Günlük arşivler: 20 Eylül 2012

AYM’den 4+4+4’e vize

AYM’den 4+4+4’e vize

Anayasa Mahkemesi, kamuoyunda 4+4+4 olarak bilinen 6287 sayılı Kanun’un bazı hükümlerinin iptal istemini reddetti.

CHP, Kanun’un bazı hükümlerinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesi’nde dava açmıştı.

Davayı esastan görüşen Anayasa Mahkemesi, Kanun’un iptal istemlerini reddetti. Yüksek Mahkeme’nin kararının ayrıntılarının yarın Anayasa Mahkemesi’nin sitesine konulacağı bildirildi.

İptali istenen hükümler

Kanun’un, iptali istenen hükümleri şöyleydi:

-Mecburi ilköğretim çağının 6-13 yaş grubundaki çocukları kapsadığı, bu çağ çocuğun 5 yaşını bitirdiği yılın eylül ayı sonunda başlayıp, 13 yaşını bitirip 14 yaşına girdiği yılın öğretim yılı sonunda biteceğine ilişkin hükmü,

-İlköğretimin, dört yıl süreli ve zorunlu ilkokul ile dört yıl süreli ve zorunlu ortaokuldan oluşan bir Milli Eğitim ve Öğretim Kurumu olduğuna ilişkin hükmü,

-İmkan ve şartlara göre ortaokulların, ilkokullarla veya liselerle birlikte de kurulabileceği hükmü,

-İlköğretim kurumlarının dört yıl süreli ve zorunlu ilkokullar ile dört yıl süreli, zorunlu ve farklı programlar arasında tercihe imkan veren ortaokullar ile imam hatip ortaokullarından oluştuğunu öngören hüküm ile ortaokul ve liselerde, Kuranıkerim ve Hz. Peygamberin hayatının, isteğe bağlı seçmeli ders olarak okutulacağına ilişkin düzenleme,

-“Eğitimde Fırsatları Artırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi (FATİH) Projesi kapsamında, Milli Eğitim Bakanlığı ve Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından 2015 yılı sonuna kadar yapılacak mal ve hizmet alımları ile yapım işleri, ceza ve ihalelerden yasaklama hükümleri hariç, bu Kanun hükümlerine tabi değildir. Bu madde uyarınca yapılacak alımlara ilişkin usul ve esaslar Maliye Bakanlığı ve Kamu İhale Kurumunun görüşü alınarak Milli Eğitim Bakanlığı ve Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından müştereken hazırlanacak yönetmelikle, rekabete açık olacak şekilde düzenlenir.” hükmü,

-“FATİH Projesi kapsamında Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okullara internet erişim hizmetleri ve ağ altyapısının sağlanması için Milli Eğitim Bakanlığı ve Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığınca 2015 yılı sonuna kadar yapılacak mal ve hizmet alımları ile yapım işlerinde üst yöneticinin onayıyla 15 yıla kadar gelecek yıllara yaygın yüklenmelere girişilebilir.” hükmü.

(Cumhuriyet portal, 20 Eylül 2012 ve AA)

Balyoz’da son sözler.. Balyoz sanıkları: Vatan sağolsun!

Dostlar,

16 Aralık 2010’da ilk duruşması yapılan ve 3 iddianamenin birleştirildiği BALYOZ davasının
107. duruşmasında sanıkların hüküm öncesi son sözleri alındı.

Tarihe not düşecek ibretlik sözler ve yiğit savunmalar yapıldı TSK’nın yiğit subaylarınca....

365 sanığın 15-20 yıl hapis cezası istemiyle yargılandığı davanın sonuna gelindi.

Eğilip bükülmediler asla..

Kararı tanımıyoruz.. dediler..

Hükmünüzü biliyoruz.. bizi yanıltmayacaksınız, bunun için teşekkür ederiz.. dediler..

Güç sizde ama hak bizde.. dediler..

Bu dava bir daha görülür.. dediler..

Ne ceza verirseniz verin umurumda değil.. dediler..

Özetle

VATAN SĞAOLSUN.. dediler..

Biz bu dizeleri yazarken, 20 Eylül 2012 günü saat 20:06 dolayında, Mahkeme karar yazmakta..

Sanırız birkaç saat sonra hükümleri hep birlikte göreceğiz ve

Yepyeni yapraklar açılacak yepyeni tarihler yazmak üzere..

Asıl hüküm sahibi Tarih, daha hükmünü vermedi..

Türkiye bu cendereyi de parçalayacak ve Atatürk’ün aydınlık yolunda ilerlemesini sürdürecek.

Her-kes bu şaşmaz olguyu kafasına bir güzel koysun ve yolunu buna göre çizsin..

Sevgi ve saygı ile.
20.9.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================================
Balyoz sanıkları: Vatan sağolsun
Balyoz Harekat Planı davasında karar aşamasına gelindi. Balyoz davasında mahkeme heyeti 107. duruşmada son sözleri aldı ve saat 15.00 sıralarında davayı hükme bağlamak üzere ara verdi.

Cumhuriyet portalı, 20.9.12

İstanbul’da 1. Ordu Karargahında 5-7 Mart 2003 tarihindeki “Plan Semineri”nde “Balyoz darbe planı” yapıldığına ilişkin 365 sanığın 15-20 yıl hapis cezası istemiyle yargılandığı davanın sonuna gelindi.

16 Aralık 2010’da ilk duruşması yapılan ve 3 iddianamenin birleştirildiği davanın 107. duruşmasında sanıkların hüküm öncesi son sözleri alındı.

Davanın karar öncesi duruşmasında tutuklu 250 tutuklu sanığın tamamı hazır bulundu.
Balyoz’dan tutuksuz yargılanan ancak 28 Şubat soruşturmasında tutuklu bulunan emekli Korg. Tevfik Özkılıç ile 16 tutuksuz sanık duruşmaya katıldı.

Balyoz davasında karar duruşması, 20.9.12

Üretilmiş CD’ler

İstanbul 10 Ağır Ceza Mahkemesi Başkan Ömer Diken, son savunmalarını tamamlanamayan sanıklara
söz verdi. Savunmaların tamamlanmasının ardından saat 10.30 sıralarında hüküm öncesinde son beyanların alınmasına geçildi. Emekli Org. Çetin Doğan, delillerin tartışılması aşamasının atlanarak savcıların
“Esas hakkındaki mütalaasını” sunmasına izin verildiğini söyledi.

Doğan “Davanın sona erdirildiği bu aşamada, bari şimdiye kadar verdiğiniz gerekçeden yoksun klişe kararlarınızdan farklı olarak her bir sanık için vereceğiniz hükümle somut gerekçeler ortaya koyun.
Daha başlamadan dayandığı bütün savların çürütüldüğü, hukukun, hak ve adaletin çiğnendiği, yok sayıldığı bir davanın sanığı olmaz. Olsa olsa tanığı olur düşüncesiyle şahsımla ilgili hiçbir savunma yapmadım.”
diye konuştu.

