Günlük arşivler: 8 Eylül 2012

Kürt Sorununu Çözmek…

Dr. Alev COŞKUN
Eski Turizm Bakanı

Kürt Sorununu Çözmek…
(Cumhuriyet 05.09.2012)

AKP dış politikası, öyle bir izlenim veriyor ki Türkiye Cumhuriyeti, Tahran, Irak merkezi hükümeti ve Şam ekseninin karşısında “stratejik bir tehdit” ekseni oluşturan bir konuma düştü. PKK’nin bu durumlardan yararlanmasına vesile oldu, örgütte yeni bir hareketlenme başladı.

Adına “Kürt”, “terör” ya da “Güneydoğu” sorunu deyiniz, Türkiye’nin uzun yıllardır süren bir sorunu var. PKK ile Türkiye Cumhuriyeti’nin sivil, asker tüm unsurları arasında 1984 yılında başlayan çatışma sürüyor ve 28 yılını doldurdu. Bu çatışma ya da “alçak yoğunluklu stratejik savaş” kimi zaman çok alt düzeylere indi, kimi evrelerde ise üst düzeylere tırmandı.

Örneğin 1999 yılında, Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesi sonunda, PKK tek yanlı ateşkes dönemine girdi ve terör olayları hemen hemen yok olma noktasına geldi.Özellikle 2003’te ABD’nin Irak’a askeri güçle girmesinden sonra, PKK terörü yeniden yükselişe geçti. Kuzey Irak’ta kendisine dost bir bölge ve güç yaratmak isteyen ABD’nin uyguladığı politikalar sonunda PKK’nin Kuzey Irak’taki varlığı korumaya alındı. PKK, 1999’da ara vermek zorunda kaldığışiddet eylemlerine 2004’te yeniden başladı.

O günden bugüne kadar geçen 8 yıllık sürede, AKP iktidarının aldığı çelişkili kararlar, PKK için yeni zeminler yarattı, yeni fırsatların doğmasına vesile oldu. Malatya-Kürecik üssünün kurulması İran’ı tedirgin ederken, Suriye’ye karşı uygulanan politikalar Güneydoğu sınırlarımızda yepyeni kargaşaların zeminini yaratırken, PKK için yepyeni fırsatların da doğmasına neden oldu. Son 6 aydır, Suriye’deki karmaşa ve Ankara’daki siyasal iktidarın özellikle “Müslüman Kardeşler’le dayanışma” izlenimi veren Suriye politikaları PKK’de yeni bir hareketlenmeye neden oldu.

Davutoğlu liderliğindeki AKP dış politikası, öyle bir izlenim verdi ki Türkiye Cumhuriyeti, Tahran, Irak merkezi hükümeti ve Şam ekseninin karşısında“stratejik bir tehdit” ekseni oluşturan bir konuma düştü. PKK’nin bu durumlardan yararlanmasına vesile oldu, PKK’de yeni bir hareketlenme başladı.

PKK’nin 23 Temmuz’da Şemdinli’ye saldırması, orada mevzi tutmaya bir özerk alan yaratmaya çalışması, iki gün önce Beytülşebap kaykamamlığını ele geçirmek isteyişi, bölgede süreklilik kazanan bir savaş ortamı yaratıyor.

Sonuçta AKP hükümetince uygulanan politikalar PKK’ye büyük fırsatlar sunmaya başladı. Türkiye doğuda İran’a, güneyde merkezi Bağdat hükümetine ve Suriye’de Şam yönetimine karşı izlenen politikalar üzerinde yürürken, onların da kendilerini korumak için ellerindeki hazır güç PKK’yi kullanmalarının, dış politik koşulların doğasına aykırı gelmediğinin bilinmesi gerekir.

Şemdinli’den sonra Foça’da, daha sonra da Gaziantep’te ve Beytülşebap’ta “icra edilen” operasyonlar tesadüfi değildir. Sivil ölümlere de neden olan bu saldırıları bir taşeronluk olgusu içinde ve bu geniş tablo çerçevesinde değerlendirmek gerekir.

Sorunun çözümü

30 yıldır süren PKK terörü konusunda herkes bir çözüm önerisinde bulunuyor. Kimisi “âkil adamlar” diyor, kimisi “Meclis toplansın” diyor, Batı dünyası da “bir çözüm üzerinde uzlaşın” diyor.

Kimisi, üniter yapı korunsun, ama Kürt sorunu çerçevesinde özgürlükler genişlesin diyor. Oysa PKK ve Kürt sorununun TBMM’deki temsilcisi niteliğindeki BDP, Güneydoğu’da 8-10 ilin kendilerine verilmesini istiyorlar ve bunu artık açık bir söylemle ortaya getiriyorlar.

