Günlük arşivler: 4 Ekim 2012

Suriye Tezkeresi TBMM’den geçti

Suriye Tezkeresi TBMM’den geçti

Suriye konusunda, Meclis’e sunulan Başbakanlık Tezkeresi kabul edildi.

Suriye konusunda, gece saatlerinde Meclis’e sunulan, TSK’nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve görevlendirilmesi de dahil Hükümete 1 yıl süreyle yetki verilmesini öngören Başbakanlık Tezkeresi Meclis’te tartışıldı. Tezkere, 320 kabul, 129 red oyla kabul edildi.

Genel Kurul’da kapalı yapılan oturum 10 yıl kamuoyundan gizlenecek.

Muharrem İnce: Tezkere Anayasa’ya aykırıdır

Meclis’te söz alan CHP’li Muharrem İnce; “Siz Türkiye’yi ABD’nin jandarması yaptınız. Esad, ortak bakanlar topladığınız zamanda, yatlarla gezdiğiniz zamanda dosttu. Yeni mi dikatatör oldu?! Tezkere, Milletler hukukuna ve Anayasa’ya aykırıdır. Siz Türkiye’de en çapsız Dışişleri bakanını devreye sokuyorsunuz diyen. Kaddafi’den insan hakları ödülü aldınız, katledilmesine de yardım ettiniz” diye konuştu.

Canikli: Kimden yanasınız ?

Muhalefet temsilcilerinin konuşmalarının ardından söz alan AKPGrup Başkanvekili Nurettin Canikli “Kimden yanasınız, Esad’tan mı, Türkiyeden mi?” diye sordu.

İnce: Esad’ın canı cehhenneme

Muharrem İnce AKP Nurettin Canikli’nin “Esad’tan mı yanasınız, Türkiye’den mi yanasınız?” şeklindeki sözlerine cevap vermek üzere tekrar kürsüye geldi.

İnce, “Esad’ın canı cehenneme bana ne Esad’tan biz Türkiye Cumhuriyeti’nden yanayım. Peki ben de size soruyorum siz Türkiye’den yana mısınız, Obama’dan yana mısınız” diye konuştu.

MHP’nin TEZKERE KARARI

Oktay Vural: Diplomasi iflas etmiştir

Daha sonra tezkere aleyhine söz alan Oktay Vural “Diplomasi iflas etmiştir. Malesef diplomasiyle halledilemeyen silah gücüne dönüşen bi durum var. Ve Meclis’ten yardım isteniyor. Bugün diplomasinin halletmesi gereken durumları tehdit olarak geçiyor. Bu süreç içinde herhangi bir bilgilendirme yapılmış değildir. Bize hiçbir şekilde bilgi verilmedi.Tavır oluşturmamızı istiyorlarsa her şeyi değerlendireceğiz.” dedi.

Kılıçdaroğlu: Sağduyulu hareket etmeli

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise grup toplantısına girmeden önce yaptığı kısa açıklamada, “Türkiye’nin sağduyulu hareket etmesi lazım Türkiye güçlü bir devlet” diye konuştu.

Çiçek: Tedbirli olmak gerek

TBMM Başkanı Cemil Çiçek ise konuyla ilgili, “Uluslararası hukuktan doğan haklarımızı koruruz. Soğukkanlı ve tedbirli olmak gerek.” dedi.

Suriye konusundaki tezkereyle ilgili Genel Kurul’un kapalı oturumun ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan İnce, “Kapalı oturumda bilmediğimiz bir şey söylemediler. Gazete haberlerinden ibaretti.” dedi.

İşte başbakanlık tezkeresi:

“Suriye’de devam etmekte olan krizin bölgesel istikrar ve güvenliğe olduğu kadar, ulusal güvenliğimize menfi etkisi giderek artan şekilde görülmektedir.

Suriye Arap Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetlerince yürütülen askeri harekatlar kapsamında, 20 Eylül 2012 tarihinden itibaren ülkemiz topraklarına da saldırgan eylemler yönelmiş ve müteaddit uyarılarımıza ve diplomatik girişimlerimize rağmen bu eylemler devam etmiştir. Ülkemiz topraklarına yönelik söz konusu saldırgan eylemler silahlı saldın eşiğindedir.

Bu durum, ulusal güvenliğimize ciddi tehdit ve riskler oluşturan bir aşamaya ulaşmıştır. Bu itibarla, ülkemize yönelebilecek ilave risk ve tehditlere karşı zamanında ve süratle hareket etmek ve gerekli tedbirleri almak ihtiyacı hasıl olmuştur. Bu çerçevede, hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükümetçe takdir ve tespit edilmek kaydıyla, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi ve görevlendirilmesi ile bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Hükümet tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için bir yıl süreyle izin verilmesini Anayasanın 92. maddesi uyarınca arz ederim.”

    (4 Ekim 2012, AA, Cumhuriyet portalı vd.)

Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan aynı koğuşta

Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan aynı koğuşta

CHP İzmir Milletvekili ve Cumhuriyet Yazarı Mustafa Balbay ile Gazeteci Tuncay Özkan aynı koğuşa alındılar.

Ergenekon davasından 4 yıla yakın süredir Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan ve 16 duruşmadan men cezaları olan CHP İzmir Milletvekili ve Cumhuriyet yazarı Mustafa Balbay ile gazeteci Tuncay Özkan’ın aynı koğuşa konulmasına karar verildiği öğrenildi.

Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan, aynı koğuşta kaldıkları Odatv davasında yargılanan Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu’nun 15 Eylül günü tahliye edilmesinden bu yana koğuşlarında tek başlarına kalıyorlardı.

Balbay ve Tuncay Özkan’ın görüşte oldukları sırada cezaevi savcılığının aynı koğuşa konulmalarına ilişkin kararının bildirildiği öğrenildi. Balbay ve Özkan’ın, kararın iletilmesi üzerine hazırlanmak için koğuşlarına döndükleri öğrenildi.

(4 Ekim 2012, Cumhuriyet portalı)

Suriye’den Akçakale için açıklama

Suriye’den Akçakale için açıklama

Suriye’nin BM Büyükelçisi Beşşar Caferi, ülkesinin, Türkiye ile herhangi biçimde şiddeti tırmandırma peşinde olmadığını söyledi.

New York- Gazetecilere, BM Güvenlik Konseyi’ne sunduğu mektubu okuyan Caferi, Suriye yönetiminin, Akçakale’ye top mermisinin düşmesi olayını soruşturduğunu belirterek, “Türkiye ile herhangi biçimde şiddeti tırmandırma peşinde olmadıklarını” ifade etti.

Caferi, mektupta, kurbanların ailelerine ve Türkiye’ye “En derin taziyelerini” sunan Suriye’nin, olayın nasıl meydana geldiğiyle ilgili soruşturmanın tamamlanmaması nedeniyle özür dilemediğini belirtti.

Türkiye’nin Akçakale’deki olaya top ateşiyle karşılık vermesi sonucu iki Suriye ordusu mensubunun yaralandığına değinen Beşşar Caferi, Suriye Hükümeti’nin, Türkiye’ye sınırlarını kontrol altında tutma çağrısında bulunduğunu kaydetti.

(4 Ekim 2012, Cumhuriyet portalı ve AA)

Mehmet Bedri Gültekin : Plan tıkır tıkır yürüyor!

Mehmet Bedri Gültekin
mbgultekin@ip.org.tr, 2 Ekim 2012

Plan tıkır tıkır yürüyor!

Aydınlıkçılar (İşçi Partisi), 1988 yılında “2000’e Doğru” ve 1991 yılında “Yüzyıl” dergilerinde ABD’nin “Üç İsrail Planı”nı açıkladıklarında, Türkiye’de çok az kişi bu planın uygulanabileceğini düşünmüştü. Aradan 25 yıl geçmiş bulunuyor. Son gelişmelerle birlikte artık çok az kişinin itiraz edeceği gerçek orta yerdedir.

“Plan tıkır tıkır işliyor!”

Plan’ın ilk adımı Irak’ın kuzeyinde “İkinci İsrail”in kurulmasıydı. Bilindiği üzere, hem de Türkiye’nin ev sahipliğini üstlendiği Çekiç Güç aracılığı ile kuruldu.
İkinci aşama, “İkinci İsrail”in Türkiye tarafından resmen tanınması ve Türkiye içinde bu sürece direnecek kuvvetlerin tasfiyesi idi.
AKP iktidarı ile bu aşamanın görevleri de yerine getirildi. Şimdi Türkiye’nin Irak’taki muhatabı Bağdat değil, Erbil’dir.
“Üç İsrail Planı”na ülke içinden gelebilecek dirençler ise Ergenekon ve Balyoz davalarıyla aşılmaya çalışılmıştır. Bu noktada da önemli bir mesafe alındığı inkâr edilemez. Türk Ordusu kışlalarına kapatılmış, bırakın vatanı, kendini savunma iradesi bile kırılmış, terör karşısında aciz bir konuma düşürülmüştür.

