBMM’nin üzerinde bir kurum gibi çalışmasını asla kabul etmiyoruz.”

ifadesini kullanan Takmaz, laik ve demokratik bir hukuk devletinde fetvalar olamayacağını,
milyonlarca Alevi vatandaşın yok sayıldığını iddia etti.

“4+4+4” eğitim sistemini “4-4-4=0” olarak niteleyen Takmaz,

birçok seçmeli dersin “öğretmen yok, sınıf açılamaz” denilerek seçtirilmediğini ileri sürdü.

Takmaz, “Bizim, Kur’an-ı Kerim ya da Hazreti Muhammed’in hayatıyla derdimiz yok. Hazreti Muhammed döneminin devrimcisiydi. Türkiye’de Hazreti Muhammed’in hayatını anlatabilecek bir yiğit var mı? Bunlar anlatsa anlatsa Muaviye’nin hayatını anlatır.” diye konuştu.

Takmaz, Türkiye’nin “haksız bir savaşın” içinde yer almasına istemediklerini de dile getirdi.

‘Zorunlu din dersini kaldıran bir anayasa hepimizin ihtiyacı’

Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Selahattin Özel de, hükümetin çözeceğiz dediği her konuyu eline, yüzüne bulaştırdığını iddia ederek Alevi çalıştayları ardından Alevi düşmanlığının arttığını, evlerin işaretlenmeye başlandığını söyledi.

Türkiye’nin Alevi-Sünni diye bölündüğünü savunan Özel;

nefret tohumları ekenlerin nefret biçeceğini ifade etti. Özel, “Hükümet ile bürokrasi kendileriyle ilgili sorunları çözmek yerine Alevilerin halletmesi gereken iç sorunlara müdahil olmaya kalkıp, Alevilerin kendilerini nasıl tanımlaması gerektiğini belirlemeye kalkıyor, cemevlerinin ibadethane olup olmadığına kendileri karar vermek istiyor, kendilerine düzmece muhatap yaratmaya çalışıyorlar. Bundan vazgeçin.” diye konuştu.

Suriye’de yaşanan olaylardan yola çıkarak Alevi ve Sünnilerin karşı karşıya getirilmek istendiğini söyleyen Özel, savaş çığırtkanlığı yapılmamasını ve savaşa karşı durulmasını istedi.

Sanatçılardan destek

Konuşmaların ardından sahneye çıkan Arif Sağ, Musa Eroğlu ve Yavuz Top da sazlarıyla ve türküleriyle vatandaşlarla bir araya geldi. Sivas’ta hayatını kaybeden Muhlis Akarsu’nun anısına da sahneye üzerinde Akarsu’nun fotoğrafı ve sazın bulunduğu bir sandalye yerleştirildi.

Mitingde aralarında Arif Sağ, Belkıs Akkale, Cahit Berkay, Derya Alabora, Edip Akbayram, Eşber Yağmundereli, Fazıl Say, Halil Ergün, Hüseyin Turan, İlyas Salman, Kerem Alışık, Menderes Samancılar, Musa Eroğlu, Onur Akın, Selda Bağcan, Tarık Akan, Suavi, Tuncel Kurtiz, Volkan Konak, Yaşar Kemal ve Yavuz Bingöl‘ün de bulunduğu sanatçı ve yazarların imzaladığı deklarasyon da okundu.

Sanatın gücünü unutmadan birleşmeli ve beraberce yan yana durmalıyız.” denilen bildirgede,
mitingin önemsendiği ve desteklendiği belirtildi. Sahneye çıkan sanatçıların

Uzun ince bir yoldayım“ın da bulunduğu bazı türkülerin seslendirilmesi ardından miting sona erdi.

Arama noktasında gerginlik

Mitinge katılmak üzere alana gelen bir grup, polisin aramasına tepki göstererek polis barikatı yıkarak alana girmek istedi. Polisle grup arasında yaşanan arbedede bazı polisler yere düştü. Polisin biber gazıyla müdahale ettiği olay sırasında, bazı miting görevlileri de gruba engel olmaya çalıştı.

Çok sayıda vatandaşın katıldığı mitinge çevre illerden gelenleri taşıyan otobüsler, Celal Bayar Bulvarı üzerinde uzun kuyruklar oluşturdu. Havanın sıcak olması nedeniyle mitinge katılanların bir kısmı Sıhhiye Köprüsü altında durdular. Çok sayıda polisin görev aldığı miting alanı, etkinlik süresince polis helikopteri ve yakındaki binaların çatılarındaki keskin nişancılar tarafından da gözlendi.

Alevi-Sünni hiç fark etmez herkes destek olmalı!

(Basın ve Cumhuriyet portalı, 7 Ekim 2012)

Tekirdağ Rakısının sırrını bilir misiniz ??

“Tekirdağ Rakısının sırrını bilir misiniz?”

Birden hocanın bu sorusunu duyunca herkes şaşırdı. Üniversitede, “üretim yönetimi” dersindeydik.
Konu “6 Sigma” Dersin ortasındayız ve hepimizin içi bayılmış. Ama rakı lafını duyunca bir anda uyandık ve herkes rakı hakkında bilgisini konuşturmaya başladı.

Biri “Yaş üzüm” diye atıldı.
Kimi “Tekirdağ’ın havasından” dedi.
Öteki “artezyen suyundan” dedi.
Bense “Tekirdağ Rakısı” nedir bilmediğim için ağzımı bile açmadım.
En sonunda hoca herkesi susturup anlatmaya başladı:

“Tekirdağ rakı fabrikasına zamanında yeni bir müdür atanmış. Müdür daha fabrikaya gelmeden, ne kadar suratsız bir adam olduğuna dair söylentiler ulaşmış. Herkes yeni müdürün ne kadar geçimsiz, ne kadar sinirli bir adam olduğunu konuşur olmuş. Müdür gelince ilk iş, tüm yönetim takımını toplanmış fabrikayı gezmeye başlamış. Müdür gezerken tek bir laf bile etmemiş. Ama asık olan suratı asıldıkça asılmış. Böylece söylentilerin doğru olduğu anlaşılmış.