Çetin Doğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Meşru zemini olmayan bu davayı bireylere ve Türk ulusuna maliyetinin ne denli ağır olduğuna bakmadan, inatla sürdürdünüz. Bugün yurdumuzun içine sürüklendiği kaosun oluşmasında adaletin,
mülkün temeli olmaktan çıkarak zulmün aracı haline gelmesinin payı olduğunu tarih yazacaktır.
Bu oluşumda Özel Yetkili Mahkemelerin oynadığı rolün unutulmayacağından, gelecek nesillere ibretlik
bir ders olacağından eminim. Yaptığınız yargılananın Türk milleti adına olduğuna inananın kalmadığı, mahkemenizin tasfiye sürecine girmesinden, başta sayın başbakan ve sayın ana muhalefet lideri olmak üzere kamuoyunda size ve mahkemenize yakıştırılan sıfatlardan açıkça anlaşılmaktadır.”

Çetin Doğan sözlerini “Vereceğiniz karar, hakkınızda hayırlı olsun.” diye tamamladı.

“Söyleyecek söz yok”

Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Ora. Özden Örnek, son sözlerinin sorulması üzerine
“İlave edecek bir şey yok.” diye konuştu. Eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Org. İbrahim Fırtına
“Atılı suçlamayı reddediyorum.” dedi.

YAŞ üyesi Org. Bilgin Balanlı ise şöyle konuştu:

“Anayasa, Türk Ceza Kanunu ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin pek çok maddesi ihlal edilmiş,
adil ve hukuka uygun bir yargılama yapılmamıştır. Bugün burada bir karar verilecekse bu siyasidir,
hüküm ise TSK ile siyasi bir hesaplaşmanın ürünüdür. Biz de onun mağdurlarıyız. Şu ana kadar yaşananlar, bu mahkemeden adil bir karar çıkmayacağını gösteriyor.

Vatan sağolsun.”

Başka söz yok

Emekli Korg. Nejat Bek “Söyleyecek bir şey yok” derken, eski MGK Genel Sekreteri emekli
Org. Şükrü Sarıışık “ söylenecek her şey söylenmiştir.” diye konuştu.

MHP İstanbul Milletvekili ve Emekli Korg Engin Alan “Söylenmesi gerekenleri söyledim. Başka söyleyecek bir şey yok.” dedi.

Duruşmaya ambulansla getirilen emekli Org. Ergin Saygun şöyle konuştu:

“Bu dava birçok meçhulle malüldür. Ancak hüküm aşamasında gelmiştir. Binlerce hatası ispat edilmiş
bir iddianame
, davanın sonucunu doğrudan etkileyebilecek olan ancak dinlenmemiş tanıklar ve bilirkişiler… İlave olarak Sayın Başbakan’ın dava ile ilgili açıklamaları ve TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu üyesi Kayseri milletvekili Yaşar Karayel’in bu dava ile 28 Şubat arasında irtibat kuran ifadeleri… Bütün bunlar varken bu davayı nasıl bitireceksiniz bilemiyorum. Sanırım bu davaya yakın bir gelecekte yeniden dönülecektir.”

Saygun sözlerini “Balyoz’un ne olduğu ne olmadığı, bütün bunlar incelendikten sonra ortaya çıkacaktır herhalde. Kuvvet şu anda sizdedir, hak hala bizimledir.” diyerek tamamladı.

“Bu mahkemeyi tanımıyorum”

Mahkemenin bilirkişi ataması ve tanık taleplerini kabul etmediğini ifade eten Süha Tanyeri

“Şayet suçsuz olduğuma dair karar oluşturamadıysanız, emekli orgeneraller Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, gazeteciler Alper Görmüş, Mehmet Baransu, Tekirdağ Cumhuriyet Savcılığı’na ifade veren Orhan Aykut, bilirkişiler Ahmet Erdoğan ve TÜBİTAK heyetini dinlemeden vereceğiniz karar ne adil olacak ne de Türk milletini temsil edecektir.” dedi.

Emekli Tuğg. Recep Rıfkı Durusoy, Balyoz adıyla anılan planı bilmediklerini, duymadıklarını mahkemelerde dile getirdiklerini ifade ederek “Bunu bilip de şu ana kadar söylemeyen ve mahkemeden bildiklerini saklayan şerefsizdir, namussuzdur, kul hakkı yemektedir.” diye konuştu.

Emekli Tüma. Cem Gürdeniz, “Mahkeme tarafsızlığını ve bağımsızlığını yitirmiştir.
Bu mahkemeyi tanımıyorum. Söylenecek sözüm yoktur.” dedi.

Tümg. Gürbüz Kaya, “Bir çete tarafından üretilmiş sahte delillerle suçlandığımı savunmamda söylemiş olmama rağmen mahkeme bu çeteyi ortaya çıkarmak için hiçbir işlem yapmamıştır.” diye konuştu. Kaya “Masumiyetimden aziz milletimin şüphesi olmasın.
Milletim, vatanıma ve bayrağıma asla ihanet etmedim. Vatan sağolsun.” dedi.

Onurumu iade edin

Emekli Kora. Kadir Sağdıç “Usul hükümleri ihlal edilen bir mahkemede adil bir yargılama yapılmamıştır.
Son söz de söylenemez. Özgürlüğümün ve onurumun iadesini talep ediyorum.” diye konuştu.

Emekli Kora. Feyyaz Öğütçü ise “Tüm meslek hayatım boyunca hukuk dışı hiçbir faaliyette bulunmadım. Düşünce bazında bile darbeyle ilişkim olmamıştır.” şeklinde konuştu.

Ergenekon davasında da tutuklu bulunan emekli Albay Dursun Çiçek, Hukuk Fakültesi’nde öğrenci olduğunu anımsatarak şunları söyledi:

“Sizin okuduğunuz kitapları son 3 yıldır ben de okuyorum. Ama aynı dünyalarda yaşadığımıza inanmıyorum. Adil ve dürüst bir yargılama, evrensel hukuka dair bir karar beklemediğim için son söz söylemeyeceğim.”

Maksat hasıl oldu

Emekli Tuğa. Cem Çakmak ise “Davada ne karar çıkarsa çıksın bence maksat hasıl olmuştur. TSK’de tasfiye gerçekleşmiştir.” dedi.

Emekli Korg. Yurdaer Olcan ise “Çocukken giydiğim üniformamı şerefle taşıdım ve şerefle hediye ettim.” diye konuştu.

