Günlük arşivler: 21 Eylül 2012

“AKP Cumhuriyet değerlerini kaldırmada ısrar ediyor”

Dostlar,

ADD’nin basın açıklamasını tam netin sitemizde okuyabilirsiniz..

ADD’den Balyoz kararı yorumu :

İBRETLİK KARAR, İKTİDARIN YARGISI BEKLENEN KARARI VERDİ,
BU KARARI KAMU VİCDANI KABUL ETMEYECEKTİR

Lütfen tıklayınız..

http://ahmetsaltik.net/addden-balyoz-karari-yorumu-ibretlik-karar-iktidarin-yargisi-beklenen-karari-verdi-bu-karari-kamu-vicdani-kabul-etmeyecektir/

Sevgi ve saygı ile.
21.9.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
===================================================

“AKP Cumhuriyet değerlerini kaldırmada ısrar ediyor”

ADD Genel Başkanı Tansel Çölaşan,

Balyoz davasında komutanlara verilen cezaya yaptığı yazılı açıklama ile tepki gösterdi.

HÜKÜMETE ÇOK AĞIR TERÖR ELEŞTİRİSİ

HÜKÜMETE ÇOK AĞIR TERÖR ELEŞTİRİSİ
2012.09.19

Emekli Tümgeneralden çok çarpıcı değerlendirmeler

Emekli Tümgeneral Haldun Solmaztürk, HaberTürk kanalında Buse Biçer’in sunduğu
Haber Masası programına konuk oldu.

Emekli Tümgeneral Solmaztürk, Buse Biçer’in gündeme dair sorularına çarpıcı yanıtlar verdi.

İşte Emekli Tümgeneral Haldun Solmatürk’ün çarpıcı açıklamalarından birkaç satır başı:

‘200 ASKER OTOBÜSE BİNDİRİLİP KENDİ BAŞLARINA GÖNDERİLMİŞ İZLENİMİ VERİLİYOR’

Pusunun yapıldığı yer asker olmasanızda, pusu kurmaya niyeti olan biri baktığında en ideal koşulları sağladığı belli.

Taktik olarak pusunun kurulduğu yere gelmeden önce emniyetin alınması gerekirdi.
Ama konuştuğumuz yol çok uzun bir güzergah.
Bu güzergah üzerinde emniyet alıcak, güvenlik gücü var mı yok mu onu kestirmek zor.

200 asker otobüse bindirilip, kendi başları gönderilmiş gibi bir izlenim yaratılıyor.
Fakat böyle birşey mümkün değildir.

200 askerin içerisinde mutlaka subay da, astsubay da, erbaş da vardır.
Güvenliği alan personelin başında mutlaka rütbeliler vardır.

Bölgede binlerce personel ve birlik var.
200 kişilik konvoy gibi bir sürü birlik gidip geliyor.
Siz her konvoya helikopter veremezsiniz.

‘TSK’NIN ELİNDE NE KADAR HELİKOPTER OLDUĞUNU BİLİYOR MUSUNUZ?’

Helikopter verilsin diyenlere şunu sormak istiyorum:’Siz TSK’nın elinde ne kadar helikopter olduğunu biliyor musunuz?’

Helikopterler operasyonlara bile yetmiyor.
TSK son 15 yıldır helikopter alımı yapmadı.

‘DİŞE DİŞ BİR SAVAŞ VAR’

PKK’nın misillime yaptığı yok.
Dişe diş bir savaş var.
Bunun adını koyalım.
Oslo görüşmelerinin PKK tarafından internete verilen bölümleri var.
Tabi kendi bölümlerini seçmişler.
En sonunda diyorki;
‘Savaş yolunu seçen, güç gösterisine soyunan, bedelini öder’.
Yani meydan okuyor.

‘GENELKURMAY’DAN BU GİZLİ BELGELERİ ÇALANLARIN PEŞİNE DÜŞMÜYORSANIZ…’

Gazi bir avukat, ofisinde yokken genelkurmaydan çalınan belgelerin ofisine bırakılmasıyla tutuklandı.
Belgelerde parmak izi yok diye araştırma bile yaptıramadı.
3 yıldır Silivri’de yatıyor.
Bu gazi canını bile vermey hazırken, kendini savunma hakkı bile vermezken, Genelkurmay’dan bu gizli belgeleri çalanın peşine düşmüyorsanız bunun sonunu alamazsınız.

‘KURULAN PUSU İÇİN ÇOK BÜYÜK BİR İSTİHBARATA GEREK YOKTUR’

Bu bölgede toplanma ve konaklama merkezi vardır.
Buraya düzenli olarak erler, subaylar, astsubaylar gelirler ve oradan bu konvoyları beklerler.
Hergün konvoy olmayabilir.
Bazen 2-3 gün o konaklama merkezinde beklersin.
Bu konaklama merkezleri bilinir.
Konvoyların çıkışı görülür.

Bu araçlar otobüs firmalarından kiralanan araçlar değildir.
Bunlar sivil görünümlü, ama TSK’nın kendi araçlarıdır.
Elazığ’dan çıkan konvoy uzun saatler sonra Bingöl’e varır.
Yol uzundur ve bu konvoyu tespit etmek için çok büyük bir istihbarata gerek yoktur.
Bu pusunun yapılması göründüğü kadar zor birşey değildir.

Arazi kırsal ve alan kontrol edilemiyor.

Benim anlatmaya çalıştığım alan neden bu kadar boş.

Bunun nedenide maddi, manevi ve idaridir.
Bu kafayla devam edilirse, çok yakında şehirlerde kontrol edilemeyecek.

‘TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ EN KRİTİK AŞAMALARINDAN BİRİNDEDİR’

Türkiye Cumhuriyeti Devleti İstiklal harbini bir kenara koyun, Şeyh Sait İsyanı’ndan beri en kritik aşamadadır.

Kürt vatandaşlarda diyorki, eğer hükümet bu işin peşini bıraktıysa bizde ona göre konumumuzu alalım.

Bu hükümet İngiltere aracılığı ile PKK ve Abdullah Öcalan’la siyasi müzakere yaptı.
Bu müzakereler yapıldıktan sonra geri dönemezsiniz.

Ben adım gibi biliyorum.
Bu insanlar korucular kadınlar ellerinde ne varsa PKK’ya koşuyor.
Ama bu insanlar neye güvenecek.

‘HÜKÜMET AKLINI BAŞINA DEVŞİRMELİ’

TSK’nın başında bulunması gereken Genelkurmay Başkanı ve Hava Kuvvetlerinin başında olması gereken Hava Kuvvetleri Komutanı Silivri’de.

Ciddi bir aymazlık içindeyiz.

Gafletin de ötesinde aymazlık içindeyiz.