Özerk bir bölge, bağımsız bir meclis kurmayı ve bu bölgede tüm doğal kaynakların yönetiminin kendilerine devredilmesini istiyorlar. Bunun anlamı, Türkiye parçalanmalı, işte o zaman PKK ortadan kalkar diyorlar.
Türkiye’den koparılmak istenen bu bölgenin doğal kaynaklarına bakmak gerekir. Geçenlerde, Hakkâri ilinde önemli oranda petrol kaynakları bulunduğunu Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız açıkladı.

Ancak hemen ardından, bu önemli kaynakların PKK yüzünden işletilemediğini ve değerlendirilemediğini belirtti. Enerji Bakanı’nın bu açıklamasına hemen kızıp, sert yanıtlar vermemeliyiz. “Nasıl olurmuş, Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içindeki bir bölgede T.C. nasıl sondaj yapamıyor, nasıl o kaynakları işletemiyor?” diyerek celallenmemeliyiz.

Doğal kaynaklar ve sorular

Tersine bunun nedenleri üzerinde durmalıyız. Şimdi aşağıdaki sorular önemlidir ve bizi ciddi bir analize götürür.

• Kuzey Irak özerk bölgesi neden kuruldu?
• Kuzey Irak özerk bölgesindeki doğal kaynakların denetiminde merkezi Irak hükümeti neden etkin olamıyor?
• Kuzey Irak bölgesinden çıkan petrolün Bağdat merkezi yönetiminin etkisi dışında Türkiye üzerinden dışa açılmasının nedenleri nelerdir?

Hemen ardından da şu soruyu sormalıyız:

• Türkiye’nin sahip olduğu doğal kaynakların yoğun olduğu Güneydoğu coğrafyasında her gün çoğalan terör olaylarının bu doğal kaynaklarla bağlantısı var mıdır?
Bu bağlamda, özellikle bu coğrafyanın TC Merkez Hükümeti yerine uluslararası büyük finans merkezlerinin denetimine girmesi yönünde Kuzey Irak’taki Kandil’in rolü var mıdır?

Yukarıda belirtilen bu bağlantıların terör olaylarındaki etkisi nedir?
Tüm bu sorular, gerçekçi olarak yanıtlanır ve analiz edilirse, “Kürt sorunu” ya da “Güneydoğu sorunu”nun çözümünde TC, PKK, BDP’nin dışında uluslararası aktörlerin etkileri kabul edilecektir.

Bu sorunun (Kandil, PKK, Kuzey Irak gibi) temelinde, Batılı devletlerin PKK’ye ve kadrolarına silah, lojistik ve siyasal destek sağlayan politikaları gözden uzak tutulamaz.

30 yıldır çözülemeyen PKK ve terör tablosuna, şimdi bu önemli doğal kaynakların denetimi yanında, doğudaki İran’ın ve güneydeki Suriye’nin milli çıkarları da girmiş bulunuyor.

Türkiye daha çetin günlere doğru gitmektedir. Her kesimin Türkiye’nin ulusal çıkarlarına sahip çıkması ve duyarlı olması gerektiği çok kritik bir dönemden geçiyoruz.

İşte Atatürk’ün ağzından Kuvay-ı Milliye!

 İşte Atatürk’ün ağzından Kuvay-ı Milliye!

“Hükümet merkezi düşmanların şiddetli çemberi içindeydi. Siyasal ve askeri bir çember vardı. İşte böyle bir çember içinde yurdu savunacak, ulusun ve devletin bağımsızlığını koruyacak kuvvetlere emrediyorlardı. Bu biçimde yapılan emirlerle, devlet ve ulusun araçları temel görevlerini yapamıyorlardı. Yapamazlardı da. Bu araçları savunmanın birincisi olan ordu da, ‘ordu’ adını korumakla birlikte, elbette temel görevini yerine getirmekten yoksundu. İşte bunun içindir ki yurdu savunmak ve korumak olan temel görevi yerine getirmek, doğrudan doğruya, ulusun kendisine kalıyordu…

İşte buna Kuvay-ı Milliye diyoruz.”

BÜYÜK RESMİ GÖRMEK

Em. Amiral Türker Ertürk

BÜYÜK RESMİ GÖRMEK

Geçtiğimiz Pazartesi günü Ergenekon ve Balyoz davalarını izleyen bir grup CHP Milletvekili Silivri’den “ Adalete, hukuk sistemine ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne pusu kurulmuştur. Bu pusuya bunu hazırlayanlar kendileri düşecektir. ” açıklamasını yapıyor ve devamında “Hukuk, masumiyet karinesi ve adil yargılama hakkı ayaklar altına alınmıştır.” diyor.
Bu söylenenler doğrudur ama yeterli değildir. CHP Milletvekilleri tarafından kamuoyuna açıklanan bu tespitler büyük resmin yalnız bir bölümüdür. Esas olan büyük resmi görmek, görebilmek ve bunu halkımıza tüm çıplaklığı ile anlatmaktır. Bu toprakların çıkarlarını savunan siyasetçi olmanın ve yurtseverliğin gereği budur.
Niçin adalete, hukuk sistemine ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne pusu kurulmuştur? Her cinayetin bir nedeni vardır ve hiçbir şey tesadüfi değildir. O zaman bu pusu cinayetleri niçin işlenmiştir? Bu cinayetleri kim işlemiştir? Kimler yardım ve yataklık etmiştir? Açıklanması gereken bunlardır.
Bu soruların cevabını vermeyen, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumlarına karşı işlenen
bu cinayetlerin nedenlerini Türk Halkının anlayabileceği bir şekilde büyük resmi ortaya koymayan açıklamalar ve ifadeler yasak savmaktır, dostlar alışverişte görsün türü faaliyetlerdir.

