Günlük arşivler: 7 Eylül 2012

İSTANBUL BAROSU: SUSMAYACAĞIZ, BOYUN EĞMEYECEĞİZ, BİAT ETMEYECEĞİZ!

Dostlar,

İstanbul Barosu’na gönülden desteğimizi açıklıyoruz.
Değerli Başkanı Sn. Doç. Dr. Ümit Kocasakal’ın kişiliğinde Yönetim Kurulu’na teşekkür ediyoruz.
Yurtsever ve onurlu duruşlarını atkdir ve alkışla karşılıyoruz..
Evet, ozan Adnan Binyazar’ın dizesiyle;

“Tarihin en son yerinde, son sözü hep direnenler söyler”.

Açıklamaya tümüyle katılıyor;
ülke yöneticilerini geldiğimiz kritik aşamada bir vicdan muhasebesi yapmaya çağırıyoruz.

Geç kalmadan..

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 7.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================

İSTANBUL BAROSU’ndan :

YENİ ADLİ YILDA DA SUSMAYACAĞIZ, BOYUN EĞMEYECEĞİZ, BİAT ETMEYECEĞİZ !

Bugün, bir adli yıl daha başlıyor!

Ne yazık ki, bu adli yıla;

· yargının tümüyle siyasal iktidarın denetimine girdiği,
dahası güç ve iktidar mücadelelerinin arenası durumuna getirildiği,
· hiçbir yurttaşın hukuk güvenliğinin kalmadığı,
· güvence olması gereken yargının hak ve özgürlükler için en büyük tehdit
ve tehlike haline geldiği,
· hukukun en temel ilkelerinin sistematik olarak çiğnendiği,
· “özel” yargı ve yargılamalarla hukuk birliğinin yok edildiği,
· adil yargılanma hakkının ortadan kaldırıldığı,

bir ortamda girmekteyiz.

Bu koşullar altında adli yılın, “adil” bir yıl olmayacağı, olamayacağı açıktır. Kuşatılmış olan yargının, “tutsak” edilmesinden sonra sıranın barolara, avukatlara geldiği anlaşılmaktadır. Avukat ve barolar “hiçleştirilmek” istenmekte,
savunmasız, avukatsız bir yargı düşlenmektedir.

Bu hukuksuzluklarda katkısı olanlar ya da boyun eğenler tarihin yargısından, vicdanlarından ve aynalardan kaçamayacaklardır.

Elbette biz avukatların pek çok mesleksel sorunu bulunmaktadır.
Bu sorunların çözümü konusundaki girişimlerimiz ve kararlılığımız artarak sürdürülecektir. Ancak hiçbir mesleksel sorunumuz meslek onurumuzdan, hukuk devleti
ve hukukun üstünlüğü amacımız ve mücadelemizden daha önemli ve öncelikli değildir.

Bilinmelidir ki biz avukatlar; boyun eğmeyen, biat etmeyen bir tarihsel mirası genlerimizde taşımaktayız. Bizlerin hiç “efendileri” olmadı ve olmayacaktır.

İstanbul Barosu olarak, bugüne dek olduğu gibi, bundan böyle de her koşul altında
meslek onurumuzu, yurttaşlarımızın hak ve hukukunu korumayı, hukuksuzlukları izlemeyi, hukuk devleti ve demokrasi mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz.
Bu uğurda her türlü bedeli ödemeye hazırız.

Aynı biçimde Cumhuriyetin kuruluş felsefesi ve değerlerini, Atatürk ilke ve devrimlerini, vatanın bölünmezliğini, tekil (üniter) devleti koruma ve kollama bizim için bir
namus ve vatan borcudur. Bu borcu da ödemeye devam edeceğiz.

Hukuksuzluklara karşı susmayacağız, boyun eğmeyeceğiz, biat etmeyeceğiz.

“Tarihin en son yerinde, son sözü hep direnenler söyler”.

Henüz son sözümüzü söylemedik !…

Yurttaşlarımıza saygı ile duyurulur.

İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI
6 Eylül 2012

ABD ile ilişkilerimiz..

Dostlar,

İzmir’den Canerhan Tipi dostumuz,

“SON ÇALIŞMAM AMERİKA” diye çok değerli bir belgesel ppsx dosyası yolladı..

“CIA başkanı çuvalcı general Petraus’un ikide bir Ankara’ya damladığı şu günlerde
ben de Amerika ile ilişkilerimizi bir gözden geçireyim dedim…

“Amerika” adlı powerpoint çalışmamı ve de Youtube üzerindeki video linkini takdim ediyorum ekte…

Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete…

Esenlik dileklerimle…” demekte..

Sayın Canerhan Tipi’ye nitelikli emeği ve paylaşımı için teşekkür borçluyuz..

İzlenmesi çok yararlı olacak bir görsel..

Lütfen tıklar mısınız ??

Amerika

veya

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 7.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Atatürk’ün günümüze ilişkin inanılmaz isabetli öngörüleri

Vizyon budur işte…

Büyük Atatürk’ü kavrayabilmek epey ama epey zeka ve emek istiyor..

Hoşaftan anlamayınca da “tu kaka” deniyor..

Vah zavallı insanlık..