SON AŞAMA

Son aşamada, Türkiye’nin toprak bütünlüğü ve ulusal devlet yapısı masaya yatırılmıştır.
Bunların konuşulabilmesi için önce “asker PKK’nın hakkından gelemiyor” algısının yaratılması gerekiyordu.
Bunun için öncelikle Türk Ordusunun, PKK’nın üslendiği Kuzey Irak’a operasyon yapması yasaklandı. (Abdullah Gül ile Colin Powell arasında 2 Nisan 2003 tarihinde Ankara’da imzalanan iki sayfa dokuz maddelik gizli anlaşma.)
İkinci olarak, basına yansıyan Oslo görüşmeleriyle kanıtlandığı üzere; “etnik siyasete alan açıyoruz, silahlı mücadelenin zeminini ortadan kaldıracağız” söylemiyle Güneydoğu PKK’ya terk edildi. 100 kadar belediyesiyle PKK, Güneydoğu’daki gerçek iktidardır.

Böylece, Batı destekli teröre çok geniş bir toplumsal taban kazandırıldı.

Üçüncü olarak Türkiye’nin bütün komşularıyla olan ilişkileri dinamitlenerek, bölücü teröre Bölge çapında hareket olanağı yaratıldı.

AKP iktidarının Suriye, Irak ve İran politikası, Türkiye açısından bakıldığında bir intihar politikasıdır. Türkiye Cumhuriyeti, teröre karşı mücadelede sahip olduğu bütün avantajları kendi eliyle ortadan kaldırmıştır.

Son olarak eli kolu bağlanmış, karakollara ve kışlalara hapsedilmiş, operasyon yapma yetkisi AKP yandaşı ve cemaatçi valilere verilmiş olan Türk Ordusuna karşı Bölgede yaşanan gelişmelerin sağladığı avantajları da sonuna kadar değerlendiren ABD korumasındaki PKK büyük bir saldırı kampanyası başlatmış bulunuyor.

Bu aşamada amaç halkta; “Ordu PKK terörü ile baş edemiyor. Her durumda kaybedeceğiz. Olan gencecik çocuklarımıza ve ülkenin kaynaklarına oluyor. Ne olacaksa olsun ama bu iş artık bitsin” düşüncesini yaratmaktır.

Kısacası, artık Türkiye’nin toprak bütünlüğünü, milletimizin birliğini ve Türkiye Cumhuriyetinin ulusal yapısını tartışıyoruz.

YÜRÜTÜLEN KAMPANYA

Yaklaşık bir aydır “merkez medya” olarak bilinen basın yayın organlarında yoğun olarak bu fikirler tartışılıyor. Bu da bilinçli bir tercihtir.

Yukarıdaki fikirlerin F tipi ve AKP’nin basın yayın organlarında tartışılması toplumda istenen etkiyi yaratmaz.

Bir taşla iki kuş vuruyor. Hem halk ABD’nin istediği çözüme alıştırılıyor, hem de oluşabilecek tepkilerin AKP’ye ve Cemaat’e yönelmesi engelleniyor.

Erdoğan’ın Başbakanlık koltuğuna oturtulmasında hatırı sayılır bir emeği olan Morton Abramovitz, tam da gelinen aşamaya uygun açıklamalarıyla sürece müdahil oldu.

Abramovitz özetle; “Irak ve Suriye bölünüyor. Türkiye Kürtleri de bundan etkilenecek. Erdoğan eğer Kürt sorununda gerekli adımları atmazsa, gelişmelerin altında kalır” dedi.
PKK’nın son üç aydaki eylemleri olmasaydı Abramovitz’in bu görüşlerinin hiçbir kıymeti harbiyesi olmayacaktı.
Buradan hareketle, PKK’nın uygulamakta olduğu stratejinin arkasındaki “akıl” ortaya çıkarılabilir.
Abramovitz’in açıklamalarından sonra iktidar da, muhalefet de gerekli mesajı almış gibi görünüyorlar.
AKP, önce çeşitli yetkililerin (Beşir Atalay, Sadullah Ergin vd.), sonra bizzat Tayyip Erdoğan’ın ağzından doğrudan Öcalan’ın da dahil olacağı görüşmelerle hazır olduğunu açıkladı.

Yeni CHP, sürecin doğrudan içinde ve kendisine verilecek görevi üstlenmeye hazır. Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu Hürriyet gazetesine, “PKK’nın artık bölgesel bir aktör olduğunu ve silahla çözülecek bir mesele olmadığını” söyledi.

“PKK’ya verilecek hiçbir ödün, akan kandan, geri alınan demokratikleşme ve kalkınma amacından daha değerli olamaz.” (Metin Münir, 26 Eylül 2012, Milliyet).
Benzer görüşler şimdi bir kampanya halinde dile getiriliyor.
Amaç, bütün milletin bu noktaya gelmesidir.
İşte o zaman “Üç İsrail Planı”nın son aşaması da gerçekleşmiş olacaktır. Hesap budur.

SON SÖZ

“Hesap”ta olmayan bir unsur, Bölge devletlerinin ve halklarının ABD’nin bu emperyalist planına ne diyeceğidir.

İran, Irak ve Suriye devleti ve halkları, sözlerini söylüyorlar.

Türk’ü ve Kürd’üyle bütün milletimiz de sözünü söyleyecektir.
Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın!

Başbakanlık: Suriye vuruldu!

Başbakanlık: Suriye vuruldu!

Suriye’de muhaliflerle askerler arasında çatışmalar sürüyor. Türkiye sınırına yakın Şanlıurfa’nın Akçakale ilçe merkezine top mermisi düştü.

Top mermisinin infilak etmesiyle 5 kişi öldü, 2’si ağır 10 kişi yaralandı.

Akçakale’ye top mermisi düşmesiyle ilgili olarak Başbakanlık’tan yapılan açıklamada,

“Bu menfur saldırıya, sınır bölgesindeki Silahlı Kuvvelerimiz tarafından angajman kuralları doğrultusunda anında gereken karşılık verilmiş, radarla tespit edilen Suriye’deki noktalara top atışı yapılarak hedefler vurulmuştur.”
ifadelerine yer verildi.

Bu arada, açıklamada “NATO Konseyi’nin acil olarak toplanması kararlaştırılmıştır.” denildi.

Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesine Suriye tarafından atılan top mermisinin düşmesi ve 5 kişinin ölümüne yol açması sonrasında Başbakanlık’tan yapılan basın açıklamasında;

“Türkiye, angajman kuralları ve uluslararası hukuk çerçevesinde, Suriye rejiminin ulusal güvenliğimize yönelik bu tür provokasyonlarını asla karşılıksız bırakmayacaktır.” vurgusu yapıldı.

NATO: GELİŞMELERİ TAKİPTEYİZ

CLINTON: DURUM ÇOK ÇOK TEHLİKELİ

AKÇAKALE’YE TOP MERMİSİ: 5 ÖLÜ

Bugün saat 16.30 sularında Suriye rejim güçlerince açılan top ateşi sonucunda, Şanlıurfa’ya bağlı Akçakale ilçemizde 5 yurttaşın hayatını kaybettiği, 9 yurttaşın da yaralandığına dikkat çekilen açıklamada, şu ifadelere yer verildi:

“Bu menfur saldırıya, sınır bölgesindeki Silahlı Kuvvetlerimiz tarafından angajman kuralları doğrultusunda anında gereken karşılık verilmiş; radarla tespit edilen Suriye’deki noktalara top atışı yapılarak hedefler vurulmuştur.”

Provokasyon karşılıksız kalmayacak” vurgusu

Olayla ilgili olarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatlarıyla Dışişleri Bakanlığı tarafından gerekli diplomatik girişimlerin derhal başlatıldığına ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-mun ve Birleşmiş Milletler Konseyi üyesi bazı ülkelerin dışişleri bakanları ile telefon görüşmeleri yapıldığına vurgu yapılan Başbakanlık açıklamasında, şu ifadeler yer aldı:

Bu çerçevede NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen ile de bir telefon görüşmesi yapılmış; NATO Konseyi’nin acil olarak toplanması kararlaştırılmıştır.

Türkiye, angajman kuralları ve uluslararası hukuk çerçevesinde, Suriye rejiminin ulusal güvenliğimize yönelik bu tür provokasyonlarını asla karşılıksız bırakmayacaktır.

Olayda yaşamlarını yitiren vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine ve yakınlarına sabır ve metanet; yaralı vatandaşlarımıza da acil şifalar diliyoruz.

Başbakanlık Resmi Konutu’nda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında yapılan toplantı devam ediyor.

Ankara’da zirve

Akçakale’ye düşen bombanın ardından Ankara’daki acil toplantıya Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ ve İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin katıldı.

