Günlük arşivler: 29 Eylül 2012

Atrvin Karagöl’den doyumsuz görüntüler..

Dostlar,

Arada dinginleşme gereksinimimiz var..

Cennet ülkemizden bir köşe..

Doyumsuz güzellikler..

Pek çok ruhsal soruna çare bile olabilir..

İzlemek için lütfen tıklar mısınız ??

Artvin_Karagol

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 29.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Doğan Kuban : Türk Toplumu Nasıl Tutucu?

Prof. Dr. Doğan Kuban

Dostlar,

Doğan Kuban üstadın yine son derece öğretici ve ufuk açıcı bir yazısı..

Sayfa kurgusunu korumak adına pdf olarak sunujyoruz.

Okumak için lütfen tıklar mısınız ??

Turk_toplumu_nasil_tutucu

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 29.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Ali Sirmen : Silivri’de Toplu Katliam..

Ali Sirmen
asirmen@cumhuriyet.com.tr, 28.9.12, Cumhuriyet

‘Silivri’de Toplu Katliam’

Sanırım Orhan Erinç’in, “Yassıada’dan Silivri’ye” başlıklı dünkü yazısını atlamamışsınızdır. Eğer okumadınızsa, mutlaka bakmanızı tavsiye ederim. Bu çok ilginç yazıyı okurken Yassıada’yı şu ya da bu şekilde yaşamış olanların Silivri duruşmaları konusunda neler hissedeceklerini düşünüyordum ki, Galatarasaray Lisesi’den beş sınıf küçüğüm Hayri Kozak’tan çok uzun bir ileti aldım.

Dostumun yazısı şöyle başlıyordu:

“Yazmaya başlarken bir hususu bildirmekte fayda görüyorum. Demokrat Parti’nin 1950 döneminin milletvekillerinden Kâmil Kozak’ın oğluyum. Yani eski bir Demokrat Partili ailenin çocuğuyum. Rahmetli Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamlarını delikanlılık dönemimde yaşamış olmam beni sınırsız bir isyan ve nefret duygusuna sevk etmiş de olsa ben her zaman Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Cumhuriyetimizin en ciddi güvencesi, teminatı olduğuna inanırım.

Bugünün iktidarının birkaç darbe girişimi ve askeri harekâtı sebep olarak gösterek, günümüzün ordu mensuplarına karşı çok ciddi kıyım hareketi başlattığı inancındayım.

Yazımın konusunu bu nedenle Silivri’de Toplu Katliam olarak seçtim.”

***

Hayri Kozak, Türk basınının bu duruşmalardaki ilgisizliğinin altını özenle çizdikten sonra şu hususu da belirtiyor:

“Duruşmalar başladıktan kısa bir süre sonra, salonun tavanından dinleyici ve sanıkların aralarında yaptıkları konuşmaların dinlenebilmesini teminen misina kalınlığında ucuna çok hassas mikrofonların takılı olduğu birçok kablo sarkıtıldı!!!…

Gelelim duruşmalara:

Bu davanın sanıkları olan 365 subayımızın 4’ü orgeneral olmak üzere 87’si general ve amiral; 220’si albay, 18’i yarbay, 23’ü binbaşı diğerleri ise çeşitli daha alt rütbeli askerlerimizdi. Bu arada tek sivil sanık ülkenin yetiştirdiği en değerli bilim adamlarından olan, Havelsan’ın Genel Müdürü, şirketi sıfır ihracattan, 350.000.000 USD ciro düzeyine ulaştıran, birçok ünlü projeye imzasını atan Faruk Yarman’dı. Kendisi tutuklandığı günden mahkûm olduğu tarihe kadar neden tutuklandığını anlayamamıştı ne yazık ki kendisine13 yıl hüküm giydirildi.

Bu davada her şey ama her şey 11-16-17 No’lu olarak bildirilen CD’lerin içeriğinin ve diğer bazı delillerin sahte olup olmadığının kanıtlanmasına bağlı idi. Mahkeme heyeti anlaşılması mümkün olmayan bir kararlılıkla bu CD’ler hakkında yazılan bilirkişi raporlarını delil olarak değerlendirmemekte, iki çok önemli tanığı dinlememekte ısrar etti ve bunları dinlemeden Türk Silahlı Kuvvetleri’ne uzun yıllarını vermiş subaylarının tamamını ve bir müstesna bilim adamını en ağır cezalara çarptırmayı tercih etti.

***

Bu arada belirtmem gerekir ki ‘TÜM SANIKLAR KARARLARIN OKUNDUĞU SÜRENİN SONUNA KADAR AYAKTA SESSİZ VE DİMDİK DURARAK ASLA MAHKEMEYE DEĞİL AMA ADALETE SAYGILARINI GÖSTERMELERİ’ son derece anlamlıydı.

Bunun yanı sıra mahkeme heyetinin kaçar gibi salonu terk etmeleri ibret verici bir görüntüydü.

Balyoz davasını bizzat, canlı izlemiş olmam bana tüm gerçekleri yaşamış olma fırsatını verdi.

Rahatlıkla ifade edebilirim ki mahkeme heyetinin bu sonuçları açıklaması için 115 duruşma ile 21 ay kaybedilmesine hiç gerek yoktu. Gördüğüm, dikkatle izlediğim mahkeme heyeti ilk duruşma günü hangi kararları alacaklarını adeta biliyordu. Tek bir sanığın talebini yerine getirmedi. Sadece dinledi ve ara kararlarda sadece kendi bildiğini yaptı. Bütün bunlar mahkeme heyetinin ilk celseden itibaren eğilimi hakkında yeterli kanaati vermiştir kanımca.

Saygı ve sevgilerimle Hayri Kozak”

İşte Yassıada’ya ve o hukuksuz idamlara çocukluğundan gençliğine geçtiği sırada tanık olmuş olan Demokrat Partili bir aileden gelen dostumun Silivri izlenimleri bunlar.

Çok özetleyerek yayımladığım mektup ile ilgili görüşlerimi de yarın yazacağım izninizle.

Apo’yu Paşa Yapın…

Bekir COŞKUN

Apo’yu Paşa Yapın…

Sonunda terörü çözme işi Apo’ya kaldı…

Büyük devlet başka…

*

Adalet Bakanı “Teröre karşı çözüm sürecinde PKK liderinin olabileceğini” söyledikten bir gün sonra, Başbakan televizyonda “İmralı ile görüşülebileceğini” açıkladı size…

“İmralı” Apo’nun coğrafi adı…

Onu getiren komutanı cezaevine kapattılar…

18 yıl…

Terörü çözmek için Apo’ya gidiyorlar…

İyi mi?..

*

Apo’nun anayasa yapımı sürecinde yer aldığı da anlaşıldı, partiler arası anayasa komisyonu kurulması onun fikriymiş…

Memleketin aydınları, gazetecileri, bilim insanları, ordunun yarısı “anayasal düzeni yıkmak”tan içeride…

Yeni anayasal düzen Apo’nun katkıları ile kuruluyor…

Eeee çüş?..

*

Ben size söyleyeyim:

Çaresiz kaldılar…

*

En son bizim Enis Berberoğlu’na düşmüştü iş…

Bir masa, masa örtüsü, bir vazo çiçek alıp gitti Şemdinli’ye, teröre karşı…

Teröristler, masa, masa örtüsü, vazo ile gelen birisini görünce, mağaralarda uzun süre birbirlerine bakarak sessiz oturdular…

Sonra mağara deliğinden sordular muhtemelen:

“Ula sen kimsen?..”

“Enis…”

“Dizi filmci?..”

“Hayır, Enis Berberoğlu…”

“Heeee…”

“Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni…”

“Nedisen?..”

“Öyle dedikleri gibi terör merör yok burada yani…”

“……?”

*

Biliyorsunuz, ertesi gün sekiz şehit…

*

Bu da çare olmayınca işte…

Çözüm Apo’ya düştü…

Başbakan’a ve bakanına bakılırsa, onun terörün çözümünde Genelkurmay Başkanı’ndan, bakanlardan, muhalefet liderlerinden, daha az etkili olduğunu kim söyleyebilir?..

*

Türkiye, içine düştüğü büyük tuzaktan kurtulamıyor açıkçası…

AKP; muhaliflerini yok etmek, önündeki tüm engelleri kaldırmak, iktidarını sürdürebilmek uğruna teslim olduğu ABD’nin nihai oyununa düştü

Çıkamıyor…

Çaresiz…

*

Ve mecbur…

Apo’yu çıkarıp paşa yapsalar…

Abdullah Paşa…

(28 Eylül 2012 – Cumhuriyet)

Çetin Doğan : ‘Balyoz’u İstanbul TEM kurguladı’

‘Balyoz’u İstanbul TEM kurguladı’

Balyoz davasında 20 yıl hapis cezasına çarptırılan emekli orgeneral Çetin Doğan’ın “Kamu görevlilerine karşı görevlerinden dolayı hakaret” suçlamasıyla 9 aydan 3 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanmasına başlandı.

