Günlük arşivler: 23 Eylül 2012

Hüseyin Haydar şiri : KOMUTANIN ÖLÜMÜ..

KOMUTANIN ÖLÜMÜ..

Hüseyin Haydar
Cumartesi, 18 Şubat 2012 05:45

Komutan öldü. Tuğrul kuşu gökte öldü.
Beşikte bebek irkildi, onu sordu,
Yirmi iki asırlık han berkildi, yolu sordu.
Bu dert beni yedi, dert milleti yedi…
Yetmiş vaşak günde üç öğün yürek yedi.

Suikast! Ey ulus, suikast!
Oğlunun öcünü almayacak mısın?
Eğiliyorum önünde yüceliğinin, bilgeliğinin,
Hunhardan hesap sormayacak mısın?

Ey sü, ey kansu, konuşmayacak mısın?
Nazlı söğüt müsün, kara kayın mı?
Ülkün, türkü söyleyen bir orman değil mi?
Baltaladılar hayat ağacını, ne duruyorsun?
Kara yalanla mı saracaksın yaranı?

Ey kam, yan! Ey kamu dağlan!
Ölüm değil, ölüm göbek bağımızda bizim.
Düşen uçak değil, bir ordu cenin,
Tekmelenmiş anarahmi ana ecenin,
Ankara şehrinin buz tutmuş iç organları.

Komplo! Ey meclis, komplo.
Ay dolansa, gün tutulsa komplo bu.
Kuşluk namazıdır bizde alçaklarla düello.
Çekilse puştluk altın imbikten,
Ölümsüzlük için ölene olur mu hile?

Konuşsun Cengiz Han, Timur, Spartaküs,
Söylesin en üst savaşkanlar,
Söylesin Tonyukuk, Selahattin Eyyûbi:
Arslan kendi yavrusunu yer mi?

Utanç! Ey millet, utanç!
Düşmanların birleşti, sen dağılacak mısın?
“Topla dizginleri, tanı kendini!”
Dağların karı erise yıkayamaz bu kanı,
Demiri bir daha eritmeyecek misin?

Tehdit! Ey gençlik, tehdit!
Kuluydu Türk’ünün, Kürt’ünün.
Katığıydı işçisinin, toprağıydı köylüsünün.
Ordanın kılıncı yatağından çıktığı gün,
Baş kaldırıp bakmayacak mısın?

“Kavgaya girince silah alınmaz!”
Yıldırım misali fırsat verilmez.
Kabul olunmaz kör tedbirin kazası.
Söylesin bütün Roma, Pers komutanları:
Kararsız elle hedef vurulmaz.

Toplan! Ey halk, toplan!
Akıl yolu buzlanmış, buz gibi hıyanet.
Suça batmış sürüleri inine sür,
İncirlik’te gırtlağından yakala yılanı tez,
Çekicin başını gürzünle ez.

İntikam! Ey ordu, intikam!
Kudretinin önünde eğiyorum başımı,
Soruyorum: Bedir yüzlü o komutan nerede?
Faciayı “müttefik” bu, cinayeti cia,
Kâr mı koyacaksın katillerin avucuna?

Köroğlu Dağları kalktı dikildi,
Ozan Ata kopuz çaldı, yiğit silkindi:
Eşref Bitlis öldü mü, gök direğin göçtü mü?
Ödlek dönüp kaçtı mı? Şimdi, dünya yıkılır!

* Emperyalizmi yenen ve bir daha yenecek olan kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Atatürkçü birikimine ve 19 yıl önce (1993) şehit düşen Org. Eşref Bitlis ile diğer şehit komutanlarımızın devrimci anılarına şükranla.
Son Güncelleme: Cumartesi, 25 Şubat 2012 23:28

ABD tarafından 17 Şubat 1993’te uçağı düşürülerek şehit edilen Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis..

Sovyet-Fin Savaşı

Prof. Dr. SELÇUK EREZ
www.selcukerez.com

Sovyet-Fin Savaşı

Çoğumuz bilmez, azımız hatırlar. Oysa, “Sovyet-Fin Savaşı”nı, nedenlerini, sonuçlarını bilmemizde ve anımsamamızda yarar vardır.