Gezinin sonunda yeni yetme bir mühendis:

-Beğendiniz mi efendim? diye sormak gafletinde bulunmuş.
Müdür önce sert bir bakış atıp

-Ben bu fabrikanın nesini beğeneyim? diye kükremiş.

Mühendis iki büklüm olmuş, sorduğuna soracağına pişman, sinmiş bir köşeye. Müdür buna daha da sinirlenmiş. Yanında artık varil mi, paket mi ne varsa tekme atıp devirmiş. Herkes korkmuş şaşırmış, kimseden ses çıkmamış. Neyse ki müdür yardımcıları aklı selim adamlarmış. Ertesi gün kendi aralarında toplanıp“Fabrikayı nasıl düzeltiriz” diye plan yapmaya başlamışlar. Gördükleri her eksiği gidermişler.

Birkaç ay içerisinde fabrika iki katı verimle şekilde çalışır hale getirmişler. Sonunda müdürün yanına çıkıp “Gelin fabrikayı bir daha gezin, efendim” demişler. Bu sefer tüm birimler çok düzgün çalışıyor, hiç bir yerde sorun yok. Herkes pür dikkat görev başında. Ama yeni müdür rahat durmamış. Paketleme yapılan alana gelince durmuş. Paketlerden birini açıp, içinden bir rakı şişesi çıkarmış. Kapağını açıp koklamış, koklayınca yüzünü ekşitip, rakıyı yere dökmeye başlamış. Tüm amirler, usta başları, işçiler şok.

-Efendim neyi beğenmediniz? diye soracak olmuşlar.

-Bu rakının beğenilecek nesi var? diye kükremiş müdür.

Herkes sus pus.Ertesi gün yine tüm fabrika panik. Müdür yardımcıları yine toplanmış, çağırmışlar usta başlarını sormuşlar “Rakıyı nasıl iyileştiririz?” diye. Biri demiş “Şebeke suyu kullanmayalım. Kloru fazla.” Öbürü demiş “Anasonu çok keskin.” Bir başkası demiş “Yaş üzüm kullanalım.”

Aylar boyu uğraşıp rakıyı yenilemişler. Yine müdürü alıp tekrar fabrikayı gezdirip yaptıkları yeniliklerden bahsetmişler. Paketleme yapılan yere gelince durup, bir rakı açıp ikram etmişler. Müdür durmuş. Önce şişeyi alıp evirip çevirmiş. Sonra sunulan bardağı alıp biraz içmiş. Tabi o içerken herkes pür dikkat bakıyor, ne diyeceğini merak ediyormuş. Sonunda yine yapacağını yapmış “Bu rakının nesi güzel?” diye bağırıp, elindeki şişeyi yere boşaltmaya başlamış.

Birden yaşlı bir usta başı dayanamayıp “Döktürmem ben sana rakımı” diye atlamış. Müdürün elinden kapmış şişeyi.

Herkes şaşkın bakarken de usta başı, “Ne demek nesi güzel. Sen rakıdan anlamıyor musun?” diye bağırmış. Etraftakiler bir yandan “Ne yapsak yaranamıyoruz” diye ustabaşına hak veriyorlar, öte yandan müdür kızacak diye korkuyorlarmış. Müdür ustabaşına bakmış. Herkes bağırıp çağırmasını beklerken o sakin sakin
“Ben rakıdan anlamam” demiş. “Ben insandan anlarım. Yaptığınız işi o kadar kötüledim, şimdiye kadar içinizden biri çıkıp sahiplenmedi. Demek ki aslında kimse ortaya çıkan işi savunacak kadar beğenmiyordu. Ama şimdi bu şişeyi çocuğunmuş gibi sahiplendin” demiş.

Hoca hikâyeyi anlatmayı bitirip durdu. Sonra da şöyle bir öğüt verdi :

“Bir gün bir fabrikanın başına geçecek olursanız, ürettiğiniz cansız nesneyi değil, onu üreten insanı yönetin. Siz şişenin içindekinden hiç anlamayabilirsiniz; merak etmeyin onu üreten onu nasıl mükemmel yapacağını bilir. Emeğe saygı gösterin…”

İşte Tekirdağ Rakısının sırrı, o şişeyi sahiplenip, içindekini efsane haline getirmesini bilenlerdedir.

*******************************

RAKI ÜZERİNE…

Bu meret
öyle bir merettir ki,
acıyla içilir,
tatlıyla içilir,
neşeyle içilir,
ağlayarak içilir,
kavunla içilir
peynirle içilir,
yemekle içilir,
mezeyle içilir,
suyla içilir,
susuz içilir
sodayla içilir,
şalgamla içilir.
Amma…
salaklarla içilmez.

Nâzım Hikmet Ran

KİMİ SEVSEM SENSİN

KİMİ SEVSEM SENSİN

ATTİLA İLHAN

her şeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet
sarışın başladığım esmer bitiyor
anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli
dudakları keskin kırmızı jilet
bir belaya çattık / nasıl bitirmeli
gitar kımıldadı mı zaman deliniyor
kimi sevsem sensin / hayret
kapıların kapalı girilemiyor
* * *

kimi sevsem sensin / senden ibaret
hepsini senin adınla çağırıyorum
arkamdan şımarık gülüşüyorlar
getirdikleri yağmur / sende unuttuğum
hani o sımsıcak iri çekirdekli
senin gibi vahşi öpüşüyorlar
kimi sevsem sensin / hayret
in misin cin misin anlamıyorum..

