Günlük arşivler: 2 Ekim 2012

Mustafa Sönmez : ‘Dönüşüm’ maskeli kentsel yağma

Dostlar,

Kentsel dönüşüm ve TOKİ-AKP masalının, dayatmasının ipliğini pazara çıkaran bu denli ustalıklı bir yazı bu güne dek okumadım.

Van Atatürk Lisesinden arkadaşımız sevgili Mustafa Sönmez, biraz uzun ama tam bir irdeleme yapmış bu bağlamda.

Bu vahşetin bir an önce durdurulması ve ıslah edilerek zorba, yağmacı, ayrımcı, maskeli, anayasaya aykırı… gibi utandıran niteliklerinden arındırılarak yeni baştan yapılandırılması ivedilikle kaçınılmaz..

TBMM’deki muhalefet partilerine çok ağır sorumluluklar düşüyor bu TOKİ kuşatması bağlamında..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 02.10.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================================================

‘Dönüşüm’ maskeli kentsel yağma – Mustafa Sönmez

(Cumhuriyet, 01 Ekim 2012)

Tamamına yakını deprem kuşağında bir ülkemiz var. Sadece büyük depremini bekleyen İstanbul’da, konut stoku 4 milyonu aşıyor ama bunların yarısından fazlası depreme dayanıksız. Yeni yapılaşmalar planlı mı, yeterli mühendislik hizmeti alınarak mı yapılıyor, ruhsatlı, denetimli mi? Tabii ki çoğunlukla hayır. Bunlar yadsınamaz gerçekler… Olması gereken de belli. Ama ortada ne var? Ortada tam da AKP’ye uyan ikiyüzlü bir politika var. Bir yandan riskli yapıları yıkma, yerine sağlam yapılar yapma iddiası, ama bir yandan da yeni yapıların riske açık inşasına göz yumma ikiyüzlülüğü var. Afet riski gerekçe gösterilerek kent rantının sermaye birikimine payanda yapıldığı, “Hukuk Devleti” ilkesinin yerle bir edildiği bir gerçeklik var.

Bir kampanya ile başlatılacak ‘kentsel dönüşüm’ün özü, bu yağma. Ortada afet riskine karşı bir mekansal iyileştirme ihtiyacı varken AKP, birçok şeyde olduğu gibi, bu ihtiyacı kendi otoriter, kayırmacı, ayrıştırıcı, kullaştırıcı, yağmacı kimyasına uygun ele alıyor, örgütlüyor. Bundan da kendi değirmenine su taşımanın derdinde.

AKP rejimi, başta 17 Ağustos 2011 tarihli Kanun Hükmünde Kararname olmak üzere, yakın dönemde ilgili mevzuatta yapılan değişikliklerde, ısrarlı biçimde kendi anlayışını dayattı ve şimdi uygulamaya geçirmek istiyor. ‘5 Ekim’de 35 ilde 40 noktada toplam 6 bin küsur konut, birim ve işyerini yıkmaya başlayacağız” diyen yıkımın taşeronu Erdoğan Bayraktar, ‘ustası’ RTE’nin buyruğunu bir kampanya ile başlatıyor. Eski TOKİ Başkanı, “Kentsel dönüşüm”ün 20 yıllık bir program olduğunu söylüyor…

Yapı stokunun iyileştirilmesi iyi hoş, ama bunu AKP rejiminin eliyle yapılmak istenmesi, “AKP’vari” bir dönüşümü gündeme getiriyor..

‘Dönüşüm’ otoriter; çünkü yetkiler yeni kurulan TOKİ eski Başkanı’nın bakanlığı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı üstünden Bakanlar Kurulu’nda, dolayısıyla RTE’de toplanıyor. Yerel yönetimler sınırsız biçimde Bakanlığın doğrudan vesayeti altına alındılar. Belediyelerin kentlerde tek başına “kentsel dönüşüm alanı” ilanı yetkisi tümüyle kaldırıldı. Herhangi bir bölgenin kentsel dönüşüm alanı olarak ilan edilmesi ancak “belediyenin talebi, Bakanlığın teklifi ve Bakanlar Kurulu`nun onayı” ile gerçekleşebilecek.

‘Dönüşüm’ yağmacı; çünkü yasayla, riskli alanlarda ve rezerv yapı alanlarında hazine mülkiyetindeki arsaların (askeri alanlar dahil) tümüyle Bakanlığa tahsis edilmesi düzenlendi. Bu alanların yerel yönetimlere ya da TOKİ`ye devredilebilmesi Bakanlığın kararına bırakıldı. Bu yağma sonucu, , kentsel sosyal ve teknik altyapı alanları için kullanılması gereken arsalar yağmacılara tahsis edilecek. Özellikle İstanbul’da artık kent merkezinde kalmış askeri alanlar, % 60`ından fazlası plansız ve kaçak yapılaşmış metropolün altyapı ihtiyacının karşılanması için kullanılacakken, AKP müteahhitlerinin sofrasına servis edilecek… Sadece bu da değil; rantı yükselen merkezi bölgelerindeki okul, hastane vb. kamu kurumlarına ait binaların, arsalarının, TOKİ ya da belediye aracılığıyla talan edilmesinin de önü açılıyor.Ayrıca , kıyılar, , tarım toprakları, zeytinlikler, meralar, ormanlar gözden çıkarılıyor, doğal, kentsel ve arkeolojik sit alanlarında olası bir talanın tüm engelleri kaldırılıyor.

‘Dönüşüm’ Anayasa’ya aykırı çünkü, riskli yapıların yanı sıra risk taşımayan yapılar, Bakanlığın belirleyeceği sınırların içinde kalmaları durumunda yıkılabilecek. Böylesi bir düzenleme, güvenli, risk taşımayan yapılarda oturan, “benim yapım risk taşımıyor, güvendeyim” düşüncesine sahip olan kişilerin hukuksal güvencelerini, barınma haklarını, konut dokunulmazlığını, belirsizlik taşıyan “uygulama bütünlüğü” kavramı ardına gizlenerek, ortadan kaldıran yanlarıyla Anayasaya aykırı. Riskli yapı olduğu iddia edilen yapılara ilişkin yargıya başvurma hakkı kısıtlandı. Bu da Anayasanın Hak Arama Hürriyeti ile ilgili 36. maddesine aykırı. Yapılan uygulamalara karşı yargıya başvurma hakkının tebliğ tarihinden başlayarak 30 güne indirilmesi, 60 gün olan yargıya başvurma hakkının 30 gün ile sınırlandırılması ve bu davalarda yürütmeyi durdurma kararı verilemeyeceğine ilişkin düzenlemeler, Anayasanın Hak Arama Hürriyetine ilişkin 36. maddesine açıkça aykırı.

‘Dönüşüm’ zorba; çünkü riskli olarak belirlenen yapıların yanı sıra, riskli alanlardaki yapıların tamamında, yapılara elektrik, su ve doğalgaz hizmetlerinin verilmeyeck, verilen hizmetler durdurulacak. Amaç, bu yapıların kısa süre içinde terk edilmesini ve bölgenin zorunlu tasfiyesini sağlamak.Bu düzenleme, barınma hakkını güvence altına alacak kararlarla desteklenmez ise kabul edilemez bir nitelikte.