Sovyet ordusu, 2. Dünya Savaşı’nın başlarında, 1939 sonbaharında, Finlandiya’ya saldırmıştı. “Finlandiya’nın, topraklarında Sovyetlere askeri üs vermeyi ve Rusya ile sınırında değişikler yapılmasını kabul etmemesi” bu saldırının gerekçelerindendi.
Dört Rus hudut koruyucusunun ölümüne yol açan top ateşinin Finlandiya’dan geldiği de ileri sürülmüştü. (Sonra bunun Rusya’dan atıldığı anlaşıldı.)

Sovyetler’in Finlandiya’nın üç misli kadar askeri, otuz misli uçağı, yüz misli de
tankı vardı. Stalin, Finlandiya’nın en fazla iki hafta içinde bir baştan diğerine işgal edileceğine inanmaktaydı. Sovyet askerleri, hızlarını alamayıp Finlandiya’nın ötesinde yer alan İsveç’e girmemeleri konusunda resmen uyarılmışlardı.

Bütün bu avantajlarına rağmen savaş iki haftada bitmedi, üç ay sürdü.
Finlilerin savaşta yiten 26 bin askerine karşı 127 bin Sovyet askeri öldü.

Finlandiya baştan başa işgal edilemedi, topraklarının % 10 kadarı Rusya’ya bırakıldı ama bu ülke varlığını sürdürmeyi başardı.

Koskoca Sovyetler Birliği’nin ufak ve cılız bir ülke karşısında beklenmedik boyutta bocalaması nedendi?

Stalin’in ordunun komutanları arasında yaptırmış olduğu “temizlik”ti:

Sovyet ordusu’nun 5 mareşalından 3’ü, 15 ordu komutanından 13’ü, 9 amiralden 8’i, düzene karşı darbe tasarlamak, düşmanla işbirliği ve casuslukla suçlanarak öldürülmüş ya da hapislerde çürütülmüştü.

En seçkin komutanlarını yitirmiş ordu, ufacık bir düşman karşısında bile bu boyutta fire vermişti.

O zamana ait arşivler açıldığından, bugün komutanlara yönelik suçlamaların düzmece olduğunu, (Brezezinski ve birçok araştırıcının yorumlarına göre) Stalin’in yurttaşlarını korkutarak kontrol altında tutmak için böyle davrandığını bilmekteyiz. Sadece komutanlar değil, Osip Mandelstam, Boris Pasternak, Isaac Babel gibi önemli yazar ve V. Mayerhold gibi tiyatrocuların da benzer suçlamalarla karşılaşmış olmaları bu görüşü pekiştirmektedir.*

Bugünü doğru yorumlamanın yolu, tarihi iyi bilmek ve tarihten gereken dersleri almaktan geçer. l

* Bu kıyım sırasında suçlanmış, sonra da öldürülmüş olan Gürcü şair Titsian Tabitze’nin, “Kimlerle işbirliği yapıyordun, açıkla!” dediklerinde,
“18. yy’da yaşamış olan şair Besiki’nin adını vermiş olması da kayda değer.

(Cumuriyet PAZAR Dergi 23.09.2012)

Atları da Vururlar ..

GÜNCELTIP

Doç. Dr. Mustafa Çetiner
cetiner.m@superonline.com
www.mustafacetiner.com

Sydney Pollack’ın o ünlü filminde olduğu gibi, bu ülkede herkes koca bir dans pistinde ayakta kalabilmek için şuursuzca, acımadan, can havliyle dans ediyor. Çok azının ulaşabileceği büyük ödül için inançlarını, değerlerini, dostluklarını, gençliklerini, hayallerini, sevgilerini çaresizce harcıyor.

Atları da Vururlar

Filmin adı tam olarak şu:

They shoot horses, dont they?

Ülkemizde “Atları da vururlar” ismiyle biliniyor.

Başrolünü Jane Fonda’nın oynadığı bu 1969 yapımı Sydney Pollack filmi, 1929 yılında Amerika’da yaşanan büyük ekonomik kriz sırasında düzenlenen bir dans yarışmasını anlatıyor. Yarışmaya katılanlar, pistte hiç dinlenmeden en uzun süre kalarak 1500 dolarlık büyük ödülü kazanmaya çalışıyor. Film boyunca bu yoksul çiftler çaresizce, sınır tanımadan, ölümüne ve günler boyu büyük ödülü kazanmak için durmadan dans ediyor.