Darağacı kuruldu

Albay Mustafa Önsel ise “Darağacı kuruldu, usulen son sözlerimiz isteniyor.
Ben ilk gözaltına alındığım gün cezamın kesildiğine inanıyorum. Tutuklamaya gönderildiğimde idam kararı tescillendi. Bu zamana kadar verdiğiniz kararlarla beni hiç yanıltmadığınız için size teşekkür ediyorum.” dedi.

Hakim Albay Ahmet Zeki Üçok “Hayatım Yassıada, 12 Mart ve 12 Eylül mahkemelerindeki hukuksuzluklara lanet okuyarak geçti. Ne ceza verirseniz verin umurumda bile değil. 12 Mart’ta 12 Eylül’de nasıl vicdanlarda beraat ettiyse bizler de beraat edeceğiz” diye konuştu.

Duruşmayı, MHP Genel Başkan Yardımcısı ve MHP milletvekili Bülent Belen ve MHP milletvekili
Ruhsar Demirel, Basın Konseyi Başkanı Orhan Birgit ile Basın Konseyi üyesi
Av. Turgut Kazan izledi.

GDO’lu mısır farelerde kansere neden oluyor !?

Dostlar,

GDO’lu yemlerle (mısır) beslenen farelere ilişkin bir bilimsel çalışmadan (makaleden) alıntıları paylaşalım.

Bu konuyu daha derinlemesine işleyeceğiz..

Okumak için lütfen tıklar mısınız ??

GDO’lu_misir_kansere_neden oluyor

Sevgi ve saygı ile.
20.9.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

TARAF Gazetesi yazarı Sayın R. Marguilies’e Prof. Ercan’dan yanıt..

Sayın R. Marguilies,

Gecikmeli olarak elime geçen 25 Nisan 2012 tarihli makalenizi okudum.
Mustafa Kemal Atatürk’le ve O’nun kurduğu Laik Türkiye Cumhuriyetiyle alay eden yazınızda, kavramları çarpıtmak çabanız kadar, bilgi eksikliğiniz de dikkati çekiyor.

1. Atatürk tüm Ulusu kucaklayan laik bir Cumhuriyet kurdu. Çoğulcu Demokrasi bu Cumhuriyetin
doğal ürünüdür. Kemalist felsefenin temel amacı “yurtta barış, dünyada barış” tır.
Bu nedenle, Bilimsel aklı rehber alan Ulus-Devlet modelini önerir ve savunur.

Kemalizm militarizm demek değildir.. “Vatanın müdafaası mecburiyeti olmadıkça savaş bir cinayettir.” diyen Mustafa Kemal’i kaba kuvvet, despotizm ve militarizmle bir çizgiye getirmek en azından entelektüel ufuk darlığına işarettir.

Tabii ki Yurt ve Ulus sevgisi, yurttaşların bu değerler uğrundaki özverileri oranında
anlam kazanır.

2. Kemalizm’in Halkçılık ilkesi, Atatürk’ ün tanımıyla, bire bir Demokrasi karşılığıdır.
(bkz. Afet İnan’ın “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında Atatürk’ün elyazılar bölümü)

3. Mademki Fransız yazarlara, siyasetçilere meraklısınız, o halde bakın meşhur
Fransız siyaset bilimci Prof. Maurice Duverger ne demiş:

“Kemalist partinin birinci özelliği, demokratik bir ideolojiye sahip bulunmasıydı…
Mustafa Kemal’in siyasal rejimi, çoğulculuğun üstün bir değer olduğunu kabul ediyor ve çoğulcu bir devlet felsefesi içinde işlevini yerine getiriyordu. Üstelik partisinin yapısal açıdan da totaliterlikle hiçbir ilgisi yoktu. Kemalizm demokratik bir ideolojidir….
Atatürk döneminde niçin demokrasinin tüm kurum ve kuralları yoktu? Olamazdı da,
onun için.. Fransız Devriminden yarım yüzyıl sonra bile, Fransız işçisinin oy hakkı
var mıydı? Amerikan devriminden bir buçuk yüzyıl sonra bile, ABD’de ırklar arasında
tam bir hukuksal eşitlik sağlanmış mıydı? Atatürk bir ortaçağ toplumundan yola çıktı.
Cumhuriyet’i kurduktan sonra 15 yıl yaşadı… ve sınıf-cinsiyet-ırk-din ayrımı olmadan,
tüm yurttaşlar arasında hukuksal eşitliği, o inanılmaz kısa süreye sığdırdı…
Bilim her olguyu kendi koşulları içinde değerlendirir. Atatürk yönetimi, kendi koşulları içinde, olabilecek en demokratik yönetimdi. Ve bu açıdan, Türkiye’nin bugünkü yönetiminden daha demokratikti! Ölümünün yıl dönümünde… Sağdan ve soldan aşağılık saldırıların üzerinde yoğunlaştığı bir diktatörü (!), en içten saygılarımla anıyorum…”

4. Mustafa Kemal Atatürk, “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” tanımını yapmıştır. Buna göre “Türk” kelimesi bir etnisitenin, bir halk grubunun adı değil, kendilerini Kürt, Arap, Ermeni, Azeri, Tatar, Pomak, Boşnak, Çerkez, Laz, Rum, Yahudi, Türkmen, Yörük, …olarak betimleyen tüm yurttaşlarımızın “ortak ulus adı”dır. Nasıl ki Fransa’da yaşayanlara Fransız, Almanya’da yaşayanlara Alman, Rusya’da yaşayanlara Rus… denirse, Türkiye Cumhuriyetinde yaşayanlara da “Türk” denir. Bundan gocunmamak gerekir. “Ne mutlu Türküm diyene!” demek, “ne mutlu bu birlik beraberliğe” anlamındadır… Zannettiğiniz gibi, ırkçı, faşizan bir söylem değildir.

Sayın Marguilies, l

Ltfen bu ülkede insanların barış ve dayanışmacı işbirliği içinde ve kardeşçe bir arada yaşamaları yönünde çaba gösterin; ayrıştırıcı, bölücü, parçalayıcı olmadan..

Emin olun bundan en çok siz yarar göreceksiniz. Saygılarımla. 19.9.12

Prof. Dr. D. Ali Ercan
ADD Bilim Kurulu Başkanı

__________________________________________________________________

Asker ordusu ve irfan ordusu

(TARAF Gazetesi) 25 Nisan 2012, ronmargulies@btinternet.com

Mustafa Kemal’i çok seven, O’nun yarattığı “tek adam, tek parti, tek ordu, tek millet” şeklindeki çoğulcu demokrasiye âşık olan okurlarım ortak aşkımızı beslemek için zaman zaman bana malzeme gönderir.