‘Dönüşüm’ ayrımcı; çünkü, “Anlaşma ile tahliye edilen yapıların maliklerine veya kiracılarına geçici konut veya işyeri tahsisi veya kira yardımı yapılabilir” biçimindeki düzenleme, “yapılabilir” gibi belirsizlik içeren muğlak tanımlamaları nedeniyle barınma hakkının yitirilmesine neden olabilecek. Diğer yandan düzenleme, “anlaşma ile tahliye edilen” tanımlamasıyla, anlaşmayı kabul etmeyenler açısından, geniş kesimlerin barınma hakkından yoksun kalmasına neden olabilecek.

‘Dönüşüm’ kayırmacı; çünkü Kamu İhale Kanunu`nu devre dışı bırakan düzenlemeler, iktidar yandaşı şirketleri kayırma imkanı getirecek, pastadan pay almak için şirketler, kullaşmaya, yandaşlığa mecbur tutulacak,

‘Dönüşüm’yoksullaştırıcı; çünkü, sosyal donatı ve altyapı maliyetlerinin konutları yıktırılanlara ödetilmesi, yoksul kesimlerin borç yükünü ağırlaştıracak,

Özetle, dönüşüm maskeli kent yağması, kamu varlıklarını hoyratça kullanarak, iç pazarın daralması, kuruması karşısında can derdine düşen sermayeye kent rantını can suyu olarak kullanmayı hedefliyor. Riskli, hatta riskli olmayan yapı sahipleri, maliyetlere ortak edilecek, zorla borçlandırılacak ve ayak uymaya zorlanacak, tehdit-minnet duyguları içinde kullaştırılacaklar. AKP, bu süreç üstünden de oy avcılığı peşinde, rejimini tahkim etmede barınma hakkını da istismar etme çabasında.

Mevsimler Yas Tutup Çöller Ağlasın

    1. Mevsimler Yas Tutup Çöller Ağlasın

      Mevsimler yas tutup çöller ağlasın
      Ahımla inleyen teller ağlasın
      Mademki sen yoksun şimdi yanımda
      Leylaklar dökülüp güller ağlasın

      Sevgilim bu yerden gittin gideli
      Ilgıt ılgıt esen sevdanın yeli
      Şu öksüz ruhumun sensiz emeği
      Leylaklar dökülüp güller ağlasın

      Bu aşkın elemi sarmış gönlümü
      Rüzgarlar söylesin bu son sözümü
      Ne çare kaybettim nazlı gülümü
      Leylaklar dökülüp güller ağlasın
      (Yıldırım Gürses)

    2. Yildirim Gurses Guller Aglasin

      İnsanlar nasıl başarıya yönlendirilir ?

      İnsanlar nasıl başarıya yönlendirilir ?

      Psikolog Jess Lair,

      Çok Şeye Sahip Değilim Ama Kendime Sahibim” adlı kitabında şöyle diyor:

      “…Övgü, insanın içini ısıtan güneş ışığı gibidir. O olmadan çiçek açamayız ve büyüyemeyiz. Yine de pek çoğumuz insanları eleştiri denen soğuk rüzgara kolayca maruz bırakabiliyoruz. Ancak onları övgü denen sıcak güneş ışığı ile ısıtma konusunda gönülsüz davranıyoruz. Tarih, övgünün yarattığı mucizevi olaylarla doludur.” demektedir.

      Eleştiri yerine övgüyü kullanmak Prof. F. B. Skinner’in öğretim yöntemlerinin temelini oluşturuyordu.

      Çağımızın bu psikoloğunun hayvanlar ve insanlar üzerinde yaptığı deneyler, eleştirinin en aza indirilmesi ve övgüde cömert davranılması sonucu insanların daha iyi şeyler yapmaya yöneldiğini, yanlışlıkların ise artık önemsenmedikleri için yok olup gittiğini ortaya koymuştu.

      Bir at ve köpek eğiticisi olan Peter Barlow, ilgilendiği hayvanların daima başını okşar ve onları yiyecekle ödüllendirirdi. Sevgi ve övgü onlar için bazen yiyecekten daha önemliydi.

      Toplum ve siyaset liderlerinin en büyük güç kaynağının övgü ile dolu halk yığınlarının alkışları olduğu, bilinen bir gerçektir.

      Keza, ekonomik doyuma ulaşan dev girişimcileri daha büyük yatırımlara sevk eden güdünün de toplumdan gelen övgü sözleri olduğu söylenmektedir.

      Dale Carnegie, “İnsan Mühendisliği” adlı kitabında, insanları başarıya yönlendirmenin
      en güçlü yönteminin, ceza yerine övgü olduğunu
      , canlı örnekleriyle anlatmıştır.

      Doç. Dr. Niyazi MERİÇ
      2.10.12, Ankara

      Lüminesans Tarihlendirme Araştırma Laboratuvarı
      Ankara Üniversitesi Mühendislik Fakültesi
      Fizik Mühendisliği Bölümü
      06100, Beşevler – Ankara, Türkiye
      Tlf: +90 (312) 203 34 63 / 203 34 76 (Lab)
      Faks: +90 (312) 212 73 43
      http://www.osl.ankara.edu.tr/> http://www.osl.ankara.edu.tr
      http://www.tarihlendirme.ankara.edu.tr/
      http://www.tarihlendirme.ankara.edu.tr

      Suay Karaman: VATAN SAĞ OLSUN

      Dostlar,

      Sayın Suay Karaman dostumuzun bu yazısı son derece uyarıcı, müthiş bir derleme ve irdeleme..

      Tam bir belgesel..

      Dikkatle, özenle, altı çizilerek okunmalı..

      Bravo Sayın Suay Karaman..

      Sevgi ve saygı ile.
      Ankara, 01.10.12

      Dr. Ahmet Saltık
      www.ahmetsaltik.net

      ============================================

      VATAN SAĞ OLSUN

      Suay Karaman

      ABD’nin Ankara Büyükelçisi (1989-1991) ve Dış İlişkiler Konseyi (CFR) üyesi olan Morton Abramowitz, 1994’te “Türkiye parçalanabilir” açıklaması yapmıştı.

      20 Eylül 1996 tarihli Aydınlık Dergisi’nde, CIA’nın yan kuruluşu RAND Corporation (Research and Development – Araştırma ve Geliştirme Kuruluşu) kaynak gösterilerek yapılan haber şöyleydi: “Abramowitz Tayyip’i Erbakan’ın yerine hazırlıyor… Amerika Tayyip Erdoğan’ı Başbakan, Abdullah Gül’ü de Dışişleri Bakanı yapacak.”

      30-31 Mayıs 1998’de ABD’de Amerikan Ulusal Savunma Enstitüsü bir toplantı düzenledi. CIA eski Ankara İstasyon Şefi Graham Fuller ile ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi Planlama Dairesi görevlisi ve CIA Türkiye uzmanı Prof. Henry Barkey’in açıkladıkları senaryoya göre; “Kahramanmaraş, Sivas, Erzincan, Kayseri ve Çorum’da cuma namazında camilerde bombalar patlayacak. Ayaklanan halk, valiliklere, kaymakamlıklara yürüyecek. Polis halkın önüne geçemeyince, askeri birlikler devreye girecek. Laik-anti laik, Alevi-Sünni çatışması patlak verecek. Ağırlıklı olarak Sünnilerin safına geçen polis, askeri birliklerle çatışmaya girecek. Radikal İslamcılar, ayrılıkçı Kürtlerle birleşerek orduya karşı silâhlı mücadeleye başlayacaklar. Orduda çözülmeler baş gösterecek.” Toplantıda bu olaylar sonrasında ABD’nin Türkiye’ye nasıl müdahale edebileceği de tartışıldı.

      ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson (2000-2003), 22 Mart 2003’te Washington’a gönderdiği gizli kriptoda şöyle diyordu:

      “Türk generaller AKP’den seçilen Tayyip Erdoğan’ın davranışlarından büyük rahatsızlık duyuyor. Erdoğan güçlü bir müttefikimizdir. Generallerin bu tutumu Amerikan çıkarlarının korunması açısından engelleyicidir. Orgeneral Hilmi Özkök’ün sadakatli duruşuna sahip çıkmalıyız. Muhalif orgeneraller, Hilmi Özkök’ün çizgisine itiraz etmekte.

      Erdoğan kendisine desteğin devamı halinde ABD’nin bir müttefiki olarak Orta Doğu ve Irak dahil olmak üzere Türk hava sahasını, kara ve demiryolları ile Mersin ve İskenderun limanlarını kullanımımıza açacağını taahhüt etmektedir.

      Ancak Türk Ordusu’ndaki üst rütbeli subaylar tarafından sürekli engellenmek istenmekteyiz. Amerikan çıkarlarına karşı çıkan orgeneraller Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün emir ve talimatlarına uymadıkları gibi, her an muhtıra verebilirler.

      Bu bakımdan değerlendirildiğinde, güçlü bir medya grubunun oluşturulmsına acilen ihtiyaç duyulmaktadır. Bu konu Recep Tayyip Erdoğan ile paylaşılmış olup, gereğinin değerlendirileceği hakkında olumlu değerlendirmelerin yapıldığı ve yapılacağı teyidi alınmıştır.”

      26 Mart 2003’te Carnegie Endowment adlı kuruluşun Türkiye ve Ortadoğu uzmanı, ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi Planlama Dairesi görevlisi ve CIA Türkiye uzmanı Prof. Henry Baker, Utah Üniversitesi’nde verdiği konferansta:

      Avrupa Birliği adaylık sürecinde müzakereler yoluyla AKP lideriyle anlaşarak Türk Ordusu’nu kafesledik.” demişti.

      4 Temmuz 2003’te Irak’ın kuzeyindeki Süleymaniye kentinde Türk Askeri’nin başına çuval geçirilmişti. Hükümet ve askeri yetkililerin sessiz kaldığı çuval geçirme olayı, ordunun kırılma noktası oldu ve bundan sonra ordu üzerinde oyunlar oynanmaya başlandı. Çuval olayından sonra sürekli Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üzerine gidildi, psikolojik operasyonlarla yıpratıldı ve kıpırdayamaz, hatta sesini çıkaramaz duruma getirildi. Toplumda en güvenilir kurumların başında gelen TSK’yi, bir düşman ordusu olarak görenler, TSK’ye olan güveni sarsmak için, yandaş basın ve emperyalist güçler tarafından bilinçli bir şekilde saldırılar planladı.

      7 Ağustos 2003’te, ABD Başkanı’nın Güvenlik Danışmanı olan ve daha sonra Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Condoleezza Rice, The Washington Post gazetesinde Fas’tan Çin sınırına dek 22 ülkenin siyasi ve ekonomik coğrafyasının değiştirilmesini amaçladıklarını söylemişti. ABD Ordusunun NATO Avrupa Müttefik Birlikleri Başkomutanı olarak görev yapan Org. Wesley Clark, 2 Mart 2007’de bir TV konuşmasında şunları söylemişti:

      “Beş yıl içinde yedi ülkeyi ele geçireceğiz: Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Somali, Sudan, İran.”

      Bütün bu emperyalist söylemlerin yanında ABD’li bazı subayların yayınladıkları haritalar da belleklerimizde durmaktadır.

      2008’de Türkçe’ye çevrilen CIA eski Ankara İstasyon Şefi Graham Fuller’in “Yükselen Bölgesel Aktör Yeni Türkiye Cumhuriyeti” adlı kitabında yapılmak istenen emperyalist oyunlar açık açık yazılmıştır; “Hilafet hala etkileyici bir sembol ve siyasi bir makam olup, etkileyici bir dini liderin yükselişini beklemektedir.”

      “Türkiye, yalnızca kendisi için değil, aynı zamanda günümüz islamı için önemli iki dinamik islami hareket üretmiştir:

      Gayet politik AKP ve büyük ölçüde apolitik cemaatçi Fettullah Gülen hareketi.”

      Türkler Kemalizm’i terk edip ılımlı İslam’ı benimsemelidir. Ilımlı İslam, Kemalizm’i silmeye yönelik bir karşı devrimdir. Bu devrimin karşısındaki tek güç, Türk Ordusu ile ulusalcı aydınlardır ve tasfiye edilmeleri gerekir.”

      3 Şubat 2010’da ülkemize gelen, askerimizin başına çuval geçirenlerin komutanı ABD’li General Ray Odierno ile yapılan toplantıya, ordumuzdan bir orgeneral ile bir tümgeneral de katılmıştır. Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı asimetrik psikolojik savaş uygulanıyor derken, bazı subaylarımız tutuklanırken, birçok subayımız intihar ederken ve birçok askerimiz terör sonucunda şehit düşerken, Atatürk’ün ordusunun böyle bir toplantıya katılması onaylanamaz. Türk Silahlı Kuvvetleri, kendi ipini çekenlere bilerek ya da bilmeyerek yardım etmektedir.

      ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson (2005-2008), 5 Ocak 2012’de ABD’nin ana stratejilerini yazmıştı:

      “…yüksek rütbeli subayların sözde veya gerçek, yasadışı davranışlarına odaklanmak,
      son zamanlarda sönmeye yüz tutmuş anayasa değişikliğine yeniden şevk ve ivme katacaktır; ordu içinde, yargıda ve her konumda bu değişimi kısıtlamak ve AKP’nin işlerini engellemek isteyenleri atacakları adımları hesaplamaya ve kendilerini ne şekilde savunacaklarını düşünmeye zorlayacaktır.”

      ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi ve Dış İlişkiler Konseyi (CFR) üyesi olan Morton Abramowitz, 20 Eylül 2012’de “Türkiye’nin Nazik Durumu” adlı yazısında şu değerlendirmeleri yapmıştı:

      “Muhalefetin olmadığı, halkın sessiz ve tepki vermediği Türkiye’de 2014’te ülkede ve komşularda kargaşanın devamı yeni partilerin ortaya çıkmasına ve hatta belki de AKP’nin dağılmasına sebep olabilir. Bütün bunlar yaşanırken de dinamik ve sonsuz sürprizlerle dolu bir ülke olarak kalmaya devam eden Türkiye, dikkatle izlenmeli ve boş bırakılmamalıdır.”

      Bütün bunlar açık açık söylendi, ama akıllarımız kapalıydı. Bizler uyurken, uyutulurken ülkemize CIA uzmanları cirit attı, Türk Silahlı Kuvvetlerni itibarsızlaştırmak için ortak hazırlıklar planlandı, komplolar hazırlandı ve sahte belgeler üretildi. Balyoz ve Ergenekon gibi davalarda suçu ve suçluyu aramaya gerek yoktur. Zorlama ve sahte suçlamalar vardır. Mahkeme adıyla yargılama yapanlar, verdikleri hukuk dışı kararlarla görevlerini yerine getirmektedirler.

      Yinelemekte yarar var; CIA Türkiye uzmanı Prof. Henry Baker, 26 Mart 2003’te
      Utah Üniversitesi’nde verdiği konferansta:

      “AKP lideriyle anlaşarak Türk Ordusu’nu kafesledik.” demişti.

      Henry Baker, yaklaşık 9 yıl önce bugünkü büyük operasyonları anlatmıştı.