Hükümetin aklını başına devşirmesi lazım.
AKP’li bakanlara çok iş düşüyor.
Bu işin böyle gitmesi mümkün değildir.

http://www.viratrabzon.com/135239930241349-H%C3%BCk%C3%BCmete-%C3%A7ok-a%C4%9F%C4%B1r-ter%C3%B6r-ele%C5%9Ftirisi.html

SON BİR AYDA TÜRKİYE’YE RESMİ ZİYARETE GELEN ABD YETKİLİLERİ

Dostlar,

Prof. Dr. D. Ali Ercan hocamızın bir derlemesini paylaşalım.

Bunca yoğun ABD’li üst düzey yetkilinin ülkenizi “ziyaret” trafiğin ardında ne var ?

BOP Eşbaşkanlığı’nı yönlendirmek değil mi??

En alta koyduğumuz fotoğraf aslında ABD’nin gerçek niyetini göstermiyor mu?

Masa üstündeki belgede ne yazıyor ?

US Military Convention

Birleşik Devletler Askeri Anlaşması (Konvansiyonu)

Sevgi ve saygı ile.
21.9.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===============================================

SON BİR AYDA TÜRKİYE’YE RESMİ ZİYARETE GELEN ABD YETKİLİLERİ

(basından)

12 Ağustos 2012 : Hilary Clinton Dışişleri Bakanı
23 Ağustos 2012 : Dışişleri, Pentagon, CIA heyeti
Elizabeth Jones Dışişleri Bakan Yrd.Ortadoğu direktörü
Derek Chollet Dışişleri Bakan Yrd. Pentagon Yetkilisi
3 Eylül 2012 : David Petraus CIA Başkanı
3 Eylül 2012 : John McCain Senatör
Joe Lieberman Senatör
4 Eylül 2012 : David Kohen Hazine Bakanlığı Müsteşar Yrd.
6 Eylül 2012 : Carlos Pascual Dışişleri Bakanlığı Enerji özel Temsilcisi
10 Eylül 2012 : Anne Richard Dışişleri Bakan Yrd (Mülteci İşlerinden Sorumlu)
14 Eylül 2012 : Bill Burns Dışişleri Müsteşarı
17 Eylül 2012 : Org.Martin Dempsey Genel Kurmay Başkanı

(kaynak : http://www.google.com.tr/imgres?num=10&um=1&hl=tr&client=qsb-win&sa=X&rlz=1R3GGLL_trTR342TR342&biw=853&bih=447&tbm=isch&tbnid=R3a5RjiSAF_H_M:&imgrefurl=http://www.facebook.com/syttruth&docid=DLr9_F3vo_IOWM&imgurl=http://sphotos-a.xx.fbcdn.net/hphotos-ash4/c115.0.403.403/p403x403/383287_367006660042462_33294690_n.jpg&w=403&h=403&ei=k6VcUK3KC9HesgakqoCwAw&zoom=1&iact=hc&vpx=602&vpy=55&dur=371&hovh=128&hovw=128&tx=182&ty=103&sig=109369977321357498174&page=6&tbnh=128&tbnw=128&start=59&ndsp=12&ved=1t:429,r:3,s:59,i:277)

Em. Amiral Türker ERTÜRK : OKUR MEKTUBU…

Türker ERTÜRK
Em. Tuğamiral

OKUR MEKTUBU
İLK KURŞUN, 21 Eylül 2012

Sevgili okurlar,

Yaklaşık 2 yıldır bilgim, birikimin, deneyimim çerçevesinde sizlere yazılarımla ulaşmaya çalışıyorum. Aslında gazetecilik veya köşe yazarı olmak gibi bir idealim geçmişte hiç olmadı. Ülkemizin yaşadığı koşullar beni şu anda sürdürdüğüm mücadelenin içine itti. Yazmak bu çabamın yalnızca bir bölümü!

Okurlarımdan ve izleyicilerimden çok sayıda mektup ve elektronik ileti alıyorum.
Bilmenizi isterim ki, bana gelenlerin hepsini yanıtlayamasam da mutlaka okuyorum.
Bu mektup veya iletilerden kimilerini huzurlarınıza getirmeyi hep düşündüm ama bugüne dek kısmet olmadı. Bugün size bunlardan sizin de ilginizi çekeceğini değerlendirdiğim bir tanesini sunmak istiyorum.

Sayın Ertürk,

Yurtdışında yaşayan ve sizin yazdıklarınızı birkaç aydır satın almaya başladığım Aydınlık Gazetesi’nde okuyan okurlarınızdan biriyim. Abartmadan söyleyeyim; benim için sizin yazdıklarınız inanılmaz derecede güzel. Lütfen yanlış anlamayın ama bu kadar derin bilgi birikimine sahip asker kökenlilerin varlığından haberim yoktu. Bu belki ülkemizin yakın geçmişinde karşılaştığımız asker imajının (12 Mart ve 12 Eylül) kafamıza soktuğu “Subaylar faşisttir, NATO’cudur ve cahildir“ önyargısından da olabilir ki, bu da doğaldır. Çocukluğunda 12 Mart’ı görmüş daha sonra 18 yaşında 12 Eylül kurbanı olup 10 yıl her türlü işkence altında tutuklu kalmış kişi ve kişilerin kafasında asker imajı nasıl olabilir ki?
Bugün siz ve az sayıda da sizin gibilerin varlığı, ben ve benim gibilerin önyargılarını kırmakta, doğru saflarda toplanmamızı sağlamaktadır. Eski TKP/ML-TİKKO taraftarından mektup aldığınızı düşünürsek, bu önemlidir.

Türkiye’den ayrıldıktan sonra uzun yıllar ülkemdeki her şeye sırtımı çevirdim. Ne bir gazete okudum ne de radyo-tv izledim. Ülkemi kendime yabancı görüyordum, kırgındım, küskündüm ve yaralıydım. Ama son yıllarda olanlar beni kendime getirdi. Ben Türküm ve Türkiye benim vatanım. Sosyalist düşünceli bir Türk olarak emperyalizmin örtülü işgaline karşı vatan savunmasında tüm diğer vatanseverlerin yanında yer almak bir görevdir. Benim geçmişte yaşadığım acılar bu görevin yerine getirilmesine engel olamaz!

İşte bu duygularla yeniden yüzümü vatanıma döndüm. Ve ne acıdır ki, eski yoldaşlarım bilerek ya da bilmeyerek emperyalizmin çıkarlarına hizmet ediyorlar.

Türkiye bugün vahşi kapitalist bir sistemle yönetilmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı atılan her kurşunun emperyalizme hizmet ettiğini söylemem bir abartma olmaz. Hedefi emperyalizmle aynı olan bir komünist ya da ulusal hareket, ne ulusaldır ne de komünist.