Örneğin, İzmir’de bir otomobilin arka penceresine boydan boya yapıştırılmış bir grafik:
“Bir subay şehit oldu diye ‘Menemen’i yakın!’ diyen Mustafa Kemal’i özledim.
Ne mutlu Türk’üm diyene!” “Menemen”, “yakın” ve “Türk’üm” kelimeleri kırmızıyla yazılmış.
Veya internetten alınma, bir vatan haininin yazdığı espri:

“Lütfen Mustafa Kemal’e haber verin, İzmir’deki minibüslerden birinin arka camını imzalamayı unutmuş.”

Sabah bunları okuduktan sonra, 23 Nisan günü, yolum Taksim’e düştü.
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı töreni dağılalı çok olmamıştı herhalde.
Her taraf çok şık ve çok yakışıklı askerlerle doluydu. Bir tanesi elinde tüfeğiyle yanımdan geçti. “Herif hapşırıp yanlışlıkla tetiğe basarsa, geçmiş olsun..” diye düşündüm.

Akşam televizyonda çok çeşitli spikerler çocukların ne kadar “coşkulu” olduğunu anlattı. Cumhuriyet gazetesi “23 Nisan coşkusu” manşetinin altında çocukların Anıtkabir’e “akın ettiğini” bildirdi. Çeşitli koltuklara çeşitli çocuklar oturtuldu. Başbakan bunlardan bir tanesiyle sohbet etti. Falan filan. Bütün bunların çocuklarla herhangi bir ilişkisi olduğunu zannedeniniz varsa, lütfen kendinize gelin. O kadar da saf olmanın âlemi yok.

Bakın Fransız politikacı Paul Bert, taa 1882’de ne demiş:

“Özgür bir halk kamusal bayramlara ihtiyaç duyar. Bu bayramlar çerçevesinde ortak bir sempati oluşur ve bu bayramlarda kalpleri ısıtan bir iletişim gerçekleşir: Vatan’a olan inanç
ve özgürlük aşkı gücüne güç katar.”

“Özgür bir halk” ve “özgürlük aşkı” ifadelerine boş verin, bizde önemli olan o değil,
vatan aşkı ve vatana inanç. Bizde önemli olan, “Ne mutlu Türk’üm diyene” demek ve dedirtmek, “Türkiye Türklerindir” demek ve dedirtmek.

Yani 23 Nisan’ın çocuklarla, 19 Mayıs’ın gençlikle tek ilişkisi, çocuklara ve gençlere milliyetçilik ve devlet sevgisi aşılamak, ulus-devleti yüceltmek ve pekiştirmek.

Bana inanmıyorsanız, buyurun, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın 1931 yılı programından millî talim ve terbiyenin esas düsturlarını okuyalım. Lütfen, “Ohoo, 1931’den bu yana köprünün altından
çok sular aktı, her şey değişti” demeyin. Eğitim, talim, terbiye alanında, ayrıntılar hariç,
hiçbir şey değişmedi.

“Kuvvetli cumhuriyetçi, milliyetçi ve laik vatandaş yetiştirmek, tahsilin her derecesi için
mecburî ihtimam noktasıdır. Türk milletine, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ve Türkiye Devleti’ne hürmet etmek ve ettirmek hassas bir vazife olarak telkin olunur.

Fırkamız, vatandaşların Türk’ün derin tarihini bilmesine fevkalade ehemmiyet verir.
Bu bilgi Türk’ün kabiliyet ve kudretini, nefsine itimat hislerini ve millî varlığa zarar verecek
her cereyan önünde yıkılmaz mukavemetini besleyen mukaddes bir cevherdir.”

Eğitimin önemini, her şeyi herkesten önce gören sevgili Mustafa Kemal herkesten iyi bilir. Kütahya’da öğretmenlerle 24 Mart 1923’te yaptığı konuşmada, “irfan ordusu” ile “asker ordusu” arasındaki benzerliği anlatır. Öğretmenler irfan ordusuna mensuptur.

Asker ordusu kadar hayatî olan irfan ordusunun kutsal görevi, “ölen ve öldüren asker ordusuna niçin öldürüp niçin öldüğünü öğretmektir”. Tüfekler eşliğinde yapılan törenlerin de mana ve ehemmiyeti budur.

Ankara’da 19 Mayıs Stadı’ndaki törende Jandarma Bandosu astsubayları Can Bonomo’nun “Love Me Back” şarkısını seslendirmiş. Arkasından çaldıkları şarkılardan birinin sözleri de şöyleymiş:

“Kürt, Laz, ve Çerkez’iyle, ne mutlu Türk’üm diyene”.
Kürt Türklerin, Laz Türklerin, Türk Türklerin ve Çerkez Türklerin bayramını kutlarım!
======================================================================

Denizli’li bir vatandaşın Başbakan RT Erdoğan’a yazdığı şiir..

Denizli’li bir vatandasin Basbakan Erdogan’a ithafen yazdigi siir.

İrecep Bey!..

Irecep bey sen bize, meydanlarda soz verdin.
Memleketi duzluge, gotcem dedin gotmedin.
Garsimizda safilce, boynun bukup durdun,
Haydut, hirsiz, haksiza, catcem dedin catmadin.

Muslumaniz cok sukur, Batiyinan isimiz
Olmaz bizim, bizlere yeter gendi asimiz,
Dedin emme, sayende, tasmalandi basimiz,
IMF cavirini, atcem dedin, atmadin.

Kerkukte gizanlari, Kurde teslim eyledin,
Turk e vurana guldun, vurulani payladin,
Bir ara sevindiydik, boyuk laflar eyledin,
Kerkuk girmizi cizgim, gitcem dedin gitmedin.

Bizden oy ister iken, cavirlara hep cattin,
Denizli meydaninda, bol bol palavra attin,
Amerika ya karsi, soyle bakam, ne ettin,
Cilli horozlar gibi, otcem dedin otmedin.

Push denen o pis cavir, seyhin mi oldu senin,
El pence divan durdun, her lafina sen onun,
Bir tek vatansever yok, hayın dolu dort yanin,
Memleket davasini, gutcem dedin gutmedin.

Mesuttan gurtulduyduk, rahmet okuttun ona,
Nah bu eller girilsin, daha oy versem sana,
Rezil rusvay eyledin, bizi tekmil cihana,
Devleti boyuk devlet, etcem dedin etmedin .

Asiret artigindan, gorkup gacacak millet,
Esgerinin basina, cuval gececek millet,
Senin gibi ici bos, balon sececek millet,
Degildik, amma yemin ettin, dutcem dedin dutmadin.

Dershaneler, Başbakan ve asıl amaç!

GÖRÜŞ
HİLMİ TAŞKIN
Eğitimci-yazar
19 Eylül 2012

Dershaneler, Başbakan ve asıl amaç!