Pentagon: Sıcak çatışma beklemiyoruz

Pentagon’dan Türkiye’nin Suriye’ye ‘misilleme’ yapmasıyla ilgili açıklama yapıldı.

Açıklamada, “Sıcak çatışma beklemiyoruz” denildi.

    Oyun gerçek mi oluyor??

Şanlıurfa’nın Suriye sınırındaki ilçesi Akçakale’ye son dönemde üst üste havan mermilerinin düşmesi, akıllara bir kez daha ABD’de Haziran ayında kurgulanan savaş senaryolarını getirdi. Hürriyet, Türkiye’nin Suriye’yi kısmen işgal etmesiyle sonuçlanan “savaş oyunu”nu Türk kamuoyuna, Washington Temsilcisi Tolga Tanış’ın 24 Ağustos’taki haberiyle duyurmuştu.

ABD’nin en önemli üç düşünce kuruluşu, liberallerin kalesi olarak bilinen Brookings Enstitüsü’nde bir araya gelerek Suriye kriziyle ilgili bir savaş oyunu oynamıştı.

ABD, Türkiye ve Suudi Arabistan’ı temsilen üç takım halinde yürütülen simülasyonda, Türkiye’deki bombalama olaylarının artmasının ardından Türkiye, Suriye’yi kısmen işgal etmişti.

Oyundaki senaryo şöyleydi:

“Suriye’deki olaylarda ölenlerin sayısı giderek arttı. Türkiye yine müdahaleden uzak durdu. Bu kez Suriye’den kaçan mültecilerin sayısı arttı. Bu da Türkiye’nin müdahalesine yetmedi. Senaryonun ilerleyen kısımlarında ne zaman ki Türkiye’de bombalama olayları başladı. Tüm dengeler değişti. Ve sonunda Türkiye, Suriye’ye tek başına girmek zorunda kaldı. Böylece ABD ve Suudi Arabistan ekiplerinin istediği oldu, Türkiye Suriye’ye bir askeri müdahaleye başladı.

Senaryoda bombalamaların nerelerde olduğu tek tek belirtilmedi. Ama Türkiye ekibinin konuyu kendi içindeki değerlendirmesinde Gaziantep ve Kahramanmaraş gündeme geldi. Bombalamaları kimin yaptığı da söylenmedi.”

=========================================================

Meclis Suriye tezkeresi gündemiyle acil toplanıyor

Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesine Suriye tarafından atılan bomba nedeniyle 5 yurttaşın yaşamını yitirmesi üzerine bu ülkeye yönelik “misillemenin” ardından hükümet Suryie’ye yönelik sınırötesi operasyon için tezkere hazırlığı başlattı. Tezkerenin hemen Meclis’e sevkedileceği bilgisi üzerine ‘tezkere alarmı‘na geçen TBMM’nin yarın (4 Ekim 2012, saat 10.00’da ivedi toplanması kararlaştırıldı.

(3 Ekim 2012, Cumhuriyet, Hürriyet portalı vd.)

Müyesser Yıldız : VATAN YAHUT SİLİVRİ

VATAN YAHUT SİLİVRİ

Dr. Ceyhun BALCI
İzmir Tabip Odası Genel Sekreteri
03.10.2012

Silivri zindanından yazan herkesin, her satırı okunmalı! O koşullar altında var olabilmeyi başaran herkesin, her türlü üretimi saygıdeğerdir. Kolay olan ağıt yakmak yerine, zor olan başkaldırmayı ve teslim olmamayı seçenler Silivri’yi kitap üretim merkezine dönüştürmüş durumdalar. Orada üretilenler şimdiden bir kitaplığı dolduracak çokluğa erişme yolundadır!

Müyesser Yıldız’ın “Vatan yahut Silivri”si de bunlardan birisi.

Bu kitap Silivri’den yansımaların ötesine geçmiş içeriğiyle!

Karşılaştırmalı tarih kitabı demek abartılı bir niteleme olmaz!

Yirminci yüzyılın başında Osmanlı’nın son günlerinde yaşananların güncel izdüşümleri son derece ustaca ve çarpıcı şekilde bir araya getirilmiş!

Malta Sürgünleri, Bekirağa Bölüğü, Nemrut Mustafa Divanı ve daha nicelerinin bir asır sonra neredeyse bire bir aynısının yaşadığımız yıllarda yinelendiğini biraz şaşırarark ve biraz da ibretle okuyacaksınız!

“Tarih tekerrür” ettiğine göre “ders alınmamış” olduğunu saptayarak!

Biraz da ders almayanların kuşağından olduğumuzdan utanarak…

“Vatan Yahut Silivri” okunmalı, okutturulmalı daha da önemlisi bu kitapta anlatılanlardan dersler çıkartılmalı!

(Fotoğrafları biz koyduk.. Dr. Ahmet Saltık, www.ahmetsaltik.net, 3.10.12)

29 Ekim 2012 Büyük Yürüyüş Çağrı Metni..

29 Ekim 2012 Büyük Yürüyüş Çağrı Metni

CUMHURİYETİN KURULDUĞU GÜN VE YERDE BÜYÜK BULUŞMAYA VE CUMHURİYET İÇİN SEFERBERLİK YÜRÜYÜŞÜNE ÇAĞRI

Mustafa Kemal Atatürk, Söylev’ine, “1919 yılı Mayısının 19. günü Samsun’a çıktım. Genel durum ve görünüş” diye başlar. “Genel görünüş” içler acısıdır. İşgalci devletler padişaha tüm isteklerini kabul ettirmiş; onlara yaslanan, halkının geleceğini yok sayan saray; ordunun dağılmasına, yurdun her köşesinin işgaline izin vermiştir. Halk, yokluk ve yoksunluk içindedir; ama umutsuz ve umarsız değildir. Yurtseverler örgütlenir; direnir…

Mustafa Kemal ATATÜRK önderliğinde ulusal kurtuluş savaşını yapar ve işgalci emperyalistleri ülkeden kovar. Türk Ulusu, böyle destansı bir iradenin, direnmenin, mücadelenin sonunda; köhnemiş Osmanlı düzenini yıkar, tam bağımsız, vatanı ve milletiyle bölünmez bütünlüğü esas alan, ulus iradesine dayalı demokratik, laik ve çağdaş bir cumhuriyet kurulur.

BUGÜN,

Ata’mızın bu yüce eseri tahrip edilmektedir.

O’nun en büyük devrimlerinden biri olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti bölünüp parçalanmaya,
Bölücü anayasa girişimiyle din, mezhep ve etnik köken farkı gözetmeden “Türk milletinin Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkı olduğu inancı” ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.

O’nun Cumhuriyetin en temel dayanaklarından biri yaptığı laiklik ortadan kaldırılmaya çalışılmakta, Türkiye otoriter bir din devletine dönüştürülmeye kalkışılmaktadır.

Çocuklarımızın ve ülkemizin geleceğini karartacak dört artı dört artı dört eğitim yasası ile Atatürk Devrimlerinin temel yasalarından eğitim ve öğretim birliği yok edilmekte, Cumhuriyetimizin kazanımı kültür ve sanat kurumlarımız ortadan kaldırılmak istenmektedir.

Silah zoruyla ülkeyi bölmeye çalışan eli kanlı teröristle müzakere masasına oturulmakta, mutabakatlar imzalanmakta, her gün, yurdun her köşesinden şehit cenazeleri kaldırılmaktadır.

Ülkenin aydınları, bilim adamları, gazetecileri, askerleri zindanlara atılarak susturulmaya ve halk sindirilmeye çalışılmaktadır.

Büyük Ortadoğu projesine taşeronluk yapılarak ülkemiz Ortadoğu’nun savaş bataklığına sürüklenmek istenmektedir. Cumhuriyet döneminde kurulan kamuya ait sanayi tesislerimiz satılmış, ulusal ekonomimiz çökertilmiştir.

Vatandaşımız işsiz bırakılmış, açlık, yoksulluk içinde, yardımla ve banka kredileriyle yaşamını sürdürmeye çalışır duruma düşürülmüştür.

Halkçılık ilkesinden uzaklaşılarak, sağlık ve eğitim paralı hale getirilmiştir.
Ulusal bayramlarımızda, kutlama törenleri kısıtlanmakta veya bahanelerle iptal edilmektedir.

ÇARE

Tüm sorunlarımızın çözümü; egemenliğin gerçekten ulusta olduğu, her alanda tam bağımsızlık ilkesiyle, akıl ve bilimin öncülüğünde, emperyalist talepler yerine halkın çıkarlarını ön plana çıkaran Ulusal Yönetim anlayışındadır.

Bu anlayışla, tüm halkımızı, demokratik kitler örgütlerini ve siyasal partileri birlikte mücadele etmeye, vatan ve cumhuriyet için birlikteliğe çağırıyoruz!

