Günlük arşivler: 18 Eylül 2012

EĞİTİM-İŞ’ten Kapsamlı, Bilimsel ve Teknik 4+4+4 Raporu

Dostlar,

EĞİTİM-İŞ, büyük bir üretkenlik ve yetkinlikle çalışmalarını sürdürüuor..

4+4+4 dayatmasını tüm boyutlarıyla irdeleyen kapsamlı bir teknik rapor yayımlandı.

Özellikle okumak ve okutmak gerekiyor.

İktidarın gözünü siyasal hırs körleştirmiş adeta.

Başbakan RT Erdoğan’ın apaçık söylemiyle, kin ve nefretlerini eksik etmeden tüm topluma dayatmalarını sürdürüyorlar.

O kadar ki, 4+4+4 yasa teklifi TBMM komisyonlarında görüşülürken, özellikle görevlendirilen iri kıyım AKP milletvekillerinin CHP’li vekilleri döverek komisyon salonu dışına çıkardıklarını tarih asla unutmayacak.

Hal böyle iken, yeni Anayasa Mahkemesi, CHP’nin “usul” yönünden anayasaya aykırılık davası reddedildi.

CHP 2. kes öze dönük itirazla iptal ve YD (yürütmeyi durdurma) istemli dava açtı.

Bu dava 4 aydır Yüce Mahkemenin önünde bekliyor..

Bu arada okullar açıldı, 6 ayda neler yapıldı neler; izliyoruz dehşetle..

5.5 yaşında bebeler okullarda perişan..

Her taraf imam hatip..

Tam bir akıl tutulması

Ve Anayasa Mahkemesi konuyu “ivedilikle” ele al(a)mıyor ?!

Bakalım Yüce Mahkeme 20 Eylül 2012 günü 4+4+4 için anayasaya aykırılık kararı verebilecek mi??

Göreceğiz.

EĞİTİM-İŞ’in 4+4+4 hakkındaki çok değerli bilimsel-teknik raporunu okumak için lütfen tıklayınız.

EGITIM-IS_4+4+4_Raporu

Sevgi ve saygı ile.
19.9.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Eğitim- İş Basın Açıklaması: Eğitime Diyanet Karışamaz..

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz EĞİTİM İŞ’in basın açıklamasını sizlere iletmek istiyoruz.

Genel Başkan Sayın Veli Demir’in gerek 4+4+4 için, gerekse üniversitede Türbana karşı çıkarak hem bir aydın hem de anayasal görevini yapan bir üniversite çalışanı olarak karşılaştığı hapis cezası yaptırımına ilişkin söylemini paylaşıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
18.9.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
=====================================================================

Eğitim- İş Basın Açıklaması: Eğitime Diyanet Karışamaz

Eğitim-İş Sendikası Genel Bakanı Veli Demir, eğitim yılının büyük sorunlarla başlayacağını, 36 saatlik ders programının 10 saatinin dini içerikli derslere ayrıldığını söyleyerek “Türkiye’deki okulların tamamını ilahiyat fakültesine dönüştürmek istiyorlar” dedi.

Demir, Ege Üniversitesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Rennan Pekünlü’ye, türban genelgesini uyguladığı gerekçesiyle verilen 25 aylık hapis cezasını da eleştirdi.

İzmir Hasan Sağlam Öğretmenevi’nde, yeni eğitim öğretim dönemine ilişkin toplantı yapan Demir, “4+4+4” sistemini eleştirerek “Ulusal ve bilimsel değerlerden uzaklaşılıyor.

Dünyada örneği olmayan bir sistem getiriyorlar.

Çocuklar 5 yaşında, duygusal ve psikolojik olarak okula başlamaya hazır olamazlar. Üstelik sınıfların altyapısı da buna uygun değil” dedi.

Demir, 42 bin okulun tamamının ilahiyat fakültesine dönüştürülmek istendiğine dikkat çekerek “36 saat dersin 10 saatini din bilgilerine ayırırsanız orası imam hatip lisesi de değil tam anlamıyla ilahiyat fakültesi olur.

Eğitim, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yönetilmelidir,
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından değil.” diye konuştu.

Demir, Prof. Dr. Pekünlü’ye verilen hapis cezasını da eleştirerek sendika olarak Pekünlü’nün yanında olduklarını ve her türlü desteği vereceklerini söyledi.

Demir, AKP döneminde, Türkiye’nin açık bir cezaevine dönüştürüldüğünü söyleyerek “Aslında bu cezalar onur da sayılabilir” diye konuştu. 16.9.12

“Darbeciler temizlensin” sloganından güçlü ordu talebine

Doğu Perinçek, 24 Mart 2008’den bu yana 4,5 yıldır tutuklu yargılanıyor ve
insanlık tarihinde eşi bulunmaz biçimde yurtsever, devrimci üretimini sürdürüyor!