Başbakan, bir süredir “dershaneleri kapatacağız” diyor. Pek çok kez bu sözleri kamuoyu ile paylaştı.
Başbakan, “dershaneleri kapatacağız” derken, başka bir söz daha etti. Dedi ki, “özel okul açın,
biz de sizden hizmet satın alalım..”

Şimdi bu sözlerin arka planında yatan amaçlar üzerinde duralım.

“Hizmet satın almak” düşüncesi özelleştirmeye yönelik bir işarettir. Başbakan, eğitim sisteminin giderek daha çok özelleştirilmesinden yana olduğunu itiraf etmektedir.

Bu da gösteriyor ki, önümüzdeki süreçte eğitim alanındaki özelleştirmeler hız kazanacaktır.
Bir yandan yeni özel okulların açılması teşvik edilecek, öte yandan da devlet okullarının
özel sektöre satışı gündeme getirilecektir.

Böylece devlet, eğitimin maliyetinden kurtulmak istemektedir.

“Dershaneleri kapatacağız” açıklaması, ilk bakışta pek çok yurttaş için kulağa hoş gelebilir.
Eğitim sistemini dershanelere gereksinim kalmayacak biçimde yapılandırmadan atılacak böyle bir adım,
pek çok yeni sorun doğuracaktır.

Kayıt dışı bir sektörün yolu açılacaktır.

Ancak Başbakanın açıklamaları dikkatlice irdelendiğinde, ortaya başka hedeflerin varlığı da çıkmaktadır.
Şu an ülkemizde dershane sektöründe en güçlü olan kim?

Kamuoyunda “Cemaat dershaneleri” olarak bilinen dershanelerdir. “Cemaat”, yalnzıca
çok sayıda dershaneye sahip değil. Aynı zamanda bu alanda pek çok yayına da sahip.
Yani dershane sektörünün en çok kazananı “Cemaat”tir.

“Cemaat”, bu yolla çok kolay biçimde halka da ulaşabilmektedir.

O halde, dershanelerin kapatılmasından en çok zarar görecek olan da “Cemaat”tir.
Başbakan, bu zararı neden versin ki?
Bu bindiği dalı kesmek olmaz mı? O zaman bu açıklamaların asıl amacına görebilmek gerekiyor.
Nedir o amaç?

Bu açıklamalarda aslında iki amaç vardır. 1. amaç, 2014’te yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde

“Cemaati”n desteğini almaktır.

Malum, “Cemaat” şu an için mevcut Cumhurbaşkanına daha yakın durmaktadır.

Başbakan, o desteği kendine çevirebilmek için, “dershaneleri kapatacağız” açıklamasında bulunmuştur.
Desteği alırsa sorun yok.

Alamaz ise kapatmak için adımlar atarak zorlamalar yapabilir. Bir uzlaşma arayabilir.
Bu uzlaşı arayışlarına yönelik de açıklamalarda bulunmuştur. O uzlaşı da desteğe bağlı 2. amaçtır.

Ne dedi Başbakan? “Özel okul açın, sizden hizmet satın alalım.”

Şu an pek çok ilde zaten “Cemaat”in okulları var ve en kolay okullaşabilecek olan da “Cemaat”tir.
Öbür dershanelerin pek çoğunun özel okula dönüşemeyeceği bir gerçektir.

İşin püf noktası da burada yatmaktadır.

O halde Başbakan kimden hizmet satın alacaktır?

Elbette ki “Cemaat”e bağlı özel okullardan…

Hatta Başbakan, öğrenci başına devletin ödeyeceği rakamı bile telaffuz etti.

O halde Başbakanın dershaneler konusundaki sözlerinden şunu anlamak gerekiyor :

‘Cumhurbaşkanlığı seçiminde desteğinizi bana verin. Ben de sizin okullarınızdan eğitim hizmeti alayım.’
‘Bu yolla size kaynak aktarayım.’

Elbette kaynağı cebinden aktaracak değil ya, devlet bütçesinden aktaracak!

Bu durumu eleştirecek olanlara da yanıt hazır olacak.
‘Siz de okul açın, sizden de hizmet satın alalım.’

Ya aksi olursa ne olacak?
O zaman, söylediği sözün arkasında duracak adımları atmayı planlayacaktır.
Bunu da kamuoyuna, 4+4+4 yasasında olduğu gibi ‘reform’ adı altında sunacaktır.

Şimdi kamuoyu merakla bekliyor. “Cemaat” uzatılan eli tutacak mı? Yoksa elinin tersi ile itecek mi?
Görüntü bir pazarlığın ve uzlaşma arayışının varlığına işaret ediyor.

Bu satranç hamlelerini bizlerde izlemeye devam edeceğiz.

Yüzde 60’ı iyi tanıyalım – 1 AKP – CHP – MHP sisteminin dışında çözüm talebi

Yüzde 60’ı iyi tanıyalım – 1
AKP – CHP – MHP sisteminin dışında çözüm talebi

Doğu Perinçek
Eylül 19, 2012, AYDNLIK

%60 hangi partilerin seçmeni? Ortak talebi? AKP – CHP – MHP eksenli çözümlerin sonuna mı geldik? “Anadolu’ya geçmek” yine gündemde mi? Türkiye’deki karşıdevrim statükosu ve partilerin tepesindeki statüko% Yüzde 60’ın özet tanımı?

Andy – Ar Sosyal Araştırmalar Merkezi’nin Ağustos ayında yaptığı araştırmada,
“yeni bir siyasal partiye ve lidere ihtiyaç var.” diyenlerin oranı, %60,4 çıktı. Yuvarlak hesap, %60.

“Yeni partiye gerek yok” diyenler ise, %30, başka deyişle yeni parti isteyenlerin yarısı. %10 ise “fikrim yok” cevabını veriyor.

Bu araştırma üzerine basında ve Aydınlık gazetemizde yazılar çıktı.
Ancak “yeni parti” talebinin özünü yakalayan bir yorum yapılmadı.

Oysa çok önemli. Çünkü 1950’den bu yana, hiçbir dönemde, %60 gibi büyük bir çoğunluğun yeni parti istediği görülmemiştir.

%60’ın yeni parti isteği, olağanüstü bir döneme girdiğimize işaret ediyor.
Bu % 60’ı iyi anlamak durumundayız.

%60: çeşitli partilerin seçmeni

Birincisi, bu %60, şu anda çeşitli partilere oy veriyor, ancak o partilerde bir çözüm görmüyor,
“yeni parti” istiyor.

%60, yalnız CHP’li değildir; çünkü CHP’nin bütün oyu son araştırmalara göre, % 19.
%60, yalnız MHP’li de değil. MHP oyları şu sıra %16 çevresinde deniyor.
CHP ve MHP seçmeninin tamamı “yeni parti” istese, hepsi %35 eder.
Demek ki, %60 içinde çok yüksek oranda AKP seçmeni ve öbür partilerin seçmenleri de var.