Bence yapılması gereken en önemli görev ABD ve AB ürünü Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) yenilgiye uğratana kadar çalışılmalı ve sonra ulusal antiemperyalist güçlerin içinde yer aldığı bir hükümet ile ciddi bir toprak reformuna bağlı olarak tüm ülkede 10 Kasım 1938’e kadarki çizgi esas alınarak ilerlemeler sağlanmalı.

Burada kısaca Kemalizm konusuna da değinmek istiyorum. Aslında Atatürk’ün Cumhuriyeti’nden geriye bir şey bırakılmadığını düşünüyorum. Sabiha Gökçen’in, Atatürk’ün ve Zübeyde Hanım’ın heykellerinin dahi saldırıya uğradığı, Türk bayrağının indirildiği, ulusal bayramların yasaklandığı bir Türkiye’dir bugün karşımızdaki.
Peki, bugünlere nasıl gelindi? Atatürk ilkelerinden kopmuş eğitim sistemi ve o eğitimi veren kadrolar suçludur diyorum. Ben 31 yaşına kadar hiç Atatürk eseri okumadığı halde Atatürk’e faşist diyordum. On binlerce diğeri gibi. Sorumlu kimdi? Eğitimcilerimiz bize daha ilkokuldan başlayarak canlı ve heyecanlı bir Atatürk ve Cumhuriyet tanımı yaptılar mı?

Tek hatırladığım Mustafa Kemal’in çocukluğunda tarlada kargaları kovalaması ve Kurtuluş savaşı!
Bu da sanki normal, herkesin yapabileceği bir şeymiş gibi kuru, ruhsuz bir şekilde veriliyordu.

Osmanlı ile Cumhuriyeti aynı gören, köklerimize gitmeyen, İslam öncesi Türk tarihini kafir olarak gören bir eğitim sistemi ile Asya’daki atalarımızın yaşantısı, kültürü, kadının toplumdaki saygın yeri ve özgürlüğü anlatılmadan Atatürk öğretilirse, onun devrimci düşünceleri, heyecanları ve en önemlisi antiemperyalist kişiliği çocuklara aktarılmazsa olacağı buydu! Ne idik? Ne olduk? Atatürk ile tekrar
neleri kazandık? Bu bilinmeden bir genç nasıl Atatürkçü olsun!

İnanır mısınız, Atatürk’e ve Cumhuriyete en çok zararı veren kişilerin, kendine “Atatürkçüyüm“ diyen kişiler olduğuna inanıyorum. Ve özelliklede asker Atatürkçülerin! 12 Martçı ve 12 Eylülcü subaylar hep Atatürkçü olduklarını söylüyorlardı, göbeklerine kadar emperyalizme bağlıyken. Bu asker ve sivil otoriteler hep yönetilmesi kolay bir toplum istediler. Kitaplar yasaklandı ve yakıldı, baskı, korku ve tutuklamalarla ezik, otoriteye boyun eğen, sorgulamayan, eleştirmeyen, korkak, koyun gibi bir toplum yaratıldı. Bugün bu beyni silinmiş çoğunluk işte bu yüzden olanları algılayamıyor ve tepki vermiyor.

Umut yok mu? Var!

Devletin bir zamanlar terörist dediği benim 9 yaşındaki kızım, Türk Bayraklı tişörtüyle
PKK taraftarlarının çocuklarının yoğun olduğu bir okula gidip gururla dolaşıyorsa, umut vardır!

Kişilik, vatan sevgisi, ulus bilinci! Bugün Genelkurmay’da oturan teslim olmuş şahsın ve generallerin benden, benden olamazsa 9 yaşındaki kızımdan utanmaları gerekir.

Çünkü bayrağın indirildiği, ulusal bayramların yasaklandığı, eğitim sisteminin değiştirildiği, Cumhuriyetin yıkıldığı bir ülkenin seyircileri onlardır, ben değilim.

Kaleminiz daima güçlü olsun, sevgi ve saygılarımla.”

Ben de hem okurumuza hem de sizlere saygı ve sevgilerimi sunarım.

ADD’den Balyoz kararı yorumu : İBRETLİK KARAR, İKTİDARIN YARGISI BEKLENEN KARARI VERDİ, BU KARARI KAMU VİCDANI KABUL ETMEYECEKTİR

Dostlar,

Biz de aynen katılarak, ADD Genel Merkezi‘nin 21 Eylül 2012 tarihli Balyoz Davası kararlarına ilişkin basın açıklamasını paylaşıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
21.9.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

============================================

İBRETLİK KARAR
İKTİDARIN YARGISI BEKLENEN KARARI VERDİ
BU KARARI KAMU VİCDANI KABUL ETMEYECEKTİR

İktidar, Türkiye Cumhuriyeti’nin değerlerini ortadan kaldırma görevini ısrarla sürdürmektedir.

Yurt savunmasının en önemli güç olan Türk Silahlı Kuvvetlerini etkisiz hale getirmek için yaşamlarını ülkeleri için gözü kapalı feda etmeye hazır, yurtsever Ordu mensuplarını BALYOZ adlı dava ile Silivri ve Hasdal’da tutsak eden yargı, Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsız yargısı değil, İKTİDARIN YARGISIDIR!

İktidarın; ülkemiz ve ulusumuz üzerine kurulu planların uygulayıcısı olduğu artık gün gibi ortadadır.

Bu amaçla kendi yargı sistemini, kendi yargıçlarını, mahkemelerini oluşturarak kendisine verilen görevin önünde engel oluşturan tüm ulusalcı güçleri yok etmek için çalışmaktadır.

Türk Silahlı Kuvvetlerine ve aydınlarına yönelik kıyımların amacı budur.

Bu güdümlü yargı, bu gün, beklenen ve aslında bilinen kararını açıklamıştır;

Karar; iktidarın yargıçları tarafından kendilerine verilen görevin onuçlandırılmasından ibarettir ve ülkenin dirliği ve birliğinden yana olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin
hiyerarşik yapısını bozarak, elini, kolunu bağlamak ve bertaraf etmek amaçlıdır
.

Mahkemenin kararı, dava açılmadan verilmiştir, duruşmalar kurgulamadır.

Yurtsever aydınlar yıllarca tutsak edilmiş, savunma hakları kısıtlanmış,
hatta yok sayılmış, sahteliği kanıtlanmış delillere itibar edilmiş, sonuçta iktidarın, ülke üzerinde, bugün artık açıklıkla gördüğümüz tehlikeli amaçlarını, 2003’te gören TSK’nın komuta kademesini bertaraf eden karar, bu gün yüzlerine okunmuştur.

AMA BU KARARLAR, YARGI TARİHİNDE CUMHURİYET’E İHANET BELGESİ OLARAK YER ALACAKTIR.

GELECEK KUŞAKLAR BU KARARLARI İBRETLE OKUYACAKLARDIR.