Doğu Perinçek

“Darbeciler temizlensin” sloganından güçlü ordu talebine

Türkiye’de darbe formülü.
Darbe niçin imkânsızdı?
“Darbeciler Temizlensin” sloganı neye yaradı?

CHP, MHP ve o “solcular”, AKP’nin güdümüne nasıl girdiler?

“İkinci Dünya Savaşı devam ediyor” diye 1980 yılına kadar ormanda saklanan Japon askerinin durumuna nasıl düşüldü?

Âkil yazarların tarihi çıkışı?

Türkiye’de 2002 yılında, AKP’nin bir ABD darbesiyle iktidar koltuğuna oturtulmasından sonra askerî darbe tehlikesi yoktu;
Ordusuz kalma tehlikesi vardı.

Darbe formülü

Ülkemizde askerî darbenin formülü bellidir:
Komuta kademesi, ABD ile birleşirse, darbe olur.
Türk Ordusu, milletle birleşirse devrim olur.
1990 sonrasında ABD ile Türk Ordusunun komuta kademesi ayrışan ve cephe cepheye gelen bir sürece girmişlerdi.

ABD, 1990’ların başında Kemalizmi tasfiye kararı almış ve 1996 yılında Refah Partisi içindeki yenilikçileri iktidar koltuğuna oturtma planını uygulamaya koymuştu.
CIA’nın denetimindeki Rand Corperation, “Tayyip Erdoğan’ı başbakan, Abdullah Gül’ü dışişleri bakanı yapacaklarını” 6 yıl önceden ilan etmişti (Doğu Perinçek, Leyla Tavaşanoğlu’na aktarıyor, Cumhuriyet, 16 Şubat 1997).

ABD’nin gündeminde Irak’ı işgal vardı, Kukla Kürdistan kurulacaktı.
Bunun için Türk Ordusunun sindirilmesi gerekiyordu.

ABD’nin Foreign Affairs, Foreign Reports, Joint Forces Quarterly, Mediterranean Quarterly gibi resmî ve yarı resmî organları, “Türk generallerinin hizadan çıktığını” yazıp duruyorlardı (Hasan Bögün, ABD ve AB Belgeleriyle Türk Ordusu, Kaynak Yayınları, İstanbul, Nisan 2007).

Kısacası askerî darbe için imkânsız bir döneme girilmişti.

ABD ruhsatlı muhalefet

Ne var ki, kimi AKP muhalifleri, sistemle olan bağları nedeniyle Tayyip Erdoğan iktidarına karşı mücadeleyi ABD’nin iznine bağlamışlardı.

ABD’yi ve İsrail’i, 150 yıllık tarihimizi unutup, laiklik tahtına oturtuyorlardı.
Umutları, Ortadoğu’da ve Türkiye’de laikliği, ABD ve AB ile birlikte korumaktı.
Hele Obama’nın seçilmesinden sonra, beklentiler tavan yaptı.
Hatırlayınız Obama Türkiye’ye geldiği zaman, Anıtkabir’in merdivenlerinde mendil açıp, Obama’yı beklediler.

Oysa Obama, Tayyip Erdoğan ile birlikte ayakkabılarını çıkarıp Sultan Ahmet Camisine girmişti.

O günlerin Cumhuriyet gazetelerine bakınız, bu süreci her yönüyle göreceksiniz.
AKP ile ortak slogan “Dinci” İran’a karşı ABD ile birlikte olmayı umut eden çevreler, aynı zamanda ABD’nin “Darbeciler Temizlensin” programına da destek oldular.
AKP’den Gladyo’yu temizlemesini talep edecek kadar AKP’liydiler.

Egenekon tertibine “Yetmez ama evet” diyorlardı.

ABD ve AB, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı operasyon yürütüyordu ve sözümona “sol”daki Atlantikçiler de, “Askerî vesayetten kurtulma” adına bu uygulamayı desteklediler.
Ortak sloganı üreten AKP idi:

“Darbeciler Temizlensin!”

Kılıçdaroğlu’nun CHP’sinden, TKP, ÖDP, BDP ve PKK’sine kadar hepsi, Tayyip Erdoğan’ın “Darbecileri temizleme” harekâtına, kendi ölçülerinde yardımcı oldular.

Devlet Bahçeli’nin MHP yönetimi de o cephedeydi.

Oysa temizlenen “darbeciler” değil, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Mustafa Kemal birikimiydi.

Temizleyen de, ABD emperyalizmi ve gericilik.

ABD emperyalizmi ve AKP gericiliği, devrimcileri, vatanseverleri ve Mustafa Kemal’in askerlerini duvarlara hapsederken, o solcularımıza hiç dokunmadılar.

O “Solcular” niçin ABD planına destek oldu?

Kılıçdaroğlu, bu operasyon için CHP’nin başına getirtildi.
Peki bir takım “solcuyum” diyenler, ABD planına niçin kapıldılar?
Birincisi, Lenin’den beri çağımızın baş çelişmesinin Ezen – Ezilen millet ayrımında olduğunu anlamamışlardı, kafaları 19. yüzyıla saplanıp kalmıştı.