Doğan, 2. Sulh Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmada mesleği sorulunca “terörist” yanıtı verdi. Çetin Doğan, “Balyoz davasının İstanbul Terörle Mücadele Şubesi’nde kurgulandığını” savundu.

Çetin Doğan, Balyoz davasının 17 Ocak 2012 tarihinde görülen 74. celsesindeki “Terörle mücadele şubesi terör üretme haline gelmiş” sözleri nedeniyle “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini, devletin yargı organlarını, askerî veya emniyet teşkilatını alenen aşağılamak” suçlamasıyla Silivri 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nde hakim karşısına çıktı.

Emekli olduktan sonra terörist

Çetin Doğan, kimlik tespiti sırasında Hakim Mehmet Raşit Naz’ın mesleğini sorması üzerine “Mesleğim terörist, emekli olduktan sonra teröristlik yapıyorum” diye yanıt verdi.
Bu sözleri hakimin, “terörist olduğunu beyan eder” şeklinde tutanağa geçirmesi üzerine Çetin Doğan “Şaka olarak soruyorsunuz herhalde. Emekli orgeneral olduğumu biliyorsunuz” dedi. Hakim, usul gereği sorular olduğunu belirtti.

Dijital listeler

Hakimin bir sayfalık iddianameyi okumasının ardından savunmasını sözlü yapacağını yazılı da sunacağını ifade eden Doğan, önce Balyoz davası hakkında bilgi vermek istediğini anlattı. Doğan “Balyoz davası hangi bilgisayarda oluşturulduğu bilinmeyen üzerlerinde sanıklara ait hiçbir imza veya iz bulunmayan, bu nedenle de sanıklarla hiçbir illiyet bağı bulunmayan dijital planlar ve dijital listelerden oluşmaktadır” dedi.

Görevi kötüye kullanma

Balyoz davasında delil olarak sunulan dijital materyale ilişkin raporların İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadale Şubesi mensupları tarafından hazırlandığını anlatan Çetin Doğan, şöyle devam etti: “İstanbul Terörle Mücadele Şubesi’nin bir kısım mensupları tarafından görev ve yetkilerini kötüye kullanarak gerçekleri tahrif ettikleri, adaleti yanıltıcı tespit tutanakları tanzim ettikleri, Balyoz davası duruşmalarında belgeleri ile örnekler verilmiş ve bu nedenle müteaddit suç duyurusunda bulunulmuştur.”

TEM Şube’ye suçlama

Çetin Doğan, kendisinin yargılanmasına neden olan sözleri konusunda şu açıklamayı yaptı: “TEM Şubesi’nde görevli bir kısım polis memurlarının görevlerini kötüye kullanarak suç işlediklerini son defa çarpıcı bir şekilde mahkemeye duyurmak için bir kısım polislerin TEM Şubesi’ni adeta terör üretme merkezi haline getirdikleri yolunda irticalen sözler sarf ettim. Sözlerimden kastedilen adı geçen kurum değildir. Sözlerimin muhatabı, haklarında suç duyurusunda bulunduğum polis memurladır.”

Sahte plan

Doğan, Balyoz davası iddianamesinde çelişkiler bulunduğunu belirterek örnekler verdi. 19 Mayıs 2006 tarihinde kurulan Türkiye Gençlik Birliği’nin 2 Aralık 2002 tarihinde oluşturulduğu iddia edilen Balyoz Planı’nda yer almasının planın sahte olduğunu belgelediğini anlattı. “Balyoz davasının kotarılmasında TEM Şube Müdürü Yurt Atayün’ün rol aldığını” savunan Doğan, Yurt Atayün imzalı fezlekeden örnekler gösterdi.

TÜBİTAK raporları

Dosyada bulunan 2 TÜBİTAK raporunun polis tarafından çarpıtıldığını ifade eden Doğan “Yerli ve yabancı bilim adamları ve kurumlardan alınan teknik bilirkişi raporları suç unsuru taşıyan dijitallerin en erken 2006 yılında oluşturulmuş olabileceğini belirlemişlerdir. Bunun nedeni olarak dijitallerde kullanılan yazı karakterlerinin Microsoft firması tarafından 2006 yılı ortasında piyasaya sürüm yapılan Office Word 2007 ‘calibri’ fontunun ve XML semalarını içermesi gösterilmektedir” diye konuştu.

Diğer davalarda rolleri var

Doğan savunmasında “Ortaya koyduğum gerçekler, Balyoz davasının kurgulanmasında İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’nin açıkça rol aldığını kanıtlamaktadır. Ayrıca hem Balyoz davası ve hem de Ergenekon, Poyrazköy, Kafes, Amirallere Suikast ve benzeri davalarda oynadıkları rolü belgeleyen kanıtlar bulunmaktadır” diye konuştu. Doğan, Balyoz davası dosyasında fezleke hazırlayan TEM Şubesi’nde görevli polislerin mahkemeye çağrılmalarını ve hazırladıkları değerlendirmeler konusundaki sorulara yanıt vermelerinin sağlanmasını talep etti.
Çetin Doğan, savunmasını saat 12.00’de tamamladı. Duruşmayı 23 Kasım 2012 tarihine erteleyen Hakim Mehmet Raşit Naz, talepleri celse arasında inceleyeceğini kaydetti.

Duruşmayı Doğan’ın eşi Nilgül Doğan ve yakınları izledi.

(28 Eylül 2012, Cumhuriyet portalı)

Dil Devrimi 80. Yıla Erişti..

Dil Devrimi 80. Yıla Erişti

Sevgi ÖZEL, Cumhuriyet, 27 Eylül 2012

Tarihin akışına bakalım; devrimleri yığınlar değil, öncüler yükseltmiştir. İnsan tutsak olsa da dili olmaz; dil, siyasaya araç yapılabilir; ama aklın ipini koparan siyasanın boyunduruğuna girmez; bunun en canlı örneği Türkçedir.

Atatürk’ün öncülüğünde, Samih Rifat’ın “reis”liğini, Ruşen Eşref’in “umumi kâtip”liğini üstlendiği, Celal Sahir’in “aza ve veznedar”ı, Yakup Kadri’nin “aza”sı olduğu dernek 12 Temmuz 1932’de kuruldu. “Türk Dili Tetkik Cemiyeti” adını, Ata’nın sağlığında Türk Dil Kurumu olarak Türkçeleştirdi. Ondan bir yıl önce çalışmaya başlayan Tarih Kurumu gibi “devlet dairesi” değildi. Atatürk bu iki kurumu özellikle “dernek” olarak kurmuş, böyle kalmaları için de kalıtından pay ayırmıştır.

12 Eylülcüler, Atatürk’ün eliyle yazdığı “vasiyetname”yi çiğneyerek bu iki derneği yasa zoruyla kapatmıştır.

Bugün var olan Türk Dil Kurumu Kenan Evren’le ona destek olan hukuk tanımazların ürünüdür.

Başbakanlığa bağlı Türk Dil Kurumu Atatürk’ün değil, Kenan Evren’in kurumudur.

12 Eylül’le hesaplaşacağını söyleyenler, nedense 12 Eylül ürünü olan Atatürk kurumlarından ve Atatürk’ün kalıtından hiç söz etmezler. Dahası adının önünde akademik san olanlar, 29 yıldır bir hukuk lekesinin üstünde oturmaktan hiç utanç ve üzüntü duymaz; Atatürk’ün dilde devrimden caydığı gibi gerçekdışı masallarla kendilerini aklamaya çalışırlar. Evren kurumu, 1980’lerin ortasında bozduğu ölçünlü dil ve yazımı, “milliyetçi muhafazakârlığı” gericiliğe taşıyan MEB ve YÖK eliyle üniversiteye, tüm okullara sokmuştur. Türkiye Türkçesinin sorunlarını çözemeyen, üstelik varlığıyla sorun yaratan, sözlüğünde ve belleğinde ‘Dil Devrimi’ bulunmayan, siyasetin buyruğundaki Evren kurumunun yayınları, etkinlikleri, Atamızın koyduğu ilkelerin ne denli uzağına düştüğünü göstermektedir.