Türkiye çıbanbaşıdır.

Esas hedef Türkiye Cumhuriyeti’nin Büyük Ortadoğu veya Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’ne uygun olarak dönüştürülmesidir. Çünkü ABD ve İsrail’in bölgedeki hegemonik amaçları ve planları için başka bir Türkiye’ye ihtiyacı vardır. Lozan tapusu, kuruluş felsefesi, üniter ve laik yapısı, Türk üst kimliği, bölünmez bütünlüğü ve ulusal çıkarlarına odaklanmış yaklaşımları ile bir Türkiye Cumhuriyeti emperyalist amaçlar için “Baş ağrısıdır“ ve “çıbanbaşıdır.”

1 Mart 2003 Tezkeresinin reddi bardağı taşıran son damla olmuş ve tetiğe tam 4 ay sonra basılarak 4 Temmuz 2003’te Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başına çuval geçirilerek operasyonlar zinciri başlatılmıştır. Balyoz bunlardan bir tanesidir.
Bazı insanlarımızın “1 Mart 3003 Tezkeresini kabul etseydik ve Irak’a ABD ile beraber girseydik bunlar başımıza gelmeyecekti. “ şeklinde düşündüklerini biliyoruz. Bu görüş, ABD’nin bölgeye yönelik emperyal amaçlarını ve planlarını anlamamışlığın ifadesidir. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı çuval geçirme ile başlayan operasyonlar dizisini sadece öç alma mantığı ile izah etmek çok ama çok yanlıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin dönüştürülmesi ve bölünmesi Büyük Ortadoğu Projesi’nin olmaz ise olmazıdır.
AKP bunun için kurdurulmuş ve desteklenmiştir. Bu proje içinde er veya geç Türkiye Cumhuriyeti’nin koruyucu kurumları olan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ve yargıya sıra gelecekti. Tezkere sadece tetiğe daha erken basılmasına neden olmuştur.
Bugün ülkemizin bir iç savaş arifesine gelmesinin, halen akan kanın, Suriye’ye terör ihraç etmemizin,
tüm komşularımızla kanlı bıçaklı hale gelmemizin, Maliki’ye düşman olmamızın, Barzani’yi desteklememizin, Ege’deki haklarımızdan vazgeçmemizin, Yunanistan’a karşı “süt dökmüş kedi gibi“ davranmamızın, İran ile bir savaşa doğru tırmanmamızın Ergenekon’la, Bolyoz’la, Bastil (Silivri, Hasdal, Hadımköy, Maltepe) zindanlarında yatan kahramanlarla, TSK’ya ve hukuk sistemimize kurulan tuzaklarla organik bir ilişkisi vardır. Yeni anayasa bunlar için vardır ve eğer başarabilirlerse Türkiye Cumhuriyeti’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ne uygun hale getirildiğinin hukuki metni olacaktır. Halkımızın ise yeni bir anayasa talebi yoktur.