ADNAN BİNYAZAR : Yaşlandıkça gençleşmek

ADNAN BİNYAZAR

binyazar@gmail.com

Yaşlandıkça gençleşmek

Yaşlılığa, yaşamın nice engebeleri aşıldıktan sonra varılıyor. Kendini her an var etme çabası gösterenlerin, yaşlılık denen olgunluklara hangi aşamalardan geçilerek erişildiğini Konfüçyüs yüzyıllarca önce düşünmüş: “On beş yaşımda kendimi öğrenmeye verdim. Otuz yaşında irademe sahip olabildim. Kırk yaşında seziş yoluyla kavradım. Yetmiş yaşında doğru olan şeylere zarar vermeden, kalbimin isteklerini yerine getirebildim.”

Orhan Veli Kanık “Her şey birdenbire oldu.” dese de, hiçbir şey birdenbire olmaz. Ayrımına varalım varmayalım, her değişim, bir oluşum sürecinin ürünüdür; onu birdenbire algılayıp gören, biziz, sezgisel çağrışımlarımızdır. Her oluşumun tözünde toprak, hava, su; onların kaynaşımı var. Ağacın tözü tohum, tohumdan fidan, fidandan gövde, gövdeden dallar, dallardan tomurcuklar, tomurcuklardan çiçekler; elmalar, armutlar, erikler, vişneler, kirazlar…

Toprağın dibinden birdenbire fırlayıp günışığına tırmanan bir tek dal, ince boyunlu bir çiçek gören var mı? Cahit Külebi “Aşk da yeşeren otlara benzer, / Günü saati bilinmez.” diyor. Şair sözüdür; elbette bir hikmeti vardır. Oysa aşk, insana anların bağışladığı bir duygudur. Günü de saniyesi de “nano anı” da bellidir. Varoluş sürecini düşünelim; görünenler ya da hayalde yaratılanlar; gelişim, zamansızlığın dışında oluşmaz.

Konfüçyüs’e dönelim; önce “kendini bilme”nin tek yolunun öğrenmek olduğunu öğreniyor. Ardından, iradesini sezişiyle kavrama bilincine eriyor. Ancak bilgini kılavuzluğuyla, doğru şeylere zarar vermeden kalbinin isteklerini yerine getiriyor. İnsanın kişilik topografyası böylece oluşuyor.

Anlamını kavrayana, hayatın her anı, varoluşuna cevahir değerinde yapı taşları yerleştirme sürecidir.

Cicero;

“Bir yanıyla yaşlı sayılabilecek olan gençleri sevdiğim kadar, gençliğinden bir şeyleri koruyabilmiş olan yaşlıları da severim. Bu yolu tutabilen kişinin gövdesi yaşlansa da kafası her zaman genç kalacaktır,” sözünü kaç yaşında söylemiş olabilir?..

Sanat, bilim gibi yaratıcı üretimleriyle hayatı yaşanır kılanlar, “doğum-evlenme-ölüm” süreçlerinden oluşan ömür ağacının son aşamasını sezgileri, bilgileri, mantıklarıyla algılayıp, insanın dünyadaki konukluğunu onurlandırmışlardır. Yaşamlarını anlamlı kılanlar, bu onurdan beslenmesini bilenlerdir. Köşelerine çekilip kendilerini zamansal sürecin gidişine kaptırmayan nice yaşlı tanıdım. Ağızlarından çıkan her sözle, kişiyi güzelliğin yolunu açıyorlardı. Ellerinden kalem düşmüyordu, kulaklarını güzelliğin sesinden ayırmıyorlardı, önlerinde palette binlerce renk arasından güzelliğin renklerini bir araya getiriyorlardı.

Thomas Mann’ın deyimiyle, “insanda yaş ölçüsünün ruhsal gençliğe” bağlı olduğu bilinciyle, onlar yaşlılıkta gençliklerini yaşıyorlardı.

Öyleleri de vardı ki, köşelerine çekilip ölümü bekliyorlardı. Oysa hangi koşulda olursa olsun, her canlı, varlığını sürdürme savaşı içindedir. İnsansa, yaratma yeteneğini işlevsel kılarak varoluşunu sürdürme bilincine eren tek yaratıktır. Araçlar yaparak, onunla yetinmeyip yaptığını geliştirerek, aklının bir kıvılcımlanmasını daha eyleme geçiriyordu. O nedenle, yaratıcılığı göz önünde bulundurulan insanın yaşam sürecini çocukluk-yetişkinlik-yaşlılık gibi evrelerle belirlemeye gerek kalmıyor. O, bu eylemiyle insanlığın değerbilir belleğinde zaman üstü bir kimlik kazanmıştır.

Bu bağlamda, Kafka’nın şu sözü, yaşlılık saplantısıyla ruhunu eylemsizliğe sürükleyip kötümserliğin tuzağına düşenlere sanırım gençlik aşısı olacaktır:

Güzellikleri görme yeteneğini yitirmeyenler hiçbir zaman yaşlanmazlar.” (Cumhuriyet Pazar eki, 7.10.12)

Devlet eliyle bıçak parası..

Dostlar,

SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM eleğe dönüştü..

Aşağıdaki haberi, bizim irdelememizin ardından okumanız dileğiyle..

Yamalı bohça deyimi hafif kalıyor durumu betimlemek için.

Sistemin ana gövdesi, yapılan çok sayıda değişkikliklerle artık görünmez, tanınmaz oldu.

Sağlık giderleri toplam ulusal gelirin (TUG) % 7.6’sına dek tırmandı. 2011 için bu oran, 772 milyar $ TUG içinde 58,7 milyar $ gibi muazzam bir tutara erişiyor. TSK’nın payı TUG içinde yalnızca % 2,3..
Savunmaya harcadığımızın 3,3 katını sağlık için harcıyoruz!