80. Dil Bayramı’nı, 4+4+4’lük eğitim ucubesinin çocuk ve gençleri, yalnız ‘Dil Devrimi’nden değil, bir bütün olan Türk Devriminden kopardığı ortamda kutlayacağız.

Dayatılan sistemin özünde dil bilinci yoktur; çünkü Atatürk’le ve Türk Devrimiyle hesaplaşma üzerine kuruludur.

İnanç odaklı bir sistemle çağdaş eğitim yapılamayacağı açıktır.

Yabancı dille eğitime ses etmeyen MEB, İngilizcenin yanına Arapçayı yapıştırarak, okulları imam hatipleştirerek, Kuran kurslarını okul içine taşıyarak Atatürk’ün adını ve devrimlerini silmeyi amaçlamaktadır.

Dünyanın gidişine baktığımızda bu sistemin “hayırlara vesile olmayacağı” bellidir.

İşte 80. Dil Bayramı’nı böyle karanlık bir gündemle kutlayacağız.

Atatürk’ün kurumu kapatıldıktan sonra 29 yılda iki kuşak yaşama atıldı. Yabancı çocuklara Türkçe öğrettiği için gözyaşı döken sistem, kendi çocuklarını dilsizleştirmek için elinden geleni yapmaktadır. 26 Eylül, ilk Türk Dili Kurultayı’nın toplandığı gündür. Kurultayın son gününde Ruşen Eşref, Türk Devriminin dile yansımasını vurgulayan coşkulu bir konuşma yapmıştır: “Bir davayı bütün gerçekliğiyle göz önüne koymak, onu zaman ve mekân içinde yerine ve sırasına koymak, beynin laboratuvarında inceden inceye elenip dokunmuş olan bu işin nasıl bir iş olduğunu görmek, göstermek, düşünceleri o iş etrafında bir araya toplamak, o işten çıkan sonuçları ilerisi için hedef edinmek; işte Mustafa Kemalce düşünüş bu demektir. (…) Mustafa Kemalce düşünmek demek, incelemek, bütünleştirmek, bilinçlendirmek, düzene sokmak, sistemleştirmek demektir.”

Bugün toplum, Mustafa Kemalce düşünmemeye zorlanıyor. Mustafa Kemal’in “Karakterim” dediği özgürlük ve bağımsızlık aşkımız, “karakter”inde “özgürlük ve bağımsızlık” olmayanlar yüzünden siliniyor. Yaşamın her alanı gibi dilimiz de yara aldı; halk, “okey” ile “inşallah” arasına sıkıştı; arka arkaya iki tümce kuramaz oldu. “Milliyetçi muhafazakâr”lar, dil ile din arasındaki bağı ayıran Harf ve Dil devrimlerine düşmanlığı, devlet eliyle örgütlediler. Eski yazı ve dil özlemiyle ussal ve bilimsele değil, dinsel ve ırksal olana sarılıyorlar. Osmanlıca tutkunlarının en kabadayısı bile ‘Dil Devrimi’nin sözcükleriyle öfkesini kusuyor. Nâzım Hikmet’in dediği gibi “dil yürür”, ancak Atatürk’le ve devrimlerle hesaplaşmanın bedelini çocuklara yükleyenler de yürüyor. Eğitim ve gelir düzeyi düşürülen halkı inanç baskısıyla özgürce düşünemeyen “kul”a dönüştürmeye yeltenenler, kendi içlerindeki “kul”un öfkesini dizginleyemiyor. Kullandıkları dil, onları ele veriyor.

‘Dil Devrimi’nin 80. yılını karamsarlığın derinleştiği bir ortamda kutluyoruz. Çokları “azınlık” duygusu içinde; Kurtuluş Savaşı’nı başlatan, laik Cumhuriyeti kuranlar da başlangıçta bir avuç değil miydi? Tarihin akışına bakalım; devrimleri yığınlar değil, öncüler yükseltmiştir. İnsan tutsak olsa da dili olmaz; dil, siyasaya araç yapılabilir; ama aklın ipini koparan siyasanın boyunduruğuna girmez; bunun en canlı örneği Türkçedir. Yüzyıllar sonra, Mustafa Kemal Atatürk’ün kaldırdığı Osmanlıca perdesinin altından dipdiri çıkmıştır. Laik Cumhuriyetin 89, ‘Dil Devrimi’nin 80. yılında 4+4+4’lük tıngırdamak boşuna çaba; ‘Dil Devrimi’, durdurulamaz.

Bu duygularla ulusumuzun 80. Dil Bayramı’nı kutluyorum!

GERÇEK ve SAHTE ATATÜRKÇÜLER

GERÇEK ve SAHTE ATATÜRKÇÜLER

“Baylar ve ey millet, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz! En doğru ve en hakîkî tarikat, medeniyet tarikatıdır.”

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

Çeşitli Atatürkçüler olduğu bilinmektedir. Atatürkçüleri, biri gerçek Atatürkçüler, diğeri sahte Atatürkçüler olmak üzere iki bölüme ayırabiliriz.

Peki ama, herkesin Atatürkçü göründüğü bir ortamda gerçek ve sahte Atatürkçüleri birbirinden nasıl ayıracağız.? Gerçek Atatürkçülüğün ölçüsü, belirleyici nitelikleri nelerdir? Kanımca, gerçek Atatürkçülüğün ölçüsü, Atatürk’ü içtenlikle sevmek, Atatürk ilkelerine inançla bağlanmak, bu ilkelerin uygulanması için çalışmak ve Atatürk devrimlerinin bekçiliğini her dönemde yapmaktır.

Gerçek Atatürkçüler, tam bağımsızlıktan yanadırlar ve emperyalizmin her türüne karşıdırlar. Amerikan emperyalizmine karşı oldukları gibi, Sovyet, Kızıl Çin, İngiliz, Fransız, Alman, kısacası her çeşit emperyalizme, yabancı bir devletin güdümüne karşıdırlar. Tüm dünya devletleriyle eşitliğe, dostluğa, karşılıklı güvene dayanan bir dış politika izlenmesini savunurlar.

Sahte Atatürkçüler, tam bağımsızlığa karşıdırlar.

Onlara göre, yabancı bir devletin himayesi, güdümü olmadan yaşanmaz. Tam bağımsızlıktan söz edilince “Biz Amerikasız yapamayız. Amerika’nın kucağından kalkıp Rusya’nın kucağına mı oturalım?” derler. Atatürk’ün, Türkiye’yi Amerika’nın da, Rusya’nın da, bir başka devletin de dümen suyunda gitmeden, tam bağımsız bir dış politika ile yönettiğini unuturlar. Tam bağımsızlığa modası geçmiş gözüyle bakarlar. Sahte Atatürkçüler, köle, uşak ruhludurlar.

Gerçek Atatürkçüler, egemenliğin kayıtsız ve koşulsuz ulusta, halkta olmasını isterler, cumhuriyet yönetiminden yanadırlar.

Sahte Atatürkçüler, cumhuriyetçiliğe karşıdırlar, padişahlığı, halifeliği savunurlar. Sahte Atatürkçüler, Atatürk’ü hiç sevmezler ve O’nun aleyhinde demediklerini bırakmazlar. Zalim Padişah II. Abdülhamit ile Padişah Vahdettin’e övgüler düzerler.

Gerçek Atatürkçüler, şeriatçılığa karşıdırlar, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını, laiklik ilkesinin tam olarak uygulanmasını, vicdan, inanç ve ibadet özgürlüğünü savunurlar.
Sahte Atatürkçüler, şeriatçılıktan yanadırlar, devletin İslam dini kurallarına göre yönetilmesini ve devletin yurttaşların dini inançlarına karışmasını isterler. Laikliğin yeminli düşmanıdırlar.

Gerçek Atatürkçüler, birleştirici, bütünleştirici, kaynaştırıcı, insalcıl ve çağdaş bir milliyetçilikten, Atatürk milliyetçiliğinden yanadırlar.

Sahte Atatürkçüler, ümmetçi, gerici, ırkçı, kafatasçı, Turancı, şoven, saldırgan, bölücü ve yıkıcı bir milliyetçiliği savunurlar.

Gerçek Atatürkçüler, halkın halk tarafından halk yararına yönetildiği, toplumun her kesiminin düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün tanındığı gerçek bir demokrasiden yanadırlar. Halkın yönetime en geniş ve en etkin bir biçimde katılmasını isterler. Halk içindeki ayrıcalıklı kişi, zümre ve sınıflara karşıdırlar.