      Düzmece kanıtlarla, tıpkı Ergenekon Davası gibi, sahte bir Balyoz Davası düzenlenmiş ve Türk Silahlı Kuvvetleri kafeslenmiştir. 325 suçsuz insan, tutuklanmıştır; olay bu denli açıktır. Silivri mahkemelerinin verdiği kararlarda hukuk ve adalet aramak, uzayda yaşamak gibidir. Mahkemenin, 1650+ maddi hatanın yanı sıra, 23 bilirkişi raporunu görmezden gelmesini, başka türlü açıklamak olanaksızdır. Karar duruşmasında tutuklu yargılanan askerler adalete olan inançlarını yitirdiklerini bildirmişler ve “vatan sağ olsun” demişlerdir.

      1919’larda Anadolu’yu iştahla paylaşmak isterken yenilen emperyalizm, günümüzde Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalamak için ortaçağ artığı güçlerle ortaklaşa oyunlar düzenlemektedir. Artık bu oyunlar çok açıkça oynanarak, ülkemize yeni Sevr haritaları dayatılmaktadır. Amansız düşmanımızın emperyalizm olduğunu, Pentagon olduğunu anladığımız zaman, verdiğimiz mücadeleden başarıyla çıkacağız ve gerçekten ‘vatan sağ olsun’ diye haykıracağız.

      Vatan sağ olsun, ama biraz da akıllar sol olsun. Vatan sağ olsun, akıllar sol olsun, aydınlığa giden yol olsun, güzel günler bol olsun…

      İlk Kurşun Gazetesi,
      1 Ekim 2012.

      Ergenekon-Balyoz davalarının özeti

      Ergenekon-Balyoz davalarının özeti
      AYDINLIK, 27 Eylül 2012

      Ergenekon-Balyoz davalarının özeti

      Doğu Perinçek
      Aydınlık, 27 Eylül 2012

      Ergenekon, Balyoz, Kafes, Poyrazköy, 28 Şubat, Deniz Subaylarının Casusluğu ve Odatv soruşturma ve kovuşturmalarında beş yıldır yaşanan deneyimlerin ortaya koyduğu gerçekleri özetliyoruz:

      1. Mahkemelere hukuku çiğneme görevi

      Soruşturma aşamasında ve duruşmalarda, iddiaların ve delillerin uydurma olduğu, belli merkezlerde tertiplendiği kesin kanıtlarla ortaya konulmuştur.

      Abla katillerinden, yeğenini fuhuşa satanlardan, tecavüzcülerden, gaspçılardan ve Cumhuriyet düşmanlarından oluşturulan “gizli tanık” ifadelerinin hepsi çürütülmüştür.

      Ancak Özel Görevlendirilmiş Mahkemelerde, hakikat aranmıyor; hakikati ispat etmenin hiçbir değeri yoktur.

      “Hukuk devleti var”, “Yargı çözer”, “adalet yerini bulur” gibi beklentiler, bu mahkemeler için geçerli değildir.

      Bu mahkemeler, hukuku çiğnemekle görevlendirilmiştir.
      Bu görevi kabul etmeyen yargıç ve savcılar tasfiye edilmiştir.
      Yargının çözmediği, fakat çözüldüğü, hukukun bittiği bir yerdeyiz.
      Cumhuriyetin yargı kurumları Ergenekon tertibiyle çökertilmiştir.

      2. Yabancı devlet operasyonu

      ABD emperyalizmi, Türkiyemize ve Türk Ordusuna karşı operasyon yürütmektedir.
      Harekât, ABD devlet görevlilerinin açıkça ilan ettikleri üzere Kemalist Devrimi yıkma, Türkiye’yi bölme ve “Kürdistan” adı altında İkinci İsrail’i kurma planı kapsamı içindedir.

      Tayyip Erdoğan‘ın 34 yerde ifade ettiği BOP Eşbaşkanlığı görevi ve

      Abdullah Gül‘ün 2 Nisan 2003 günü Ankara’da ABD Dışişleri Bakanı Powell ile yaptığını itiraf ettiği “2 sayfa 9 maddelik gizli anlaşma”, bu operasyonun işlevini de tanımlamaktadır.

      Bu operasyona, Türk milletini tarihsiz ve köksüz bırakmak için Ergenekon adını kasıtlı olarak vermişlerdir.

      3. Operasyonun yürütmesini üstlenenler ve destekçileri AKP iktidarı, Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türk Ordusuna karşı çıkarını küresel mafyayla birleştirmiştir.

      Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül bu operasyonun baş sorumlularıdır.

      Bu görevle iktidar koltuklarına oturtulacakları, daha 1996 yılında CIA’ya bağlı Rand Corporation tarafından ilan edilmiştir.

      Fethullah Gülen’in adıyla anılan örgütlenme, polis ve yargı içindeki kadrolarıyla bu operasyona hizmet etmiştir.

      PKK bu uygulamanın en hararetli destekçisidir.
      Her aşamada bu desteğini açıklamıştır.
      En son Balyoz Kararını “Daha çok ceza verilmeliydi” diye desteklemiştir.

      4. Millî devleti dağıtma ve Haçlı Seferine piyonluk

      Amaçları, Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde bulunan Atatürk Devrimini yıkarak milli devletimizi dağıtmak, milletimizi bölmek, Cumhuriyetimizi tasfiye etmek, vatanımızı parçalamak ve halkımızı köleleştirmektir.

      “İslamcılık” maskesi altında, emperyalistlerle işbirliği içinde mafya-tarikat diktası kurmuşlardır.

      Binlerce yıllık komşumuz olan Müslüman milletlere karşı Haçlı seferlerinde piyon görevi üslenmişler, Suriye’de onbinlerce Müslümanın kanına girilmesinde görev yapmaktadırlar.

      5. Cumhuriyet kurumlarının ve Türk Ordusunun felce uğratılması

      Ergenekon-Balyoz davaları yoluyla millî devleti ayakta tutan bütün kurumlar dağıtılmış ve Cumhuriyetin yaptırım gücü özellikle felce uğratılmıştır.
      Böylece bölücü terörün önü açılmıştır.
      Hukuk adına yürütülen bu kovuşturma ve soruşturmalarla Mehmetçik arkadan vurulmuştur ve vuruluyor.

      Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Cumhuriyeti ve vatanı savunma yeteneği ciddi ölçüde tahrip edilmiştir.

      Ordumuzu dışarıdan ve içeriden iktidar mevzilerinden kuşatarak iç hat durumuna düşürmüşlerdir.

      “Darbe” senaryoları bu amaçlarla düzenlenmiştir.

      Darbe girişimi yoktur, fakat Türk Ordusuna darbe indirilmektedir.
      Bu nedenle “Darbeciler temizlensin” gibi safsatalar, bu milleti ordusuz bırakarak esir etmek içindir.

      Bugün yalnız Hasdal, Hadımköy, Maltepe, Sincan, İzmir ve Silivri cezaevlerindeki komutanlar değil, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başındaki komutanlar da tehdit altındadır.

      “Profesyonel ordu” perdesi altında, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin milletle olan bağlarını koparma girişimi devam etmektedir.

      Türk Silahlı Kuvvetleri’ni özelleştirilerek kriz bölgelerine sürülen paralı savaş gücüne dönüştürme planları yürürlüktedir.

      Polis içine yuvalandırılmış F örgütlenmesine dayanılarak mafya tarikat rejiminin silahlı gücü oluşturulmaktadır.

      6. Millî güçleri ve İşçi Partisi’ni etkisizleştirme

      Ergenekon-Balyoz operasyonu, Türkiye’nin bütün millî güçlerini hedef almaktadır.
      Kemalist Devrimi, Cumhuriyeti, millî bağımsızlığı ve vatanın bütünlüğünü savunmak suç olarak tanımlanmıştır.