Balayı dönemi bitti ve kamu, önceki Sosyal Güvenlik Bakanının (Ömer Dinçer) NTV’de açık açık duyurduğu üzere
“sağlık giderleri SÜRDÜRÜLEMEZ durumda, radikal tedbirler alacağız..” denildi.

Üniversiteler öğrenci harçları gelirlerinden yoksun bırakıldılar tümüyle popülist bir kararla.

Merkezi yönetim bütçesi zaten dikiş tutmadığından ve Maliye Bakanı Mr. Mehmet Şimşek’in geçtiğimiz ay yüksek perdeden yakındığı üzere ciddi bütçe açığı kaçınılmaz olduğundan, SGK’ya bütçeden transferler de aksayacak ve sistem iyice tıkanacak..

Hovarda savurgnlığın ve sermayeye “cömertce” kamudan kaynak aktarımının sonuna gelindi..

Fatura her zaman olduğu gibi gene halka..

Hocaya muayene / ameliyet .. olmak isteyen fakını cebinden ödeyecek.

SGK sigortalısı olmak giderek anlamını yitiriyor..

Temel güvence paketinin içi boşaltılıyor..

Sonra da TAMAMAYICI VE DESTEKLEYİCİ SİGORTA denen bir ucube daha dayatılıyor..

Ona da ayrıca prim ödeyecek yurttaş..

SGK’nın Sağlık Uygulama Tebliğinde akıllara durgunluk veren şu tanımlama yer alıyor :

ÖZEL SAĞLIK SİGORTASINA SAHİP OLAN GENEL SAĞLIK SİGORTALISI..

Tam bir kara mizah..
(Bu konuyu sitemizde daha önce de yazdık..)

SAĞLIKTA DÖNÜŞÜMÜN BİR BATAKLIK OLDUĞUNU yıllardır yazarız, söyleriz, raporlarız..

Bir an önce geri dönülmesini salık veririz..

Ama biz DB ya da IMF uzmanı değiliz ki sözümüz değer bulsun?

Ulusun yurtsever uzmanları tu kaka ise, Büyük Atatürk’ün SÖYLEVİ’nin sonunda GENÇLİĞE SESLENİŞ’te vurguladığı

“..iktidar sahiplerinin çıkarlarını yabancılarla birleştirmiş bile olabileceği..” uyarısı gerçek olmuştur!

Aman, hasta olmamaya bakın..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 7.10.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================================================

Devlet eliyle bıçak parası

AKP hükümeti, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından 29 Eylül’de yayımlanan Sağlıkta Uygulama Tebliği (SUT) ile bıçak parası olarak adlandırılan farkın alınmasının yolunu açarken ücretlendirmeyi SGK’ye bıraktı. Hekimler, kendilerini kötüleyerek politika üreten hükümetin, kötüledikleri hekimler üzerinden üniversitelere kaynak yaratmaya çalıştığına dikkat çekti.

AKP hükümetinin başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın “Bunların gözü doymaz”, “Çalışmak istemiyoruz derseniz istediğiniz yere çeker gidersiniz”, “Çalışmayanı çalıştıracağız, bıçak parasını kaldıracağız, doktorun elini hastanın cebinden çıkaracağız” söylemleriyle tıp fakültesi hastanelerindeki öğretim üyelerini yerden yere vurarak büyük bir tantana ile kaldırdıkları öğretim üyesi fark ücretleri geri dönüyor.

Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından 29 Eylül 2012 tarihinde yayımlanan Sağlıkta Uygulama Sağlık Tebliği (SUT) ile bakanın kendi deyimiyle vatandaştan satır parası alınmasına olanak tanınacak. Zira söz konusu SUT madde 1: 3.2.1’de ikinci ve üçüncü basamak resmi sağlık hizmeti sunucularından … 5 TL ibaresinden sonra gelmek üzere “Vakıf üniversiteleri hariç olmak üzere 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu kapsamında olan üniversitelerdeki öğretim üyesi muayenelerinde artırmaya ve farklılaştırarak uygulamaya kurum yetkilidir” cümlesi eklenerek o çok kötülenen hekimler üzerinden fark ücreti alınması olanaklı hale getirildi.

İşler iyi gitmiyor

Konuya ilişkin açıklama yapan Türk Tabipleri Birliği Delegesi Dr. Güray Kılıç ve SES İzmir Şube Denetleme Kurulu Üyesi Dr. Ergün Demir, Sağlık Bakanı Akdağ’ın Sosyal Güvenlik Kurumu’nun yayımladığı son SUT değişikliğinin altında kaldığını dile getirerek AKP hükümetinin bu son SUT ile sağlıkta çelişkili uygulamalarından birisine daha imza attığını dile getirdi. Hekimler, kısaca “Tamgün Yasası” olarak bilinen düzenlemede yurttaşa yansıtılan en önemli değişikliğin, üniversite hastanelerinde öğretim üyeleri adına alınan fark ücretinin kaldırılması olduğunu söyledi.

“Anlaşılan sağlıkta işler pek de iyi gitmiyor! Hekimleri kötüleyerek, onlara saldırarak politika yapanlar, şimdi de kötüledikleri hekim öğretim üyeleri üzerinden üniversitelere kaynak yaratmaya çalışmaktadırlar” diyen Kılıç ve Ergün, AKP’nin, sağlıktaki sorunların sorumlusu olarak hekimleri ve tıp fakültesi öğretim üyelerini suçladığını ve onları sağlıkta şiddetin hedefi haline getirdiğini hatırlattı.