BU DAVANIN TÜM SANIKLARI BİZİM ONURUMUZDUR.

21 EYLÜL 2012, ANKARA

Tansel ÇÖLAŞAN
Atatürkçü Düşünce Derneği
Genel Yönetim Kurulu Adına
Genel Başkan

OSYM’nin Tıpta Uzmanlık Skandalı..

Dostlar,

AKP, tüm kurumları ele geçirmek için tüm saldırganlığı (agressifliği) ile 10 yıldır iktidarda.

Yaraşırlık (liyakat, meritokrasi) çöpe atıldı. Tek ölçüt Başbakan RT Erdoğan’ın beden dilinden anlayacak “kul” olmak.. “Badem” olmak.. Tarikattan olmak vb.

ÖSYM tipik mide ulandıran örneklerden biri.. Başkanı Prof. Ali Demir’in zekasından kuşku duymuyoruz.
İTÜ’de Fen Bilimleri Enstitüsü Müdürlüğünden geliyor..

Ancak üzerindeki politik baskı öyle ağır olmalı ki, bunaldı ve bunalttı hepimizi..

ÖSYM milyonlarca insanın yazgısında belirleyici oluyor..

Değerli meslektaşım Ali bey, bırak kardeşim, çek git.. ama bir yiğitlik yap ve olup bitenleri istifa gerekçende açıkla.. Böylelikle ülkeye verdiğin ağır zararın vicdan muhasebesini biraz hafifletmiş olursun belki.. Tanrı bile Kuran’a göre kul hakkını bağışlayamıyor ama belki hafifletici neden olur.

TTB’nin (Türk Tabipleri Birliği) konuya ilişkin yazısı aşağıda..

Sevgi ve saygı ile.
21.9.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

================================================

Sayın AHMET SALTIK,

2010 Aralık TUS’unda yaşanan soru iptalleri, dava süreci ve sonunda 1,5 yıl sonra yeniden yerleştirme sonuçlarının açıklanması ardından, Türk Tabipleri Birliği tarafından basın açıklaması yapılmış, ÖSYM’nin saygınlığını ve güvenilirliğini yitirmemesi gereken değerli bir kurum olduğu ve başta başkan olmak üzere sorumlu kadroların derhal istifa etmesi gerektiği dile getirilmişti. Ayrıca ÖSYM’ye 2010 Aralık TUS’unda yapılan hataların kaç genç hekimi mağdur ettiği sorulmuştu. ÖSYM Başkanı Ali Demir’in Türk Tabipleri Birliği’ne yazdığı yanıtta, mağdur olan hekimlerin, tahmin edilenden çok daha fazla sayıda olduğu dikkat çekmektedir.

Bir yılı aşkın süredir uzmanlık eğitimi almakta olan ve yeni yerleştirme sonuçlarına göre daha üst bir tercihinde uzmanlık eğitimine sıfırdan başlamayı kabul eden 94 hekim, 2010 Aralık sınavı için geçerli olan 50 baraj puanı aşamadığı için tercih yapmamış ve yeni puanlamaya göre baraj puanı geçerek tercih yapmaya hak kazanmış 73 hekim, 50 baraj puanı aşmasına karşın tercih yapmayan 924 hekim olduğu belirtilmiştir. Halen bilmediğimiz ise, yeni sonuçlarla daha üst tercihlerine yerleşmesine karşın, yeni yerleştirmeyi kabul etmeyip alt tercihlerinde yer alan bölümlerde uzmanlık eğitimine devam eden hekim sayısıdır. Çünkü
bu hekim arkadaşlarımız esasen, daha üst tercihlerdeki bölümlerinde uzmanlık eğitimine yeniden başlamayı “şehir değişikliği”, “bölüm değişikliği” ya da “kararın tekrar Danıştay’dan dönmesi” kaygısı ile kabul etmemektedir.

Binden fazla genç hekim, bu sınav için çalışmış, umutlarını bu sınava bağlamış,
sınav hazırlıkları sırasında hayatında pek çok şeyi ertelemiş, ciddi emek harcamıştır ve
bu yanlış değerlendirmeler sonucunda hak ettiği puanı alamamış, hak ettiği tıp uzmanlık dalına yerleşememiştir.

ÖSYM’nin yazısında ilk açıklanan sonuçlara göre barajı aşamayan ancak şimdi tercih yapmaya hak kazanan hekimler ile ilk puanına göre tercih yapmamayı seçen ancak yeni hesaplanan puanları daha yüksek olan hekimlerin tercih yapabilmesi ve bu hekimlere kadro açılması ile ilgili “yazışmaların hala sürmekte olduğu” belirtilmektedir. Bu açıklama da hekimler açısından tatmin edici olmaktan uzaktır. Bu yazışmalar ne zaman tamamlanacak, yeni kadrolar ne zaman açıklanacak, bu hekimlerin 1,5 yılı aşan maddi kayıpları
kim tarafından tazmin edilecektir?

ÖSYM, iki yıl önce olmuş bir sınavın yeni yerleştirme sonuçlarını ana sayfasına duyuru koyma ihtiyacı bile hissetmeden, neredeyse gizli saklı içimde, sonuc.osym.gov.tr adresinden duyurmuştur. ÖSYM’de sınavlara başvuran tüm adayların cep telefonu, e-posta adresi, ev adresi bulunmaktadır. Yaygın bir duyuru yapılma olanağı varken, iki yıl önce yapılmış bir sınav hakkında, yalnızca 15 gün için geçerli olacak bir hakkın, bu şekilde duyurul(ma)ması da hekimler açısından kabul edilebilir değildir.

ÖSYM tarafından Türk Tabipleri Birliği’ne gönderilen yanıtı ekte bilginize sunuyoruz.
Konunun izleyicisi olmayı sürdüreceğimizi saygılarımızla duyurur çalışmalarınızda
başarılar dileriz. 21.9.12

Türk Tabipleri Birliği
Merkez Konseyi

ÖSYM’den TTB’ye konu hakkında iletilen yazı için tıklayınız.

abistus.pdf erişimi için tıklayın

Mağdur olan bini aşkın genç meslektaşlarıma, dayançla örgütlü (TTB ile!) savaşımı sürdürmelerini önerebilir miyim ??

Sevgi ve saygı ile.
21.9.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

================================================

Sayın AHMET SALTIK,

2010 Aralık TUS’unda yaşanan soru iptalleri, dava süreci ve sonunda 1,5 yıl sonra yeniden yerleştirme sonuçlarının açıklanması ardından, Türk Tabipleri Birliği tarafından basın açıklaması yapılmış, ÖSYM’nin saygınlığını ve güvenilirliğini yitirmemesi gereken değerli bir kurum olduğu ve başta başkan olmak üzere sorumlu kadroların derhal istifa etmesi gerektiği dile getirilmişti. Ayrıca ÖSYM’ye 2010 Aralık TUS’unda yapılan hataların kaç genç hekimi mağdur ettiği sorulmuştu. ÖSYM Başkanı Ali Demir’in Türk Tabipleri Birliği’ne yazdığı yanıtta, mağdur olan hekimlerin, tahmin edilenden çok daha fazla sayıda olduğu dikkat çekmektedir.