Başka bir çağda ve Avrupa’daydılar.

Teorileri hayatın dışındaydı.
İkincisi süreci maddî verilere göre anlamaya gayret etmediler.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komuta kademesi, 1991 Körfez Savaşı’ndan sonra cephesini

ABD tehdidine dönmeye başlamıştı.
Org. Karadayı’lar, Org.Kıvrıkoğlu’lar, ABD tarafından kamuoyu önünde mimlendiler.
ABD, Türkiye’yi işgal tatbikatı hazırlığına 1999 yılında başladı.

Org.Kıvrıkoğlu’nun “Bin yıllık kararlılığına” meydan okuyan bir başlık buldular:
“Millenium Challenge 2002” (Binyılın Meydan Okuması 2002).

Tatbikat 2002 yılının 24 Temmuz günü Lozan’ın yıldönümünde başladı, Sakarya Savaşı kadar, yani 22 gün sürdü. Tatbikat senaryosu, Kıbrıs’tan başlıyordu ve Türkiye’nin 96 saat içinde işgaliyle sona eriyordu.

O solcularımızın umurunda bile değildi bunlar.

12 Mart ve 12 Eylül’e takılı kalmak

İşçi Partisi, 1990’lardan başlayarak bu sürece ısrarla dikkat çekti.
Ama “solcularımız”, “İkinci Dünya Savaşı devam ediyor” diye 1980 yılına kadar ormanda saklanan Japon askeri gibi, 12 Mart ve 12 Eylül’de kalmışlardı.
Cepheleri ABD emperyalizmi ve işbirlikçi AKP’ye değil, onların gösterdiği hedefe dönüktü.
Her gün Ordu düşmanlığıyla yatıp Ordu düşmanlığıyla kalkılıyordu.
AKP planının piyonları oldular.
Kemalist Devrimin son kalelerinin tasfiyesi sürecine direnmek bir yana, destek oldular.

Sınıf mücadelesinin somut mevzisi

Savaşın yeryüzünde olduğunu kavramamışlardı.
Sınıf mücadelesi, toplum hangi mevzide mücadele ediyorsa, o mevzidedir.
19.yüzyılda çakılıp kalmış olanlar, proletarya – burjuvazi çelişmesini eksen alarak, ancak değirmenlere karşı savaşabilirlerdi.

Oysa işçi sınıfı, köylülük, esnaf, zanaatkâr, aydın, millî sanayici ve tüccar, bütün halk sınıfları;

Kemalist Devrimin KİT’lerini, tarıma desteklerini, gümrüklerini, Türk Lirası’nı, laikliği, Aydınlanma kültürünü ve sanatını savunma mücadelesindeydi.
Millî sınıflar, emperyalizme ve Ortaçağ gericiliğine karşı direniyordu.
Bu mevziye girmeyenler, mücadelenin kenarında kaldı;
dahası Ordu düşmanlığıyla Atlantik sisteminin planına hizmet etmiş oldular.

Âkil yazarların tarihî çıkışı

Bakın bugün toplumumuzun âkil yazarlarına, Necati Doğru, Melih Aşık, Ataol Behramoğlu, Oktay Akbal, Bekir Coşkun, Yılmaz Özdil, Mustafa Mutlu, Emin Çölaşan, Öztin Akgüç, Can Ataklı, Orhan Bursalı, Ali Sirmen, Arslan Bulut, Rıza Zelyut, Kemal Baytaş, Mehmet Türker, Afet Ilgaz, Saygı Öztürk, Yavuz Selim Demirağ, Hasan Demir, Selcan Taşçı ve en başta Aydınlık yazarları, hepsi çok önemli bir durum saptaması yapıyorlar:

Türk Ordusu, AKP iktidarı marifetiyle felç edildi.

Sabotajın en büyüğü Kemalist Devrime yapıldı.

Vatan hainlerine söyleyecek söz yok, ormanda saklanan Japon askerleri ise,

“Darbeciler Temizlensin” diye ABD emperyalizmine ve AKP’ye tempo tutmaya devam etsinler!

Doğu Perinçek

Haramilerin vahşeti..