Sahte Atatürkçüler, yalnızca sermaye sınıfına, para babalarına ve onların temsilcilerine düşünce ve örgütlenme özgürlüğü tanıyan göstermelik bir demokrasiden, daha doğrusu demokrasi maskesi faşist bir rejimden yanadırlar. Halk içinde ayrıcalıklı kişi, zümre ve sınıfların bulunmasını savunurlar.

Gerçek Atatürkçüler, devrimcidirler, toplumun sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel yapısının demokratik devrimlerle değişmesini, toplumun sürekli olarak ileri gitmesini isterler.

Sahte Atatürkçüler, toplumsal değişmelere, demokratik devrimlere, yeniliklere karşıdırlar, bağnazdırlar, tutucudurlar.

Gerçek Atatürkçüler, ülke ekonomisinin geniş halk kitlelerinin çıkarlarının birinci planda tutularak yönetilmesinden yanadırlar. Ekonomisinin yabancılar tarafından, örneğin, IMF (Uluslararası Para Fonu) ve diğer kuruluşları tarafından yönlendirilmesine karşıdırlar.

Sahte Atatürkçüler, ülke ekonomisinin kapitalistlerin, işadamlarının, holdinglerin çıkarlarına göre yönetilmesini, onların çıkarlarının halkın ve devletin çıkarlarından üstün tutulmasını isterler. Yurt ekonomisinin yabancılar tarafından, örneğin, IMF ve diğer finans kuruluşları tarafından yönlendirilmesini isterler.

Gerçek Atatürkçüler, Batının bilimini, tekniğini, çağdaş kurumlarını, düşünce ve örgütlenme özgürlüğünü, çok partili parlementer rejimini benimserler, ancak Batılılaşmayı, Batı uyduculuğu, kuyrukçuluğu, öykünmeciliği olarak anlamazlar, Batı uyduculuğuna karşıdırlar.

Sahte Atatürkçüler, Batılılaşmayı, Batı uyduculuğu ve öykünmeciliği olarak kabul ederler.

Gerçek Atatürkçüler, hoşgörüden, barıştan, akılcı ve bilimsel düşünceden yanadırlar.

Sahte Atatürkçüler, bağnazdırlar, fanatiktirler, önyargılıdırlar, barışa, akılcı ve bilimsel düşünceye karşıdırlar, düşmandırlar.

Gerçek Atatürkçüler, Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü her dönemde (sivil ve askeri hükümetler döneminde, normal ve olağanüstü dönemlerde) savunurlar. Atatürk ilke ve devrimlerinin, her zaman, her dönemde, inançlı bekçiliğini yaparlar.

Sahte Atatürkçüler, her dönemde değil, bazı dönemlerde kendilerini en büyük Atatürkçü sayan hükümetler döneminde Atatürkçü görünürler. Böyle zamanlarda herkesten fazla Atatürkçü geçinirler.

Gerçek Atatürkçüler, Atatürk’ü sadece bir yönüyle değil, çeşitli yönleriyle ele alırlar. Örneğin, Atatürk’ü yalnızca bir asker, komutan olarak görmezler. O’nu yurt kurtarıcısı, devlet kurucusu, anti-emperyalist ve devrimci yönleriyle de ele alırlar.

Sahte Atatürkçüler, Atatürk’ün yalnızca asker yönünü ele alırlar ve Atatürk’e sadece Kurtuluş Savaşına katılmış bir asker gözüyle bakarlar. Onlara göre, Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşına Padişah Vahdettin’in isteğiyle katılmış bir Osmanlı paşasıdır. Atatürk düşmanları, Atatürk’ün yurt kurtarıcılığını, devlet kuruculuğunu, anti-emperyalist ve devrimci niteliğini inkar ederler.

Gerçek Atatürkçüler, dil devriminden, dilimizin özleştirilmesinden yanadırlar. Arapça, Farsça ve Türkçeden oluşan ve yapay bir dil olan Osmanlıca’yı değil, öz Türkçe’yi savunurlar.

Sahte Atatürkçüler, dil devrimine karşıdırlar, öz Türkçeyi değil, Osmanlıcayı savunurlar.

Gerçek Atatürkçüler, Atatürkçülüğü bir bütün olarak ele alırlar ve Atatürkçülüğün bilimsel bir biçimde incelenmesinden yanadırlar. Atatürkçülüğün tabulaştırılmasına, dogmalaştırılmasına ve dondurulmasına karşıdırlar.

Sahte Atatürkçüler, Atatürkçülüğün tabulaştırılmasını, dogmalaştırılmasını, belli kalıplar içinde dondurulmasını isterler. Atatürkçülüğü içeriğinden soyutlayarak yozlaştırmaya çalışırlar.

Gerçek Atatürkçüler, Atatürk ilkelerinin uygulanması ve Atatürk devrimlerinden ödün verilmemesi için çalışırlar. Gerçek Atatürkçüler, Atatürkçü olduklarını sözleriyle değil, işleriyle, eserleriyle, davranışlarıyla, eylemleriyle gösterir, kanıtlarlar.

Sahte Atatürkçüler, Atatürk ilkelerinin uygulanmaması ve devrimlerin yozlaştırılması için tüm güçleriyle çalışırlar. Sahte Atatürkçülerin Atatürkçülükleri sadece sözde kalmaktadır.

Sahte Atatürkçüler, Atatürk’ü sevmedikleri ve Atatürkçülüğe inanmadıkları halde gerçek amaçlarına ulaşmak için Atatürk’ü seviyor ve Atatürkçülüğe inanıyor görünürler. Atatürk ve Atatürkçülük, sahte Atatürkçüler için, amaca ulaşmada, sadece bir maskedir, bir kalkandır, bir paravandır, bir araçtır.

Sahte Atatürkçüler, gerçek amaçlarına ulaşmak için her yolu denerler. Onlara göre amaca ulaşmak için her yol mubahtır. Sahte Atatürkçüler, gerçek Atatürkçüleri gerçek dışı ihbarlarla, iftiralarla sindirmeye, korkutmaya, onları komünistlikle suçlayıp susturmaya ve böylelikle meydanın kendilerine kalmasına çalışırlar.

Gerçek Atatürkçü olmak, Atatürk ilkelerini her dönemde savunmak, Atatürk devrimlerinin bekçiliğini her dönemde yapmak, Atatürkçülüğün yozlaştırılmasına her dönemde karşı çıkmak ve bunun için her türlü tehlikeyi göze almak gerçekten çok zor, ama o derece onurlu bir iştir.

Gerçek Atatürkçülere, her zaman, her dönemde çok büyük görevler düşmektedir.

Gerçek Atatürkçüler, Atatürk ilke ve devrimlerini her dönemde yılmadan, usanmadan, bıkmadan savunacaklar ve Sahte Atatürkçülerin oyunlarını boşa çıkaracaklardır.

Yurdumuz, sahte Atatürkçüler yüzünden çok çekmiş, çok şey kaybetmiştir ve hala kaybetmektedir.

Gerçek Atatürkçüler, sahte Atatürkçülerin yüzlerindeki Atatürkçülük maskesini indirmeli ve onları halka gerçek kimlikleriyle tanıtmalıdırlar.

Sahte Atatürkçüler, ne yaparlarsa yapsınlar, istedikleri kadar Atatürk, Atatürkçülük, Atatürk ilke ve inkılapları üzerine söylev çeksinler, istedikleri kadar yüzlerine Atatürkçülük maskesi takıp Atatürkçü görünsünler, gerçek Atatürkçüler, onları, yani sahte Atatürkçüleri çok iyi tanıyorlar artık.

Sahte Atatürkçüler, meydanın boş olduğunu ve amaçlarına ulaşacaklarını sanıyorlar, ama yanılıyorlar.

Gerçek Atatürkçüler, dün olduğu gibi, bugün de, yarın da sahte Atatürkçülerin oyunlarını bozacaklar, boşa çıkaracaklardır.

Kaynak : Asım ASLAN, Sömürülen Atatürk ve Atatürkçülük, 60. basım,
Ankara 2003, s. 162-163-164-165-166-167.
Baskı : Uzman Matbaacılık Ltd. Şti.
Yazışma Adresi : P.K. 34 Yenişehir/ANKARA

Balbay’dan Gül’e açık mektup…

1 No’lu Cezaevi F-3 alt koğuş Silivri / İSTANBUL
(Son 3,5 yıllık adresi)

Balbay’dan Gül’e açık mektup…

Ergenekon davasından 3.5 yıldır tutuklu yargılanan CHP İzmir Milletvekili ve Cumhuriyet yazarı Mustafa Balbay, TBMM’nin yeni yasama yılının 1 Ekim Pazartesi günü başlayacak olması nedeniyle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e açık bir mektup kaleme aldı.