“Atları da vururlar” son zamanlarda o kadar sık aklıma gelmeye başladı ki… Bu ülkede SBS (Seviye Belirleme Sınavı) adı altında bir sınav yapılıyor. Yaşları 13-14 olan genç insanlar –çocuklar– yıllar boyu binlerce test sorusu çözerek birkaç saat sürecek bir sınava hazırlanıyor. Kendilerine sorulan seçeneklerden doğrusunu işaretleyerek yapılan, ölçme ve değerlendirme gücü sınırlı bu acımasız sınav sonrasında çok küçük puan farklarıyla çeşitli liselere yerleştiriliyor.

Daha sonra bu gençler, şaibesi ayyuka çıkmış başka sınavlara, önce YGS’ye (Yüksek Öğretim Geçiş Sınavı), daha sonra LYS’ye (Lisans Yerleştirme Sınavı) hazırlanmaya başlıyor.

Bu iki sınav da önceki gibi doğru yanıtı bulmak üzerine kurulu bir değerlendirme aslında.

YGS ve LYS sınavında başarılı olan öğrenciler, yine küçük puan farklılıkları ile yüksek öğretim kurumlarına yerleştiriliyor.Bu yüksek öğretim kurumlarında sayıları ve kaliteleri giderek azalan, kalanların ise çözümsüz dertlerle uğraştığı bir akademisyen grubu tarafından eğitiliyor.Gençler, ulaştıkları bu yerlerde çoğunlukla dünya standartlarının gerisinde bir eğitim alıyor.

Sonunda büyük zorluklarla bu üniversitelerden mezun oluyor ve meslek ediniyor.
Ama yetmiyor. Aynı gençler, tamamı getirimci ve dışa bağımlı “al takke ver külah” usulü yürüyen gerçek hayat içinde iş bulamıyor, parasız kalıyor, uzmanlıkları olmayan alanlarda çalışmaya zorlanıyor. Kamu personeli olabilmek için KPSS’ye (Kamu Personeli Seçme Sınavı) hazırlanıyor, devlet memuru olup kimilerinin bir gecede harcadığını aylarca çalışarak alabilmeyi umuyor.

Üstelik koca yaşamı dolduran, çocukluktan orta yaşa kadar ki bu uzun süreçte haksızlıklar, yolsuzluklar diz boyu… Bunları bilerek, yine de yaşamak için savaşıyor. Bir bölümü gerçekten savaşıyor.

Ölümüne savaşıyor.

Neden olduğunu bilmedikleri gerçek bir savaşta toprağa düşüyor birer birer.
Birer birer, bazen bir arada, bazen onlarcası gencecik yaşlarında bu yaşamdan göçüp gidiyor. Bu ülkenin insanları koca bir pistte ayakta kalabilmek için, şuursuzca, acımadan, can havliyle dans ediyor. Çok azının ulaşabileceği o büyük ödül için inançlarını, değerlerini, dostluklarını, gençliklerini, hayallerini, sevgilerini harcıyor.

Atlar vuruluyor, düşüyor teker teker… Düşmeyenler ayakta kalmak için şuursuzca çırpınıyor, kan revan içinde dans etmeye devam ediyor. Bir yandan da ödül koyucular,
bu çaresiz kalabalığı daha da yalnız olmaya, daha da sessiz olmaya, daha da çaresiz olmaya, büyük ödülden başka bir şey düşünmemeye doğru itekliyor.

Her eve üç çocuk” baskısıyla dans edecek 3 kat daha fazla “at”, sahibi olmaya, bu atları daha 66 aylık iken dans pistine fırlatmaya hazırlanıyor.

(Cumhuriyet Bilim Teknik 21.09.2012)

Türk doktora ABD’den patent!

Türk doktora ABD’den patent

ABD Patent Dairesi, Miami Üniversitesi Miller Tıp Okulu’ndaki Kök Hücre Enstitüsü’nden Doç. Dr. Tan İnce’nin kendi geliştirdiği yeni hücre kültürüne patent verdi.

Dr. İnce patent için 2005 Mayıs ayında başvuruda bulunmuştu.