%60’ın ortak istemi

Bu durumda %60, CHP, MHP, AKP ve öbür partilerin seçmenlerinin her birinden farklıdır. O zaman soru şudur:

Bugün CHP, MHP, AKP’ye oy veren, fakat o partilerin hiçbirinde çözüm görmeyen %60
neyi istiyor? Bu büyük kitlenin ortak istemi nedir?

AKP, CHP ve MHP eksenli çözümlerin sonu

Öncelikle saptayalım:

Talep edilen AKP iktidarı değildir. Seçmen AKP’den hoşnut olsa, %60 oranında yeni parti aramazdı.
Demek ki, aranan şey, öncelikle bir iktidar seçeneğidir. Millet, AKP’yi yıkma eğilimine girmiştir.
Ancak AKP’yi yıkacak seçeneği, parlamento içindeki muhaliflerde de görmüyor. %60, AKP’nin çözüm olmadığını saptamakla birlikte, CHP ve MHP’den de çözüm beklemiyor. Yeni partiye gerek yok diyenlerin oranı, %30’dur. Bu %30, Meclisteki iktidar ve muhalefetten hoşnut olanların oranıdır.

Buradan şu sonuca varabiliriz:

CHP, MHP ve AKP içine sıkışarak üretilecek çözümler, bu %60’ı etkilemeyecektir.
Daha somut ifade edelim: AKP’nin başından Tayyip Erdoğan gitse, başkası gelse,
bir şey değişmeyecek. Aynı şekilde CHP’de Kılıçdaroğlu yerine Baykal ekibi veya MHP’de Devlet Bahçeli’nin yerine Koray Aydın genel başkan seçilse, %60’ı etkileyen bir cereyan yaratamayacaktır. Yeni parti arayışının en somut anlamı budur.

%60’ın beklentisi

İşte bu noktada %60’ın beklentisini tanımlamak önem kazanıyor.

Seçmenin üçte ikisi, Türkiye’nin bölünmesi, iç barışın bozulması, Cumhuriyetin yıkımı karşısında Türkiye’yi birleştirecek, iç barışı sağlayacak büyük gücün yaratılmasını istiyor.

Ve bu yakıcı çözümü de, AKP, CHP ve MHP’nin ötesinde görmektedir. Bu partiler,
vatan bütünlüğü, bölücü terörün tasfiyesi ve Cumhuriyetin yaşatılması meselesini anlamamış ve bu konuda bir çözüm üretmemiştir. En önemlisi, çözüm için gerekli
Millî Kuvveti bir araya getirme ihtiyacını duymamış ve yerine getirmemişlerdir.

BOP Eşbaşkanlığı ricali ve muhalifleri, terörü kınamanın ötesinde bir şey yapamayan zavallılar konumundadır.

Seçenek sistemin dışında

O halde %60’ı kazanacak ve iktidar mücadelesine seferber edecek seçenek, CHP, MHP ve AKP’den herhangi birinin çeperleri içinde kalarak yaratılamayacaktır. Çünkü %60’ın,
kendisi tam bilincinde olmasa bile, umudu sistem dışındadır. AKP, CHP ve MHP dışında
yeni bir parti aramak, sistem içindeki çözümlere sırt çevirmek anlamına geliyor.
Bu çok doğal. Çünkü bir karşıdevrim gerçekleşti. Bu karşıdevrim millete karşıdır ve milletin çoğunluğu bunları anlamasa bile, günlük yaşamında kendisine karşı bir rejimin kapanına girdiğini duyumsamaya ve anlamaya başlamıştır.

“Anadolu’ya geçmek”

ABD güdümlü bu karşıdevrimle savaş sistemin dışına çıkmak anlamına gelir.
Türkiye millîciliğinin bir kez daha Anadolu’ya geçtiği bir döneme giriyoruz.
1919 yılında padişahlık rejiminin dışına çıkmaya, “Anadolu’ya geçmek” deniyordu.
Yine benzer bir durumdayız. %60’a ancak “Anadolu’ya geçerek”, yani karşıdevrimin karşısına dikilerek önderlik edebiliriz.

Bu açıdan %60, denebilir ki, “Anadolu’ya geçecek” bir önderlik arayışına girmiştir.
Bunu sıradan yurttaş böyle formüle edemeyebilir. Ancak onların beklentisini anlamak,
çözüm haline getirmek ve uygulamak Öncülerin görevidir. Atatürk, bunu anlayabildiği için sistemin dışına çıktı ve milletin kuvvet ve yeteneğini harekete geçirebildi.

CHP ve MHP’nin tepesindeki karşıdevrim statükosu

Tekrar pahasına, bir kez daha altını çiziyoruz: AKP, karşıdevrimin partisine dönüşmüştür ve milletin çaresi, AKP’yi yıkmaktır. CHP ve MHP ise, “Anadolu’ya geçmek” diye bir görevin farkında değildir.
Bunu tartışan bir çıkış da görülmüyor bu partilerde. AKP ve CHP’nin muhalifleri, eski sıradan tavırlarla parti içi iktidar savaşı veriyorlar. Kendileri de sistemin içinde durdukları için, kendi partilerinde sistemin esas sahipleri olan Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli’den sürekli dayak yemek dışında bir sonuca ulaşamayacakları apaçık görülüyor. Sisteme karşı olmadan, CHP ve MHP’nin tepesindeki sistemi deviremezler.

Türkiye’deki karşıdevrime cephe almadan CHP’deki Neoliberal karşıdevrimle ve MHP’deki
“Amerikan Milliyetçisi” karşıdevrimle baş edemeyeceklerdir.

Dikkat edilsin, CHP ve MHP yönetimlerinin AKP ile bağlantıları, Küresel Neoliberal sisteme olan bağlantılardır. Bunu anlayamazsak, %60’ı da anlayamayız.

Başka deyişle %60’ın “yeni parti” istemine, CHP, MHP ve AKP statükosu içinde kalarak
yanıt üretilemez. Ve o statüko, parti içi demokrasi karşıtlığı değildir.
O statüko, Kemalist Devrimi yıkan Mafya – Tarikat rejimidir.
Komşularla ve Avrasya ülkeleriyle birlik arayışı çoğunluk oldu

%60’ı tanımamıza olanak sağlayan veri, yalnız onların “yeni parti” isteği değildir.
Türkiye’de ABD emperyalizmini tehlike olarak görenler, %80 ve 90’ların altına inmiyor.

Türkiye’nin AB’ye üye olacağını düşünenlerin oranı, %17’ye düştü. Bu çarpıcı bilgiyi,
Türkiye – Avrupa Eğitim ve Bilimsel Araştırma Vakfı’nın 23 Ağustos 2012 günü gazetelerde yayımlanan araştırmasından öğreniyoruz.