Açık mektubuna “Sayın Cumhurbaşkanı” hitabıyla başlayan Mustafa Balbay “Anayasamızın 104. Maddesi’ne göre görev ve yetkilerimizden başlıcası, devlet organlarının uyumlu ve düzenli çalışmasını gözetmektir. Anayasa şahsınıza bu çerçevede yasama yılının ilk günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde açılış konuşması yapma, gerektiğinde Meclis’i toplama hakkı vermiştir” dedi. Balbay mektubunda 1 Ekim 2012 pazartesi günü TBMM 24. dönem 2. yasama yılının resmen başladığını vurgulayarak “Tablo şudur: Yasama, yargı ve yürütme arasındaki kuvvetler ayrılığı ilkesi adeta kuvvetler yarışına dönüşmüş, denge ve uyum kaybolmuştur” değerlendirmesinde bulundu.Balbay mektubuna şu ifadelerle devam etti:

“Devlet içinde devlet oldular’

“Başbakan, yargının en tartışmalı kurumlarından olan özel yetkili mahkemelere (ÖYM) güvenmediğini açıkça dile getirmiş, ‘devlet içinde devlet oldular’ demiştir. Yürütmenin başının bu çıkışı sonrasında yasama, ÖYM’leri tasfiye eden bir yasa çıkarmıştır. Yargı da yasama organının çıkardığı yasanın özgürlüklerle ilgili bölümlerini uygulamama kararı almıştır.”

Milli irade

Balbay açık mektubunda Cumhurbaşkanı’na “Bütün bunlar sizin ‘Bu düzenlemeler bağlamında özgürlükler bağlamında yararlanacaklar var, bekletilmemeli’ diye düşünüp birkaç saat içinde onayladığınız 3. Yargı Paketi kapsamında yaşanmıştır” değerlendirmesi yaparak, “Seyrek de olsa sizin de altını çizdiğiniz tutuklu milletvekilleri sorununun çözümü, milli iradenin Meclis’te çözümü, milli iradenin Meclis’te tam temsili bu aşamada da gerçekleşmemiştir” dedi.

TBMM eksik başlıyor

“Yüce Meclis, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da yasama yılına eksikli başlamaktadır” diyen Balbay mektubunda şunları kaydetti: “Bu durumun da yarattığı olumsuz iklim nedeniyle Meclis’in içinde de, en azından kimi temel sorunların çözümü için beklenen genel uyum gerçekleşememiştir. Bu yıl da Meclis zemininde olumlu bir başlangıç havası oluşamamıştır. Meclis’teki küçük bir yarılma, toplumda derin bir çatlak demektir. Meclis’ten çıkan yasaların adalet beklentisini karşılamaması, yargının üzerine çöken hukuksuzluk gölgesi, devleti devlet yapan organları ve kavramları erozyona uğratmaktadır. Milli iradenin tam temsil edildiği, ortak paydaları yüksek bir Meclis’in sizin de amaçlarınız ve sorumluluklarınız arasında olduğunu düşünmekteyim.”

Balbay, mektubunu “Kaygılarımla” sözcüğüyle tamamladı.

(28 Eylül 2012, Cumhuriyet)

Kılıçdaroğlu : Vatana ihanetle yargılanacaklar

“Vatana ihanetle yargılanacaklar”

Devletin müsteşar yardımcısının terör örgütü ile masaya oturamayacağını söyleyen CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “Başbakan bunun hesabını verecektir. Şimdi güçlü olduğu için ona uzanamadılar, güçlü olduğu için. Göreceksiniz, o zaman da vatana ihanetle yargılanacaklar bunlar…” diye konuştu.

Habertürk televizyonunun yayınına katılan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, soruları yanıtladı ve gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun programdaki konuşmalarından satırbaşları şöyle:

– 2003 yılında yabancı ülkenin askerleri hangi gerekçeyle Türkiye’ye nasıl geldiler. Parlamento böyle bir izin verdi mi? Siz nasıl olur yabancı güçleri Türkiye’den geçirirsiniz. Bunun adı ihanettir. Suriye’de çatışmalara karışıp Türkiye’ye gelen gruplar var. Sayın Başbakana soruyorum, yabancı bir ülkenin silahlı kuvvetlerini Türkiye Cumhuriyeti’nde konuşlandırma yetkisi kime aittir. Yanıt, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Parlamentonun böyle bir kararı var mıdır, yoktur. Bunun adı vatana ihanettir.

“Açsın istediği kadar…”

– Hangi ülkeye giderseniz gidin. Tazminat davası açıyormuş, açsın istediği kadar. Sayın Erdoğan beni korkutmak istiyor, ben sayın Başbakan’dan korkmam.

“Bu kadarı alanın yeri Yüce Divan’dır”

– Yabancı bir ülkenin silahlı kuvvetlerin Türkiye gelmesi AKP ile şifahi bir anlaşma gereği Türkiye’ye geldi mi? Bu kararı alan birisinin yeri Yüce Divan’dır. Bizim Türk askerleri ABD’ye gitsinler bakalım, izin alabiliyorlar mı? Ben bu işi AİHM’e kadar götüreceğim. Sayın Başbakanın bütün söylemleri gerçek dışıdır. Sayın Başbakan bir ara çıkıp dedi ki ‘CHP’li belediyeler Alman vakıflarından aldıkları paralarla terör örgütüne para aktarıyorlar’. Ben ‘Sayın Başbakan hangi belediye?’ diye sordum. Vatan hainliğini ilk kullanan kişiyim. Dubai’deki anlaşmadan sonra kullandım dava açtı mı? Açamaz…

“Muhatabı artık Öcalan’dır…”

– Eğer bir Başbakan çıkıp kamuoyunun önüne ‘Öcalan’la görüşülmeli’ diye beyan deklare ediyorsa kendisinin muhatabı artık Öcalan’dır. Ben bunu kabul etmiyorum. Bir devlet yönetiminde böyle bir şey olabilir mi? Oslo süreci ilkesiz bir süreçtir, doğru ve ahlaki bir süreç değildir. Yalanlar üzerine, halkı kandırma üzerine kurulan bir süreçtir. Tek amacı vardır AKP’ye seçim kazandırmak için PKK’ya eylemsizlik kararı alınmasını sağlamaktır. Bu da başarısızlıktır. İkinci Oslo sürecine destek vermeyiz. Doğru değildir, ahlaki değildir. Terör örgütü ile görüşme meselesine gelirsek. İstihbarat örgütü görüşür mü, görüşür. İtiraz ettik mi? Ama çıtayı getirip Başbakanlığın üzerine koyarsan itiraz ederiz. İlk Oslo görüşmeleri yapıldı, Türkiye kan gölüne döndü. İkinci Oslo’dan sonra Türkiye’de iç savaş tetiklenebilir. Sayın Başbakan her şeyi kendisi ve partisi üzerine inşa ediyor. Bu başbakanın bu süreci yönetmesi mümkün değildir. Orada bir mutabakat metni ortaya konmuş. Hakem devlet ‘ben imzaladım’ diyor.

“AKP rahatsız, medyası rahatsız”

– Metnin nasıl eline geçtiğini ben söylemem. Sayın Başbakan ‘Bunları kim sızdırdı’ dedi. Araştırsın, elini tutan mı var mı? Emrinde istihbarat örgütleri var, araştırsın bakalım. Oradaki temel olayımız şu, hakem devlet tarafından bir metin imzalanıyorsa o metin her an uluslararası bir boyut kazanabilir. Bu başbakan bunun farkında bile değil. Biz bu riski kamuoyunun önüne koymak için o metni açıkladık. CHP’nin gerçeği halkın önüne koyduğu tablodan AKP rahatsız, medyası rahatsız.

“Türkiye’yi bir iç savaş tehlikesine atıyor”

– AKP’nin yaptığı çözüm üretmek değildir. Siz eğer istihbarat örgütleriniz, silahlı örgütle görüşecekse, silahlı örgütün en zayıf olduğu zamanda oturursunuz masaya. 2002’de terör sıfırdı, 2012’de Türkiye kan gölüne döndü. Oslo sürecinde bu oldu. Sayın Başbakan sen sıfır terörle ülkeyi devraldın, peki şimdi ne oldu? Nasıl oldu da Türkiye kan gölüne döndü, önce bunun hesabını vermesi lazım. Bunun hesabını vermeyen bir siyasi iktidarın ikinci süreci başlatmasını doğru bulmayız ve buna inanmayız. Cumhurbaşkanlığı süreci için bu süreci başlatıyor ve korkarım ki, Türkiye’yi bir iç savaş tehlikesine atıyor.