UNUTMAYALIM;

Kurtuluş Savaşının en zorlu koşullarında bir araya gelen Türk Ulusu, bugün de emperyalizmin ve destekçilerinin oyunlarını bozacak ve ulusal bir yönetimin önünü açacak güce sahiptir.

Bu güce inanıyoruz.

BU İNANÇLA, ÖNCE VATAN VE CUMHURİYET DİYEN HERKESİ;
BİRLEŞMEYE, ATATÜRK DEVRİMLERİNİ EGEMEN KILMAYA,
YURTSEVERLİK ÖDEVİNİ YAPMAYA ÇAĞIRIYORUZ.
BAYRAMIMIZI KUTLAYALIM VE ATA’MIZA ÇAĞLAYAN GİBİ YÜRÜYELİM.

CUMHURİYET İÇİN SEFERBERLİK YÜRÜYÜŞÜNDE BULUŞALIM!

TARİH : 29 EKİM 2012 PAZARTESİ
SAAT : 13.00
YER : BİRİNCİ MECLİS ÖNÜ ULUS/ANKARA

VATAN VE CUMHURİYET BİRLİKTELİĞİ

Atatürkçü Düşünce Derneği
Birleşik Kamu İş Konfederasyonu
Cumhuriyet Kadınları Derneği
Devlet Tiyatrosu Opera ve Balesi Çalışanları Yardımlaşma Vakfı (TOBAV)
Dil Derneği
Eğitim –İş Sendikası
Engelliler Konfederasyonu
İşçi Parisi
Müzik Eğitimcileri Derneği (MÜZED)
Tüketici Hakları Derneği
Türkiye Gençlik Birliği
Türkiye Harp Malulü Gaziler Şehit Dul ve Yetimleri Derneği
Ulusal Eğitim Derneği

Büyük gün 29 Ekim. Daha önce 19 Mayıs için “Gençliğin Diriliş Günü” denmişti.
Gençlik o günden sonra dirildi de.

29 Ekim’de “Türk Milletinin Diriliş Günü” olacak.

“Birileri halen Yargıtay kararını bekleyecek ama TGB için Yargıtay kararının bir önemi yok.” dedik ya bu karar daha önce verilmişti diye.

29 Ekim 1923 Türk devrimi açısından çok önemli bir gün.

Aradan 89 yıl geçti… Tarih 29 Ekim 2012. Türk milleti açısından bu tarih dönüm noktası olacaktır.

Gençlik ne demişti: “Balyoz’u 29 Ekim’de AKP’ye indireceğiz” demişti.

29 Ekim’i bekleyin. Bu tarih “Türk Milletinin Diriliş Günü” olacaktır.

Türkiye Gençlik Birliği

Şükrü Elekdağ : PKK ile müzakere toplumsal kırılmaya yol açar

Diplomattan çarpıcı tespit

Uğur Dündar
SÖZCÜ, 3.10.12

Amerika’yı en iyi bilen diplomattan çarpıcı tespit

PKK ile müzakere toplumsal kırılmaya yol açar

Elekdağ, “PKK’nın çatışmayı tırmandırdığı bir ortamda hükümetin müzakereye girişmesi devletin, PKK’nın hakimiyetini kabul ettiği anlamına gelir. Bu bölünmeden de tehlikeli” dedi.

Sev­gi­li okur­lar,

AKP Ge­nel Baş­ka­nı ve Baş­ba­kan Tay­yip Er­do­ğa­n’­ın, par­ti­si­nin kon gre­sin­de, ye­ni Os­lo sü­re­ci ko­nu­sun­da te­le­viz­yon­lar­da söy­le­dik­le­ri­ne açık­lık ge­tir­me­si bek­le­ni­yor­du. Zir­ve ya­pan PKK te­rö­rüy­le mü­ca­de­le­de bir yol ha­ri­ta­sı sun­ma­sı da bek­len­ti­ler ara­sın­day­dı. An­cak Er­do­ğan, bek­len­ti­le­rin ak­si­ne, bu so­run­la­ra hiç de­ğin­me­di. Ben de bu­nun ne­de­ni­ni, 6 yıl sü­rey­le Dı­şiş­le­ri Ba­kan­lı­ğı Müş­te­şar­lı­ğı, 10 yıl da Was­hing­ton Bü­yü­kel­çi­l­ği gö­rev­le­rin­de bu­lu­nan, Şük­rü Elek­da­ğ’­a sor­dum. Çün­kü da­ha ön­ce yap­tı­ğı­mız söy­le­şi­ler­de Sa­yın Elek­da­ğ’­ın di­le ge­tir­di­ği tüm ön­gö­rü­le­ri ara­dan ge­çen za­man doğ­ru­la­dı.

İş­te bu bil­ge in­sa­na yö­nelt­ti­ğim so­ru­lar ve çar­pı­cı yanıt­lar:

UĞUR DÜN­DAR (UD): Sa­yın Elek­dağ, ba­zı de­ğer­len­dir­me­le­ri­niz bir baş­ka­sı ta­ra­fın­dan ya­pıl­sa, komp­lo te­ori­si ola­rak gö­rü­le­bi­lir… Ama gü­ven ve­ri­ci say­gın kim­li­ği­niz ne­de­niy­le siz ko­nu­şun­ca taş­lar zih­ni­miz­de yer­li ye­ri­ne otu­ru­yor, uf­ku­muz açı­lı­yor. Baş­ba­kan Er­do­ğa­n’­ın, kon­gre­de­ki ko­nuş­ma­sın­da ye­ni Os­lo sü­re­ci­ne hiç de­ğin­me­me­si­ni
na­sıl de­ğer­len­di­ri­yor­su­nuz?

ŞÜK­RÜ ELEK­DAĞ (ŞE): Tür­ki­ye açı­sın­dan va­ro­luş­sal ni­te­lik­te ve ulu­sal çı­kar­la­rı teh­dit eden ya­kı­cı so­run­lar ol­ma­la­rı ne­de­niy­le, Baş­ba­ka­n’­ın bu ko­nu­lar­da AK­P’­nin “ta­ri­hi­” kon­gre­sin­de do­yu­ru­cu açık­la­ma­lar yap­ma­sı zo­run­luy­du. Bu hu­sus­ta­ki bek­len­ti­ler de yük­sek­ti. Bu ne­den­le, Baş­ba­ka­n’­ın bu so­run­la­ra de­ğin­me­me­si hem düş kı­rık­lı­ğı­na,
hem de kon­gre için “dağ fa­re do­ğur­du­” şek­lin­de de­ğer­len­dir­me­ler ya­pıl­ma­sı­na yol aç­tı. Baş­ba­kan Er­do­ğan kon­gre­den ön­ce­ki gün­ler­de TV ka­nal­la­rın­da yap­tı­ğı söy­le­şi­ler­de Öca­lan ile ye­ni­den gö­rüş­me ya­pı­la­bi­le­ce­ği­ni açık­ça ifa­de et­ti. Bu söz­le­ri, PKK’­nın te­rö­rü tır­man­dır­mak ve şid­de­ti gi­de­rek yay­gın­laş­tır­mak su­re­tiy­le AKP ik­ti­da­rı­nı sı­kış­tır­dı­ğı bir or­tam­da söy­le­me­si bü­yük bir ta­lih­siz­lik­ti. Çün­kü, bu kon­jonk­tür­de dev­le­tin PKK ile ma­sa­ya otur­mak is­te­me­si­nin, pes et­mek­ten baş­ka ne an­la­mı ola­bi­lir? Bu iti­bar­la Baş­ba­ka­n’­ın, ül­ke­nin ulu­sal onur ve gu­ru­ru­nu ya­ra­la­yı­cı bir ni­te­lik ta­şı­yan bu sü­re­ce te­mas et­me­si, ha­ma­si do­zu çok yük­sek ko­nuş­ma­sı­na ters dü­şe­cek­ti. Ni­te­kim Baş­ba­kan ko­nuş­ma­sın­da, “Biz bu ül­ke­nin şe­hit­le­ri­ne mah­çup ol­ma­ya­ca­ğız, bu ül­ke­de­ki şe­hit ana­la­rı­nın, şe­hit ba­ba­la­rı­nın baş­la­rı­nın öne eğil­me­si­ne as­la mü­sa­ade et­me­ye­ce­ği­z.” di­ye­rek, te­rör­le mü­ca­de­le­de ta­viz ve­ril­me­ye­ce­ği­ni vur­gu­la­yan bir yak­la­şım be­nim­se­di.

UD: Baş­ba­ka­n’­ın kon­gre­de te­rör­le mü­ca­de­le ko­nu­sun­da bir yol ha­ri­ta­sı su­na­ma­ma­sı­nı na­sıl izah edi­yor­su­nuz?