Darbeciler yargılansın

Tüm ulusal değerlerimize bu nedenle saldırılmakta, bayramlarımız yasaklanmakta, ortaçağ eğitim sitemi geri getirilmekte, milli kahramanlarımız ve Atatürk’ümüz karalanmaktadır.
Bunları görmeden sadece “TSK’ya, adalete ve hukuk sistemine tuzak kurulmuştur.“ demek yeterli değildir. Ya büyük resmi hiç göremediniz, ya da gördünüz ama arkasındaki güç nedeniyle söylemek istemiyorsunuz.
Onun desteğini olarak mı AKP’ye alternatif olmak istiyorsunuz?
Bu köşenin yazarı, genel seçimlerden önce Kemal Kılıçdaroğlu’na gitmiş, teğmenlere ve TSK’ya karşı kurulan tuzakları ve nedenlerini belgeleriyle anlatmış ama somut yanıt ve destek alamamıştır.
Bunun nedenini başka yazılarımda açıklayacağım.
Hal böyle iken Kılıçdaroğlu, seçimler öncesinde ve sonrasında “Darbeciler yargılansın, irtica tehdidi yoktur, kimse bana yargıda ve poliste cemaat yapılanması vardır dedirtemez.“ başlıkları ile özetlenebilecek açıklamalarda bulunmuştur.
Öbür yandan Atatürk’ü katliamcı ilan eden Hüseyin Aygün’e sahip çıkılmış, ulusal duyarlıkları olan insanlar partiden temizlenmeye çalışılmış, partinin kurucu ilkeleri olan 6 Ok’a sahip çıkılmamış, cemaate şirin gözükmeye çalışılmış, Cumhuriyetimizin kırmızı çizgilerinden vazgeçilebileceği görüntüsü verilmiş, Libya tezkeresinde emperyalizme destek sağlanmış ve yürürlükteki 1982 Anayasa’sına göre bu Meclisin
yeni anayasa yapma yetkisi yok iken, yeni anayasa yapma çalışmaları içine katılarak anayasal suç işlenmiştir.
CHP’yi bir operasyon ile ele geçiren ve kendini YCHP olarak adlandıran yeni yönetim, bugüne kadar yaptığı icraatlar ile bölgemiz ve ülkemiz için kotarılmaya çalışılan emperyalist planları anlamış gibi gözükmemektedir. Fakat CHP tabanı onlardan farklı düşünmektedir.
Halkımıza anlatılması gereken, büyük resimdir. Tuzaklar ise ana hedefe giderken yapılan taktik saldırılardır.
Ayrıca, günaydın!
Şimdiye kadar nerelerdeydiniz? Ülkemiz kan kaybediyor ve yurtsever insanlar zindanlarda çürüyor.

Saygılar sunarım.

İLK KURŞUN, http://www.ilk-kursun.com/haber/117863, 7.9.12

AKP’NİN DE, PKK’NIN DA SİYASETİNİ AYAĞA KALKMAMAK ÜZERE TARİHTEN SİLECEĞİZ

Erdal Sarızeybek

BU AKP’NİN DE, BU PKK’NIN DA SİYASETİNİ
BİR DAHA AYAĞA KALKMAMAK ÜZERE TARİHTEN SİLECEĞİZ.

Değneksiz köy sandılar Anadolu’yu; birer birer evlatlarımızı vuruyorlar, gidenimiz bir daha dönmüyor.

Anadolu’yu sahipsiz sandı bu alçaklar; köy basıyorlar, ilçe basıyorlar, karakola saldırıyorlar,
bomba atıyorlar, mayın döşüyorlar, yolgeçen hanı sandı bu hainler, kirletiyorlar bu kutsal toprakları.

Unuttular, Anadolu’nun Anası’nı unuttular, öfkesini unuttular, sandılar bu ANA uykuda, sandılar vazgeçer evladından ve toprağından, yok öyle bir şey; eller yürekte, eller duada, yüzleri hınç bürümüş, bir adım ileri atmaya bakar bu iş, bir adım atıp ayağa kalkmaya bakar bu iş, ayağa kalkıp siyasetini de, örgütünü de
elinin tersiyle itmeye bakar bu iş.

Anadolu’ya çıkacağız, Anadolu Anası’nın elini öpmeye gideceğiz ve bize hainlik edenleri anlatacağız huzurda. Anamız’ın hayır duasını alacağız ve adım adım yola koyulacağız Anadolu’da. Gün bugündür, bu AKP’nin de, PKK’nın da siyasetini devirip geçeceğiz, öyle ki bir daha ayağa kalkamayacaklar, Anadolu’ya göz koymaya bir daha
cüret edemeyecekler.

GÜN BUGÜNSE EĞER BİZİMLE BİRLİKTE GELİN!
BİR ŞEY YAPMALI DİYORSANIZ EĞER BİZİ DESTEKLEYİN!

Halk desteği olmadan bir şey olmaz, Anadolu’nun Anası destek vermeden bu ülkede yaprak bile kıpırdamaz! O halde ilk yapmamız gereken Anadolu’da halkımızın huzuruna çıkmak, siyaset yapmadan vatanımızı ve çocuklarımızı bekleyen tehlikeleri ona anlatmak, kurtuluş için yardım ve destek istemek! Mustafa Kemal kurtuluş savaşında ne yaptı; analarımızın elini öpüp bir çift çorap, bir çift çarık, bir çift çamaşır istemedi mi askerlerimiz için!

Anadolu’ya çıkacağız; Canik, Ilgaz, Köroğlu Dağları’na gideceğiz, durmayacağız Torosları aşıp Erciyes’e, Karacadağ’a çıkacağız, onları da aşıp Munzur, Palandöken’e, Cudi, İkiyaka, Leylek, Balkayalar, Erek, Tendürek ve Ağrı’ya çıkıp Anadolu’yu selamlayacağız ve oradan Yunt Dağları’na, Murat, Yıldız, Emir, Aydın, Kaz, Menteşe’ye, Türkmen Dağları’na gideceğiz. Halkımıza gideceğiz halkımıza, köyde kentte, dağda yolda, halkımıza gideceğiz, tehlikeleri anlatacağız, kuruluş için yardım ve destek isteyeceğiz.