“Bizim yerimiz TBMM. Oturup konuşalım”

– Barış için diyaloğa evet. Bizim yerimiz TBMM. Oturup konuşalım, Kortkular ve Meclis’e gelmiyorlar, ama koşa koşa Oslo’ya gidiyorlar. Bir sorun çözülecekse bu ülkenin kendi iç dinamikleriyle çözülmeli. Ben Meclis’i, halkı ve kanaat önderlerini devre dışı bırakacağım diyor. Kalkıp Oslo’ya gideceğim diyor. Biz bunu yemeyiz.

“Bizim önerimiz…”

– Bizim önerimiz şu. TBMM’de bir uzlaşma komisyonu kuralım. Bu komisyonuna paralel bir de akil adamlar heyeti olsun. Görüşmeleri akil adamlar yapacak. Devletin meşru bürokratları gidip o görüşmeleri yapmayacaklar. Devlet hukuk zemininde görüşme yapar, bizim önerimiz buydu. Bizim çözümümüz toplumsal uzlaşmayla ve bütün siyasi partilerin katılımıyla. Şimdi AKP İmralı’ya da giderim diyor, mesele yok. Gemisi var, arabası var, uçağı var. Eğer cesareti varsa gitsin konuşsun.

– Bizim milletvekillerimiz 81 ilde görevli. Sayın Aygün’e özel olarak ‘Bir Kürt raporu yaz’ diye bir görev verilmiş değil. Bir gazetede asparagas haber çıktı, o gazeteye yakıştıramadım. Seçimlerden önce sayın Şükrü Elekdağ ile konuşmuştum. Kendisi olağanüstü bir çalışma yaptı. O çalışmayı beraber değerlendirdik, çalışma hala devam ediyor. Kim bu konuda yetkili diye sorarsanız, sayın Şükrü Elekdağ’dır.

– Kapalı kapılar ardında görüşmeler yapılamaz mı, yapılır tabii. Ama ülkenin çıkarları mı, Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı süreci mi? Siz bana dünyada herhangi bir terör örgütünün en güçlü olduğu dönemde, o teröre muhatap olan ülkenin masaya oturduğunu söyleyin. Böyle bir şey yoktur. O görüşmeler Başbakanın temsilcisi düzeyinde olmaz. İstihbarat elemanları giderler, biz bunlara itiraz etmedik. Bu ta Özal’dan, rahmetli Ecevit’ten beri yapılır. Blair İngiltere’nin çıkarları için oturdu. Şimdi Erdoğan’ın çıkarları için oturuluyor.

“Siz terörü önleyemezsiniz…”

– Sayın Başbakan dedi ki, ‘Biz terörle mücadele edeceğiz, siyasetle de müzakere’. Geldiğimiz nokta ‘terörle müzakere, siyasetle mücadele’ yapıyor. Siz terörü önleyemezsiniz, terörü büyütürsünüz.

– Ülkeyi kan gölüne döndüren birisini hangi ülkenin insanları Cumhurbaşkanı yapacak ki. Halkına doğruları söyleyemeyen bir ülkede nasıl Cumhurbaşkanı olur. Bizim Cumhurbaşkanı tercihimiz, iyi eğitimli, bilgili, kültürlü bir kadının bu ülkede Cumhurbaşkanı olmasıdır. O gün koşullar ne olur bilemiyorum, sonuçta Cumhurbaşkanı seçilecek kişi, hepimizin Cumhurbaşkanı olacak. Bir isim üzerinde bütün siyasi partiler anlaşırsa, bundan mutluluk duyarız.

“Her okuldan terörist çıkabilir, nitekim imam hatipten de çıkmış”

– Bizim AKP gibi anket yaptıracak kadar paramız yok. Hazineden yardım alıyoruz. Ancak belli zamanlarda yaptırıyoruz.

– Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olmak istiyor. Böyle bir isim okul bahçesinde öğrencileri topladığı zaman ayrışmayı yapar yoksa bütünleştirici mi olur. Orada imam hatip dışındaki öğrencileri dışladı. Her okuldan terörist çıkabilir, nitekim imam hatipten de çıkmış. İmam hatiplerde okuyan da bizim çocuklarımız, meslek lisesine gidenler de bizim çocuklarımız. Tercihlerin hepsine saygı duyacağız.

– Bir başbakan okul bahçesinde ‘çocuklar okuyun’ der. Bilim çağından bahseder, bilgi toplumundan bahseder, bunları anlatır. Ama siz toplumda fay hatları yaratıp, o küçük çocukların beynini başka şekilde yıkıyorsunuz. Şimdi bu kişi kalkıp ben cumhurbaşkanı olacağım diyor, Allah korusun.

“İfade tırnak içinde söylüyorum aşağılık bir ifadedir…”

– Sayın Başbakan orada yaptığı konuşmadan sözde biz Kuranıkerim’e, siyeri Nebi’ye karşıymışız. Bizim Kuran’ı mezarda okunmak için düşündüğümüzü söylüyor. Bir başbakanın bir müslümanın böyle bir ifade kullanması mümkün müdür? 10 milyonu aşkın kişi bizim partimize oy vermiş, niye Kuran’dan kaçalım. Hiçbir kitaptan kaçmadık ki biz. İfade tırnak içinde söylüyorum aşağılık bir ifadedir. Neden, hiçbir ülkede bir başbakan kendi insanlarına dönüp, onların kutsal bildikleri kitap neyse siz bundan kaçıyorsunuz diye bir ifade kullanamaz. Siz kalkıyorsunuz CHP’yi suçluyorsunuz. Biz ne zaman Kuran’dan kaçtık.

– Sanıyor ki, peygamberin hayatı yeni okutuluyor kitaplarda, hayır efendim, eskiden beri okullarda okutulur. Başbakanın ne eğitimden, ne öğretimden haberi var. Neşet Ertaş’ın musalla taşına yaslanmış ahkam kesiyor. İmam orada, namazı kılacağız, defnedilecek. Hayır efendim bir de konuşma yapacak. Hayatım boyunca hiç böyle bir olaya tanık olmadım. Neşet Ertaş’ın toplumda yarattığı sevgiyi ben nasıl istismar edip oya değiştiririm hesabı yaptı.

Neşet Ertaş bizim toplumumuzun ortak paydasıdır. Müslümanı da sever, müslüman olmayanı da sever. Devlet sanatçısı olmayı reddeden birisidir. Ben garibim der. Biz o’nu Aşık Veysel’in söylediği kara toprağa emanet ettik. Bakalım bundan sonra hangi değerleri istismar edecek.

“Emekliye yüzde kaç verdiniz, memura yüzde kaç verdiniz?”

– Bu nasıl başarılı bir ekonomidir ki, 2012’de bu ülke saman ithal etmeye başladı. Bunun daha ayırdına varamayıp da bizim en başarılı olduğumuz demek.. Yok efendim birbirimizi kandırmayalım. Neden bu zamlar geliyor peki? Doğalgaza küçük bir zam yapacaklarmış, yüzde 10-15 oranında. Emekliye yüzde kaç verdiniz, memura yüzde kaç verdiniz? Başarılı bir ekonomi politikası halka faturayı çıkarmaz. Halka faturanın çıkması ekonominin krizde olması demektir.

– Hatay’a, Kilis’e, Gaziantep’e gitsinler, nakliyecilerle görüşsünler, esnafla görüşsünler. Kadına şiddet artttı. Kadın ölümleri, boşanmalar arttı. Oturup bunun sosyolojik olarak tahlili gerekiyor. Bu ekonomi politikası başarılı bir politika değil. Kemal Derviş ve arkadaşlarının krizden çıkış politikasıydı bu. Bunlar yeni bir politika oluşturamadılar.

– Doğalgazda biz Rusya’ya yüzde 60 oranında bağımlıyız. Dünyada hiçbir ülke yoktur ki, bir başka ülkeye yüzde 60 bağımlı olsun. Yarın Rusya ile kriz çıktı, Rusya vanaları kesti, bütün ülke soğukta kalır. Demokrasinin çıkışı şudur, vatandaş ödediği bütün vergilerin hesabını sorun. Vatandaşlara çağrım ödediğiniz vergilerin hükümete hesabını sormasıdır. 1 trilyon 367 milyar dolar nereye gitti?