Olmak ya da Olmamak
Mehmet Bedri Gültekin

mbgultekin@ip.org.tr
7 Eylül 2012, Silivri zindanı

Haramilerin vahşeti

Önce Libya ve Suriye’den yansıyan bazı haberlere bakalım.
– 40 yıldan beri Libya’da devlet başkanlığı yapan Kaddafi kendisini yakalayan “milisler” tarafından önce silahla cinsel tacize uğradı, daha sonra işkenceyle öldürüldü.
– Meşru hükümetin yıkılmasından sonra Libya’ya giden Batılı gazeteciler,
işkencenin aleni olarak yapıldığını saptadılar.
– Selefi militanlar hâkimiyet kurdukları bölgelerde bin yıl öncesinin sufi türbelerini yıkıyorlar.
– Suriye’de ele geçirilen şahısların kafalarının, “Allahû Ekber” nidaları eşliğinde bıçakla kesildiğine ilişkin görüntüler televizyonlarda yayınlandı.
– Aynı şekilde Halep’te bir postaneyi ele geçiren muhalifler, işyerinde çalışan memurları binanın en üst katından aşağıya attılar.
– Suriye televizyonuna itiraflarda bulunan Cabir Mustafa Şehabi, Ebubekir El Sıddık grubunun emriyle kardeşiyle birlikte polis memurları Muhammed Dib Naime, Muhammed Saliha ve Ahmet Taha El Naşid’i öldürerek kafalarını kestiklerini ve götürdükleri her “kelle” için 50 bin lira aldıklarını söyledi.
– Ağustosun son haftasında Suriye’nin çeşitli illerinde tam dokuz ayrı yerde fırınların önünde ekmek kuyruğunda olan insanlara yönelik bombalar patlatıldı ve onlarca kişi öldürüldü.

NEDEN BU VAHŞET?

Basında benzer haberler çokça yer alıyor. Sadece Libya ve Suriye’de değil, bağnaz dinci fanatiklerin faaliyet gösterdikleri her yerde bu tür vahşetler olağan.
Dünyanın birçok yerinde iç savaşlarda insanlar ölüyor. Bu savaşlarda çok sayıda masum insan da yaşamını yitiriyor.
Ama açıkçası böylesine kameralar önünde, işkence ile ve ancak “vahşet” olarak tanımlanacak yöntemlerle insan katletmek, buna daha çok İslam coğrafyasında, bağnaz şeriatçı fanatiklerin eylemlerinde tanık oluyoruz.
Neden?

LİBYA’DAKİ SAVAŞ
Birinci neden, bu grupların hiçbirinin uğruna mücadele ettiklerini söyledikleri halka ve vatana dayanmamasıdır.
Örneğin Libya’da Kaddafi yönetimine karşı “savaşan” çapulcular,
NATO uçaklarının ağır bombardımanının açtığı yoldan ilerlediler.
Ellerindeki silahlar Amerika, Fransa ve İngiltere’den geldi.
Eğitmenleri, Amerikan ve İngiliz Gladyo mensuplarıydı.
Amerika’nın İslam dünyasının her tarafından devşirdiği sözüm ona “cihat” savaşçıları
Libya’da dövüştü.
Ve ceplerine gene bu ülkelerden gönderilen paralar kondu.
Hatırlanacaktır: Ahmet Davutoğlu valizine 300 milyon $ koyarak Bingazi’ye gitmişti.

YA SURİYE?
Suriye burnumuzun dibinde ve daha yakından biliyoruz.
Afgan, Çeçen, Boşnak, Türk, Suudi, Libyalı, Tunuslu vb. ne kadar emperyalizm güdümlü şeriatçı terör örgütü varsa hepsi Suriye’ye doluştu. Hepsi maaşlı.
Hepsinin sıkıştığında kaçacağı, yorulduklarında dinleneceği “sığınak”,
kendi ülkelerinde bir yer değil, ülke dışında, Türkiye’de.
Hepsinin eline uçak, helikopter bile düşürecek en modern silahlar tutuşturuluyor.

“GÂVURUN KILICINI SALLAMAK”
Bu durumdaki örgütün, o örgütün militanını, halkı kazanmak diye bir “derdi” olamaz. Halkı kazanmak için neden ihtimam göstersin? Para, silah, dövüşecek adam ve sığınak; bunların hepsi dışarıdan. Bu güce dayanarak terörle halkı sindirmek, teslim almak başvurulan yöntem oluyor.
“Gâvurun ekmeğini yiyorlar, gâvurun kılıcını sallıyorlar.”

“EN TEMEL HAK”KA DÜŞMANLIK

Vahşetin 2. açıklamasına geçelim:
Dünyanın en büyük zalimlerine dayanarak binlerce yıl öncesinin düzenini hayata geçirmeye çalışan kişi, insanlığın o binlerce yıl içinde elde ettiği her kazanıma saldırmak zorundadır. İnsanlık son bin yıl içinde hangi kazanımları elde etti?
– Yaşama hakkı, insan haklarının en başında gelir.
– Bütün insanlar özgür ve eşit haklara sahip olarak doğarlar.
– Bütün insanlar din, dil, ırk farkı gözetilmeksizin eşittir.
– İşkence bir insanlık suçudur.
– Bütün insanlar düşündüklerini ifade etme ve örgütlenme özgürlüğüne sahiptir, vb. vb.
İnsanlık bütün bu kazanımları 13. yy’dan başlayarak, 1648 İngiliz ve 1789 Fransız Devrimlerinin açtığı yoldan, bütün dünya halklarının büyük bedeller ödeyerek verdiği mücadeleler sonucu kazandı.
İşte emperyalizm destekli yobaz, tarihin saatini bin yıl öncesine döndürmek isterken; yaşama hakkına, ifade ve örgütlenme hakkına saldırıyor. Bazı insanların var olma hakkını yok sayıyor. İşkence yapmayı “hak” olarak görüyor.
İşte bundan dolayı, o, bütün dünyanın nefretini çeken vahşet görüntüleri ortaya çıkıyor.