      Tertibin başındaki savcı, “Soruşturmaların hedefinde İşçi Partisi, Aydınlık ve Ulusal Kanal var” diyerek görevini ilan etmiştir (ATV, 23 Temmuz 2008).

      7. Korku İmparatorluğunun dayandığı duvarlar

      Türkiye’deki Korku İmparatorluğu, Silivri ve Hasdal duvarları üzerinde durmaktadır.

      Ergenekon-Balyoz tertibini bozmak, bugün Türkiye’nin bağımsızlık, özgürlük ve güvenliği için kilit sorundur.

      8. Olağanüstü durum

      Durum olağanüstüdür. Sıradan tavırlar artık geçersizdir.

      Türk milletinin öncüleri ve millet olarak, olağanüstü bir tavır almak durumundayız.

      9. Ancak sandalyeleri yargılayabilirler

      Özel Görevlendirilmiş Mahkemeler, Namık Kemallerin, Mustafa Kemallerin, Nazım Hikmetlerin ancak sandalyelerini yargılayabilir.

      Bu mahkemelerden ancak adaletsizlik ve vicdansızlık talep edilebilir.
      Bu mahkemeler, Türkiye yurtseverliğini yargılayamaz; Türkiye Cumhuriyetini yargılayamaz.

      Türkiyemizin bağımsızlığı, bütünlüğü, halkımızın özgürlüğü ve aydınlık geleceği için her göreve hazır olmak, hiçbir fedakârlıktan çekinmemek günleri gelmiştir.

      ‘AKP, ABD’nin baş aracı’..

      Dostlar,

      Cumhuriyet, The Independent’e dayanarak aşağıdaki haberi yaptı 1.10.12 günü..

      Eksik yaptı üstelik..

      PATRICK COCKBURN makalesinde “chief instrument of American policy” sıfatını kullanıyor..

      AKP ABD’nin oyuncağı oldu.. “diye anlamak ve yazmak gerekir pek ala..

      Haberin can alıcı paragrafı aşağıda :

      “… This was very much the successful strategy of the Turkish Prime Minister Recep Tayyip Erdogan and his Justice and Development (AKP) party, explaining why it was prepared to join the US in invading Iraq in 2003 and why it has become the chief instrument of American policy towards Syria in the past year.”

      (PATRICK COCKBURN, Sunday 30 September 2012; American influence on the Middle East is past its peak – someone should tell them World View: Is the US now in the same position as the Soviet Union in 1989, when it had to allow its satellites to collapse around it?) (http://www.independent.co.uk/voices/comment/american-influence-on-the-middle-east-is-past-its-peak–someone-should-tell-them-8190901.html?origin=internalSearch)

      Bu politika bir anayasa suçu değil mi??
      Sayın Kılıçdaroğlu da benzer vurguları yapmakta..

      Bu terazi bu denli sıkleti kaldırır mı artık??

      Sevgi ve saygı ile.
      Ankara, 02.10.12

      Dr. Ahmet Saltık
      www.ahmetsaltik.net

      ================================================

      Independent gazetesi, Washington yönetiminin Türkiye’yi Ortadoğu’da kullandığını yazdı

      ‘AKP, ABD’nin baş aracı’

      LONDRA (ANKA) – AKP’nin ABD’nin Suriye politikasının “başlıca aracı” haline geldiği öne sürülüyor.

      İngiliz Independent gazetesinin tanınmış yazarı Patrick Cockburn, ABD’nin Ortadoğu’daki nüfuzunun zirveye ulaştığı dönemi geride bıraktığını savunduğu yazısında, “Amerika’nın Ortadoğu’da ön planda olduğu günler sonuna mı geliyor ya da ABD’nin etkisi farklı biçim mi alıyor?” sorusuna yanıt aradı.

      Patrick Cockburn, ‘Arap Baharı’ ayaklanmalarının ABD için yeni bir tehdidin yanı sıra yeni seçenekler de getirdiğini, Washington’un, eski Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’e desteğinin, Suudi Arabistan ve İsrail’de rahatsızlık yaratılarak erken bir aşamada geri çekildiğini kaydetti.

      ABD’nin çıkarına

      Ancak Müslüman Kardeşler’in, ABD ile kendisini askeri darbelere karşı koruyacak ve Mısır Silahlı Kuvvetleri’nin gücüne darbe vurma olanağı sağlayacak bir uzlaşıya nasıl varabileceği üzerinde düşündüğünü belirterek şöyle devam etti: “Bu, büyük ölçüde Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve partisi Adalet ve Kalkınma’nın (AKP) başarılı stratejisi idi ve onun (partinin) neden 2003’te ABD’nin Irak işgaline katılmaya hazır olduğunu ve neden son bir yılda Amerika’nın Suriye politikasının başlıca aracı haline geldiğini izah ediyor.”

      Cockburn, “Mısır ve Türkiye’deki İslami ama demokratik ve kapitalizm yanlısı partilerle ittifak, açıkça ABD ve Atlantik güçlerin çıkarına. Ancak Kuzey Afrika ve Batı Asya’daki demokratik değişime verdikleri desteği kendi çıkarları belirliyor. Bu, örneğin, Sünni El Halifa krallığının, Şii muhalifleri hapse göndermekle meşgul olduğu ve anlamlı reform vaatlerinden geri adım attığı Bahreyn’i kapsamıyor” ifadelerini kullandı. (Cumhuriyet, 01.10.2012)

      RİFAT SERDAROĞLU : Susmayacaksınız..

      RİFAT SERDAROĞLU
      rifatserdaroglu@gmail.com
      twitter.com/rifatserdaroglu
      0 532 211 00 11

      SUSMAYACAKSINIZ

      Mahalleye “serseri” dadansa ve mahalle bekçisini de yanına alsa ne yapacaksınız? Susacak mısınız? Susarsanız, gelir paranızı alır, susmaya devam ederseniz gelir malınızı alır, hala susar ve korkarsanız size hakaret eder, sizi aşağılar, gelir namusunuzu ister ve alır… O zaman sorarlar adama; Niçin varsınız, neden yaşıyorsunuz?…

      Susmayacaksınız. O asalak adama direneceksiniz. Dişinizle-tırnağınızla karşı duracaksınız. Gücünüz yetmiyorsa komşularınızı uyarıp beraberce karşı koyup, onu bekçisiyle birlikte def edeceksiniz…

      Yukarıdaki olayı biz 12 Eylül darbesi sonrası yaşadık. Demokrasiyi savunanlar olarak direndik, hem darbe yapanları, hem de darbe şakşakçılarını, milleti “yaralamadan” ülkenin başından def ettik. Bugün demokrat geçinen ve Türk Milletine Tarikat-Cemaat Demokrasisini layık gören “basındaki maşalara” rağmen…

      TÜSİAD, Türkiye’de toplanan vergilerin çoğunluğunu veren bir kuruluş. Kurumsallaşmış, vergi kaçırmayan ve yüz binlerce vatandaşımıza iş-ekmek veren, her türlü olumsuz şarta rağmen ülkeye yatırım yapan önemli bir Türk Sanayici ve İşadamları kuruluşudur.

      Bu kuruluşun Başkanı Ümit Boyner, gayet haklı ve doğal olarak;

      “Vatandaş Uludere’de ne olduğunu anlamak, Afyon’daki patlamanın sorumlularını bilmek ister” diye bir soru sordu.