Kılıçdaroğlu: “Hep doğruları söyleyeceğime dair söz verdim”

– Ben politikacıyım, siyasete atılırken halka hep doğruları söyleyeceğime dair söz verdim. Benim söylediklerim birilerini tatmin etmemiş olabilir, saygı duyarım. Sizler gazetecisiniz, alın kameralarınızı Kars’a gidin, oradaki besicilerle konuşun, esnafla konuşun. Göreceksiniz ki, herkes bir dert küpü. Vatandaş bir çıkış arıyor. Biz de vatandaşa çıkış yolu mu arıyorsunuz, hem terörden bu ülkenin arınması, barışın ve hoşgörü gelmesi, siyasetin ve siyasetçinin ahlaklı olması. Biz kul hakkı yemiyoruz ki, kul hakkı yiyen sensin, kalkıp beni suçluyorsunuz. Bizim eksiğimiz olabilir, ama bizim bir doğrumuz var. Biz her kuruşun hesabını veririz, halka doğruları söyleriz, halktan yana politika üretiriz.

“Üniversitelerin haline bakın!”

– Sanayicinin önündeki bütün engelleri kaldırmayı taahhüt ediyoruz. Bilgi toplumu olmak zorundayız. İki üniversitemizde fizik bölümü kapandı biliyor musunuz? Üniversitelerin haline bakın! Bu üniversitelerle mi bilgi toplumunu yakalayacağız. Akademisyenler, öğrenciler konuşmuyor, üzerlerinde baskı var. Eskiden adalet diye bir kavram vardı. Şimdi kavram ‘Allah kimseyi mahkemeye düşürmesin’.

“Sahte delille mahkum ediyorsunuz”

– Balyoz davasında 23 tane bilirkişi raporu var. 2007 çıkan yazı karakteri 2003’deki belgede kullanılmış, olur mu böyle bir şey? Dijital verilerin sahteliği konusunda bin 500 üzerinde belge kondu. Sahte delille mahkum ediyorsunuz. Biz darbeye kesinlikle karşıyız. Bu ülke darbeden büyük zararlar görmüştür. En büyük zarar gören parti de biziz. Ama bir insanı yargılayacaksan hukukun üstünlüğü kavramıyla yargılayacaksınız.

– Sayın Başbakan o kasetler size nasıl geldi, mahkeme mi size verdi dinleyin diye. ‘Yargıya gerekeni söyledik’ diye kendisi söylüyor. Bir başbakan bunu nasıl söyler? Bunu söylendiği zaman bir ülkenin baroları ve yargıçları nasıl ayağa kalkmaz? Teslim olan bir yapı var.

– Yunanistan’da da darbe yapıldı. Bildiğim kadarıyla 23 kişi mahkum oldu. Emir komuta askerlikte çok önemlidir. Yukarının verdiği emri alt sorgulayamaz, böyle bir hakkı yoktur. Silah tak, ateş et dediği zaman er ateş etmek zorunda değildir. Şimdi siz teğmenden generale kadar ‘darbeci’ diye suçladınız. Orada daktilo yazan memura bile hapis cezası verdiler. Onun darbe ile ne ilgisi var? O mahkemede görevli olan yargıçlar Türk hukuk tarihine kara bir sayfa armağan ettiler. O yargıçların çocukları hiçbir zaman ‘benim babam Silivri’de görev yaptı’ diyemeyecekler, utanacaklar. Bu kadar kötü bir mirası çocuklarına bıraktılar.

Adnan Menderes’in idamı, mahkeme yok muydu vardı? Bu toplumun vicdanı kabul etti mi, etmedi. Adına havaalanı kuruldu, üniversiteler kuruldu. Çünkü o mahkeme de bugünkü gibi özel mahkemeydi. Deniz Gezmiş’in idamlık ne suçu vardı?

– Bu ülkenin barışa ve huzura ihtiyacı var. Eski algılarımızdan kurtulmak zorundayız. Ülkenin yaşadığı sorunlar bize yeni bir yol haritası çizmemizi gösteriyor. Siyasetçiler ve toplumun önderleri olarak onlara umut vaadeden güzel bir dünya bırakmak zorundayız. İyi bir okul, hastane, yol, enerji, kalkınmış, refah, gönenç toplumu vaadetmek zorundayız. Saygın devlet, onurlu develet bırakmak zorundayız. Biz bunu yapmak zorundayız.

– Biz anayasa çalışmalarına çok samimi olarak katkı veriyoruz. Üç arkadaşımız da kendi alanlarında uzman, birikimliler. Türkiye’nin çağdaş ve özgürlükçü bir anayasaya sahip olmasını istiyoruz. Anayasa değişince herşey değişecekmiş gibi bir algı yaratılıyor. Anayasada ‘basın hürdür, sansür edilemez’ deniliyor. Yeni anayasada bundan farklı bir şey yazmayacağız? Peki medya bugün özgür mü? Hayır. Özgürlüğü değiştiren yasalar hayata geçmemişse anayasa ile değiştiremiyorsunuz. Biz AKP’ye şu teklifi yaptık, oturalım anayasa değişikliğini yapalım, ama gelin güzel bir Türkiye için darbe yasalarını değiştirelim. AKP bu teklifimizi reddetti. Demokrasi söyleminde bulunacaksınız ama darbe hükümetlerinin çıkardığı yasaları uygulayacaksınız, böyle olmaz. Anayasayı değiştirmek önemlidir ama AKP’nin bu konuda çok samimi olduğuna ben şahsen inanmıyorum. Özgürlükler için samimi olsa darbe yasalarını değiştirir. Bir öğrenci ‘parasız eğitim istiyoruz’ dedi diye hapse mi atılır? 100’ün üzerindeki gazeteci hapiste. Siz bununla Türkiye’de demokrasinin kalitesini sorgulamak zorundasınız.

“Seçiliyor, milletvekili oluyor ama izin verilmiyor!”

– Seçimle gelen milletvekilinin tutuklanmasının tutuklanmasının sebebini bana birisi anlatması lazım. Bunlar tutuklu, daha hüküm giymemişler. Savcıya başvuruyor ve ‘temiz kağıdı’ alıyor. YSK onaylıyor. Başbakanlığa gönderiliyor, Resmi Gazete’de onaylanıyor. Seçiliyor, milletvekili oluyor ama izin verilmiyor. Bu olmaz, siz bundan şikayet ediyorsunuz bunu öngören yasayı değiştirmek zorundasınız.

“Müsteşar yardımcısı terör örgütü ile bir masaya oturmaz”

– Hiçbir demokraside devletin müsteşar yardımcısı terör örgütü ile bir masaya oturmaz. Oturursa suçtur, hukuk bunu öngörüyor. Eğer altına bir de hakem devletin imzaladığı anlaşmalar varsa bu da ikinci bir suçtur. Siz bu olayı uluslararası alana taşıyorsunuz demektir. Kendi iç dinamiklerinizle olayı çözmeyeceksiniz. Başbakan bunun hesabını verecektir. Şimdi güçlü olduğu için ona uzanamadılar, güçlü olduğu için. Göreceksiniz, o zaman da vatana ihanetle yargılanacaklar bunlar.

“81 ile de gidiyoruz”

– Değişim her zaman zordur. Değişime direnenler vardır. Statükodan beslenen gruplar vardır. Önemli olan statükoyu değiştirmek, değişimi öncelemektir. Biz de bunu yapmaya çalışıyoruz. Elbette partimizde bundan rahatsızlık duyanlar olabilir. Ama zamanla buna da uyum sağlayacaklardır. Sayın Başbakan ‘Siz Sivas’ın ötesine geçemiyorsunuz’ diyordu. Biz şu anda 81 ile gidiyoruz.

“Güneydoğu’da oylarımız artmadı”

– Güneydoğu’da oylarımızda gözle görünür bi artışımız olmadı. Ama meseleyi oya endekslemek onu istismar etmek demektir. Türkiye’nin barışa ihtiyacı var. Herkesin sorumluluğu var, benim de var Recep Tayyip Erdoğan’ın da, Devlet Bahçeli’nin de, BDP’nin de sorumluluğu var.

– Bizim partimizde gerçekten ciddi değişiklikler oldu. Kadrolar neredeyse yüzde 100 yenilendi. Biz daha demokrat bir anlayışla gidiyoruz. Ön seçimler yapıldı, sandıklar konuldu. Aksaklıklar oldu mu, tabii oldu. Ama bu bir süreçtir. Her gün kalitesi biraz daha yükseltilmiş parti içi demokrasi olacak. Biz yüzde 30 cinsiyet kotası getirdik. Yüzde 10 gençlik kotası getirdik. Baktığınız zaman daha genç, dinamik, kararlı, tutarlı bir parti yapılanması sağlamaya çalıştık. 1980 darbesinin getirdiği bir olumsuzluk var. Gençler siyasetin dışına itildiler. Bu çok yanlış bir şeydi. Bir genç kendi ülkesinin sorunlarıyla ilgilenmek zorundadır. O gençler politikanın dışına itilirse, ülke yönetiminde ciddi sorunlar her zaman doğabilir.