VAHŞET İKTİDAR OLMAZ

Bu yöntemlerle mücadele edenlerin başarı şansı sıfırdır.
En büyük başarıları, musallat oldukları toplumları, belli bir dönem her bakımdan baltalamak olmaktadır.
Esasen onları destekleyen emperyalist güçlerin amacı da budur.
Öte yandan Suriye’de “embedded” olmayan yabancı gazetecilerin ortak gözlemi, halkın, Suriye ordusu askerlerini gittikleri her yerde coşkuyla karşıladıkları ve “kurtarıcılarına sarıldıkları” şeklindedir.
Gerçeği bilmek için, böyle bir sahneye bizzat şahit olmak gerekmiyor.
Ortaçağ vahşetinin karşısında; onun alternatifi, yani insanlığın bin yıllık mücadelesinin kazanımlarını savunanlar mutlaka vardır ve olacaktır.

Suriye’de olduğu gibi.

İş cinayetlerine protesto : Adalet ve vicdan nöbeti!..

İş kazalarında yaşamını yitirenlerin yakınları dün (16.9.12) Galatasaray Meydanı’nda oturma eylemi yaptı.

Eylemde, yaşanan işçi cinayetleri için adalet isteminde bulunuldu.

İş cinayetlerinde yaşamını yitirenlerin aileleri, başlattıkları “Adalet ve vicdan nöbeti” için oturma eylemlerine devam ediyor.

Her ay bir kez yapılacak olan oturma eyleminde bu hafta geçen yıl çalıştığı evde camdan düşerek yaşamını yitiren ev işçisi Fatma Aldan, set işçisi Selin Erdem ile Esenyurt ve Davutpaşa’da yaşanan iş cinayetlerinde sorumluların yargılanması için adalet istemi yinelendi.

‘Düzen sürdükçe insanlar ölür’

Galatasaray Meydanı’nda gerçekleşen oturma eyleminde yakınlarını kaybeden ailelerin ve avukatlarının yanı sıra ilk sözü gazeteci Melek Ulugay aldı. Ulugay, “İş dallarında insanlar ölüyor, basit kaza olarak nitelendiriliyor. Sorumlular bulunmuyor, cezai hükümler yerine getirilmiyor. Bu düzen bu şekilde devam ettiği sürece insanlar ölmeye devam edecek. Suçlular ceza almalı” dedi. (AYDINLIK, 17.9.12)

============================

Dostlar,

Konuya ilişkin 9 yansılık kısa bir power pointi için lütfe tıklar mısınız ??

is_kazalari_9_yansi

Daha fazla bilgi edinmek için ise sitemide yayımlanan

DÜNYA’da veTÜRKİYE’de İŞÇİ SAĞLIĞI ve İŞ GÜVENLİĞİ Sorunu ve Çözümler..

başlıklı dosyamızı inceleyebilirler.. Bu dosya için ise lütfen tıklar mısınız ?

Dunya_ve_TRde_ISG.pdf erişimi için tıklayın

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 18.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Ulustan kurtuluş savaşı..

Mustafa Balbay
ankcum@cumhuriyet.com.tr
17 Eylül 2012 – Cumhuriyet

Ulustan Kurtuluş Savaşı!
Prof. Ahmet Taner Kışlalı’nın sık kullandığı bir söz vardır:

“Geçmişimizi ne kadar iyi bilirsek geleceğimizi o kadar iyi planlayabiliriz.”

Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın 90. yılındayız. Geçen hafta 26 Ağustos’tan 9 Eylül’e giden yolu özetlemiştik.

Türk süvarileri 9 Eylül 1922’de İzmir’e girdi ve Kurtuluş Savaşı resmen zaferle
sonuçlandı ama bunun uluslararası alanda kabul görmesi hemen gerçekleşmedi. Başta İngilizler olmak üzere Yunanistan’ı cesaretlendiren büyük devletler kendi yenilgileri anlamına da gelen 9 Eylül’ü kabul etmekte zorlandılar. İstanbul’da kalmanın, Çanakkale’yi vermemenin yollarını aradılar.

Tabii ki olmadı.