Bir yılı aşkın süredir uzmanlık eğitimi almakta olan ve yeni yerleştirme sonuçlarına göre daha üst bir tercihinde uzmanlık eğitimine sıfırdan başlamayı kabul eden 94 hekim, 2010 Aralık sınavı için geçerli olan 50 baraj puanı aşamadığı için tercih yapmamış ve yeni puanlamaya göre baraj puanı geçerek tercih yapmaya hak kazanmış 73 hekim, 50 baraj puanı aşmasına karşın tercih yapmayan 924 hekim olduğu belirtilmiştir. Halen bilmediğimiz ise, yeni sonuçlarla daha üst tercihlerine yerleşmesine karşın, yeni yerleştirmeyi kabul etmeyip alt tercihlerinde yer alan bölümlerde uzmanlık eğitimine devam eden hekim sayısıdır. Çünkü
bu hekim arkadaşlarımız esasen, daha üst tercihlerdeki bölümlerinde uzmanlık eğitimine yeniden başlamayı “şehir değişikliği”, “bölüm değişikliği” ya da “kararın tekrar Danıştay’dan dönmesi” kaygısı ile kabul etmemektedir.

Binden fazla genç hekim, bu sınav için çalışmış, umutlarını bu sınava bağlamış,
sınav hazırlıkları sırasında hayatında pek çok şeyi ertelemiş, ciddi emek harcamıştır ve
bu yanlış değerlendirmeler sonucunda hak ettiği puanı alamamış, hak ettiği tıp uzmanlık dalına yerleşememiştir.

ÖSYM’nin yazısında ilk açıklanan sonuçlara göre barajı aşamayan ancak şimdi tercih yapmaya hak kazanan hekimler ile ilk puanına göre tercih yapmamayı seçen ancak yeni hesaplanan puanları daha yüksek olan hekimlerin tercih yapabilmesi ve bu hekimlere kadro açılması ile ilgili “yazışmaların hala sürmekte olduğu” belirtilmektedir. Bu açıklama da hekimler açısından tatmin edici olmaktan uzaktır. Bu yazışmalar ne zaman tamamlanacak, yeni kadrolar ne zaman açıklanacak, bu hekimlerin 1,5 yılı aşan maddi kayıpları
kim tarafından tazmin edilecektir?

ÖSYM, iki yıl önce olmuş bir sınavın yeni yerleştirme sonuçlarını ana sayfasına duyuru koyma ihtiyacı bile hissetmeden, neredeyse gizli saklı içimde, sonuc.osym.gov.tr adresinden duyurmuştur. ÖSYM’de sınavlara başvuran tüm adayların cep telefonu, e-posta adresi, ev adresi bulunmaktadır. Yaygın bir duyuru yapılma olanağı varken, iki yıl önce yapılmış bir sınav hakkında, yalnızca 15 gün için geçerli olacak bir hakkın, bu şekilde duyurul(ma)ması da hekimler açısından kabul edilebilir değildir.

ÖSYM tarafından Türk Tabipleri Birliği’ne gönderilen yanıtı ekte bilginize sunuyoruz.
Konunun izleyicisi olmayı sürdüreceğimizi saygılarımızla duyurur çalışmalarınızda
başarılar dileriz. 21.9.12

Türk Tabipleri Birliği
Merkez Konseyi

ÖSYM’den TTB’ye konu hakkında iletilen yazı için tıklayınız.

abistus.pdf erişimi için tıklayın

Doğu Perinçek : İKTİDAR AMAÇLI MİLLİ ÖNDERLİK..

Dostlar,

AYDINLIK ZINDAN..

Ne hoş bir kavram ve varsıl çağrışım..
Karanlık zindanları beyinleri, yürekleri, emekleri, dayanışmaları, eşsiz değerde yazılarıyla toplumun bunalımına ışık tutanlara selam olsun..

Üstelik tek başına hücrelerde, 70’li yaşlarında çok ama çok zor, kısıtlı yaşam koşullarında..

İşte bu gücü, dayanmayı, direnci sağlayan YURTSEVER DEVRİMCİ BİLİNÇTİR
ve bu bilinç önünde sonunda kazanmaktadır.

Devrimler tarihi bunların üyküsüdür.

Bu yazılar tekrar tekrar okunmalı, paylaşılmalı, arşivlenmeli ve gereği yapılmalıdır.

Sevgi ve saygı ile.
21.9.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

============================================================================

Bu gün üçüncü gün.
Araştırmalarda, “yeni parti” talep ettiği saptanan %60 oranındaki seçmen kitlesini tanımlamaya ve anlamaya çalışıyoruz. Şu saptamalarda bulunduk:

1- %60, sistemin tepesindeki AKP, CHP ve MHP dışında bir çözüm istiyor.
2- Bu talep, aynı zamanda büyük kuvvet talebidir. Türkiye, bugün “büyük sanılan” partilerin çözemeyeceği sorunların içine batmıştır. %60 onlara sırt çeviriyor.

Sistemin dışındaki Millî Merkez

Peki bu %60, nasıl kazanılacak ve Türkiye’yi bu karanlık gidişten kurtaracak iktidar
için mücadeleye nasıl seferber edilecektir?

Burada öncelikli sorun, %60’ı bir siyasal güç haline getirecek önderliğin oluşturulmasıdır. Yazarımız Sabahattin Önkibar, geçenlerde bu önderliği
Millî Merkez adıyla andı. Millî Merkez’in isim babası, yaşadığımız süreci
çok iyi anlayan bir CHP’li milletvekilimizdir.

Önce şu gerçeği saptayalım: Millî Merkez sistemin içinde değil, dışındadır.
Bunu biz söylemiyoruz, ABD emperyalistleri ve memurları böyle ferman buyurmuşlar.

ABD’nin küreselleşme programının özeti, millî olanı sistemin dışına atmaktır.

12 Eylül ve Turgut Özal’dan beri uygulanan program budur.

Bu programı, birkaç gün önce BOP Eşbaşkanlığının dışişleri görevlisi
Ahmet Davutoğlu çok açık ifadelerle bir kez daha ilan etti:

Aslında bu hesaplaşma 12 Eylül 1980’den beri sürüyor.
Küresel karşıdevrimin programı, millî olanla, başka deyişle milletle hesaplaşmadır. %60, bu hesaplaşmanın hedefi olan ve olayın farkına varan güçtür.