Yine Avrupacıların yaptığı bu araştırmaya göre, halkın %46’sı, başta Rusya olmak üzere komşularımızla birlikten yana. İslam İşbirliği Örgütü yandaşları ise, %21’de kalıyor.

Bu veriler de, %60’la örtüşüyor. Halkın önemli çoğunluğu, cephesini ABD merkezli tehdide çevirirken, dostlarını komşuları içinde ve daha geniş olarak Avrasya ülkelerinde görüyor.

%60’ın özet tanımı: Millî güç

Bütün bu verilere dayanarak, %60’ı özet olarak şöyle tanımlayabiliriz: Millî güç!

Yeni parti isteyenler ve Batı tehdidinin farkında olanlar, aynı çoğunluktur ve
bu büyük kitlenin duyarlılıkları şöyle sıralanabilir:

– Millî devlet.
– Millî bağımsızlık.
– Millî egemenlik.
– Millî hükümet.
– Millî ordu.
– Millî seferberlikle terörün tasfiyesi ve yurtta barış.
– Millî birlik.
– Vatan bütünlüğü.
– Millî ve halkçı ekonomi.
– Bölgedeki millî devletlerle dayanışma ve birlik.
– Millî bağımsızlığımızın uluslararası güvencesi olarak Avrasya Birliği.

CHP’nin 16 Eylül 2012 günü gazetelerde tam sayfa yer alan Parti Meclisi Bildirisi’ne bakın, % 60’ın millî istemleri yoktur. CHP, girdiği çizgiyi maskeleyen tekerlemeler kullanmakta, fakat bildirinin özü Neoliberal ve bireycidir. Millî olan çözümlere karşıt konumdadırlar. Millî = Devrimci

Bugün Türkiye, millî olan her istemin ancak devrimcilikle karşılanabileceği bir süreçtedir.

Millî olmak, tutuculuk değil, devrimciliktir.

Devrimci olmak da, bugün ancak millî mevzilerde olmakla mümkündür.
Millî olmayan bir devrimcilik, bugün Türkiye’de yaşamın dışındadır.

Çünkü halk, millî mevzidedir ve Türkiye’nin bütün sorunları millî mevzidedir.

ABD merkezli küresel emperyalizm, millî devlet başta olmak üzere millî olana saldırıyor.
Bu durumda kapitalizme karşı mücadele, millî eksendedir.

Toplumun önündeki program, Millî Devrim programıdır.
Gayrimillî karşıdevrim, millî devrimle yıkılacak ve Türkiye devleti ve toplumuyla
Atatürk Devrimi temelinde yeniden örgütlenecektir.

Millî tarih = Devrim tarihidir

Bugün, tıpkı 19. yüzyıl sonlarında, Cihan Savaşı’nda ve İstiklâl Savaşı’nda olduğu gibi, millî sorunlar ancak devrimci yöntemlerle halledilebilir. Türkiye’de 150 yıldır millî olan her şey devrimle gelmiştir. Millî olanı bastıran ve ezenler, hep karşıdevrimcilerdir.

%60, aslında “Yeni Parti” ararken, öyle adlandırılmasa bile, Millî Devrime önderlik edecek kuvveti arıyor.

YARIN: %60 nasıl kazanılır ve iktidar mücadelesine seferber edilir?

Bekir Coşkun : El Bombası…

Cumhuriyet 19.09.2012
ONUNCU KÖY
Bekir Coşkun

bcoskun@cumhuriyet.com.tr

El Bombası…

Komutan gösterip sordu:
“Bu ne?..”
Bir ağızdan bağırdık:
“El bombası…”
Uzun uzun anlattı, pimini çekip attın mı patlıyor…
Atmadın mı yine patlıyor zaten…
*
Sıra patlatmaya geldi…
Bir çukurun bu yanındaki tümseğin arkasına sıralı yattık…
Komutan, “Attın mı yatacaksın, yoksa öyle durup bakmayacaksın” dedi…
Dualar okuduk, bizden uzak olsun…
“Şu çekeceğim pim gibi şey neresi?..”
“………”
Ses yok…
Komutan dönüp baktı:
“Olmaz ama arkadaşlar… Yüzünüz bu tarafa dönük olacak…
Bomba patlayacak diye öyle arkanızı dönüp domalmak nizamnamede yok…”
“……”
“Tabii ki bu gördüğünüz bombanın pimi…”
“……”
“Kaça kadar sayıyorduk?..”
*
Komutan bombayı attı…
Derin sessizlik içinde patır patır komutanın ayak sesi, kim bilir nereye koşup gitti…
Kulaklarımız kapalı, dişler kenetlenmiş…
Bomba portakal gibi pıt düştü, belli…
Başka da ses seda yok…
Beş dakika, on dakika, on beş dakika…
Derin sessizlik…
Komutan çıkageldi “Patlamadı namussuz” dedi…
Sevindik…
*
Biraz taş atıldı ki patlasın…
Patlamadı…
Uzaktan ittiren oldu…
Tık çıkmadı…
Bomba imha ekibi geldi…
İki saat uğraştılar patlatamadılar… Merkeze sordular “Bu patlamıyor” diye…
Merkez “Niye patlamıyor”şeklinde yanıtladı…
Komutan “Demek ki patlamayacak arkadaşlar… Patlasaydı zaten patlamıştı.” dedi…
Sonunda vazgeçip tam toparlanıp dönerken… Herkes yola koyulup uzaklaşmıştı ki
yer gök havaya uçtu sanki…
El bombası patlamıştı…
*
Ampule benzer…
Masum gözükür…
Avucunuza sığar…
Hatta avuçlarsınız…
Ama pimini bir kez çektiniz mi, aslında siz artık onun avucundasınız…
Esiri oldunuz…
Ve içine basınçla sıkıştırılmış yok etme gücü harekete geçti mi…
Vazgeçmenin faydası olmadığını bilmeniz gerekir…
Ya atacaksınız…
Ya uçacaksınız…

HEKİME YÖNELİK ŞİDDET…


HEKİME YÖNELİK ŞİDDET..

Yüz Elli Gün -BEŞ KOCA AY- Geçti!

​ANKARA TABİP ODASI BASIN AÇIKLAMASI (17 Eylül 2012)

Şiddetle Mücadelede Durum ve ATO Şiddet Anketi Sonuçları

Bundan tam beş ay önce şu anda, yani 17 Nisan saat 12:30’da Dr. Ersin arslan hayattaydı. Biz bu açıklamayı okuyup bitirene kadar geçecek süre kadar kısacık bir süre sonra ise o öldürücü darbeleri aldı ve birkaç saat içinde yaşama veda etti.