Yeri geldikçe vurguladığımız gibi Kurtuluş Savaşı’nı kuruluş savaşı izledi.
İmparatorluğun küllerinden çağın bütün değerlerine açık bir ulus inşası başladı.
Kurtuluş Savaşı günlerinde Atatürk’ün attığı pek çok adımı şöyle özetleyebiliriz:
Daha savaş devam ederken yeni devletin, yeni ulusun temelleri de atılıyordu.
Örneğin, Yunan askerlerinin top atışlarının Ankara’dan duyulduğu günlerde,
15-21 Temmuz 1921’de “Birinci Maarif Kongresi” düzenlenmişti.
***

Ulusal Kurtuluş Savaşımızın 90. yılındaki kilometre taşlarını ağız tadıyla, gönül coşkusuyla, tüm ülkeye yayılan yığınsal katılımla kutlayamadığımız şu günlerde, eğitimden dış politikaya kadar yaşadıklarımız akla şöyle bir benzetmeyi getiriyor.
Ulustan Kurtuluş Savaşı!

Üniter bir devletin temelini oluşturan ulus kavramına ilişkin ne varsa unutturuluyor,
daha da ötesi itibarsızlaştırılıyor. Bu durum kavramların yanı sıra kurumlar için de geçerli.

Eğitim sistemindeki yaz-boz uygulamalarına baktığımızda, son 10 yıldır her biri ötekinin yaptığını bozan 4 ayrı hükümetin işbaşında olduğunu söyleyebiliriz. 4 milli eğitim bakanının her biri adeta 4 ayrı partinin temsilcisiydi.
Bakanların kendi dönemleri içinde kendileriyle ters düşen çelişkili adımlar atmasını saymıyoruz.

Tüm bunlara karşın ortak hedefleri değişmedi.

Eğitimin birliği ilkesini ortadan kaldırmak ya da kendi amaçları doğrultusunda ayrı bir “birlik” kurmak.

Bir kuşağın aynı eğitim sistemi içinde yetişmesinden vazgeçtik, gelecek yıl üniversiteye giriş sınavına hazırlanacak bir öğrencinin hangi koşullarla karşı karşıya kalacağı belli değil.

Bir eğitim sistemi düşünün ki, en son akla gelen öğretmenler.

Görüşü sorulan milli eğitim müdürleri, “Binalar tamam, bahçeler biraz küçüldü, kitaplar da hazır” diyor, başka bir şey söylemiyor.

Bu anlayış bizi kuruluş temelleri üzerinde yükselen bir ulus olma dışında her yere götürür!
***

Dış politikada da içeride-dışarıda açıkça dile getirilen konulardan biri şu:
“Türkiye, bölgesinde mezhep politikası izliyor.”

Özellikle Ortadoğu’nun mezhep haritası dikkate alındığında karşımıza halka halka farklı katmanlar çıkıyor. Hal böyle olunca daha baştan ülkelerin içinde “taraf” oluyoruz.
Bu yolla ne ülkesel barışlar olabilir ne de bölgesel…

İktidar bu anlayışını ne yazık ki içeriye de taşıyor. Suriye politikası eleştirildiğinde buna hemen mezhepsel çağrışımlarla karşılık veriyor.
Tüm bunların üstüne Meclis’in de tıpkı geçen yıl olduğu gibi bu yıl da gerilimli açılacağını görüyoruz.

Geçen yıl tutuklu milletvekilleri sorunu gölgesinde açılan Meclis, 24. dönemin 2. yasama yılında daha ciddi gerilimlere gebe. Zira AKP, TBMM’yi yıl boyu, 2013 yerel seçimlerini, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimini, 2015 genel seçimlerini kendi hedefleri doğrultusunda yeniden düzenlemek için kullanacak.

Böylesi durumlara uyan güzel bir Anadolu sözü vardır:

Hasandağı arpalıktır, eğer saban girer ise.
Her derede bir değirmen, eğer suyu gelir ise.
Her kümesten bir tavuk, eğer köylü verir ise.
Güzel gidiş bu gidiş, eğer sonu gelir ise.

‘Tevhidi Tedrisat’ Tamam!

Prof. Dr. Yakup Kepenek
yakup@metu.edu.tr
17 Eylül 2012 – Cumhuriyet

‘Tevhidi Tedrisat’ Tamam!

Yeni bir ders yılı başlıyor. Son bir yıl boyunca ülkenin eğitim düzeni çok büyük bir evrim geçirdi; Tevhidi Tedrisat, yani öğretimin birliği gerçekleşti. Eğitim, hem yatay hem de dikey olarak aynı biçimde birleşti.

***
Bilindiği gibi Tevhidi Tedrisat uygulamasına, Cumhuriyetin kuruluşundan hemen sonra 3 Mart 1924’te çıkarılan bir yasa ile geçilmişti. Yenileşme sürecinde Osmanlı, çağdaş eğitim veren okullar (mektepler) açmış, ancak dinsel eğitim kurumları olan medreselere dokunmamıştı. Ayrıca çok sayıda yabancı misyon ve azınlık okulları vardı.
Cumhuriyet, Osmanlı’dan kalan bu çok başlı eğitim düzenini yeniden yapılandırarak, çağdaş bilimin ışığında ve yol göstericiliğinde çalışacak ve tüm halkı kapsayacak bir eğitim sistemini yaşama geçirmeyi amaçlıyordu.