      Kendisine, hayatları boyunca yanında “BİR” adam bile çalıştırmamış, devlete vergi vermemiş, kendi paralarıyla bir “SEBİL” bile yaptırmamış kişiler, hakarete varan suçlamalar yönelttiler. Bülent Arınç ve Erdoğan öyle şeyler söylediler ki; demokrasiden nasip almadıklarını, hoşgörünün yanından geçmediklerini, siyasi nezaket ile tanışmadıklarını ispat ettiler.

      Bülent Arınç ve Erdoğan’ın söyledikleri basında yer aldığı için tekrar etmiyorum.

      Ümit Hanım, susmayacaksınız. Bülent Arınç’a verdiğiniz gibi zarif cevaplar da vermeyeceksiniz.
      Herkese anladığı dilden sesleneceksiniz.

      Siz, TÜSİAD’ın erkek üyelerinin görev almadıkları bir dönemde görev aldınız. Yüreğinizi ortaya koydunuz.
      Bu yüzden susmayacaksınız…

      Ben olsam Bülent Arınç’a;

      “Bülent Bey, bizi TÜSİAD’ın 15 yıl evvel ki 28 Şubat davranışını sebebiyle suçluyorsunuz.
      Yargı elinizde, konuşmayın ne istiyorsanız onu yapın. Bu gidişle korkarım ki, yakında TÜSİAD’ın kurucularını da Kurtuluş Savaşımızda, Atatürk’ün yanında yer aldıkları için suçlayacaksınız.

      Bizler Menemen’de de Kubilay’ın yanında, Derviş Memed denen cani katilin karşısında olduk. Konuşurken lütfen dikkatli olun. Partinizin Diyarbakır İl Başkanlığının “Halk Mahkemesi” kurarak T.C. Devletinin “Övünç” madalyası verdiği bir kahramanı yargılayıp, gıyabında mahkum etmesi, bin tane 28 Şubat’tan beterdir. Önce partinize sahip olun, sonra konuşun.” derdim…

      Ben olsam Başbakan Erdoğan’a;

      “Türkiye bir hukuk devletidir. Kimin nerede ve ne konuşacağını, insanların özgürlüklerinin sınırını yasalar belirler, siz değil. Milletten aldığınız “yönetim gücünü” millete karşı “sopa” olarak kullanamazsınız.

      Başbakanlık “tehdit” makamı değil, “hizmet” makamıdır

      30 Eylül’de yapacağınız kongrenize onur konuğu olarak “Barzani”yi davet etmişsiniz. Şehit cenazelerinin konvoy olduğu günümüzde PKK denen Narko-Terör örgütünü koruyan-besleyen- barındıran birini davet ettiğiniz için kongrenize TÜSİAD olarak temsilci göndermiyoruz.

      Sizi Barzani ile baş başa bırakıyoruz. Demokratik haklarımızı korumaya ve konuşmaya devam edeceğiz”, derdim…

      İşin en acı tarafı, Erdoğan TÜSİAD Başkanına hakaret ederken yanında TOBB Başkanı ve eski Ankara Sanayi Odası Başkanı uslu çocuklar gibi susuyorlardı…

      Bugün susanların yarın tek söz söylemeye hakları olmayacaktır.
      Susmayın, korkmayın konuşun. Biz buradayız…

      “SİZİNLE SAVAŞAN ORDU ŞİMDİ HAPİSTE”

      Yukarıdaki sözü, Başbakan Erdoğan’ın emriyle Oslo’da PKK ile görüşen MİT Müsteşar Yardımcısı söylemişti…

      Adaletin, AKP’nin güdümüne girdiğinin “Devlet ağzıyla” itirafıdır bu sözler…

      Balyoz ve benzeri davalar “Siyasi Davalardır..” 1 sene sonra
      bu mahkemenin kararları ortadan kalkar, karar verenler insan içine çıkamaz.

      Merak ettiğim şudur: Komutanları “eksik teşebbüs” darbesi planlarken, Özel Paşa Cumhuriyet mitinglerinde bayrak sallamaktan başka ne yapıyordu? Haberi yok muydu? Yoksa o sıra Tapu Kadastro memuru muydu?..

      Kim ne kahpelik yaparsa yapsın, Türk Ordusundaki erden Orgenerale kadar tüm mensuplarının içinden Atatürk’ü çıkarmak mümkün olamaz.

      Türk Ordusu asla İran Ordusu olmayacaktır.
      Tüm özellere rağmen… Bu da geçecek, gün ağarmaya başladı. Biraz daha sabır…

      Sağlık ve başarı dileklerimle.
      (22 Eylül 2012)

      TÜRKİYE SORUNLARI 90.. Eylül 2012

      Dostlar,

      Cumhuriyetimizin ağabeyi, bilge insan Dr. Ali Nejat ÖLÇEN,

      TÜRKİYE SORUNLARI adlı dizisinin 90. sayısını yayımladı..

      12 x 19 cm cep boyutlarında ve 64 sayfa..

      Kapağı aşağıda, içindekiler de görülüyor.

      Alttan 2. yazı da bizim Sayın Gül’e 30.8.12’de 30 Ağustos Resepsiyonunun iptal edilmemesi için yazdığımız açık mektup.. Sağolsun, yer vermiş Sayın Ölçen.. Zaten aynı gün web sitemden okumuş ve e-ileti ile haketmediğimiz övgüler yazmıştı.

      Cumhurbaşkanlığı ise geçen hafta döndü bize.. İletinizi aldık diye..

      Yaklaşık 50 gün sonra..

      Oysa saniyeler içinde bilgisayarlarında idi 30.8.12 günü saat 14:00 dolayında..

      Sayın Gül’ün sekreteryasının bu olağanüstü hızından (!) haberi var mı acaba??

      Sn. Ölçen’in bu güzelim yapıtı,

      www.olcen.net adresli web sitesinde de yayımlanıyor.

      Örn. bizim yazımıza

      http://www.olcen.net/index.php?id=810&action=printMakale

      erişkesini (linkini) tıklayarak erişebilirsiniz..

      Sayın Ölçen,

      Cumhuriyetin ağabeyi, 100 yıla şunun şurasında 8 yıl kaldı.
      Sakın bir yanlış yapmak yok tamam mı..
      Celal Bayar sizden çok yaşadı.. Ya ürünleri ?

      Ülkemizin size daha çooook gereksinimi var..

      Sevgi ve saygı ile.
      2.10.12, Ankara

      Dr. Ahmet Saltık
      www.ahmetsaltik.net

      Tanrı İmam ve…

      Tanrı İmamı niye korumadı ??

      Bir köyün camisinde, imam cemaate vaaz vermektedir. Ansızın içeri dalan bir köylü, köyü sel basmakta olduğunu haber verir. Bütün cemaat hemen kendilerini dışarı atıp kaçar. Sadece imam, bütün ısrarlara karşın Camiyi terketmeyi reddeder ve Tanrı’nın kendisini koruyacağını söyleyerek camide kalır.

      Kısa bir süre sonra sular camiye ulaşır, imam çaresiz, minareye çıkar. Sular zaten kısa olan minareye yükselirken bir tekne imamı kurtarmaya gelir. Ancak dini bütün imam, Tanrı’nın kendisini koruyacağını söyleyerek tekneye binmez.

      Sular yükselmeye devam eder; ikinci bir tekne gelir, ancak imam yine Tanrı’nın kendisini koruyacağına inancının tam olduğunu söyleyerek bu tekneye de binmez.
      İmam artık minarenin en tepesindedir. Bir helikopter yaklaşır. İçindekiler, durumun kötü olduğunu anlatarak, imama helikoptere gelmesi konusunda ısrar ederler.
      İmam helikoptere binmeyi de reddeder.