Dr. İnce Whitehead Enstitüsü’nde çalışmalarını sürdürürken yeni bir hücre kültürü besin ortamı geliştirmişti. Bu kültür şimdi insan meme ve yumurta hücresinin laboratuvar ortamında geliştirilmesinde yaygın olarak kullanılıyor.

Bu buluş, farklı insan meme hücresi tiplerinden üretilmiş, genetik olarak birbirinin aynı olan tümörlerin doğrudan mukayese edilmesinin yolunu açıyor.

Kök hücre araştırmaları

Bu çalışma ayrıca tümör hücre davranışının, normal hücre tipinden büyük ölçüde etkilenmiş olduğunu ortaya koyuyor. Hürriyet’e konuşan Doç. Dr. İnce, buluşu ve önemini şöyle anlattı:

“Bu teknolojiyi kullanarak, hastadan aldığımız tümör hücrelerini laboratuvarda büyütüp, ilaçlara yanıtını test edeceğiz. Günümüzde tedaviye başlamadan, kullanılan ilaçların hastaya faydalı olup olmayacağını bilmeye imkân olmuyor. Tümör hücrelerini büyüttüğümüz zaman, binlerce ilacı test etme imkânı olacak. Böylece hastaya, kendi tümörü üzerinde etkili olma ihtimali en yüksek ilacı seçip verebilme olanağı doğacak.”

(Cumhuriyet Bilim Teknik 21.09.2012)

Dr. Mustafa Bilgiç, hastasından bulaşan KKKA yüzünden öldü!

Doktora hastasında geçen ölümcül hastalık..

KKKA’lı (Kırım Kongo Kanamalı Ateşi) hastasının enjektörünün eline batmasıyla hastalığa yakalanan, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi acil tıp araştırma görevlisi genç meslektaşımız Dr. Mustafa Bilgiç yaşam savaşımını yitirdi.

Yakınlarına, sevenlerine sabır ve dayanç, bütün meslektaşlarımıza ve
sağlık camiasına başsağlığı diliyoruz.

(22.9.12, http://ato.org.tr/#)

Genç meslektaşımızın yasal hakları ile ilgili temel mevzuat kurallarını anımsatmamız yerinde olacaktır, 657 sayılı yasada iş kazası ve meslek hastalığı madde 105 ve 188 :
(Daha fazla bilgi için sitemizde yer alan SAĞLIK MEVZUATI dosyasına başvurulabilir.. http://ahmetsaltik.net/arsiv/2012/05/Saglik_Mevzuati.pdf)

KENELERDEN NASIL KORUNMALI ??

Olanak olduğu ölçüde kenelerin bulunduğu alanlardan kaçınılmalı,
kapalı giyinilmelidir..

Hayvan barınakları veya kenelerin yaşayabileceği alanlarda bulunulması durumunda,
beden belirli aralıklarla kene yönünden muayene edilmeli; vücuda yapışmamış olanlar dikkatlice toplanıp öldürülmeli;

Yapışan keneler ise kesinlikle ezilmeden ve kenenin ağız kısmı koparılmadan,
bir pensle sağa sola oynatarak, çivi çıkarır gibi alınmalıdır.
(Aşağıdaki şekle bakınız..)

Biz bu dosyayı webe koyduktan sonra Türk Tabipleri Birliği bir basın toplantısı düzenledi..
Bu metni ayrı bir dosya olarak 24.9.12 günü sitemize koyduk..

Anayasa Mahkemesi’nin 4+4+4 kararı bizi şaşırtmamıştır; bu mahkeme Anayasa Mahkemesi olmaktan çoktan çıkmıştır

CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce

Anayasa Mahkemesi’nin 4+4+4 yasasıyla ilgili aldığı kararı değerlendirdi.

“Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı bizi şaşırtmamıştır.
Bu mahkeme, Anayasa Mahkemesi olmaktan çoktan çıkmıştır.”

-“Anayasa Mahkemesi, Anayasa’ya aykırılıkları, iktidarların keyfi ve hukuk dışı uygulamalarını inceleyen, denetleyen, iptal eden bir mahkeme olmaktan çıkmış, meclis çoğunluğunun hukuksuzluklarını, meşrulaştıran, koruyan, kollayan bir mahkemeye dönüşmüştür.”

CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce’nin konuyla ilgili yazılı açıklaması şöyle ;

Anayasa Mahkemesinin bu kararı bizi şaşırtmamıştır.
Değiştirilen yapısıyla bu mahkeme, Anayasa Mahkemesi olmaktan çoktan çıkmıştır.

Anayasa Mahkemesi, Anayasa’ya aykırılıkları, iktidarların keyfi ve hukuk dışı uygulamalarını inceleyen, denetleyen, iptal eden bir mahkeme olmaktan çıkmış, meclis çoğunluğunun hukuksuzluklarını, meşrulaştıran, koruyan, kollayan bir mahkemeye dönüşmüştür. Bu mahkemenin kararlarının da Anayasa ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktur.

Biz bu yasayı bu mahkemeye taşırken, bizzat ben kendilerinden bir şey beklemediğimizi “sistemin biçimsel görünümünü tamamlamak için bu başvuruları yapmak zorundayız, yoksa oradan hukuki bir karar beklediğimizden değil.” sözleriyle değerlendirmiştim. Kendilerinin bizi yanıltmayacaklarını o tarihte söylemiştim.

Biz bu sorunun iktidarın kurguladığı ve iktidarın hukuksuzluklarını meşrulaştırma aracı haline gelen yargıyla çözülemeyeceğini, bunu sokağın çözeceğini ilan etmiştik. Bu yasaya karşı mücadelemiz devam edecektir. Anayasa Mahkemesi’ne sunduğumuz itirazlarımızın arkasındayız.

Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın “Biz işin Anayasal boyutuyla ilgilendik.
Anayasal sorun ya da anayasal adalet açısından herhangi bir sorun gözükmediğine,
oybirliğiyle reddine karar verdik.” sözleri külahımıza hitap eden sözlerdir.

İktidara göre Kanun Hükmünde Kararname yetki kanunlarına görüş bildiren, hukukçu olmayan bir Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın anayasal sorun ve adalet sözlerini kullanması trajikomikliktir.

Anayasa Mahkemesi’nin muhasebeci başkanı Haşim Kılıç

Çocuklarımızın geleceği, AKP çoğunluğu ve bu çoğunluğa göre kurgulanmış Anayasa Mahkemesi tarafından karartılmış, seçmeli dersler ile Türkiye’nin bölünmesi projesine hukuksal meşruiyet kazandırılmış ve Anayasa’nın temel ilkeleri yok sayılmıştır. (21 Eylül 2012, www.chp.org.tr)

CHP Grup Başkanvekili Tarhan: Balyoz hükmünün nedeni bir hesaplaşmadır..

CHP Grup Başkanvekili Tarhan:

”Bu hükmün nedeni bir hesaplaşmadır.
Hükmün gerçek sahibi yargıçlar olmadığından bu bir yargı kararı değildir”

22 Eylül 2012, www.chp.org.tr

CHP Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan, ”Balyoz Planı” davasında sanıklara verilen cezaların sebebinin bir hesaplaşmadan ibaret olduğunu iddia ederek, ”Hükmün gerçek sahi yargıçlar olmadığından bu bir yargı kararı değildir” değerlendirmesinde bulundu.

Tarhan, yaptığı yazılı açıklamada, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ”Balyoz Planı” davasının kararına ilişkin yaptığı açıklamaları eleştirdi.

Başbakan Erdoğan’ın ”gerekçesini bilmeden konuşmam” diyerek ”hukuksuz” bir karara ”hukuksal” kisvesi kazandırmaya çalıştığını öne süren Tarhan, ”İçeriğini önceden bildiği muhtemel olan kararın, gerçek bir yargı kararı olduğu algısını yaratmak için ‘Yargıtay kararının beklenmesinden’ söz etmesi de oyunun bir parçası” görüşünü savundu.

”Hukukçular bilir ki, sırf rövanş almak için ve ‘birilerine dersini vereyim’ diye bir davaya başlamak da sonuçlandırmak da siyasidir. Siyasi olan hiçbir davanın içinde de hukuk yoktur” ifadelerini kullanan Tarhan, şunları kaydetti:

”Bu hükmün nedeni, bir hesaplaşmadır.
Hükmün gerçek sahibi yargıçlar olmadığından bu bir yargı kararı değildir.
Hükmün sonucu ise demokrasinin güçlenmesi yerine Türkiye’nin ulusal silah sanayi ve teknolojiden yoksun, bölücü teröre teslim edilmiş, aldığı her nefes kontrol edilen, savunmasız bir ülke haline getirilmesidir.