***
Başbakan’ın “dindar nesiller yetiştireceğiz” özlü sözüyle başlayan süreç, önce, ünlü 4+4+4 uygulamasını getirdi. Bugünlerde, sevinçten mi, üzüntüden mi olduğu pek anlaşılamayan gözyaşları ile 66 aylık çocuklarla başlayan eğitim uygulaması, ilk ve ortaöğretimi tümüyle dinsel eğitimde birleştirdi; imam hatip ekseninde tektipleştirdi. Böylece II. Dünya Savaşı sonrasında başlayan anlayış, 4+4+4 ile niteliksel bir gelişmeyi gerçekleştirdi.

Ancak öğretimde birlik henüz tamamlanamamıştı. Bir büyük eksik vardı. Geçtiğimiz günlerde Başbakan kim gücenirse gücensin vurgusu yaparak, bu eksiği giderdi, gelecek ders yılı başında özel dershanelerin kapatılacağını açıkladı!
Aynı gün şu çok büyük soru ülke gündemine bomba gibi düştü: Dershanelerin kapatılması konusunda acaba cemaat ne diyor?

Bereket, Hürriyet yazarı Taha Akyol “Cemaat ya da camia çevresine sordum, bir gerilim, bir alınganlık görmedim. Bizim için sorun yok dediler” müjdesini, kaynağı belirsiz uzun bir alıntıyla verdi (Hürriyet, 10 Eylül).

“Bizim dershanelerimiz yıllar içinde kazandığı tecrübe ve başarı ile buna çoktan hazırdır. Özel okullara gidecek öğrencilerin ücretini de devlet ödeyecek. Talep artışı bile olabilir. Lise düzeyindeki okullarımızda öğrencilerimizi üniversite sınavlarına hazırlayacak birikimimiz de var üstelik. Bu karar konusunda tek eleştiri, özel hocalarla varlıklı ailelerin çocuklarını sınava hazırlamaya devam etmesi, bunun dışında ise ‘kayıt dışı’ kursların ortaya çıkması ihtimali olabilir.”

Cemaat, bu açıklamasıyla, Başbakan’ın aynı konuşmasında sözünü ettiği, dershaneler yerine okullar kurun, bedelini biz verelim isteğine de olumlu yanıt vermiş oluyordu.
Böylelikle bir taşla birkaç kuş vuruluyor, hükümet ile cemaat arasında var olduğu uydurulan bir kavganın ya da gerilimin en azından bu konuda yaşanmayacağı anlaşılıyordu. Büyük bir gerilim aşılmıştı; toplum derin bir nefes aldı!

Aslında Cumhuriyetin 1924’te öngördüğü öğretimin birliği, yalnızca ilk ve ortaöğretimi kapsıyordu. Yeni biçimiyle gerçekleşen eğitimde birlik ise YÖK uygulamaları;
TÜBİTAK, TÜBA ve ÖSYM’de yaşanan yıkımlar ve Cumhurbaşkanı’nın son beş yıl boyunca yaptığı rektör atamalarıyla günümüzde yüksek öğretimi de içeriyor.

Bu gidişin bir ilk meyvesi olarak, baksanıza, üniversitelerimizin anlı şanlı (b)ilim insanları, “teknoloji, medeniyet ve değerler” konulu uluslararası bir toplantıda, İslami bisiklet konusunu konuşmuşlar!

Yıllar önce İran’da kadınlara özel İslami bisiklet üretilmesi gündeme gelmişmiş. Bizimkiler, hiç olmazsa eşitlikçi bir tutum sergiliyor; İslami bisiklette henüz kadın-erkek ayırımı yapmıyor!

***
Yeni ders yılına, elhamdülillah, Başbakan’ın büyük reform dediği türden öğretimin birliğiyle giriliyor. İktidarıyla, muhalefetiyle tüm siyaset ve cemaatin elbirliği; basın-yayın dünyasının akıl almaz aymazlığı ve inanılmaz bir toplumsal duyarsızlıkla bu büyük başarıya ulaşıldı!

Hatay mitingi..

Basın, Hatay’ın ayağa kalkmasına gözlerini kapadı

16.9.12 günü Antakya’da düzenlenen “Türkiye-Suriye Kardeşlik Buluşması” polisin çok sert müdahalesine sahne oldu. Gece boyu devam eden polis saldırısı ve halkın tepkisi karşısında ana akım basının tavrı yine “sessizlik” oldu.

Dün Antakya’da İşçi Partisi’nin çağrısı üzerine düzenlenmek istenen “Türkiye-Suriye Kardeşlik Buluşması” polisin sert müdahalesine sahne oldu. Daha önce Hatay Valiliği tarafından yasaklanan eylem, buna rağmen geniş bir katılımla gerçekleşti. Polisin kitlenin toplanamaması için basın açıklamasının yapılacağı Antakya Doğuş Okulları önüne girişleri bloke etmesi üzerine, kentin dört bir yanı eylem alanına döndü.