Oysa aynı hükümetin bu ifadelerin henüz mürekkebi kurumadan, altı ay sonra, geri döndürüldüğünün altını çizen Kılıç ve Ergün, “Katkı payları, bu geri manevrayla Sağlıkta Uygulama Tebliği’nin altında paspas olmadı mı?” yorumunda bulundu.

Sağlıkta dönüşümden vazgeçilsin!

Hekim ve sağlık çalışanları, piyasaya düşürülmüş bir sağlık hizmetinin ‘oyuncusu’ değil, topluma adanmış mesleğin onurlu üyeleri olarak görevlerini performans, ciro, SUT baskısı olmadan yapmak istediklerinin altını çizerek hükümeti Sağlıkta Dönüşüm Programı’ndan tümden vazgeçmeye çağırdı.

İptal edilmişti

Devlet hastanesinde çalışan doktor ile üniversite hastanelerindeki öğretim üyelerinin özel muayenehane açmalarını yasaklayan düzenleme bir kararname ile hayata geçirilmiş ancak Anayasa Mahkemesi, kararnamenin 27 maddesini “söz konusu düzenlemelerin kararname ile yapılmayacağı” gerekçesiyle 19 Temmuz’da iptal etmişti.

(6 Ekim 2012, Cumhuriyet)

Bahriye Üçok özlemle anıldı..

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin ilk kadın öğretim üyesi, senatör, Ordu Milletvekili ve Cumhuriyet gazetesi yazarı Bahriye Üçok, katledilişinin 22. yılında Ankara’da düzenlenen törenlerle anıldı.

Bahriye Üçok için ilk anma töreni Karşıyaka Mezarlığı’ndaki gömütü başında yapıldı. Burada konuşan Cumhuriyet Kadınları Derneği (CKD) Genel Başkanı ve Av. Şenal Sarıhan, “Kendi yaşamını ‘Benim yaşamım tamamıyla mücadeledir’ sözleriyle tanımlayan bir kadın önderin katledilişinden 22 yıl sonra, bugün, büyük bir eziklikle yeniden gömütünün başındayız. Diğer yitirdiklerimiz gibi O’na da ‘Rahat uyu. Uğruna yaşamını verdiğin değerler bugün içselleştirilmiştir’ diyememenin utancı içindeyiz” dedi.

Namus sözü verenler sözlerini tutamadı’

Üçok, Cumhuriyet Kültür Merkezi’nde (CKM) düzenlenen panelle de anıldı. Oturum başkanlığını CKD Genel Başkanı Sarıhan’ın yaptığı panelde konuşan Üçok davasının avukatı Halil Sevinç, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Necdet Güçlü’nün 13 Nisan 1970’te katledilişinden Necip Hablemitoğlu cinayetine değin geçen sürede gerçekleştirilen “siyasi cinayetlere” ve o cinayetlerin yargılama süreçlerine ilişkin bilgiler verdi. Bu cinayetlerde en çok yazarımız Uğur Mumcu’nun katledilişinin ardından siyasilerin tüm faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması için “namus sözü” verdiğini ancak bu sözü üzerinden yıllar geçmiş olmasına karşın bir türlü gerçekleştiremediklerini dile getirdi.

CHP İstanbul Milletvekili ve İslam Konferansı Örgütü Parlamento Birliği Türk Grubu Üyesi İhsan Özkes de İslam dünyasında bugün bir hüküm verebilmek için bu coğrafyada yaşayan herkesin Emevi dönemini çok iyi bilmesi gerektiğini çünkü Emeviler döneminden itibaren bölgede kirli oyunlar oynandığını belirtti. Üçok’un “toplumu aydınlattığı, Atatürk’ün izinden gittiği, çağdaşlığın, uygarlığın penceresi olduğu ve ışığından korkulduğu” için katledildiğini söyleyen Özkes, “Bugün Mumcu, Üçok, Kışlalı gibi aydınlar katledilmeseydi; Tuncay Özkan’lar, Mustafa Balbay’lar tutsak olmasaydı içinde bulunduğumuz değerler tarumar olur muydu?” dedi.

‘Suriye’nin Yezid’i kim?’

Özkes, “Cesur yürekler, aydınlar, hep hedef gösterildi. Bu cesur yürekler, Atatürk’ün onlara gösterdiği yakın ilgiyi ne yazık ki bugün Atatürkçü çevre gösteremediği için her dönemde bir elin parmağını geçmiyor. Ne yazık ki onlar Atatürk’ü koruyamadılar ki cesur yürekleri korusunlar” dedi.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “İmam hatiplerden terörist çıkmaz” sözlerine de atıfta bulunan Özkes, şöyle konuştu:

“Terör olaylarına karışan, Hizbullah ya da İBDA-C’ye bulaşan ve başka terör örgütlerine mensup, mahkemelerce bu konuda hüküm giyen birçok imam hatip mezunu var.

    Fakat bence en belirgin olanı;

    – BOP eşbaşkanı,
    – Oslo’cu,
    – Yahudi Üstün Cesaret Ödülü taşıyan

    imam hatip mezunu bir başbakanımızın olması.

    Gençliği kinini davranışından almaya çağıran, öfkeyi hitabet sanatı gibi kullanan,

    Suriye’yi Kerbela’ya benzeten bir başbakan…

    Kerbala’nın Yezid’i belli, Suriye’nin Yezid’i kim?

    Bugün Atatürk büstlerinin çöpe atıldığı günlerdeyiz. Başka bir şey söylemeye gerek var mı?”