ŞE: Baş­ba­kan “İm­ra­lı ile gö­rü­şü­lü­r” de­yin­ce da­ha ön­ce­ki be­yan ve tu­tum­la­rıy­la açık­ça çe­liş­ki­ye düş­tü. Anım­sa­na­ca­ğı üze­re, Ha­bur ve Os­lo sü­reç­le­ri gi­bi yol­lar­la hü­kü­met ta­ra­fın­dan gös­te­ri­len uz­la­şı­cı yak­la­şım­la­rın PKK ta­ra­fın­dan sa­bo­te edil­me­si, Baş­ba­ka­nı son de­re­ce öf­ke­len­dir­miş ve sert demeçlerine yol aç­mış­tı. Hü­kü­met daha sonra açık­la­dı­ğı “10 mad­de­lik ye­ni stra­te­ji­” ile Öca­la­n’­ın ve­ya PKK’­nın mu­ha­tap alın­ma­ya­ca­ğı­nı ve PKK ile bir da­ha gö­rü­şü­le­cek­se, bu­nun an­cak ör­gü­tün si­lah bı­rak­ma­sı için ola­ca­ğı­nı vur­gu­la­mış­tı. Şim­di, bü­tün bun­lar­dan son­ra, ne de­ğiş­ti de Baş­ba­kan PKK ile ma­sa­ya otur­ma­yı ka­bul ede­bi­le­ce­ği­ni söy­lü­yor? An­ka­ra­’ya mey­dan oku­yan ve te­rö­rü tır­man­dı­ran PKK’­nın si­lah bı­rak­ma­sı söz ko­nu­su ola­ma­ya­ca­ğı­na gö­re, Baş­ba­kan han­gi ge­rek­çey­le mü­za­ke­re sü­re­ci­ni baş­la­ta­cak? PKK’­nın Şem­din­li­’de cep­he sa­va­şı yap­ma­ya cü­ret et­ti­ği, ça­tış­ma­yı tır­man­dır­ma­ya ve yurt sat­hı­na yay­ma­ya ça­lış­tı­ğı bir or­tam­da hü­kü­me­tin PKK ile giz­li ve­ya açık mü­za­ke­re­ye gi­riş­me­si, dev­le­tin PKK’­nın ha­ki­mi­ye­ti­ni ka­bul et­ti­ği an­la­mı­na ge­lir. Böy­le bir du­rum top­lum­sal kı­rıl­ma­ya yol açar ve Tür­ki­ye­’yi bö­lün­me­den de öte çok teh­li­ke­li bir gir­da­ba sü­rük­ler.

“10 mad­de­lik ye­ni stra­te­ji­”nin ön­gör­dü­ğü bir hu­sus da şöy­ley­di:

Te­rör ör­gü­tü sin­di­ri­le­cek ve bu su­ret­le Gü­ney­do­ğu­’da ve di­ğer böl­ge­ler­de ya­şa­yan Kürt va­tan­daş­lar PKK ve KCK’­nın bas­kı­sın­dan kur­ta­rı­la­cak­tı. Böy­le­ce PKK tut­sak­lı­ğın­dan azat edil­miş Kürt top­lu­mu mu­ha­tap alı­na­rak so­run çö­zü­le­cek­ti. Ama, Hü­kü­me­t’­in Su­ri­ye po­li­ti­ka­sı ne­de­niy­le PKK sin­di­ril­mek şöy­le dur­sun bi­la­kis güç­len­di ve bu pro­je su­ya düş­tü. Ya­ni, AKP Hü­kü­me­ti­’nin te­rör­le mü­ca­de­le stra­te­ji­si yok…

UD: Ku­zey Irak Böl­ge­sel Kürt Yö­ne­ti­mi Baş­ka­nı Me­sut Bar­za­ni, kon­gre­de yap­tı­ğı ko­nu­ma­da te­rör­le mü­ca­de­le­de Tür­ki­ye­’ye yar­dım ede­ce­ği­ni söy­le­di. Bu­nu na­sıl de­ğer­len­di­ri­yor­su­nuz?

ŞE: PKK te­rör ör­gü­tü­nün, as­ke­ri ka­rar­ga­hı, lo­jis­tik üs­sü ve gü­ven­li böl­ge­si ve­ya “cep­he ge­ri­si üs­sü­” Ku­zey Ira­k’­ta­dır. Te­rö­rist­ler ci­na­yet­le­ri­ni bu­ra­da plan­lı­yor, sı­nı­rı ge­çip as­ker­le­ri­mi­zi ve si­vil va­tan­daş­la­rı­mı­zı öl­dür­dük­ten son­ra da üs­le­ri­ne ge­ri dö­nü­yor­lar. PKK’­nın Tür­ki­ye­’ye kar­şı sür­dür­dü­ğü sa­vaş­ta, Tür­ki­ye cep­he, Ku­zey Irak da “cep­he ge­ri­si üs”­tür. Eğer cep­he ge­ri­si üs ol­maz­sa, PKK tü­rü te­rör ör­güt­le­ri ya­şam­la­rı­nı ke­sin­lik­le sür­dü­re­mez­ler. PKK’­nın Hak­ka­ri/Şem­din­li­’de as­ke­re kar­şı gös­ter­di­ği di­renç ve Tür­ki­ye için­de ci­na­yet­le­ri­ni tır­man­dı­ra­bil­me­si­nin ne­de­ni, Tür­ki­ye-Irak sı­nı­rı bo­yun­ca Irak top­rak­la­rın­da bir di­zi kam­pı­nın bu­lun­ma­sın­dan­dır. Tür­ki­ye sı­nı­rın­dan başlayarak 5 ila 25 km ge­niş­li­ğin­de bir şe­rit için­de yan ya­na di­zil­miş olan Haf­ta­nin-Me­ti­na-Zap-Ava­şin-Bas­yan-Ha­kurk kamp­la­rı, PKK ta­ra­fın­dan Tür­ki­ye­’ye sal­dı­rı için bir tramp­len ola­rak kul­la­nıl­mak­ta­dır. Tür­ki­ye­’nin PKK te­rö­rü­nü tas­fi­ye et­me­si­nin bi­rin­ci şar­tı, bu te­rör yu­va­la­rı­nı im­ha et­mek­tir. Ay­nı şe­kil­de uçar bir­lik­ler­le ya­pı­la­cak ha­va/ka­ra ope­ras­yon­la­rıy­la Kan­di­l’­de­ki PKK he­def­le­ri­nin sü­rek­li vu­ru­la­rak PKK’­nın do­ku­nul­maz­lık ve gü­ven duy­gu­su or­ta­dan kal­dı­rıl­ma­lı­dır. Ulus­la­ra­ra­sı hu­kuk Tür­ki­ye­’ye bu ope­ras­yon­la­rı yap­ma hak­kı­nı ver­mek­te­dir. K. Ira­k’­ta­ki PKK mev­cu­di­ye­ti tas­fi­ye edil­me­den Tür­ki­ye ne te­rör so­ru­nu­nu, ne de Kürt so­ru­nun çö­ze­bi­lir.

UD: Ope­ras­yon­la­rı ne­den ya­pa­mı­yo­ruz?

ŞE: Baş­ba­kan Er­do­ğan, bu yı­lın ni­san ayın­da AB­D’­den dö­nen Bar­za­ni­’nin Tür­ki­ye­’yi zi­ya­re­ti sı­ra­sın­da Irak Böl­ge­sel Kürt Yö­ne­ti­mi­’nin PKK’­yı top­rak­la­rın­da ba­rın­dı­ra­ma­ya­ca­ğı­nı açık­la­mış ve Bar­za­ni­’ye şu üç se­çe­ne­ği ta­nı­mış­tı:

1) Ya Bar­za­ni ken­di gü­cüy­le PKK’­yı tas­fi­ye ede­cek­ti.
2) Ya­hut bu­nu Tür­ki­ye­’nin yar­dı­mıy­la ya­pa­cak­tı.
3) Ya­hut da, Türk Si­lah­lı Kuv­vet­le­ri (TSK) Ku­zey Irak top­rak­la­rı­na gi­re­rek PKK’­nın bu­ra­da­ki mev­cu­di­ye­ti­ne son ve­re­cek­ti. Ne var ki Baş­ba­kan bu­nu ha­ya­ta ge­çi­re­cek si­ya­si ce­sa­re­ti gös­te­re­me­di.

UD: Hü­kü­me­tin bu si­ya­si za­fi­ye­te düş­me­si ne­den ile­ri ge­li­yor?