BASIN YAŞANANLARA GÖZLERİNİ YUMDU

Eylemler ve polis müdahalesine yönelik tepki gece boyunca da devam etti. Hükümetin Suriye’ye yönelik politikalarını protesto eden halk, “AKP elini Suriye’den çek”, “Suriye-Türkiye kardeştir”, “katil polis hesap verecek” sloganlarıyla müdahaleleri, yaşanan gözaltıları ve hükümetin Suriye’ye ilişkin politikasını yoğun bir şekilde protesto etti. Halk, Armutlu, Sümer ve Akdeniz mahallelerinde barikat kurarak polise direnmeye çalıştı.

Özellikle son aylarda ülke gündeminden düşmeyen ve sık sık basında yer bulan Hatay, dün böylesine hareketli saatler geçirmiş olmasına karşın ana akım basında yaşanan olaylarla ilgili tek bir sözün dahi edilmemesi dikkat çekti. Dün öğlen saatlerinde başlayan ve gece boyunca süren eylem ve çatışmalar, bugün egemen basının ön sayfalarında yer bulamadı.

Hürriyet gazetesi bugün Başbakan Erdoğan’ın TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner’e yanıtını
“O işine baksın” manşetiyle verirken, Ahmet Davutoğlu’nun Cansu Çamlıbel’le yaptığı röportaja da manşetinde yer verdi.

Milliyet gazetesi de Başbakanın Boyner’e yönelik sözlerini “O kendi işine baksın” manşetiyle verirken, Hatay’da yaşananlar Milliyet’in de ön sayfasında yer bulamadı.

Akşam, sürmanşetten Ümit Özdağ’ın Şenay Yıldız’a yaptığı açıklamaları

PKK iç savaş istiyor” şeklinde duyururken, manşetine Erdoğan’ın, oğlunu kaybettikten sonra “kanı siz durdurun” diyen BDP milletvekili Sırrı Sakık’a yönelik “Elimden geleni yaptım” sözlerini taşıdı.

Radikal gazetesi ise manşetine Bingöl’de 8 polis memurunun mayınlı saldırı sonucunda yaşamını yitirmesini taşıdı. Radikal de Hatay’da yaşananları görmezden gelen gazeteler kervanına katıldı.

Hatay’da yaşanan olayları görmezden gelmesi şaşırtmayan Zaman ise
“Ölümünün 51. Yılında millet, Menderes’e koştu” manşetiyle çıktı.

Sözcü, Cumhuriyet, Vatan gibi gazetelerin de dün Hatay’da yaşananlara ön sayfalarından yer vermemeleri dikkat çekti.

HATAY’DA YAŞANANLAR ÇİN BASININDA!

Türkiye’de ana akım basının görmediği Hatay olayları, Çin’in resmi haber ajansı Xinhua tarafından dünyaya duyuruldu. Xinhua’nın haberinde “Pazar günü Türkiye’nin doğu kenti Hatay’ın merkezi Antakya’da 5000’i aşkın gösterici, Türk hükümetinin Suriye’ye müdahalesini protesto eden kitlesel bir savaş karşıtı gösteri düzenledi” denildi.

Haberde ayrıca “yerel halk gösteriye katılarak, halk arasında huzursuzluğa neden olan, Türkiye’nin Hatay’da Suriyeli militanları, hatta teröristleri barındırmasından şikayet etti.” denildi. (http://www.ulusalkanal.com.tr, 17.9.12)

Konuk yazar Prof. Dr. Yıldırım B. Doğan : Bağımlılıkla mücadele

Dostlar,

Değerli arkadaşımız, dostumuz Ankara Ün,versitesi Tıp Fakültesi’nden mesai arkadaşımız Sayın Prof. Dr. Yıldırım Beyatlı Doğan‘ın bizlerle paylaştığı özlü bir dosyayı size sunmak istiyoruz.

Meslektaşım Sevgili Yıldırım, madde bağımlılığı konusunu ağırlıklı olarak çalışıyor,
Çok deneyimli bir pikiyatri hocası.

Madde bağımlılığı derslerini Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yıllarca,
Halk Sağlığı – Koruyucu Hekimlik bağlamında biz de işledik.

Madde bağımlılığı ve öbür bağımlılık türleri giderek yaygınlaşan ve ağırlaşan bir halk sağlığı sorunu..

Bağımlılıkla en etkili savaşım koruma, korunma.. özellikle gençlerimizi..

Kendisine teşekkür edelim mi??

Yıldırım hocanın yazısını (4 sayfa) dikkatle okumak için lütfen tıklar mısınız?

Bagimlilikla_Mucadele_8.8.11

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 18.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net