Bu ülkede halkımızın destek vermediği bir iş olmaz, bir siyaset yapılmaz, bir yola çıkılmaz, vatan tehlikedeyse eğer buna halkımız karar vermeli, kurtuluş için bir adım ileri atılacaksa eğer buna da halkımız karar vermeli! İnanınız tehlikeyi bir görsün halkımız, öyle feverana gerek yok, o ne yapacağını bilir ve desteği ile hem vatanımızı ve hem de çocuklarımızı kurtarır, bundan emin olunuz!

Diyorlar ki, “efendim, makarna alıyor, satıyor” bu doğru değil. Diyorlar ki “efendim, bir kilo bulgur, bir sana yağ, bir pirinç işi bitiriyor” doğru değil, bunlar doğru değil!’ Halkımız vatanını satmaz ve çocuğunu ateşe atmaz, yeter ki tehlikeyi görsün ve anlasın! Bakın bakalım bir etrafınıza kim gitmiş de halkımıza tehlikeyi anlatmış; kim gitmiş Şemdinli’ye, Kiraz’a, Saray’a, Çemişkezek’e, kim gitmiş Kofçaz’a, Yayladağı’na, kim gitmiş Gökçeada ve Aralık’a, Bayburt’a, Derecik’e kim gitmiş, gidip de halka tehlikeyi anlatmış, destek istemiş ve de yalnız kalmış! Türk tarihi böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir, Türk tarihinde tehlikeyi gören halkımızın bu uğurda yola çıkanları tek başına bıraktığı görülmemiştir!

GÜN BUGÜNSE EĞER BİZİMLE BİRLİKTE GELİN!
BİR ŞEY YAPMALI DİYORSANIZ EĞER BİZİ DESTEKLEYİN!

Ne yapmalı diyorsanız eğer yolumuz açıktır:

En yakın sivil ya da siyasi teşkilatlara gidiniz; siyasi partiler, dernekler, vakıflar, ocaklar, barolar, odalar, borsalar, aklınıza ne gelirse, halkımıza ulaşacak, onları davet edecek ve bu amaçla uygun bir salon ya da yer bulacak teşkilatlara gidiniz.

Ben Erdal Sarızeybek, her an, her zaman Anadolu’nun her köşesine, Trakya, Avrupa ve dünyadaki tüm kardeşlerimizin yanına gitmeye hazırım. İnandığınız, halkımızı etnik ve dinsel temelde ayrıştırmayacak aksine birleştireceğine inandığınız, halkımızı siyasi çekişmelere düşürmeyecek ama bizi ve çocuklarımızı bekleyen tehlikeleri açık açık anlatacağınıza inandığınız kişileri “konferans, panel, miting, gösteri”
gibi demokratik zeminde kullanabileceğimiz ne haklarımız varsa, kullanınız ve davet ediniz.

BİZİ HALKIMIZLA BULUŞTURUNUZ!

Bir talebimiz yok, sadece bizi halkımızla, sizlerle buluşturunuz, bırakınız bir de biz anlatalım, halkımıza, size açık açık ülkemizde neler oluyor, böyle giderse neler olacak, bir de biz anlatalım.

Ekranların karartıldığı ve gerçeklerin söylenmediği Türkiye ortamında böylesi bir etkinlik bizi halkımıza ulaştıracak ve gerçeği doğrudan ona anlatmamızı sağlayacaktır. Eşinizi, çoluk ve çocuğunuzu alın, annenizi, babanızı, ninenizi, dedenizi alın, komşularınızı, bakkalı, apartman görevlinizi alın ve gelin, inanın başaracağız ve hala tehlikeyi görememiş insanlarımıza ulaşacağız. En büyük gücümüz siz halkımızdır!

Bu ortamda başvurmamız gereken en kesin ve güvenilir yol budur; doğrudan size, halkımıza gitmektir, zaten fakiriz, masrafı yok bu işin, parası yok, sadece yürek isteyen bir iş ki o yürek zaten hepimizde var, en güçlüsü ve sağlamıyla var. O halde yüreğimizle yola çıkalım, başaracağız!

Diyeceğim o ki; bu AKP siyasetini de, bu PKK siyasetini de bir daha ayağa kalkmamak üzere tarihten sileceğiz.

Diyeceğim o ki; içine düşürüldüğümüz tehlikelerden el birliği ile, birbirimizden destek alarak kurtulacağız
ve çocuklarımıza huzurlu ve güvenli bir ülke bırakacağız.

Diyeceğim ve Allah’tan dileğim o ki; bize şehitlerimizin emaneti olan bu kutsal topraklarımızı ve çocuklarımızı bekleyen tehlikeleri birlikte yok edelim, sonra huzur içinde vadesi geldiğinde son nefesimizi verelim, yeter ki onlar güvende olsun, başka bir dileğimiz yoktur!