“Sadece CHP’nin değil siyasetin gençleşmesi lazım”

İyi eğitilmiş, okumuş, yazmış, uluslararası ilişkileri yakından izleyen gençlerin mutlaka siyasete girmeleri lazım. Bakın Çin değişti. Hindistan bir dev olarak gidiyor. Guney Kore öyle. Büyümek farklı bir şey, gelişmek farklı bir şey. Gençler siyasete girerse ekonomiye de girecekler, bilime, sosyal yaşama, diplomasiye de girecekler.

Sadece CHP’nin değil siyasetin gençleşmesi lazım.

– Yerel seçimlerde varolan belediye başkanlıklarımızı korumak üzerine yeni belediye başkanlıkları ilave etmek gibi bir hedefimiz var. Bir strateji geliştirdik. En iyi çalışan belediyeler, bizim belediyelerimiz. İçlerinde çalışmayanlar da var tabi. Aile sigortası uygulayan belediyemiz var bizim. Hiç para ödemeden beldenin bütün yaşayanların sağlık harcamalarını karşılayan belediyemiz var bizim.

“Önseçim yapacağız Gürsel Tekin çıkarsa tabii ki aday olur”

– İstanbullu nefes almak isterse, özgürlüğü tatmak isterse Beşiktaş’a, Sarıyer’e, Kadıköy’e, Kartal’a gider. Seçim öncesi önseçim yapacağız Gürsel Tekin çıkarsa tabii ki aday olur. Aziz Kocaoğlu İzmir’e çok güzel şeyler yapıyor. Kentsel dönüşümle ilgili olarak sorunları var tabii. Hükümet ne kadar geciktirirse geciktirsin kentsel değişimi yapacağız. Bizim belediyelerimiz TOKİ’den çok daha iyi koşullarda halkımıza konut imkanı sağlıyor.

“Sarıgül gelirse memnun oluruz”

– Sayın Mustafa Sarıgül partimizin üyesi değil. Gelirse memnun oluruz. Biz herkesi kucaklamak isteriz. Eğer anketlerde de kendi adı çıkarsa elbette adayımız olur, niçin olmasın. Daha yüksek bir oy ve daha fazla belediye almak isteriz.

28 Şubat sürecinde Erbakan’a haksızlık yapıldı. O süreç iyi tahlil edilmeli. Perdenin arkasında neler oldu, onların iyi tahlil edelmesi lazım. O süreç AKP’ye kapı açan bir süreç. Tarih bunu ortaya çıkaracaktır. O dönemki yazışmalar, kriptolar pek çok olayın aydınlatılmasına yarayacaktır.

– CHP’yle ilgili belli çevrelerde olumsuz bir algı var. CHP inançlara, insanlara saygılı ve ahlaklı bir partidir. Halka doğruları söyleyeceksiniz ki, güven veresiniz. Halkın siyasetçiye güven duymama algısını kırmak zorundayız.

“İktidara geleyim diye Amerika’ya asla gitmem”

– Amerika çok önemli bir ülke. Bir dünya devi, güçlü bir ülke. Ben iktidara geleyim diye Amerika’ya asla gitmem, kendi halkıma giderim. Recep Tayyip Erdoğan gitti, konuştu, güvenceler verdi. Oy isteyeceksem halkımdan isterim. Başka birisinin desteğiyle iktidar olursam ona borçlu kalırım, dik duramam. Düzgün siyaset bunu kabul etmez. ABD ile ilişkilerimiz bozulsun anlamında söylemiyorum bunu. ABD’yle saygın, tutarlı, kararlı ve düzgün bir ilişkimiz olacak. Rahmetli İnönü ‘büyük devletlerle ilişkiye girmek arslanla yatağa girmeğe benzer’ derdi.

– Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi bir tercihtir. Ama sorun yaratacağı açık. Yarın halkın oyuyla Cumhurbaşkanı oldunuz. İktidardaki parti de diyelim ki yüzde 49’la iktidar. Cumhurbaşkanı Bakanlar Kurulu’na başkanlık yapabilir. Başbakan’a ‘çekil ben daha fazla oy aldım’ diyebilir. Cumhurbaşkanının parlamentoda seçilmesinin gerektiğini söyledik biz. Halk Cumhurbaşkanını seçer, onu da kabul ederiz. Halkın sağduyusuna güveniriz. Halkımız Başkanlık sistemini tam olarak biliyor mu acaba?

AKP’nin ufku tükendi, devleti yönetemiyor. Teröre neredeyse teslim olan bir yönetim anlayışı var. Sorunlu bir iktidar eğer ülke için sorun olmaya başlamışsa artık çözüm üretemez.

“Suriye konusunda bataklığa saplandılar”

– Suriye konusunda bataklığa saplandılar, çıkmak istiyorlar çıkamıyorlar. Biz yolunu gösterdik ‘çıkabilirsiniz’ dedik, dinlemediler. Ortak bir Suriye deklarasyonu yayınlayalım dedik, AKP bunu kabul etmedi. Kendilerine Suriye’ye dışarıdan müdahale doğru değil, iç işlerine karışmayalım dedik. Suriye’deki iki tarafı, Çin’i, Rusya’yı, İran’ı, ABD’yi davet edin konferans düzenleyin dedik. Sayın Başbakan ‘ben yapmam’ dedi ama Rusya yaptı. Bizim Dışişleri Bakanımız Rusya’ya gitti. Sonra Mısır topladı ve Dışişleri Bakanımız yine gitti.

“Davutoğlu mizah konusu”

– Biz Ortadoğu’da sorun olduk, sorunu şimdi başkaları çözüyor. Sayın Başbakan’ın Ortadoğu’da bir ağırlığı ve gücü kalmamıştır. Sayın Davutoğlu artık uluslararıs mizah konusu. Suriye konusunda gideceksiniz BM’de orayı ağlama duvarına çevireceksiniz. ABD Dışişleri Bakanı 15 km. ötede ama oraya gelmiyor. Sayın Davutoğlu Rusya’ya savaş mı açacak? Bir arada Çin’i ve Rusya’yı bizim izole etmemiz gerekir diye bir laf etmişti. Biz savaşa karşıyız, bölgemizde savaş istemiyoruz.

– Sivil mülteciler tamam, ama Suriye’yi gidip savaşsınlar, akşam geri gelsinler bu olmaz. Türkiye saygın bir ülkedir, korsan bir devlet değildir. Esad’a karşı olanlar şimdi Esad’ın yanına geçti. Hiçbir zaman hiçbir yerde Esad’ı savunmadık. Biz AKP’nin dış politikasını eleştirince ‘Siz Esad’ı savunuyorsunuz’ dediler. Biz hiçbir şekilde Esad’ı savunmadık. Esad’la tatil yapanlar onlar.

– Siz askerleri taşıyorsanız, yerini ve zamanını karşı taraf bildiği içindir ki, ateş ediyordur. Mevziye konuşlanmıştır. Demek ki, bilgi alıyor. Bir istihbarat zaafiyeti var demektir. Uzun uzun düşünmeye, analiz etmeye gerek yok, herşey meydanda. Ama bir devriye aracı gezerken, yola mayın konulmuşsa o farklı bir şeydir. Ama askerlerin ne zaman geçeceği bellidir.

– Bizim muhatabımız hükümettir. Biz kurumları hedef almayız. Genelkurmay nasıl çalışır, ne yapar, saygı duyarız. Merkez Bankası’na da saygı duyarız. Askerlik çok önemli bir görevdir. Bu ülkenin bağımsızlığı ve özgürlüğü için silahlı kuvvetlere ihtiyacımız vardır. Onun hukuk içerisinde verilen görevi en iyi bir şekilde yapmasını isteriz. Fakat geldiğimiz noktada siyasal iktidar her kurumu itibarsızlaştırdı. En itibarlı kurumlarımızdan birisi ÖSYM idi. Orada sınav yaptığınızda herkes ortak güvence duyardı. Şimdi geldiğimiz noktaya bakın en az güven duyulan kurumlardan biri haline dönüştü. TSK’nin yıpranmasının temelinde yine AKP vardır.

Bütün CHP’li milletvekillerin dinlendiğini ve izlendiğini biliyorum. Yeri zamanı gelir bununla ilgili ayrıntılar kamuoyuna verilir.

(28 Eylül 2012, Cumhuriyet portal)