ŞE: Bü­yük müt­te­fi­ki­miz ABD, TSK’­nın Ku­zey Ira­k’­ta ka­ra ha­re­ka­tı ya­pa­rak PKK’­yı tas­fi­ye et­me­si­ni en­gel­li­yor. Çün­kü Was­hing­ton, Or­ta­do­ğu stra­te­ji­si­nin ön­gör­dü­ğü he­def­le­rin ger­çek­leş­ti­ril­me­sin­de bir apa­rat ola­rak PKK’­ya ih­ti­yaç du­yu­yor. Bu ne­den­le de PKK’­nın tas­fi­ye­si­ne ya­naş­mı­yor. Bir yan­dan da Tür­ki­ye­’ye PKK’y­la mü­za­ke­re ede­rek so­ru­na si­ya­si bir çö­züm bul­ma­yı da­ya­tı­yor. Söy­le­dik­le­ri­me açık­lık ge­tir­mek için 1 Mart 2003 tez­ke­re­si­nin TBMM’­de red­din­den son­ra­ki dö­nem­de AB­D’­nin Tür­ki­ye­’ye kar­şı iz­le­di­ği po­li­ti­ka­ya bir göz ata­lım:

1 Mart tez­ke­re­si­nin TBMM’­de ka­bul edil­me­me­si üze­ri­ne ABD, Tür­ki­ye­’yi ce­za­lan­dır­ma yol­la­rı­nı ara­mış ve bu amaç­la ilk al­dı­ğı ka­rar, Ku­zey Ira­k’­ta ko­nuş­lan­mış olan PKK un­sur­la­rı­nı he­def lis­te­sin­den çı­kar­mak ve Bar­za­ni­’nin te­rör ör­gü­tü­ne kol ka­nat ger­me­si­ne ye­şil ışık yak­mak ol­muş­tur. ABD, 2003-2007 ara­sın­da da TSK’­nın Ku­zey Ira­k’­ta­ki PKK ka­rar­gah ve kamp­la­rı­na ha­va ve ka­ra ope­ras­yon­la­rı yap­ma­sı­nı ön­le­ye­rek PKK’­nın can­la­nıp güç­len­me­si­ne fii­len kat­kı­da bu­lun­muş ve te­rör ör­gü­tü­nün ha­mi­li­ği­ni yap­mış­tır. 2007 Ka­sım ayın­dan başlayarak ise ABD, te­rör ör­gü­tü­nün tas­fi­ye­sin­de Tür­ki­ye­’nin ya­nın­da yer al­dı­ğı­nı alây-ü vâ­lâ ile açık­la­mış ve ha­va ope­ras­yon­la­rı için is­tih­ba­rat ver­me­yi ka­bul et­miş­se de, sağ­la­dı­ğı is­tih­ba­rat, te­rör ör­gü­tü­nün vu­ru­cu gü­cü­ne faz­la za­rar ver­me­me esa­sı­na gö­re ayar­lan­mış­tır. Ger­çek­te, ABD, Tür­ki­ye­’nin Ku­zey Ira­k’­a gös­ter­me­lik ha­va ope­ras­yon­la­rı yap­ma­sı­na izin ve­re­rek, Türk ka­mu­oyu­nun ga­zı­nı al­ma­yı he­def­le­miş­tir. Bu şe­kil­de te­rör­le mü­ca­de­le­de, ta­bir ca­iz­se ağa­cın in­ce dal­la­rı bu­dan­mış, fa­kat göv­de iler­de da­ha gür dal­lar çı­ka­ra­cak şe­kil­de can­lı tu­tul­muş­tur. Ya­ni, bu­gün­ler­de Türk-Ame­ri­kan iliş­ki­le­ri­nin al­tın dev­ri­ni ya­şa­dı­ğı­nı sık sık di­le ge­ti­ren Was­hing­ton, Tür­ki­ye­’nin al­tı­nı oyu­yor. AB­D’­nin bu tu­tu­mu, Or­ta­do­ğu­’ya yö­ne­lik stra­te­jik viz­yo­nun­dan kay­nak­la­nı­yor. Bu viz­yon uzun va­de­de böl­ge­de AB­D’­nin ve­li-ni­me­ti ola­ca­ğı bir je­opo­li­tik Kürt böl­ge­si­nin oluş­tu­rul­ma­sı­nı ön­gö­rü­yor…

UD: Ya­ni kı­ral çıp­lak ama Türk ka­mu­oyu bu­nu gör­mü­yor.

ŞE: Evet öy­le. ABD ay­rı­ca, si­lah­lı bir PKK’­yı Tür­ki­ye­’ye kar­şı kul­lan­mak için bir koz ola­rak el­de tut­mak is­ti­yor. ABD, Tür­ki­ye gi­bi böl­ge den­ge­le­ri­ni et­ki­le­ye­bi­le­cek po­tan­si­yel­de bir dev­let üze­rin­de, özel­lik­le Or­ta­do­ğu­’nun ye­ni­den ya­pı­lan­ma sü­re­cin­de, kon­trol sa­hi­bi ol­mak ve bu­na im­kan ve­re­cek araç­la­rı elin­de tut­mak is­ter. So­ğuk sa­vaş dö­ne­min­de Was­hing­ton Tür­ki­ye­’yi is­te­di­ği gi­bi yön­len­di­re­bi­le­ce­ği iki et­ki­li ara­ca sa­hip­ti. Bun­lar­dan bi­rin­ci­si Sov­yet­ler Bir­li­ği­’n­den kay­nak­la­nan teh­dit, ikin­ci­si de Tür­ki­ye­’ye as­ke­ri ve eko­no­mik yar­dım­dı. Ha­len bu 2 araç­tan da mah­rum olan Was­hing­ton, Tür­ki­ye­’nin kon­tro­lü için bir araç ola­rak PKK’­yı eli­nin al­tın­da tut­ma zo­run­lu­lu­ğu­nu du­yu­yor. AB­D’­nin Or­ta­do­ğu stra­te­ji­si­nin 3 te­mel he­de­fi­ni; 1) Ener­ji hav­za­la­rı­nın ve pet­rol ta­şı­ma yol­la­rı­nın de­ne­ti­mi, 2) İra­n’­ın böl­ge­de ken­di­si­ne di­re­ne­cek ve mey­dan oku­ya­cak bir he­ge­mon dev­let ola­rak yük­sel­me­si­nin ön­len­me­si ve 3) İs­ra­il’­in gü­ven­li­ği­nin sağ­lan­ma­sı oluş­tu­ru­yor. Bu amaç­la­rı doğ­rul­tu­sun­da, ABD, İra­n’­ı den­ge­le­ye­cek bir ağır­lık teş­kil et­me­si ne­de­niy­le, Tür­ki­ye­’yi ya­nı­na çek­me­ye bü­yük önem ve­ri­yor. Bu ne­den­le Was­hing­ton, PKK ko­zu­nu in­saf­sız­ca kul­la­na­rak AKP Hü­kü­me­ti­’ni İran ve Su­ri­ye po­li­ti­ka­sı­nı de­ğiş­tir­me­ye ve AB­D’­nin­kiy­le uyum ha­li­ne ge­tir­me­ye zor­la­dı. Bun­da da ba­şa­rı sağ­la­dı. Bu­na rağ­men ABD, hâ­lâ PKK’­yı göz­den çı­kar­mı­yor. Bu­nun se­be­bi de, Or­ta­do­ğu ve Arap ale­min­de say­gın­lık ve li­der­lik ara­yan Baş­ba­kan Er­do­ğa­n’­ın dış po­li­ti­ka­sı­nın mer­ke­zi­ne Fi­lis­tin da­va­sı­nın sa­hip­li­ği ve “İs­ra­il düş­man­lı­ğı­nı­” oturt­muş ol­ma­sın­dan, AB­D’­nin duy­du­ğu kuş­ku ve kay­gı­dır. Bu ne­den­le Was­hing­ton, İs­lam­cı bir AKP ik­ti­da­rı­nın he­sap­sız ki­tap­sız çı­kış­la­rı­nın AB­D’­nin Or­ta­do­ğu stra­te­ji­si­ne ters düş­me­si­ni en­gel­le­mek ve İra­n’­a kar­şı ya­pıl­ma­sı mu­ta­sav­ver bir ha­re­kat­ta Tür­ki­ye­’nin des­te­ğin­den aza­mi öl­çü­de ya­rar­lan­mak ama­cıy­la PKK’­nın saf dı­şı bı­ra­kıl­ma­sı­nı ar­zu et­mi­yor.

UD: Bi­raz ön­ce, te­rör zir­ve ya­par­ken PKK ile mü­za­ke­re­ye gi­ri­şil­me­si­nin Tür­ki­ye­’yi teh­li­ke­li bir gir­da­ba sü­rük­le­ye­ce­ği­ni söy­le­di­niz. Bu­nu açar mı­sı­nız?