%60’ın ortak karakteri, millî olmaktır.

Sistemin dışındakiler ve sistemin dışına sürülenler

Millî Merkez’in tanımı da, %60’ın tanımıyla bağlantılıdır.
Milletle hesaplaşmanın hedef aldığı güçleri iki kümede toplayabiliriz:

Birincisi, eskiden beri nesnel olarak sistemin dışında olan geniş işçi, köylü, esnaf ve zanaatkâr kitleleridir. Millî tüccar ve sanayiciler de ara sınıf karakterinde olmakla birlikte millî sınıflara dahildir.

İkincisi, 1980 sonrasında, özellikle 1990 ve 2002’den sonra sistemin kenarlarına itilenlerdir. Bu kesim, arkada kalan dönemde Millî Devletin yönetimini, kadrolarını ve dayandığı sınıfları oluşturmuştur.

Millî olanla hesaplaşan karşıdevrim

Kemalist Devrimden kalan millî devlet, kamu ekonomisi, geniş iç pazar, köylünün desteklenmesi vb; 1980’lere kadar Atlantik sürecine karşın varlığını koruyordu.

Millî devlet ve ekonomisi tasfiye edilerek BOP Eşbaşkanlığı rejimi kuruldu.

Yeni dönemin hakim sınıfı;
– sıcak para komisyoncularından,
– hayali ihracatçılardan,
– dolar ve borsa vurguncularından ve
– tarikat rantçılarından oluştu.

AKP’yi temsil eden bu asalak sınıf, büyük sanayicileri ve tüccarları da yeni rejimin kenarlarına sürdü.

Millî devletin tasfiyesi bir karşıdevrimdir.

 KİT’lerin, gümrüklerin, paranın giriş çıkışına denetimin, tarıma desteklerin,
sosyal güvenlik sistemi ve sendikaların tasfiyesi, karşıdevrimin ekonomik programıdır.

Davutoğlu’nun “ulusçulukla hesaplaşma” dediği olay budur.

Hesaplaşma, 2002’den sonra AKP iktidarıyla hızlandı ve 2007’de karşıdevrim esas olarak tamamlandı.

Kenarlara sürülen Atatürkçüler ve millîciler

Karşıdevrimle kurulan Gladyo-Mafya-Tarikat rejiminin kenarlara sürdüğü gruplar siyasal-ideolojik kimlikleriyle şöyle sıralanabilir:

– Atatürkçü, laik, çağdaş orta sınıflar, aydınlar, bürokratlar.
– Kurum olarak Türk Ordusu ve özellikle Mustafa Kemal’in askerleri.
– Çeşitli parti ve akımlara dağılmış olan milliciler, vatanseverler, millî devletle varolan kesimler.

Bu olayı iyi anlamak için somut örnekler vermeliyiz.

Türk Ordusunun 100’e yakın general ve amirali ile 500 kadar seçkin subayı
hapse atılmıştır.

Komuta kademesi de esir alınmıştır.

Bütün subay kitlesi, Kemalist Devrimin yıkımıyla bağlantılı olarak,
sistemin itibarsızları konumuna itilmiştir.

Millî devletin eski kadroları, hatta Süleyman Demirel ve Ahmet Necdet Sezer gibi eski Cumhurbaşkanları, Hüsamettin Cindoruk gibi eski TBMM Başkanları, Deniz Baykal’la birlikte CHP’nin önder kadroları ve teşkilatları, eskiden iktidar partisi olan DYP/DP ve ANAP’ın AKP ile bütünleşmeyen kadroları ve temsil ettikleri kuvvetler sistemin kenarına sürülmüşlerdir.

Yine AKP ile bütünleşmeyen bir kısım milliyetçi-ülkücüler aşağı bastırılmışlardır.

Devlet bürokrasinin tasfiye edilen geniş kadrolarının yerlerine, tarikat ve cemaat kadroları yerleştirilmiştir.

Millî yıkımdan etkilenen büyük kitle

Bu süreçte yıkılan millî devletin eski sahipleri ile çağdaş orta sınıflar, bir süre “Cumhuriyetimiz dimdik ayakta” gibi söylemlerle yeni durumu kabul etmek istememişlerdir.

Ancak artık Harp Okulları bile İmam Hatiplilere açılmaktadır.

Karşıdevrim manzarası apaçık ortadadır.

Yeni sistem içinde yeni olmayan kesim, yalnız kendisini temsil etmiyor.
Bu kesimlerin geçmişte toplum içinde denetledikleri ve etkiledikleri geniş halk yığınları var. O yığınlar da KİT’lerin özelleştirilmesiyle sokağa atılmış,

5 milyon sendikalı sendikasız kalmış,

toprağını ekemez hale gelmiş ve yoksullaşmış, iflas etmiş veya tezgâhını kaybetmiştir.

Millî devletin tasfiyesi nüfusun %10’u dışında bütün bir milleti etkilemiştir.

En önemlisi ülke parçalanma tehdidi altındadır,

laiklik elden gitmiş, mezhep baskısı yoğunlaşmıştır ve
iç barış artık geçmişte kalan bir özlemdir.

Bütün bu etkenler, yeni parti arayan %60’lık büyük çoğunluğu belirlemiştir.

Millî mağdurlar arasındaki yakınlaşma

Yine bu süreç, yakın zamana dek millî devletin yönetici kesimleri içinde yer alanları, emekçi sınıflara yakınlaştırmıştır. Bu kesim, Atatürk Cumhuriyetinin değerleri ve laiklikle buluşmuştur ve cephesini AKP’ye dönmüştür.

CHP’nin yeni yöneticileri, Neoliberal hakim sınıfların denetimine girerken,
AP-DYP geleneğinden gelen bir kesim, millî ve karma ekonomiye yönelmişlerdir.
% 60’ın anlamlı bir kesimini kazanarak Milli Hükümet için yeterli gücü oluşturmayı hedefleyecek Millî Merkez, bütün bu gelişmeler dikkate alınarak oluşturulabilir.

Millî dinamikler

Bugün iktidar mücadelesi, iki büyük gücün birleştirilmesiyle başarıya ulaşacaktır:

1. Emek hareketi. İşçi sınıfı, kamu çalışanları, meslek örgütleri ve köylülük.
En millî dinamik, emekçi halktır.

2. Cumhuriyet hareketi. 2007’de Cumhuriyet yürüyüşü ve mitinglerinde kendisini gösteren aydınlanmış orta sınıflar, sanayici, tüccar ve küçük sermaye sahipleri.

Bu iki dinamik buluşmaya ve birleşmeye başlamıştır.
%60 oranındaki yeni parti isteyen kitle bu sürecin ürünüdür.
Yeni parti arayan %60’ı ikna edecek Millî Merkez, emekçi halkın ve yıkılan Cumhuriyetin temsilcilerinden oluşabilir.