      Bir süre sonra sular minareyi yıkar ve imam sellerde boğularak ölür.

      Kendisini ahiretin kapısında melekler karşılar.

      Melek: ‘Hoşgeldiniz, buyrun…’

      İmam: ‘Cennete girmek istediğimden emin değilim..’.

      Melek:’Neden?..’

      İmam: ‘Tanrı’ya çok kırgınım….’

      Melek: ‘Ne oldu ki?..’

      İmam: ‘Ben yaşamımı ibadet ederek geçirdim, insanlara hep iyilik yaptım, günahtan uzak durdum. Yaşadığım köyü sel bastı, herkes kaçtı ama Tanrı’nın beni kurtaracağına inandığımdan ben kaldım. Görüyorsunuz ki şimdi burdayım… İnancımın mükâfatı bu mu olacaktı?’

      Tam bu sırada Tanrı’nın sesi duyulur ;

      ‘Salağa, iki tekne, bir helikopter gönderdik.. Böylesine geri zekâlının benim katımda da yeri yoktur..’

      ====================================

      Alıntıyı (anekdotu) yollayan Sn. Ali Ercan‘a teşekkür ederiz..

      Dini anlayabilmek ve gereğini yapabilmek için de akıl-bilim, bilimsel akıl gerek..

      Sevgi ve saygı ile.
      Ankara, 01.10.12

      Dr. Ahmet Saltık
      www.ahmetsaltik.net

      Onur Öymen : Aydınlık gazetesinde yayımlanan röportajım..

      Onur Öymen :
      Aydınlık gazetesinde yayımlanan röportajım..

      Onur Öymen PKK saldırılarını ve terörün kaynağını Aydınlık’a değerlendirdi
      27 Eylül 2012

      PKK’nın kaynağı Kuzey Irak’tır

      Emekli Diplomat Onur Öymen, PKK saldırılarının Irak’ın kuzeyinden gerçekleştiğini belirterek, AKP’nin bu saldırıları önlemek için Barzani’yle değil, Irak hükümetiyle diplomasi yürütmesi gerektiğini söyledi.

      CEYHUN BOZKURT

      Eski CHP Genel Başkan Yardımcısı ve emekli diplomat Onur Öymen, Türkiye’nin terörle mücadelesini Aydınlık’a değerlendirdi. Türkiye’nin Irak hükümetiyle Irak’ın içişlerine ilişkin konuşmasına rağmen, terör örgütü PKK’yı konuşmadığını belirten Öymen, “Türkiye Irak’la PKK’yı konuşmalı” dedi. Öymen’in gündeme ilişkin açıklamaları şöyle:

      Son olarak Bingöl ve Tunceli’de terör saldırıları oldu. Sürekli artan bir terör eylemleri var. Çok sayıda operasyona rağmen, terör saldırıları durmuyor. Neden bu saldırılar gerçekleşiyor?

      Bir bütünlük içinde bakmak lazım. Bu kadar üst üste şehit veriyorsak demekki izlenen politikalarda bir yanlışlık var. Hükümetin ilk yapması gereken şey “Nerede hata yaptığını” araştırmaktır. Gördüğüm kadarıyla terörle sadece Türkiye topraklarında mücadele etmek eksik bir politikadır, terörün merkezi, beyni, karargahı, cephaneliği, eğitim alanlarının hepsi Kuzey Irak’ta. Türkiye maalesef yıllardan beri PKK’nın Kuzey Irak’taki merkezini tasfiye etmeyi başaramamıştır. Daha önceki hükümetler zamanında 32 kere Kuzey Irak’a harekat yapılmıştır, terör bitme noktasına getirilmiştir. Ama bu hükümet zamanında sadece bir kere sınır ötesi harekat gerçekleşmiştir, o da sadece 7 gün sürmüştür. O bakımdan siz terörün merkezine yönelik hiçbir operasyon yapamazsanız, sadece Türkiye’deki mücadeleyle sonuç almak çok zordur.

      Nasıl sonuç alınabilir peki?

      Burada ilk yapılacak iş diplomasiyi çalıştırmaktır. Mademki bunların merkezi bir başka ülkedir,Türkiye’ye saldırılar oradan geliyor, o zaman terör örgütünün saldırılarında o ülkenin de sorumluluğu vardır. Son zamanlarda dikkat edilirse Bağdat Hükümetiyle ciddi tartışmalara girildiğini görürüz. Ancak orada Hükümet Bağdat’ı başka konular nedeniyle eleştiriyor. Sünnilerle Şiiler arasındaki mücadele, Haşimi vs. konuları gündeme getiriliyor ama PKK yeterince gündeme getirilmiyor. Oysa hem Irak hükümetini hem de uluslararası kamuoyunu PKK konusunda sıkıştırmak gerekir. Bizim muhatabamız Bağdat hükümeti olmalı ve Bağdat hükümetinden PKK’yı tasfiye etmesini, PKK’ya terörist yetiştiren Mahmur Kampı’nın kapatılmasını istememiz gerekiyor. Ayrıca bunu uluslararası topluma götürüp Irak’ın bunu yapmadığını her yerde söylemeliyiz.

      İkinci unsur şu: Irak’ta 150 bin kişilik Amerikan askeri gücü vardı. Maalesef ABD Irak’taki bütün terör örgütleriyle mücadele ederken bir tek PKK ile mücadele etmedi. ABD’lilere bunu sormak lazım. “Niçin siz herkesle mücadele ederken kendinizin de terör örgütü, tehdit unsuru, düşman saydığınız PKK İle neden mücadele etmediniz? Bağdat Hükümeti terörü himaye mi ediyor? İşin can alıcı noktası budur. Bunu yapmadığınız takdirde teker teker sinekleri öldürerek bataklığı kurutmaya çalışmak gibi sonu olmayan bir yola girersiniz. Esas olarak işin merkezine gitmek lazım.

      Kuzey Irak’ta Barzani yönetimi var ve AKP hükümetiyle işbirliği içinde. Barzani yönetiminden terörü bitirmek için destek istiyorlar ama bir türlü olmuyor. Barzani’yle beraber PKK’ya karşı mücadele olur mu?

      Türkiye’nin muhatabı Bağdat hükümetidir. Biz bir yabancı ülkede yerel yönetimleri dış politikada muhatap almayız. Irak’ta bir merkezin bir ordusu var, ayrıca Barzani’nin, Talabani’nin, Şiilerin orduları var. Böyle bir örnek dünyada var mı? Yani devlet ister federal olsun, ister üniter olsun bir devletin bir ordusu olur. Ama Irak’ta birkaç ordunun olmasını herkes içine sindiriyor. Bir ülkenin bir bölgesinde elinizde bir silahlı güç varsa o ülkede siyasi ağırlık sahibi olursunuz. Gücünüze dayanarak merkezi hükümet üzerinde etkili olmaya çalışırsınız. Bu Irak’ın istikrarını, yapısını bozar, merkezi hükümetin otoritesini zayıflatır. Irak’ta olan budur.

      Türkiye’de hükümetler geçmişte de Barzani ile temas kurdular. O dönem ile bu dönem arasındaki fark ne?

      Barzani’ye, Talabani’ye gelince

      Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra Irak Hükümeti 36. paralelinin kuzeyine geçemezken, onlar fiilen bir otorite oluşturdular. Biz de mecburen temas ediyorduk. Çünkü başka muhatap olacak otorite yoktu. O temaslar sonucunda hem Barzani hem Talabani PKK’ya savaş açtı, PKK’yla askeri, silahlı mücadele yapıyorlardı. Bugün neden yapmıyorlar?