Bir şey yapmalı diyorsanız eğer, şimdi yapınız, iş işten geçmeden, bu ağır sorumluluğun bedelini çocuklarımız ödemek zorunda kalmadan şimdi yapınız ve bizi sizle, halkımızla buluşturunuz, gün işte bugündür!

Vatanı sevmek kolay değil, fedakârlık ister!

Erdal Sarızeybek
8.9.12

ATATÜRK : “..Yeryüzünden ezen ve ezilen sözleri kalkıp…”

Dostlar,

Sivas Kongresi 4-11 Eylül 1919

ve

Büyük Taarruz, 30 Ağustos Zaferi ve İzmir’in kurtuluşu haftalarındayız.. 26 Ağustos – 9 Eylül 1922

Dünya halklarına da özgürlük, bağımsızlık, yurt-vatan savunması, emperyalizme başkaldırı bağlamında söyleyecek öyle çok sözümüz ve gösterecek öyle bol edimimiz var ki..

Yazık ediyoruz Dünya tarihi ve kültürü adına bu fırsatı heba ederek, vahayı çoraklaştırarak.

Uluslararası ölçekte etkinliklerle; fuar, gezi, bilimsel kongre, sinema, festival, gençlik etkinlikleri gibi tüm insanlığın ortak kalıtına dönüştürme yükümünde olduğumuz, “yaptığımız” bir tarihi “yazmıyor”, siliyoruz.

Böylesine kahreden bir karşıdevrimci yönetim elinde ülkemiz..

Bakar mısınız Yüce Atatürk’ün sonsuz ufkuna :

Büyük Atatürk, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın evrensel değerine dikkatleri çekmek üzere;

”Anadolu, bu savunmasıyla yalnız kendi yaşamına ilişkin görevini yerine getirmiyor;
belki Doğu’ya yöneltilmiş saldırılara bir engel çekiyor. Yeryüzünden ezen ve ezilen sözcükleri kalkıp,
insanlık kendine yaraşan bir toplumsal duruma eriştiğinde; Türk ulusu, bu amaç yolundaki öncülüğü ile
gerçekten övünebilecektir.” diyordu..

“..ezen ve ezilen sözcükleri yeryüzünden kalkıp..” yani; emperyalizm ve sömürgecilik yok edildiğinde..

Bu, tüm devrimclerin hülyası, sevdası değil mi?

Sevgi ve saygı ile. Datça, 8.9.12

Dr. Ahmet Saltık,
www.ahmetsaltik.net

Devrim Dersini Kaldırmak..

Öner Tanık
ADD Genel Sekreter Yrd.

Devrim Dersini Kaldırmak

Taraf gazetesi kendince müjdeli haberi verdi; YÖK başkanı Gökhan Çetinsaya, üniversitelerde “Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi” dersinin ve ilgili Enstitülerin kaldırılmasının gündemde olduğunu belirtmiş.

Görünen o ki, siyasal iktidar; resmi bayramları iptal etme – engelleme,
ilköğretim müfredatını “seçmeli ders” adı altında bilim dışı içeriklerle doldurma, Gençliğe Hitabe’ye saldırmalarının ardından, üniversitelerde de etkin bir yok etme girişimini başlatıyor.

Yandaşlara, paydaşlara soruyoruz: Tarih, yok sayılabilir mi?

Tıpkı sizin Irak ve Suriye politikalarınızdaki emperyalist tutumunuzun hiçbir zaman unutulmayacağı gibi…

Siz de biliyorsunuz; gerçekler, sizin müfredat değişikliklerinize yenilmeyecek denli güçlüdür.

En çok bundan korkuyorsunuz.

“Kaç yıldır tek başımıza iktidarız, her kurum, her alan elimizin altında ama
bir türlü başaramadık..” diyorsunuz.

Adım adım sildiğinizi zannettiğiniz Atatürkçü Düşünce Sistemi ve ulusal değerlerimiz,
sizin her karşıt adımınızda daha çok güçleniyor.

Tarihin, sosyolojinin yasası burada da kendini gösterecek kuşkusuz.

“Aydınlanma”yı benimseyen bir devlet kalmadığı zaman,
bilinçli bir halk o boşluğu dolduracak..

Çünkü bağımsızlığın ve özgürlüğün kazanımlarından ortaçağ karanlığına dönebilecek
bir kabile topluluğu yok karşınızda!

İşte Devrimin dersinden öğrendiğimiz gerçeklik budur.

Aklımıza ve irademize hiçbir zaman hükmedemeyeceksiniz!

O nice diktatörleri yıkan, tahtlarını başına geçiren, sonunda “rahmetle” anılmayan gerçeklik, sizi beslendiğiniz karanlıklara tekrar gömecek…

Üzgünüz, Devrimi sizin derslerinizden öğrenmedik…
Sizinle unutacak da değiliz.

Öner TANIK
ADD Genel Sekreter Yrd.
6.9.12, Ankara

BOP’u da Yenecek Olan Sivas Kongresi 93 Yaşında!