    Özkes, “Başbakan’ın İslamofobiye karşı yasal bir düzenleme önerdiği, bu düzenlemenin yapılabilirliğinin ne olduğu” yönündeki soruya da “Başbakan Cumhurbaşkanlığı makamına çıkana dek, başkanlık sistemini oluşturana dek din, iman, cami adına konuşulmayacak bir şey kalmayacak. Her şey toz dumandır. Bu toz dumanın üstünü örtecek de din, imandır. Bu süreçte daha çok şey duyup, görüp, yaşayacağız. ‘Muhteşem Sülüman’lar gibi…” yanıtını verdi. (Cumhuriyet, 6 Ekim 2012)

Aleviler eşitlik için buluşuyor

Aleviler eşitlik için buluşuyor

7 EKİM’DE SIHHİYE’DE, ‘AYRIMCILIĞA, ASİMİLASYONA, SAVAŞA HAYIR’ DİYECEKLER

Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) ve Alevi Dernekleri Federasyonu (ADF) tarafından düzenlenen “laik ve demok-ratik Türkiye için eşit yurttaşlık mitingi” yarın Ankara Sıhhiye Meydanı’nda yapılacak.

Avrupa’dan ve yurdun dört bir yanından gelen Aleviler yarın saat 10.00’da otogarda toplanarak Sıhhiye Meydanı’na yürüyecek. Saat 12.00’de “laik ve demokratik Türkiye için eşit yurttaşlık mitingi” ABF Genel Başkanı Selahattin Özel ve ADF Başkanı Hüsniye Takmaz’ın konuşmalarıyla başlayacak. Mitingde eşit yurttaşlık taleplerini dile getiren döviz ve afişler taşınacak. ABF Genel Başkanı Selahattin Özel başkanlığında oluşturulacak heyet, Alevilerin eşit yurttaşlık taleplerini içeren bir dosyayı TBMM Başkanlığı’na iletecek.

ABF Genel Başkanı Özel, AKP iktidarıyla birlikte Alevilerin inanç özgürlüklerinin muhafazakâr toplum destekli politikalarla hayatın her alanında ihlal edildiğini, Alevilere yönelik asimilasyon politikalarının hızlandığını, adeta Alevilerin ötelenip yok sayıldığını vurguladı. Özel, insan haklarından, laiklik ve demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, barıştan yana olan her duyarlı vatandaşı mitinge katılmaya davet etti.

ADF Alevi Dernekleri Federasyonu Başkanı Hüsniye Takmaz da Alevilerin ret ve inkâr politikalarına, uygulanan baskılara güçlü bir şekilde “hayır” diyeceğini belirtti.

Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez ise “Bu ikinci mitingimiz. Alevilerin sorunları artarak sürüyor. Ayrımcılık ve ötekileştirme kamunun her alanında devam ediyor” dedi.

Alevi Kültür Dernekleri Genel Başkanı Engin Gündük de “Alevi örgütleri yaşanan hak ihlallerinin Avrupa’daki hukuk yöntemleriyle çözüleceği kanaatine varmıştır. Türkiye’deki Alevi örgütleri siyasetten, hükümetten, başbakandan, hukuktan ümidini kesmiş durumda.” diye konuştu.

Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erkan da “Ayrımcılığa, asimilasyona, savaş kışkırtıcılığına, baskı ve ötekileştirme ve inkâr politikalarına karşı hayır demek için, eşit yurttaşlık için Ankara’da olacağız.” dedi.

Bekir Coşkun : Top…

Top…

Önce bakacaksın…
Düşen top mu?..
*

Sonra…
Nereye düştü?..
*

Hem düşüp hem patladıysa, demek ki top…
Ama ne yandan geldi?..
*

Köylü görmüş, “kıble tarafından” diyor…
İyi de, muhabir kıbleyi bilmiyor…
Külah, burun, namazlığın ucu koordinatlarını aldı, baktı bir başka top çıktı:
Top’rak Mahsulleri Ofisi…
*

Kaymakama gitti sormaya…
Kaymakam top’uklamış çoktan…
*

Bunun üzerine Ankara’da top’lantılar başladı…
Televizyonlar ilk haberi verdiler:
“Ağır top’lar Başbakanlık’ta…”
Herkes vardı, top’ların bağlı olduğu Milli Savunma Bakanı yoktu…
İyi mi?..
*

TBMM’de kapalı top’lantıya geçildi…
(Burası gizli.)
Neticede; top iktidara atıldı, savaş yetkisi veren tezkere çıktı…
Top’lum “Savaşa hayır” diye ayağa kalkarken, savaş tezkeresinin ne işe yarayacağını Başbakan açıkladı:
“Savaşacak değiliz…”
*

İyi de…
Başka ne işe yarar?..
*

Bir:
Suriye’de süren iç savaşa; silah, para vererek, insan göndererek, binbir türlü burunlarını sokarak anayasa suçu işlediler top’yekûn…
Muhalefet partileri, bu nedenle top’unun Yüce Divan’da yargılanacaklarını söylemeye başladı son günlerde…
Ama artık tezkere var…
Top’u atarsın TBMM’nin tezkeresine…
*

İki:
“Gidecek” dediği Esad orada oturuyor…
“Bittin” dedi…
Meydana çıktı…
“Sen öldün” dedi…
Baktı, televizyonda…
Tabii bunun içi içini yedi…
Bundan böyle desteklediği suni isyancılar nerede zayıf düşerlerse, bir bahane bulunup bir iki top atılır Esad askerlerinin kafasına artık…
Hatta uçak bile gönderilir…
Tezkere cepte…

*
Yoksa ABD istemedikçe savaşa mavaşa kalkamayacağını bilmeyen mi var
*

Tüm bunlar, beş yoksulun canına mal oldu top’u top’u….
Mezarları var orada; top’rak…
*

Top seslerinin hazin hikâyesidir bu…

AKP Kongresine Alınmayan Gazeteciler ve Anayasa

Hukukçu Prof. Dr. Rona Aybay

Prof. Dr. Rona AYBAY

AKP Kongresine Alınmayan Gazeteciler ve Anayasa

Bir siyasal partinin, hele devlet yardımından (yani yurttaşların ödediği vergilerden) en büyük payı alan iktidar partisinin; liderinin, subjektif nedenlerle uygun görmediği basın kuruluşlarını, partinin politikalarının görüşülmesi beklenen en üst düzey organ olan genel kurulun açık toplantılarına katılmaktan yasaklama yetkisi olmamalıdır.