      Sizce son terör saldırıları sonrasında Türkiye’nin Kuzey Irak’la ilgili sözü bitmedi mi?

      Diplomasiyi ne kadar kullandılar bizimkiler bilmek lazım. Vaktiyle çeşitli yöntemleri denediler. İki koordinatör seçildi. Biri Türk diğeri Amerikalı iki emekli orgeneral… Onlar 14 ay çalıştılar, bir sonuç çıkmadı ve Başbakan “Bize zaman kaybettirdiler” dedi. Türkiye-Irak-ABD arasında Üçlü Komite kuruldu, yine bir sonuç çıkmadı. Burada yapılacak iş, ABD Irak’tan çekildiğine, bizim muhatabımız Irak olduğuna göre Irak hükümeti nezdinde çok ciddi diplomatik baskı yapmaktır. Bir ülkeye yönelik terörist saldırılar bir komşu ülkeden geliyorsa, o komşu ülkeye sorumluluklarını hatırlatmak gerekir. PKK’nın merkezi Suriye’deyken biz bunu yaptık ve Suriye birkaç günde çözüldü. Kampları kapattılar, Abdullah Öcalanr’ı çıkarttılar ve Adana’da bir mutabakat muhtırası imzalandı. Bir tek şehit vermeden yaptık bunu. Şimdi de yapılabilir. Maliki’yle Haşimi yüzünden kavga edeceğinize bunun için mücadele etmeniz gerekir. Hükümet defalarca sınır ötesi operasyon için Meclisten yetki aldıama kullanamadı.

      Gücümüz mü yetmiyor Irak’ın kuzeyine bir sınır ötesi operasyona?
      Türk Ordusunun PKK’yı tüm merkeziyle, karargahıyla, eğitim kamplarıyla tamamiyle tasfiye etmeye, Mahmur’u kapatmaya gücü yetmiyor mu? Madem yetmiyorsa TBMM’den yetki almanın bir anlamı yok. Türk ordusu güçlü bir ordu. O zaman bunu yapacaksınız.

      ABD engel oldu diye biliyoruz bu sınır ötesi operasyona.
      ABD Türkiye’nin PKK’yı Kuzey Irak’tan tasfiyesini istemiyor mu diye ABD’ye soracaksınız o zaman. Obama’yla konuşuyorsanız bunu da soracaksınız. “Dünyanın hangi ülkesinin terörle mücadelesine engel oluyorsunuz? Var mı bizden başka ülke? Niçin bunu yapıyorsunuz?” sorularını yöneltmeniz gerekir.

      ABD neden engel oluyor?
      ABD’nin kendi menfaatleri olabilir. Kuzey Irak öyle bir yer ki, yalnız Türkiye’yle değil İran’la da sınırı var. PKK’nın PJAK kolu İran’a saldırıyor. Bu konuda menfaatleri olabilir. Ayrıca bölgede petrol ve diğer kaynaklar var. Çıkarları olabilir, bilemeyiz. Ancak ABD başka nedenlerden dolayı Türkiye’nin terörle mücadelesine engel oluyorsa bu ciddi bir ihtilaf konusudur. ABD ile müttefik olmamıza rağmen geçmişteki devlet adamlarımız bu tür durumlarda ABD’ye itirazları iletti. İnönü, Ecevit, Demirel örnekleri var.

      “Hava istihbaratı veriyoruz” diyorlar.

      Bu istihbarat bir sonuç vermiyor ama. Birçok operasyon yaptık. Buna rağmen PKK’nın saldırıları bitmedi. Hangi ülke sadece hava operasyonuyla terörü bitirmiş ki?

      Kara operasyonu gerekir.

      ABD neden Irak’a bir kara operasyonuna karşı çıkıyor?

      Bunun NATO’da gündeme gelmesi gerekir. 4’üncü madde var. Orada herkesin önünde ABD’lilere “Niçin bizim bir kara operasyonumuza karşı çıkıyorsunuz? PKK’yı Kuzey Irak’tan tasfiye etmemizi istemiyor musunuz?” diye sorulmalı. Obama geldi TBMM’de “Bizim iki düşmanımız var. Biri El Kaide diğeri PKK. Biz El Kaide’yi yerinden sökeceğiz, tahrip edeceğiz, yeneceğiz” dedi. Öyle de yaptılar. PKK’ya gelince ise Türkiye’ye “Bağdat’la konuşun, Barzani’yle konuşun, içeride reform yapın” diyor. Yani kendisinin terörle mücadele yöntemi farklı, bize önerdiği farklı. Sürekli olarak Türkiye’ye siyaseten çözün, masaya oturun diyorlar. Avrupalılar da öyle. Sürekli bir siyasi çözüm lafı var. Bu ne demektir? Elinde silah olan bir örgütle masaya oturursanız, ancak onların taleplerini kabul edersiniz.

      CHP’nin gündeme getirdiği bir Akil Adamlar önerisi var?

      Bakın bu konuda çok sayıda rapor var. David Philips’in, Ahtisaari’nin raporları var. Lipponen’in raporu var. Hepsi Türkiye’nin terörü bitirmesi için siyasi taviz vermesini istiyor. Af çıkarın diyorlar, Anayasa’nızı değiştirin diyorlar. Yani yeni Anayasa yapma önerileri yurtdışından geliyor. Bütün raporların başında hep Türkiye haklıdır deniyor. Ancak çözüm önerilerine gelince, nedense hepTürkiye’nin taviz vermesini istiyorlar. Irak topraklarında bir terör örgütü var. Irak’ı kınayan bir tek devlet var mı? Ahtisaari ismi gündemde. Ahtisari’ye açın bakın, Kosova’da ne yapmış? Ahtisari’nin önerileri nedeniyle Kosova adım adım bağımsızlığa gitti.

      Son olarak CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun katıldığı Sosyalist Enternasyonal toplantısından çıkan kararda da meselenin uluslararası platforma taşınması istendi.
      O kararda “Irak hükümeti niçin PKK’yı topraklarında muhafaza ediyor, niçin mücadele etmiyor, niçin topraklarından bertaraf etmiyor” diyen eleştirisel bir cümle yok ama.

      Irak yönetimi çıksa dese “Siz bizimle değil Barzani ile çalışıyorsunuz ve PKK’da Barzani bölgesinde. Ben Barzani’ye müdahale etsem Türkiye’deki hükümet beni engeller” dese haksız mı?

      Bizim muhatabımız, Barzani değil, Irak hükümeti olmalıdır. Meseleye bütün olarak bakmak lazım. Geçmişte de karşı çıkmışlardı. Ama biz geçmiş hükümetler zamanında 32 sınır ötesi harekat yaptık. Biz “Bizi istemiyorsanız siz operasyorn yapın, yapamıyorsanız biz yapalım” dedik. Bu kadar sorun varken biz Irak’la bunu konuşmayacaksak, neyi konuşacağız. Ayrıca TBMM’yi toplayalım, orada konuşalım deniyor. Çözüm makamı muhalefet değil, hükümettir. Muhalefet önerilerini yapar, eleştirir. Ama icra makamı hükümet. Muhalefetin elinde ordu, polis, itihbarat yok. Olamaz da.

      Bugün terör devam ediyorsa sorumlusu terörle mücadelede izlenen yanlış politikalardır..

      Sevgiler, saygılar.
      27.9.12, AYDINLIK

      Onur Öymen