ŞE: AKP Hü­kü­me­ti­’nin söz­de “a­çı­lım po­li­ti­ka­sı­”nı uy­gu­la­ma­ya koy­ma­sın­dan bu ya­na, Tür­ki­ye­’de Kürt so­ru­nu­na çö­züm ara­yış­la­rı­nın sü­rek­li PKK mer­kez­li bir çiz­gi­de ce­re­yan et­ti­ği­ni gö­rü­yo­ruz. Bu or­tam­da PKK/BDP ta­ra­fın­dan Kürt so­ru­nu­na çö­züm ola­rak bazı öne­ri­ler hü­kü­me­te da­ya­tıl­mak is­ten­miş­tir. Bun­lar şöy­le ta­nım­lana­bi­lir:

1) Kürt kim­li­ği­nin ana­ya­sal ola­rak ta­nın­ma­sı,
2) Ana­dil­de eği­tim hak­kı,
3) Özerk yö­ne­tim,
4) Eko­no­mik kal­kın­ma­nın sağ­lan­ma­sı,
5) Se­çim­ler­de ba­ra­jın kal­dı­rıl­ma­sı,
6) Ge­nel af sağ­lan­ma­sı,
7) Öca­la­n’­ın bir sü­re ev hap­sin­den son­ra ser­best bı­ra­kıl­ma­sı.

UD: Sa­yın Elek­dağ te­şek­kür ede­rim.

ŞE: Ri­ca ede­rim. Ben te­şek­kür ede­rim Sa­yın Dün­dar.

TÜRKLER’İN % 75′İ ‘APO ASILMALI’ DİYOR

2009’dan bu ya­na terörün Tür­ki­ye­’de yo­ğun bir tar­tış­ma ala­nı bul­ma­sı­na karşın ül­ke­nin yüz­de 90’ı­nı oluş­tu­ran Türk kit­le­nin gö­rüş­le­ri tümüyle ih­mal edil­miş ve söz ko­nu­su öne­ri­le­re tep­ki­si­nin ne ol­du­ğu­nun araş­tı­rıl­ma­sı­na lü­zum da­hi gö­rül­me­miş­tir. An­cak, bu ko­nu­da 2011’de ya­pı­lan ga­yet gü­ve­ni­lir bir ka­mu­oyu araş­tır­ma­sı, Türk­le­rin eko­no­mik kal­kın­ma ha­riç PKK/BDP ta­ra­fın­dan ile­ri sü­rü­len tüm çö­züm öne­ri­le­ri­ne kuv­vet­le kar­şı çık­tık­la­rı­nı ve so­ru­na çö­züm ola­rak te­rö­rün yok edil­me­sin­den baş­ka se­çe­nek gör­me­dik­le­ri­ni or­ta­ya koy­muş­tur. Ger­çek­te bu araş­tır­ma­nın ba­zı bul­gu­la­rı ez­ber bo­zu­cu­dur.

UD: Pe­ki bu ka­mu­oyu araş­tır­ma­sı kim ta­ra­fın­dan ya­pıl­mış?

ŞE: Özel bir müş­te­ri için ya­pı­lan bu araş­tır­ma­nın han­gi şir­ket ta­ra­fın­dan ger­çek­leş­ti­ril­di­ği­ni izin ve­rir­se­niz açık­la­ma­ya­yım. An­cak araş­tır­ma­da­ki bu bul­gu­la­ra gö­re, Türk­ler bu­gün da­hi Öca­la­n’­ın asıl­ma­sı­nı is­te­mek­te (%75), Kürt­le­re bu­gün­kün­den da­ha faz­la hak ve öz­gür­lük ve­ril­me­si­nin iç sa­va­şa ve Tür­ki­ye­’nin bö­lün­me­si­ne yol aça­ca­ğı­na inan­mak­ta (% 75), çö­züm için Öca­lan ile gö­rü­şül­me­si­ne kuv­vet­le kar­şı çık­mak­ta (% 83,1), PKK’­ya ge­nel af çı­ka­rıl­ma­sı­nı ka­bul et­me­mek­te­dir­ler (% 81,3). Araş­tır­ma ay­nı za­man­da Türk­le­rin, Kürt­le­re özerk­lik ta­nın­ma­sı­nı şid­det­le red­det­tik­le­ri­ni (%de 95), ana­dil­de Kürt­çe eği­ti­me izin ve­ril­me­si­ne kar­şı ol­duk­la­rı­nı (% 73,1), be­le­di­ye, has­ta­ne ve mah­ke­me gi­bi ka­mu­sal alan­lar­da Kürt­çe hiz­met ve­ril­me­si­ni, ca­mi­ler­de Kürt­çe hut­be ve va­az okun­ma­sı­nı is­te­me­dik­le­ri­ni (% 87), or­ta­ya koy­muş­tur. Bu bul­gu­lar, AKP Hü­kü­me­ti­’nin bu­gü­nün ko­şul­la­rın­da PKK/BDP ile açık ve­ya ör­tü­lü bir mü­za­ke­re gi­ri­şi­min­de bu­lun­ma­sı ha­lin­de, Türk mil­li­yet­çi­li­ği­nin ka­ba­ra­ca­ğı­nı ve çok sert bir şe­kil­de bu ini­si­ya­ti­fe kar­şı ko­ya­ca­ğı­nı gös­ter­mek­te­dir. Bu ger­çek­ler ışı­ğın­da ik­ti­da­ra tav­si­ye­miz, ikin­ci Os­lo sü­re­ci­ni baş­lat­ma ka­ra­rı­nı göz­den ge­çir­me­si­dir.

(SÖZCÜ, 3.10.12)

Can Ataklı’nın Suçu başbakanı eleştirmek !

Suçu başbakanı eleştirmek !

Vatan yazarı, Başbakan’ı eleştirdiği için zorunlu izne çıkarıldı!

OKURKEN LÜTFEN İSYAN ETMEMEYE ÇALIŞIN…

Pazartesi günü köşesine konulan kısa bir notla “yıllık izninin bir bölümünü kullandığı” duyurulan ve dönüş tarihi belirtilmeyen Vatan Gazetesi’nin muhalif kalemlerinden Can Ataklı’nın bu izne “isteği dışında” çıkarıldığı öğrenildi.

Cumartesi günü CKM’de düzenlenen Tuncay Özkan’la Dayanışma Günü’ne katılan Ataklı, burada yaptığı konuşmada, sadece içerideki gazetecilerin değil, dışarıdakilerin de tutuklu olduğunu belirttikten sonra, “Ben de bugünden itibaren senelik izindeyim” demişti.

Ataklı’yı zorunlu izne çıkaran olaylar zinciri şöyle gelişti:

Can Ataklı 11 Eylül 2012 Salı günkü köşesinde Başbakan’ın her fırsatta medyayı eleştirmesinin haksızlık oluğunu yazdı.

Önce

“Sayın Başbakan, medyaya yönelik eleştirilerinizde haklı değilsiniz” başlıklı o yazı:

================================================================

    “Sayın Başbakan, göreve geldiğiniz günden beni medyadan şikâyet ediyorsunuz. Hatta çoğu kez şikâyetle de kalmayıp patronlara seslenerek ‘Maaşlarını siz ödüyorsunuz, neden bunlara yazdırıyorsunuz?’ diye de soruyorsunuz.

    Ne yazık ki korkuya kapılan bazı patronlar sizi daha fazla kızdırmamak için ya işaret ettiğiniz gazeteciyi kapı önüne koyuyor ya da etkisiz bir göreve getirip sesinin çıkmasını engelliyor.

    Özellikle son zamanlarda medyaya yönelik eleştirilerinizin dozu çok arttı. Artık bunlar eleştiri de değil, bir dehşet ortamı yaratıyorsunuz, herkesi korkutuyorsunuz.

    Sayın Başbakan, 36 yıldır sadece bu mesleği yaparak ayakta durabilen bir gazeteci olarak size seslenmek istiyorum. Yanlış yapıyorsunuz, medyayı eleştirerek belki bir süre sesleri kısabilirsiniz, ama inanın sonunda siz çok daha zararlı çıkacaksınız.

    Örneğin ‘Medyaya çattı’ başlıklarını eleştirerek “Siz hükümete çatacaksınız, siz Ak Parti iktidarına çatacaksınız, siz Ak Parti’ye çatacaksınız, elinizi taşın altına zerre koymayacaksınız, biz bunun karşısında susacağız. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır, biz şeytan olamayız. Biz bu oyunun farkındayız” diyorsunuz.

    Sayın Başbakan, bu psikoloji çok yanlış. Size yönelik her eleştiri size düşmanlık, sizi devirmek, sizi zora sokmak için yapılmıyor.

    Siz siyasetçisiniz. Eleştirilmeye açık olmanız gerek. Eleştirilere cevap vermek konumundasınız.

    Örneğin Suriye politikanız mı eleştiriliyor, siz politikanızın doğru olduğunu anlatmak ve ikna etmek zorundasınız. Çünkü gazeteci kendi keyfi için sormaz, eleştirmez. Her gazetecinin toplumda bir karşılığı da vardır ve onlar adına eleştirir, sorar, sorgular.
    Önemli olan gazetecinin değil onun üzerinden toplumun ikna edilmesidir.