Bu kararla TSK üzerinden yeni bir toplumsal kamplaşma tetiklenmiş,
yargı artık mutlak bir gözdağı ve susturma aracı haline gelmiştir.”

ERDOĞAN’DAN BALYOZ KARARI SONRASI İLK AÇIKLAMA

Dostlar,

Başbakan RT Erdoğan’ın Balyoz davası kararı ile ilgili yorumu aşağıda..

ERDOĞAN’DAN BALYOZ DAVASI KARARI SONRASI İLK AÇIKLAMA

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Balyoz kararıyla ilgili ilk değerlendirmesini yaptı:

“Gerekçeyle ilgili hiçbir bilgim yok. Gerekçeyi bilmeden bu konuyla ilgili açıklama yapmam doğru olmaz.
Kaldı ki, gerekçeyi gördükten sonra da mahkeme kararından sonra bir de malum Yargıtay süreci var.
Yargıtay sürecini de takip etmek zorundayız. Bizim tüm temennimiz, tüm arzumuz, haklı bir kararın çıkmış olmasıdır. Bunu bekleriz bunu temenni ederiz. Ama şu anda noktanın konduğu bir durum değildir.
Devam eden bir süreç söz konusudur. Devam eden süreçten sonra ne çıkar onu bilemem.
Gerekçeyi gördükten sonra da bunun kararını verebiliriz.
Gerekçe yok. Bu sadece şu anda açıklanan kararla ilgili.
O gerekçeyi görmeden bir şey söylemek doğru olmaz.”

* * * * * *

Bir de Başbakan RT Erdoğan’ın Danıştay’ın Türban kararından sonra aynı gün verdiği demece bakalım :

“ULEMA NE DİYORSA O OLUR.”

Danıştay’ın öğretmenlerin okulda türban takmasını uygun bulmayan kararı hakkında;

“EFENDİ SEN KİM OLUYORSUN, BUNA MECELLE KARAR VERİR.”
(Mecelle: Osmanlı döneminin şeriata dayalı medeni hukuku, 17.2.1926’da kaldırılarak yerine laik Medeni Yasa benimsendi.)

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne :

“SANA MI KALDI TÜRBAN KONUSUNDA KARAR VERMEK?
BU ULEMANIN İŞİDİR. ULEMA NE DİYORSA O OLUR.”
((Ulema : Din bilgini, ilahiyatçı, teolog)
• Danıştay’ın türban kararı konusunda “EFENDİ SEN KİM OLUYORSUN, BUNA MECELLE KARAR VERİR.”

Anımsatalım :

Anayasa md. 24/son : “Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.”

*****

Birkaç hafta sonra şeriatçı bir terörist (Av. Alparslan Arslan), Danıştay’ı bastı ve türban kararı veren Danıştay 2. Daire üyelerini silahla taradı, Danıştay üyesi bir yargıcı öldürdü. 17 Mayıs 2006’da Danıştay 2. Dairesi’ne düzenlenen silahlı saldırı sonrası dört Danıştay üyesi yaralanmış ve yargıç Mustafa Yücel Özbilgin yaşamını yitirmişti.

Bu Danıştay cinayetinin azmettiricisi kim ?
Bu Danıştay cinayetinin asli faili kim, fer’i faili kimdir ?
Bu Danıştay katili terörist gerçekten “meczup” mudur, yoksa militan katil böylesi bir raporla korunmuş mudur?

Hukuk fakültelerinde yukarıdaki kavramların eğitimi için ne denli tipik bir örnek değil mi??

Takdirini tarihe ve halkımıza bırakıyoruz..

Çifte standart ve takiyye” kavramları tanımlanırken derslerde öğrencilere,
sözlüklerde kullanıcılara ne güzel (!) örnek..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 23.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Dipnotu :

Danıştay’a Saldırı. (Tlf. ile katılım) Kanal G, Giresun, 19.05.06
Danıştay’a Saldırı, BOP, İran ve Türkiye. Mercan FM, Eynesil / Giresun 20.05.06