Karşıdevrimin Cumhuriyetle ve milletle hesaplaşma saldırısına karşı mücadeleye önderlik eden Millî Merkez, AKP rejimiyle bütünleşen CHP ve MHP gibi partilerin statükosunu yıkacak ve o partileri de girdikleri çıkmazdan kurtaracak ve kucaklayacaktır.

AKP ve BDP saflarındaki yurtsever kitle de, hiç kuşkusuz millete savaş ilan edenlere karşı millî cephe içinde yer alacaklardır.

Bu büyük mücadele, 1980 öncesindeki statükoyu geri getirmek için değil,
bağımsız ve demokratik Türkiye’yi kurmak içindir.

YARIN: MİLLÎ ÖNDERLİĞİN NİTELİKLERİ

Muazzez İlmiye Çığ’dan uyarı : HEY VURDUM DUYMAZLAR!


98 yaşındaki bilge, büyük Atatürk’ün yurt dışına yollayarak Sümerolog yetiştirdiği
Sayın Muazzez İlmiye Çığ’a şükran ve saygı ile.. Ahmet Saltık, www.ahmetsaltik.net

HEY VURDUM DUYMAZLAR!

Muazzez İlmiye Çığ

Sabancılar, Koçlar, Holdingler, Üniversiteler, Sendikalar, lar, ler !…

Siz bu memlekette yaşamıyorsunuz galiba. Hiç sesiniz çıkmıyor!
Demokrasi diyorsunuz, ama onun gereklerini yerine getirmiyorsunuz!

. Ülke “özelleştirmek” lafı ile parti parti satıldı ve satılıyor; ses yok.
. 10 yıl önce sonu gelen terör, şehirlere indi, her gün şehit veriyoruz.
İçimiz kan ağlıyor. Kadınlar çocuklar ağlıyor Uçaklar, roketatarlarla yüz binlerce masrafa karşılık ele geçirilen 5-10 terörist ile övünülüyor; aldıran yok.
. Cephanelikte büyük patlama oluyor, 25 askerimiz ölüyor,
neden bir türlü açıklanamıyor; Soran yok
. Yepyeni bir eğitim programı başlıyor, küçücük çocuklar okula alınıp
ilk hedefin Arapça ve Kur’an öğrenmek olduğu söyleniyor.
Vatan, millet, bilim hepsi bir tarafa atılıyor; sonunu düşünen yok.
. Birçok bilim adamlarımız, değerli komutanlarımız, gazetecilerimiz
suçsuz olarak yıllarca hapislerde yatıyor. Vicdan yok..
. Ülkemize sığınmacı olarak Suriye’den, Libya’dan eli silahlı insanlar
getiriliyor ve bunlar ülkemizde eğitiliyor. Gören yok.
. Komşumuz Suriye’yle savaş eşiğindeyiz. Fark eden yok.
. Büyük bir iç savaşa doğru dolu dizgin gidiyoruz. Korkan yok.

Bakıyorum hiçbirinizin umurunda değil.
Hepinizin gözünü para bürümüş, gelmekte olan tehlikenin farkında değilsiniz.
90 yıl önce Cumhuriyet ile elde ettiklerimizin bir bir elden gittiğini,
onlar sayesinde bugünkü saltanatınızı sürdüğünüzü görmüyorsunuz.

Her gün yalanla dolanla konuşan, önüne gelene en ağır lafları söylemeye çekinmeyen, ona karşılık kendisinin demokrat olduğunu söyleyen birine demokrasi gereği (?) neden karşı çıkmıyorsunuz?

Bu ülkeye gelecek her kötülükte hepinizin payı var, unutmayın!
Bu gemide hepimiz varız. Nasıl böyle sessiz kalıyorsunuz? Yazık olacak bu güzel ülkeye
ve bu Din-iman edebiyatıyla uyutulan, her türlü sömürüye katlanan halkımıza!

Ben 98 yaşındayım ve ömrümün şu son günlerini, o eşsiz Devrimimizin din sömürüsünden yarar sağlayanlar, gavur (dediklerinin) ekmeği ile beslenenler tarafından içine edildiğini görerek, içim yanarak, yüreğim kan ağlayarak geçiriyorum.

Bugünleri de çok çok arayacaksınız, haberiniz olsun! (21 Eylül 2012)

İşte Gerçek Adalet, İşte Gerçek Demokrasi

İşte Gerçek Adalet, İşte Gerçek Demokrasi!

Demokrasinin mostrası, uygulanan eğitim sistemidir. Türkiye’de demokrasinin “ne mal” olduğunu anlamak için uygulanan eğitim sistemine bakmak yeterlidir. “Kul” mu yetiştiriyoruz, yoksa “özgür birey”ler mi?

İbrahim TÜRKEŞ
Felsefeci

Hukukun rezil edildiği, yerlerde süründüğü bir dönemi yaşıyoruz (bu yüzden o kimliğimi bir süreliğine bıraktım). Hukukun kendi mecrasında akan su hemen her dönemde bulandırılmaya çalışılmış, fakat hukuk hiçbir dönemde bugünkü kadar kirlenmemiş, kirletilmemiştir. “İntikam”a dönüşmüş bir adalet! Onun siyasilerin maşası olmayı içine sindirebilmiş kimi mensupları! Yargıçlık sınavı sorularını “yandaş”a sızdıracak ölçüde kalbi karartan nefsaniyyet ve çalıntı sorularla “kürsü”ye bağdaş kuran sözüm ona “hak”, “hukuk”, “hakkaniyet”! Hukukun da, adaletin de, demokrasinin de ufkunu sarmakta, hatta karartmaktadır.

“Bir ambar buğdayın mostrası bir avuç buğdaydır” der, halkımız. Çoğun “ne mal” olduğunun azından çıkarsanabileceğini deyimleyen bu özlü söz, demokrasi için de geçerlidir. Siz demokrasiyi, kafalarınızda önceden var olan, dinsel eğitimle kazanılmış kavramlar çerçevesine sıkıştararak toplumu, devleti ve siyaseti “dini hayat” bütününde, dinsel kavrayış ve davranış ölçüsü ile yeniden düzenlemeye kalkarsanız, bunun adı “ileri demokrasi” değil, “benim demokrasim” olur. Anatole France bir söyleşisinde “Mesele büyük şair olmakta değil, gerçekten şair olmaktadır” der. Bu yargı, hayatın her alanında olduğu gibi demokrasi için de geçerlidir. Mesele “ileri demokrat” olmakta değil, gerçekten demokrat olmaktadır. Bir yandan “İşkenceciler yargılansın” deyip öte yandan işkenceciyi “Yedirmem” diyeceksiniz, bir yandan kadına pozitif ayrım deyip öte yandan kadına yönelik“hasılı kelam”larıyla ünlü birisini Polis Akademisi’nin başına koyacaksınız, bir yandan Hz. Ömer’in adaleti deyip öte yandan adaletin cebinden soru çalarak yandaşa dağıtacaksınız (kendi kızım da dahil yargıçlık sınavına hazırlanan gençlere acıyorum). Sizin ifadenizle, sevsinler sizin demokrasinizi, sevsinler sizin adaletinizi!