    Benim oyum yüzde 50’yi geçti, herkesi ikna etmek zorunda değilim’ diyebilirsiniz ama eğer herkesin başbakanı olacaksınız, en azından size karşı olanların da ‘Bu konuda doğru söylüyor’ demelerini sağlamak görevinizdir.

    Sonra Sayın Başbakan, lütfen şu artık hiçbir anlamı olmayan ‘Boğaz’a karşı keyif çatarken, çerezlerini, alkollü içkilerini yudumlarken’ edebiyatını bırakınız.

    Kimdir bu gazeteciler, kimler Boğaz’daki villalarda oturup içkilerini yudumlarken sizi yıkmak istiyor, bunu da bilmek hakkımız.

    Benim bildiğim evinden Boğaz’ı gören Fehmi Koru var, Mehmet Barlas var, Mehmet Ali Birand var. Sizi bu isimler mi çok eleştiriyor?

    Hep İstanbullu gazetecilerden söz ediyorsunuz. Oysa Ankara’dan yazan arkadaşlarımız da var. Eğer İstanbul’un ortasından deniz geçiyorsa, bunda bizim ne kabahatimiz olabilir ki?

    Sayın Başbakan; hizmetlerinizin medyada arzu ettiğiniz biçimde yayınlanmadığına inanıyorsunuz.

    Lütfen bu psikolojiden de kurtulun. Medya hizmetlerinize yer veriyor. Yaptığınız her açılış, her temel atma töreni, her proje açıklaması televizyonlardan canlı olarak yayınlanıyor. Gazetelerde ise mutlaka yer alıyor. Belki sizin arzuladığınız başlıklarla olmuyordur ama hizmetlerin herkes farkında.

    Siz hiç metroya karşı çıkan bir gazeteci gördünüz mü? Ama gazeteci olarak elbette metronun maliyetini de iyi yönetilip yönetilmediğini de sorgulamak görevimiz.

    Ayrıca zaten size yönelik eleştiriler hizmetleriniz konusunda değil, daha ziyade siyasi konularda, dış politikada, dini referans alarak yaptığınız uygulamalarda ve bazen korkmadan yazabilenlerin dile getirdiği yolsuzluklarla ilgili konularda yoğunlaşıyor.
    Bunlara ‘tencere dibin kara’ üslubuyla cevap vermek yerine daha ikna edici ve daha bilgilendirici açıklamalar yapmanız hepimiz için daha hayırlı olacaktır.

    ÖSYM Başkanı’nı şahsen sevebilir ve “ben adam harcamam” mantığı ile koruyabilirsiniz, ama bu o kişinin yarattığı skandalların önüne geçemez ki.

    Sayın Başbakan inanın, her eleştiren size düşman değildir. Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz, kaderimiz ortak, hiçbirimiz kendimize de zarar verecek duygu ve davranışlar içinde olamayız.

================================

Kaderin cilvesine bakın ki, Can Ataklı’nın bu yazısında kaleme aldığı, “Ne yazık ki korkuya kapılan bazı patronlar sizi daha fazla kızdırmamak için ya işaret ettiğiniz gazeteciyi kapı önüne koyuyor ya da etkisiz bir göreve getirip sesinin çıkmasını engelliyor” sözleri kısmen de kendi başına geldi.

Ataklı bu yazıyı yazdıktan sonra iki günlüğüne Trabzon’a gidip geldi ve Vatan Genel Yayın Müdürü İsmail Yuvacan’ı karşısında buldu.

Yuvacan bu yazının gazeteyi zor durumda bıraktığırı belirterek Ataklı’dan bir süreliğine izne çıkmasını istedi.

Ataklı’nın “Bu senin kararın mı” şeklindeki sorusuna ise “Erdoğan (Demirören) Bey rica ediyor” karşılığını verdi.

Böylece yıllık izninin bir bölümünü henüz bir ay önce kullanan Can Ataklı, sürpriz bir şekilde izne çıkmış oldu.

**********
Şimdi tüm gözler Vatan Gazetesi’nin üzerinde…

Çünkü yazılarına en geç ay başında yeniden başlamayı umduğu öğrenilen Ataklı’nın bu beklentisinin gerçekleşmemesi durumunda, gazetenin büyük bir tiraj kaybı yaşamasına kesin gözüyle bakılıyor!

Ataklı 28 Şubat döneminde de sürece karşı çıktığı için, o dönem çalıştığı SABAH’tan ayrılmak zorunda bırakılmıştı. (BCK, AA, 3.10.12)

BİJİ ERDOĞAN

RİFAT SERDAROĞLU

BİJİ ERDOĞAN

*Dünyadaki demokratik ülkelerin hiçbiri, elindeki silahları bırakmayan, can almayı durdurmayan terör örgütü ile “MÜZAKERE” yapmaz.

Yaparsa “Devlet” olma niteliğini yitireceğini çok iyi bilir…

*Binlerce yıllık Türk Tarihini inceleyin. İster savaş yoluyla, ister yaptığı antlaşmalar yoluyla vatan topraklarından bir parça olsun yitiren Sadrazam’ın kellesi alınmıştır, ama o gün, ama daha sonra. Bunun bir tek istisnası yoktur.

Bu iki konu tarihsel gerçeklerdir…

AKP ve Erdoğan, 300 yıldan fazla bir zamandır başımızın belası olan dış destekli Kürtçülük-Bölücülük olayına 2002 yılından başlayarak “Şaşı” bir bakış açısı getirmiş, sonucu Türkiye’nin değil, Amerika ve İsrail’in lehine olacak politikaları uygulamaya koymuştur.

10 yıl boyunca Eşbaşkan Erdoğan’a Türkiye’yi bölünmeye götürecek politikalar, adım-adım, dilim-dilim uygulattırılmış, sonunda Erdoğan, “istemeden de olsa” bu yanlışlara sahip çıkar hale gelmiştir. Bundan böyle Erdoğan’ın yanlıştan dönme, ulusal politikalar uygulama olanağı kalmamıştır.

Artık Erdoğan’ın Avrupa Birliği’ni, kendisini ve partisini Türkiye’de ve dünyada legalize edebilmek için kullandığını tüm Avrupa biliyor.

Hele kongrede Erdoğan’ın, sağında Barzani, solunda Hamas Lideri Halid Meşal, arkasında Müslüman Kardeşler örgütünün eski Lideri Nursi olduğu halde verdiği fotoğraf, kafalardaki “Çağdaş Türkiye” imajına büyük darbe vurmuştur.

Bu dörtlünün yanına bir de El-Kaide ikinci adamı (Erdoğan’ın dizinin dibinde oturduğu kişi) Gülbettin Hikmetyar’ın resmini koyarsanız, ne demek istediğim net olarak anlaşılır.

Erdoğan, Salı günkü grup konuşmasında muhalefet partilerine çağrıda bulunarak, onları da “Kürtçülük-Bölücülük” kuyusuna çekmek istemektedir.

Bugüne dek her sıkıştığında AKP’ye “Baston” olmuş CHP ve MHP liderlerinin bu “zehirli şerbeti” içip içmeyeceklerini beraberce göreceğiz…

CHP ve MHP Genel Başkanlarına, Ziya Paşa’nın “Endülüs Tarihi” adlı eserini okumalarını öneririm;

Gemileri yakarak ardına bakmayan yiğitlerin kurduğu bir devlet, gözleri yaşlarla dolu olarak terk ettiği Gırnata’ya(Granada) bakarken annesinden;

“Erkekler gibi savaşmadın, şimdi sana kadınlar gibi ağlamak yakışır”

sözlerini işiten yöneticilerin elinde yok olmuştur.

Bu iki Genel Başkan Türk Tarihini iyi inceleyip, kararlarını vermelidirler…

Ya Türk Milletinin yanında olacaklardır, ya da Amerika-İsrail’in kurguladığı “Kürtçülük-Bölücülük” kuyusunda bulunan Erdoğan-Barzani Meşal-Nursi-Hikmetyar’ın yanlarına gideceklerdir.

Son olarak kendilerine şunu söylemek isterim :

Türk Milleti yavaş-yavaş gerçekleri görmeye başlamıştır. Yandaş- Damat-Cemaat-Kürtçü medyanın yaptıkları “karartma-saptırma” yırtılmaya başlamıştır.

Eğer, bu günkü gibi Milli olmayan-silik-kişiliksiz- politikalarına devam ederlerse, Türk Milletinin sesi olacak bir parti kurulur ve bu iki kişi koltukları ile baş başa kalırlar…

Ya “Ne Mutlu Türküm Diyene” diyecekler, ya “Biji Erdoğan”,
tercih onların…

Sağlık ve başarı dileklerimle.
03 Ekim 2012