Dostlar,

Türkiye bir hengamede paldır küldür çok tehlikeli biçimde sürüklenirken,

90 yıl önce bugünlerde Batı Anadolu’da bir ölüm kalım savaşı verilmekte idi.
(26 Ağustos – 9 Eylül 1922)

93 yılönce Sivas’ta ise, 4-11 Eylül 1919 günlerinde Ulusal Kurtuluşun planları
Anadolu Kongrelerinde birbiri ardına halkla birlikte yapılıyordu.

1. ve 2. İnönü Zaferleri, Sakaryalar, 30 Ağustoslar, 9 Eylüller.. hepsi hepsi
olağanüstü güç koşullarda, ölüm tehditleri altında, boynunda idam fermanıyla..
Mustafa Kemal Paşa tarafından toplanan Sivas Kongresinde (4-11 Eylük 1919) somutlaşan
ulusal istencin, ulusun azim ve kararın semeresidir.

Bir de 2012’de ülkemizin şu pespaye görünümüne bakar mısınız?

Bu hazin tablo, Atatürk devrimlerini kavrayamayan karşıdevrimcilerin ürünüdür.
Demek oluyor ki, devrimci hatlara yeni ve daha çok yığınak yapmak gerekecektir.

Bu yapılacaktır.

Sayın Prof. Özer Ozankaya, her zamanki ulusal coşkusu ve derin tarih bilinci,
Atatürk sevdası ile kardığı ama bilim adamı kimliği ile kaleme aldığı aşağıdaki yazısı ile SİVAS KONGRESİ ve kararlarının gerçekte nasıl salt ulusal değil,
uluslararası ölçekte okunması gerektiğine hepimizin dikkatini bir kez daha çekiyor.

Bakar mısınız Yüce Atatürk’ün şu değerlendirmesine :

“Anadolu, bu savunmasıyla yalnız kendi yaşamına ilişkin görevini yerine getirmiyor;
belki Doğu’ya yöneltilmiş saldırılara bir engel çekiyor. Yeryüzünden ezen ve ezilen sözcükleri kalkıp, insanlık kendine yaraşan bir toplumsal duruma eriştiğinde;
Türk ulusu, bu amaç yolundaki öncülüğü ile gerçekten övünebilecektir.”

4-11 Eylül 1919 Sivas Kongresi katılanları (04.09.05, Cumhuriyet)

Gerçekten, Anadolu İhtilali, dünya bağımsızlık savaşlarının öncüsü ve örneğidir.
Bizler Anadolu’da bu şanlı kalkışmanın özneleri olarak, ne yazık ki, bu görkemli
insanlık savaşımı ve destanını uluslararası düzlemde tüm insanlığa maledecek çabalar yerine, boğup tarihin derinliklerine tıkmakla meşgulüz.

Ne acı verici, utandırıcı, hazin bir tutum değil mi?
Bu türden edimler içinde olanların çok ama çok utanması ve kendilerine gelmesi gerek.
Aksi durumda onları Ulusumuz, tarih ve hatta kendi çocukları bile bağışlamayacak.

Seçkin Toplumbilimci (Sosyolog), ADD önceki Genel Başkanlarından Sn. Prof. Dr.
Özer Ozankaya hocamıza bu görkemli yazısı için ne denli teşekkür etsek azdır.

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 8.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================================================

PROF. DR. ÖZER OZANKAYA, TOPLUMBİLİMCİ

BOP’u da Yenecek Olan Sivas Kongresi 93 Yaşında!

4 Eylül 2012, ulus olarak tam bağımsızlık, ulus ve yurt bütünlüğü ve kalkınma kararlılığımızın ve bunların ancak ulusal egemenlik ilkesine dayalı Cumhuriyet düzeninde sağlanabileceğinin yurt ve dünyaya ilan edildiği Sivas Kongresi’nin 93. yıldönümüdür.
Tüm ulusumuza kutlu olsun.

4 Eylül 1919’da Sivas’ta

• “Yabancıların, ne türden olursa olsun, içişlerimize karışmasına karşı çıkılacaktır.

• “Hiçbir gruba siyasal egemenliğimizi ve toplumsal dengemizi bozacak ayrıcalıklar
tanınmayacaktır.” denilerek sömürgeci devletlerin ve işbirlikçilerinin saldırılarına
meydan okunmuştur.

• Özgür ve bağımsız yaşamak isteyen bir ulusun bunu ancak gerçek demokrasi düzeniyle
sağlayabileceğini ilan eden,

• Yabancı sömürgeci devletlerle işbirliği içindeki Osmanlı Saltanat hükümetine
Ulusal Başkaldırının meşruluğunu kabul ettiren,

• Yabancıların güdümüne sığınma gibi onursuz ve yenilmeci tutumu bir daha dile gelmeyecek
biçimde reddeden

Sivas Kongresi; bütün ulusça bu nitelikleriyle (boş kahramanlık söylevleriyle değil!), başta Sivas olmak üzere tüm yurtta en görkemli bir biçimde kutlamamız gereken
bir ulusal gündür.