Asıl tehlike

Ziya Gökalp, “Herkesten, yaptığı iş ne olursa olsun, vecidli bir dini zihniyet içinde olmasını isterseniz, bunun ferdi ve içtimai (sosyal)sonuçları, ikiyüzlülük, dini riyakârlık ve istismarcılıktır” der. Bu tespit, bugün yaşananların tasviridir. Bir “tercih” ve “özel yaşam”konusu olan dindarlığın “zorunlu” ve “kamusal” bir statü kılınması yolunda iktidarca atılan adımların nasıl ikiyüzlü kimlikler yarattığı, Sayın Prof. Dr. Binnaz Toprak tarafından 3.9.2012 günlü Cumhuriyet gazetesinde ayrıntılı olarak açıklanmıştır. İktidarın “dindarlık” startı ile birlikte toplumda gözle görülür bir “dindar görünme” yarışının başladığı gözlenen bir olgudur. Konu mankeni ne yazık ki devlettir. Artık devlette olsun, yerel yönetimlerde olsun, dini vecibeler kameralar karşısında yerine getirilmekte, siyasi mesajlar patlayan flaşlar altında cami kapılarında verilmekte, devlet erkanının cuma namazları, padişahın “Cuma selamlığı”nı aratmamaktadır. Devletten iş bekleyen, atama bekleyen çaresiz vatandaşın önünde davranışlarını devlete göre ayarlamaktan başka seçenek kalmamıştır.

Demokrasi açısından asıl tehlike, dindarlığın zorunlu ve kamusal bir statü kılınması görevinin eğitime verilmiş olmasıdır. Bugün uygulamaya konulan 4+4+4’lü eğitim, bu misyonla yüklüdür. Demokrasi kültürünün geniş insani şuur ve vicdanının temellendiren eğitim, laik eğitimdir. Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller, laik eğitimin ürünüdür. Karşıtı, kulluk eğitimidir. Kulluk, tabiiyeti ifade eder. 4’lü eğitimin temel görevi ise “özgür birey”ler değil, medrese geleneği içinde şahsiyetsiz çömezler yetiştirmektir. Oysa çocuk, soru tutkunudur. Gün geçmez ki, çevresindekileri soruları ile usandırmasın. Bu yüzden “psikiyatri”den “felsefe”ye geçmiş ünlü Alman filozofu Karl Jaspers, “Çocuk, gerçek bir filozoftur” der. Şimdi siz, 7, 8, bilemediniz 10 yaşındaki çocuğu devlet okulunda öğretmenin önünen alıp biraz sonra yan sınıfta imamın (doğuda melenin) önüne oturtur, onun soru tutkunu beynini cinlerle, şeytanlarla, hikmetinden sual olunmaz dogmalarla doldurursanız, bunun adı “vicdan özgürlüğü” değil, Hasan Âli Yücel’in deyimi ile“vicdan istibdadı”dır. Çocukta kendi özünün derinliklerinden çıkan, kendi özünün açılması olan sorulara masal yüklü metafiziklerle yanıt vermek, ondaki sebep-sonuç ilişkisini kurma, nedensel düşünme bilincini daha doğmadan boğmak demektir. Oysa Batı demokrasisi,“İnanıyorum, o halde varım”dan (Augustinus), “Düşünüyorum, o halde varım”a (Rene Descartes) geçişin sonucudur. Kimse dinin öğrenilmesine, öğretilmesine karşı değildir. Ancak çocukta “bilinç” ya da “temyiz kudreti” (ayırt etme yetisi) oluştuktan sonra! Bilinçsiz inanç kör, bilinçsiz dindar “yobaz” ya da “bağnaz”dır. Din insanlığın inancı ise felsefe de insanlığın bilincidir. Felsefesiz din olmaz. Peki, felsefe (bilinç) bu eğitim sisteminin neresindedir? Bırakınız bir yerinde olmayı, felsefe, bu eğitim sisteminin müebbed sürgünüdür.Atatürk aydınlanmasının yaşandığı yirmi yıllık bir dönem hariç, felsefe bu sürgünü hep yemiştir.

Sorun “dinsizlik” değil,“felsefesizlik”tir.

Tehlikenin başka boyutu

4+4+4’lü eğitimle yaşanması olası bir diğer sorun, kötü paranın iyi parayı kovması örneği, şimdilik “seçimlik olanın, ileride gitmemek üzere “kalıcı” olmasıdır. Ünlü fizikçi ve bilim felsefecisi Niels Bohr, bilim tarihindeki en önemli araştırma programlarından bazılarının, kendisi ile uzlaşmayan eski programlara aşılanarak, peşin karşı koymalardan korunduğunu söyler. Ancak, aşılanan genç program güçlendikçe, önceki(eskisi) ile “barış içinde birlikte var olma” giderek rekabete dönüşecek, sonuçta aşılanan programın şampiyonları hep birlikte eski programın defterini dürecektir.

Sistemin demokrasi açısından içerdiği bir başka tehlike budur. Şimdilik “seçimlik” adı altında programa aşılanan “Kuran”, “Peygamberin hayatı” ve ileride ilave edileceği söylenen (zikir) gibi dinsel programlar, gerek iktidarın baskısı, gerek mahalle baskısı ile güçlendikçe eski programla birlikte yaşama giderek rekabete dönüşecek, sonuçta “seçimlik” olan bu programlar öncekini kovarak “kalıcı” hale gelecektir.

Esasen, “Bütün okulları imam hatipleştirme fırsatı yakaladık” itirafının gerisindeki “siyasi realite” budur.

Sonuç

Demokrasinin mostrası, uygulanan eğitim sistemidir.
Türkiye’de demokrasinin “ne mal” olduğunu anlamak için uygulanan eğitim sistemine bakmak yeterlidir.

“Kul” mu yetiştiriyoruz, yoksa “özgür birey”ler mi?

4’lü eğitim sistemi ile yapılmak istenen, çocuktaki sorgulama bilincine mümkün olan en erken yaşlarda müdahale ederek çocuğu soru soran bir “filozof” konumundan çıkarıp itaat eden“kul” kılmaktır.

Kulluk eğitimi ve demokrasisi hepimize hayırlı olsun!

Cumhuriyet, 18.09.2012