    İktidar partisi AKP’nin, geçen günlerde toplanan büyük kongresine, aralarında Cumhuriyet’in de olduğu bazı yayın organlarının temsilcilerinin “akredite” edilmemesi; yani kongre salonuna alınmaması, çeşitli çevrelerce eleştirildi. Bunun “basın özgürlüğü”ne aykırı olduğu, başka bir deyişle halkın anayasa ile güvence altına alınmış “haber alma” hakkını engellediği, haklı gerekçelerle dile getirildi.

    Sayın Başbakan, bu eleştirilere yanıtını, partisinin grup toplantısında şu sözlerle dile getirdi:

    “Güya bazı gazetelerin kongreye davet edilmemesi. Bu bizim sorumluluğumuz; mecbur muyum? Nereden çıkıyor bu? Her gün, her türlü hakareti yapacaksın, yalan yanlış her türlü her şeyi yazacaksın, söyleyeceksin ve buna rağmen biz yine davet edeceğiz. Yok böyle 25 kuruşa simit ya. Neymiş; ‘basına, medyaya engel konulmazmış’. Doğru konulmaz. Biz zaten koymuyoruz, öyle bir derdimiz yok. Ama o medya bize saygısızlık ettiği zaman, bize yalan yanlış her gün küfür yağdırdığı zaman, ona haddine bildirmek de bizim cevabımızdır.”

    “Anadolu’da, ‘misafir ev sahibinin kuzusudur’ sözü vardır. Seni ev sahibi davet ediyor, sen de kuzu kuzu gelirsin, orada oturursun. Ne ikram edilirse yersin, içersin, teşekkür eder, ayrılırsın.”

    Başbakan’ın, kendine özgü “ileri demokrasi” anlayışını yine kendine özgü üslubuyla dile getiren bu sözlerine Sevgili Şükran Soner, 4 Ekim 2012 günü yayımlanan “Siz Ev Sahibi, Biz Misafir Değiliz” başlıklı yazısında yanıt verdi ve önemli saptamalar yaptı. Sayın Soner, özetle şunları belirtiyordu, yazısında:

    “İktidarların parti kongresi asla bir özel alan değildir. Kongrenin izlenmesi için verilen giriş kartları ya da davetiyelerin anlamı, yine salon kapasitesi ile öngörülmüş, olabilecek en objektif kriterlerle salona girebilecek toplam gazeteci sayısını sağlıklı saptamayı öngörür. Başbakan’ın istemediği basın kuruluşlarına, gazetecilere haddini bildirme (yi…) demokratik düzen içinde akla bile getirememesi gerekir.”

    Siyasal parti herhangi bir tüzel kişi değildir

    Sayın Soner’in, özetleyerek alıntıladığım gerekçeleri, bence de çok haklı ve yerinde. Cumhuriyet’in aynı sayısında Sayın Perihan Ergun da “AKP Kongresinin Önü Ardı” başlıklı yazısında, Gazetecilere Özgürlük Platformu’nun bildirisine de yer vererek, bu uygulamanın “basın özgürlüğü açısından kaygı verici olduğunu” belirtmişti. Kanımca, konunun sadece “basın özgürlüğü” bağlamında ele alınması ile yetinilmemesi; sorunun, Anayasa Hukuku ve Devlet Hazinesi boyutlarının da dikkate alınması da gerekiyor. 1961 Anayasası’ndan önceki dönemde, siyasal partilerle doğrudan ilgili bir yasa hükmü olmadığı için, partilere “Dernekler Yasası” uygulanıyordu. Oysa, Türk hukukuna 1961 Anayasası ile giren bazı ilkeler ve Siyasal Partiler Kanunu nedeniyle; siyasal partiler artık bir tür “kendine özgü”, “kamu tüzel kişisi benzeri” bir statü kazanmışlardır. Yani, siyasal parti, şirket, dernek, vakıf gibi herhangi bir tüzel kişi değil anayasanın 69. maddesinde “demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez ögesi” olarak kabul edilmiş bir kuruluştur. Parti kapatma davalarının Anayasa Mahkemesi’nde görülmesi gibi özellikler de, bu kuruluşların sıradan bir tüzel kişi olmadığının göstergesidir. Kısacası, bir siyasal parti kongresi, örneğin, herhangi bir anonim şirketin paydaşlarının katılacağı genel kurulundan çok farklı nitelikte bir toplantıdır.

    Anayasanın 69. maddesinin konumuz açısından önemli bir hükmü de şudur:

    “Devlet, siyasal partilere yeterli düzeyde ve hakça mali yardım yapar”. Partilerin mali denetimleri de,
    özel hükümler uyarınca Anayasa Mahkemesi’nce yapılır. Bu durum, devlet yardımı alan partilere ek bir sorumluluk getirir; çünkü harcamaların büyük bölümü ‘Devlet Hazinesi’nden karşılanmaktadır.

    Sonuç

    1961 Anayasası’ndan beri, “demokratik siyasal yaşamımızın vazgeçilmez ögeleri” sayılan siyasal partiler, bazı açılardan “kamusal” nitelikleri olan kuruluşlar haline gelmiştir. Siyasal partilerin içişlerine yani, politikalarını oluşturmalarına, görüşler geliştirmesine vb. etkinliklerine müdahale elbette kabul edilmez; ama her siyasal partinin, özellikle iktidar partisinin “demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez ögesi” olduğunun bilincini taşıması da gerekir. Basın yayın organlarının, parti etkinliklerini izleyip, yorumlaması da bu bağlamda değerlendirilmelidir.