• Bunun da ötesinde;

a) Uluslararası ilişkilerde güçlünün haklı sayıldığı, açgözlü bir sömürü, çekememezlik
ve kin ortamının süregittiği,

b) Milyarı aşkın müslüman kitlelerin, Atatürk’ün belirttiği gibi, “şunun ya da bunun
tutsaklık ve aşağılayıcılık zincirleri altında tutulduğu dünyamızda, gerçek barışın
ulusların karşılıklı haklarına saygı ile sağlanabileceğini ilan etmesi yönüyle
Sivas Kongresi, uluslararası çapta törenlerle ve bilimsel, eğitsel, sanatsal,
şölenlerle, ekonomi ve teknoloji fuarları, spor karşılaşmalarıyla …
kutlanması gereken bir gündür.

Büyük Atatürk, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın bu evrensel değerine dikkatleri çekmek üzere;

“Anadolu, bu savunmasıyla yalnız kendi yaşamına ilişkin görevini yerine getirmiyor,
belki Doğu’ya yöneltilmiş saldırılara bir engel çekiyor. Yeryüzünden ezen ve ezilen sözcükleri kalkıp insanlık kendisine yaraşan bir toplumsal duruma eriştiğinde,
Türk ulusu bu amaç yolundaki önceliği ile gerçekten övünebilecektir.” diyordu.

Nitekim Sevr’in baş mimarı, Anadolu ve Trakya’yı Türk yurdu olmaktan çıkarma kastının uygulayıcısı İngiltere’nin Kıralı VIII. Edward, yine bir 4 Eylül’de, 1936 yılı
4 Eylül’ünde, İstanbul’da Atatürk’ü ziyarete geldi!

Atatürk’ün Türkiyesi, bu yıl dönümlerini böyle değerlendiriyordu!!!

(19 Mayısları, 30 Ağustosları, 23 Nisan ve 29 Ekimleri unutturmaya çalışıp;
İngiltere kraliçesi’ni İngiliz harp gemisinde, ortaçağcıl Arap kırallarını otellerinde ziyarete giden devlet adamları, Atatürk’ten hiç ders almamayı nasıl başarabildiler?!?)

Yeryüzündeki milyarı aşkın müslüman kitlelerinin, bugün de eşbaşkanlığını Atatürk karşıtlarının yaptığı BOP gibi projelerle, Fas’tan İndonezya’ya değin, Atatürk’ün belirttiği gibi “ulusal nitelikte bir çağdaş eğitimden yoksun bırakılarak şunun ya da bunun tutsaklık ve aşağılayıcılık zincirleri altında, bu zincirleri kıracak insanlık niteliğinden yoksun” kalıp ezildiği, kendi içlerinde birbirleriyle boğuşturulduğu
şu ortamda, Sivas Kongresi’nin uygar insanlık için taşıdığı bu ulu anlamına uygun biçimde kutlanması gereği, apaçık ortaya çıkmaktadır.

Bu konuda, kuruluşu Sivas Kongresi’ne dayanan Cumhuriyet Halk Partisi’ne
birinci sırada ödev düşmektedir.

Sivas Kongresi’nin Kuvva-yı Milliye ruhuyla karar altına aldığı ve Ulusal And’da simgelenen, Atatürk devrimleriyle de uygulamaya konulan aşağıdaki ulusal hedeflere sonsuza değin bağlı kalmak ve bu uğurda tüm gücümüzle çalışmak, ulusal onur gereğidir:

a) Ulusal sınırlar içindeki bütün yurt parçaları bir bütündür, birbirinden ayrılamaz.

b) Yabancıların, ne türden olursa olsun, içişlerimize karışmasına karşı çıkılacaktır.

c) Hiçbir gruba siyasal egemenliğimizi ve toplumsal dengemizi bozacak ayrıcalıklar
tanınmayacaktır.

d) Her devlet gibi bizim de gelişme olanakları bulmamızda tam bağımsızlığa ve
tam özgürlüğe sahip olmamız, yaşamımızın ve varlığımızı sürdürebilmemizin temelidir.

e) Bunları sağlayabilmek için ulusal güçler etken ve ulusal istenç egemen kılınacaktır.

Sivas Kongre’sinin 93. Yıldönümünde, insanlık tarihinin en yüce 3-5 kişiliğinden birisi olan büyük önder Atatürk’ü ve kendisiyle el- gönül- ve ülkü birliği içinde ulus ve yurdumuzun kurtuluşu için çalışan tüm yol arkadaşlarını en derin saygılarla,
bağlılık duygularıyla anıyoruz.

PROF. DR. ÖZER OZANKAYA, TOPLUMBİLİMCİ