TTB ve tabip odaları olarak yıllardır sağlık ortamındaki şiddetin
hem sayıca hem de nitelikçe arttığından söz ediyorduk. Sağlık Bakanı o güne dek “büyütmeyin, trafikte de kaba davranışlar var” diyordu.

Evet, bir şeyi büyütüyorduk ama tehlikeyi değil. Tehlike büyüyordu; biz ise tepkimizi, isyanımızı, ikazımızı büyütüyorduk.

Sonra; bir hekim öldürüldü.

Ve Sayın Bakan da, diğer yetkililer de artık “Tamam” dediler,
“Sağlık alanında şiddet var”.

Sağlık alanındaki şiddeti Sayın Bakan, Türk Tabipleri Birliği heyetinin cinayetten
iki gün sonra kendilerini ziyaretinde kabul etti ve TTB’nin şiddetin önlenmesine yönelik yedi acil talebini makul bularak bu talepler üzerinde çalışacaklarını
ifade etti.

Bu yedi talep neydi? Bu taleplerle ilgili yapılanlar nelerdi?
Bunları tekrar tekrar anlatarak sizleri yormayalım. 120. günde neyse,
bugün de o durumdayız. 120. günde de 90. günkü durumdaydık.

Özetle; başta Sayın Sağlık Bakanı olmak üzere yetkililer sağlıkta şiddet konusunda kelimenin tam anlamıyla “duruyorlar”.

17 Nisan 2012’de bütün Türkiye’de sağlıkçılar sokağa döküldü. Sandık ki; o büyük infial yetkilileri kendilerine getirdi. Ama hayır. Tepkiler diner dinmez, yine bir ölüm sessizliği…

Sağlık Bakanlığı’nın 113 hattına biliyorsunuz geçen ay tam 1067 başvuru olmuştu.
1067! Abartıyorsunuz diyen Sayın Bakan’ın kendi hattına bir ayda yapılan şiddet ihbarı.

Bu ay bu sayının kaç olduğunu bilemiyoruz. Zira artık bu rakamların açıklanması
fiilen yasaklanmış durumda; en azından meslek örgütünden gizlendikleri anlaşılıyor.
Bu gizliliğe bir anlam veremiyoruz.

Sayın Bakan lütfen siz açıklayınız:

Son bir ayda 113’e kaç yeni şiddet bildirimi ulaşmıştır?

Bu rakamları meslek örgütünden esirgemek acaba şiddeti önlemek üzere aldığınız tedbirlerden biri midir?

Hekimlerin, sağlıkçıların gözü dönmüş saldırganlar tarafından tekme tokat dövülmesi görüntüleri için de benzer bir tedbir almayı, aldırmayı düşünür müsünüz?

Daha geçtiğimiz hafta yine İzmir’de bir doktor görev yaptığı devlet hastanesinde şiddete maruz kaldı. Saldırıya uğradığı anın kamera görüntüleri ise olayın hemen ardından sosyal medyada paylaşılmaya başlandı.

Sizin hastanelerinizde çekilmiş bu görüntülerin sosyal medyada reyting malzemesi olarak kullanılmasından bir hekim olarak rahatsız olmuyor musunuz?

Köşe yazılarında “doktorun burnunun ortasına kafa atmak isteyen” Yeni Akit yazarı
Ersoy Dede, doktora “ulan” diye hitap eden Habervaktim yazarı Fatih Uğurlu’ya karşı
ne gibi girişimleriniz oldu?

SGK Başkanı’nın iki güne bir verdiği demeçlerdeki hekimlere yönelik türlü suçlamalar için bugüne kadar ne yaptınız?

Kaymakam Muhammed Gürbüz’den bir haber var mı?

Gazi Üniversitesi’nde acil servis asistanına saldıran Hastane Müdürü Arif Sezgin görevine devam ediyor mu?

Bütün bunlar yapanın yanına kar kalacaksa, siz “Hekime fiske vuran karşısında
beni bulur.” derken ne kastetmiştiniz?

Ankara Tabip Odası’nın Mayıs-Temmuz 2012 tarihleri arasında 784 hekimle yaptığı
şiddet anket çalışmasının bazı sonuçlarını da kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz.

Bu çalışmanın sonuçları gösteriyor ki;

Hekimlerin çok büyük bir bölümü, neredeyse tamamı öyle ya da böyle şiddet içeren tavır,
söz veya fiziki müdahale ile karşılaşmış olduklarını söylüyorlar.

Bu durumda sanırız sağlık alanında şiddetin varlığını kimse inkar edemez.

Anket sonuçlarına göre hekimler; toplumda da sağlık alanında da şiddetin giderek arttığını, siyasilerin kötü sözlerinin şiddeti artırdığını,

uygulanan sağlık politikalarının, hasta yükünün, SABİM’in, performans sisteminin
hekime yönelik şiddeti artırdığını düşünüyorlar.

Elbette; görünen köy kılavuz istemiyor.
Sağlıkta dönüşüm denen ve sağlığı sürümünden para kazanılacak
bir meta haline getiren bu ucube sistem
sağlık çalışanlarının sağlığını
ve canını tehdit ederek, halkın sağlığını tehlikeye atarak yürütülmeye çalışılıyor.

Sağcısıyla solcusuyla, iktidar yanlısıyla karşıtıyla bu anketi dolduran 800’e yakın hekimin %90’ından fazlası “sizin politikalarınız şiddeti artırıyor” diyor.

“TTB’yle işbirliği yapmadan bu sorunu çözemezsiniz” diyor.

Siz ise, yeni bir ölüm yaşanana dek kafanızı kuma gömmüş bekliyorsunuz.

Size sesleniyoruz! Hastanelerde, ASM’lerde, acil servislerde, yoğun bakım kapı önlerinde, yataklı servislerde, polikliniklerde, ambulanslarda hekime ve sağlık çalışanına saldırıyorlar, dövüyorlar, kapıları tekmeliyorlar, silah çekiyorlar
ve hatta artık Siirt’te yaşandığı gibi evlerini basıyorlar.

Kamerayla, dedektörle, kendini koruyamayan güvenlik görevlisiyle bu iş çözülmez. Doktorun evine de mi kamera yerleştireceksiniz? Kapısına dedektör, olmadı güvenlik görevlisi mi koyacaksınız?

Görüyoruz ki bu türlü polisiye tedbirlerle olmuyor. Çünkü şiddetin öncelikli nedeni, sizin insan hayatına değer vermeyen, insanı sayı, puan gibi gören sağlık politikanızdır.

Şüphesiz sizler, Dünya Bankası patentli politikanıza laf söyletmezsiniz.
Bu durumda yaşanan ve yaşanacak her acı olayın vebalini de üstlenmiş oluyorsunuz.

Basına ve kamuoyuna saygılarımızla duyururuz.