    Bir siyasal partinin, hele devlet yardımından (yani yurttaşların ödediği vergilerden) en büyük payı alan iktidar partisinin; liderinin, subjektif nedenlerle uygun görmediği basın kuruluşlarını, partinin politikalarının görüşülmesi beklenen en üst düzey organ olan genel kurulun açık toplantılarına katılmaktan yasaklama yetkisi olmamalıdır.
    (Cumhuriyet 06.10.2012)

Mustafa BALBAY : Mevzubahis İktidarsa Vatan Teferruattır!

Mustafa BALBAY

Mevzubahis İktidarsa Vatan Teferruattır!

AKP 4. Olağan Kongresi’ni, daha doğru anlatımla Erdoğan’ın kongresini televizyon kanallarının yayımladığı ölçüde sonuna kadar izledim.

Medyanın genel görünümünü düşünürken sıklıkla aklıma gelen, “çok kanallı tekseslilik” tanımını iliklerime kadar duyumsadım.

Başbakan’ın konuşması boyunca tüm haber kanalları tek tip görüntüyü verdi. Hangi kanalı açsanız aynı görüntü vardı.

Partinin yönetim organlarına aday gösterilenlerin listesi açıklandığında tüm kanallar kesinleşmiş sonuç olarak duyurdu. Zira açıklanan listenin dışında başka birinin seçilmesi olanaksızdı.

Salonun iklimi, 1980’li yılların Demirperde ülkelerindeki komünist partisi kongrelerini anımsatıyordu.
Tek seçicinin her şeyi uzun uzun alkışlanıyordu, o kadar.

Medyaya uygulanan akreditasyonla ilgili söylenebilecek tek şey var:

Akredite bir medya isteniyor!

***

Başbakan’ın 3 saati aşan konuşmasından selamlamaları, şiirleri ve türküleri çıkardığımızda geriye partisinin Meclis’teki grup konuşmalarına benzer bir metin kalıyordu.

Ancak Başbakan’ın bu sözleri “2023 vizyonu” çerçevesinde söylediğini dikkate alıp, ona göre değerlendirme yapmak gerekir.

10 yıldır Türkiye’yi yöneten Erdoğan, en az bir 10 yılı daha sandıkta keklik görüp, bu sürecin tüm yönetim yapısını kendisine göre yeniden şekillendirmeye hazırlanıyor.

Kimi “tarafsız AKP’liler”, özellikle ekonomi tablosuna bakıp, Başbakan’ın bu şekillendirmede haklı olduğunu söylüyor. Ekonomideki durumun genel özeti şu; olağanüstü kriz dönemleri dışında Türkiye ilk 20 ülke arasında. 15’in altına inemiyoruz, 20’yi de pek aşmıyoruz. AKP döneminde de bu gerçek değişmedi. Başbakan’ın verdiği ekonomi rakamları da bunun göstergesinden başka bir şey değildi. AKP’nin ekonomideki dervişi de Kemal Derviş’ten başkası değildi.

Kamuoyundaki genel beklenti Başbakan’ın Kürt sorunu konusunda yepyeni şeyler söyleyeceği yönündeydi.
Beklenti o kadar büyütülmüştü ki ne söylense içi dolmazdı. Başbakan da şunu söylemekle yetindi:

“Kürt kardeşlerimize sesleniyorum; bunca zamandır biz adım atıyoruz, bir adım da siz atın…”

Ardından da topu CHP’ye atıp başka konuya geçti.

Dış politikaya bakınca, AKP’nin diliyle, “nereden nereye” gelindiği sorusuna şu yanıtı verebiliriz:

Avrupa’dan Ortadoğu’ya!

Ortadoğu’ya gelişi kesinlikle bir küçümseme anlamında vurgulamıyoruz. Keşke, Ortadoğu’yu kucaklayan, geleneksel “bütün taraflarla görüşebilme” gücümüzü daha üst standartlara ulaştıran bir politika çizebilseydik. Tam tersine, bu anlamda geçmişteki gücümüzün de gerisindeyiz.

Söylemeye dilimiz varmıyor ama Ortadoğu’da çözümlerin değil sorunların parçası haline geliyoruz.

Ne yazık ki iktidar iç politikada olduğu gibi dış politikada da devletin yapısına göre değil, AKP’nin hedeflerine göre adımlar atıyor.

Hedef 2023 olunca yer yer Mustafa Kemal’den esinlenmeler varmış gibi bir hava vermeyi de ihmal etmemişler. Sanıyorum o ünlü sözünden esinlenip kendilerine şöyle bir yol haritası çizmişler:

Mevzubahis iktidarsa vatan teferruattır!

***

Kongre sırası ve sonrası yorumlarda tam resmi AKP yayın organlarının çoğu; Başbakan için “dünya lideri” sıfatına kadar gitti. Belki de “Türkiye lideri” diyemedikleri için böyle bir çıkış buldular.

Hiçbir muhalefet partisi temsilcisinin katılmadığı bir kongre için başka ne denebilir?

Bir güç ne kadar büyük olursa olsun, yalnızlaştıkça güçsüzleşir. AKP’nin son kongresi ne kadar büyük görünürse görünsün yalnızlaştığının fotoğrafıdır.

Bu, aynı zamanda düşüşe geçişin göstergesidir. Böyle bir aşamadan sonra artık sorun, yeni iktidar seçeneğinin nasıl oluşacağıdır.

Türkiye’nin en azından bugünkünden daha iyi yönetilmesini sağlayacak bir seçenek oluşturamazsak…

Yuh olsun bize!