Ne zaman akıllanacağız?

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 7.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Mühim’mat, 25 şehit…

Mühim’mat

Yılmaz Özdil

25 şehit…
7 Eylül 2012, Hürriyet

Su işleri bakanımız “Hindistan’da, Pakistan’da olur böyle şeyler..” diyor.
E madem öyle, git oralarda bakanlık yap diyeceğim ama… Aşağıladığı Hindistan’la Pakistan’ın bırak el bombasını nükleer silahları var, böyle bi facia yaşamadılar.
Böyle şey’lere illa örnek göstereceksen… Böyle şey’i yaşayan ülke başka!
*
Ocak 2009…
Beşar Esad’ın Bodrum’a ailece tatile geldiği, Başbakanımızla sarılıp kucaklaştığı,
Cumhurbaşkanımızın tarihimizde ilk kez Suriye’yi ziyaret ettiği, iki ülke savunma bakanlarının işbirliği anlaşması imzaladığı, sınırda ortak tatbikat yaptığımız günlerdi.
*
İran tarafından kiralanan, İran’ın Bandar Abbas limanından demir alan,
Suriye’nin Lazkiye limanına giden, Rusya’ya ait Rum bandıralı Monchegorsk adlı gemi, Kızıl Deniz’de ABD donanması tarafından durduruldu. Hayrola? Birleşmiş Milletler’in İran’a silah ticaretini yasaklayan ambargosu vardı, aranacak, ne taşıdığına bakılacaktı.
*
Bakıldı, iki ton patlayıcı bulundu. Rum Kesimi’ne baskı yapıldı, Limasol limanına kabul edeceksin, el konulan patlayıcılara bekçilik yapacaksın denildi.
Nerden biliyoruz böyle denildiğini? Wikileaks belgelerinden biliyoruz…
Rum Kesimi, gemiyi mecburen kabul etti, yükü indirdi, Egangelos Florakis
deniz üssü’nün mühimmat depolarına taşıdı.
*
Rum basını isyan etti, kardeşim, İran bu, zurna değil, başımızı belaya mı sokacaksınız manşetleri attı. Rum Savunma Bakanı, n’apayım birader, gidin derdinizi Dışişleri Bakanı’na anlatın, onun başının altından çıkıyor demeye getirdi…
Ki, aynı günlerde Rum Devlet Başkanı’nın Esad’ı yumuşatmaya çalışıp, bir-iki gün idare ediver, halledicem, ABD fena sıkıştırıyor dediği ortaya çıktı.
*
Temmuz 2011…
Bir-iki gün derken, iki sene geçmiş, coğrafyanın tansiyonu değişmiş, Suriye’de
iç savaş başlamış, Rusya ve İran devreye girmiş, salağa yatarak Esad’ın patlayıcılarını hâlâ vermeyen Rum kesimi, güzel bi yaz sabahına uyanmıştı…
Ki, hayalet el dokundu, deniz üssü’nün mühimmat deposu havaya uçtu!
Donanma komutanı dahil, 13 kişi öldü.
*
Ocak 2012…
Saint Petersburg’tan demir alan, Suriye’ye giden, Saint Vincent bandıralı Rus gemisi, yakıt ikmali için Limasol’da demirledi. Rum makamları, sizi rahatsız etmek istemeyiz ama kurallar gereği aramamız gerekiyor dedi. Geminin Rus kaptanı ise, hiç boşuna yorulmayın şekerim, buyrun belgelerimi, harbi harbi 60 ton mühimmat taşıyorum, müşterim de Suriye Savunma Bakanlığı dedi!
*
Batı basını, ki, en başta bizim muhterem basınımız, gemiye el konulduğunu, çünkü,
AB üyesi olan Rum Kesimi’nin Suriye ambargosuna uymak zorunda olduğunu yazdı.
Halbuki kazın ayağı öyle değildi. AB gerçekten el konulmasını istemişti, ancak,
mühimmat deposu’nu unutmayan Rumlar, bu sefer yemezler abi cevabını vermişti.
Rus gemisi depoyu fulledi, püfür püfür gitti.

Ha unutmadan…

Mühimmat deposu patlayınca…
Rum Savunma Bakanı istifa etti. Rum Dışişleri Bakanı istifa etti.
Rum Genelkurmay Başkanı istifa etti.
Televizyonlarda laylaylom sirtaki yapmaya devam etmediler, üç günlük yas ilan ettiler.

Bitmedi…
Yunanistan’a kaçıp, sırra kadem basan Genelkurmay Başkanı hakkında,
Larnaka mahkemesinden tutuklama kararı çıkardılar. Herif, savcıya mektup yazdı, Yunanistan’da yargılanmak istiyorum diye yalvarıyor.

Bitmedi…
Dışişleri-Savunma bakanları yargılanıyor. Devlet Başkanı yargılanıyor!
Soruşturma kurulu oluşturuldu, bu kurulun raporunda asıl sorumluluk devlet başkanı’na aittir denildi, tıpış tıpış gidip, ifade verdi.
*
Adı üstünde…
Mühim’mattır.
Bizde ise insan hayatı su’dan ucuz…
Sanırım o nedenle su işleri bakanı açıkladı!

2023’te nereyi yöneteceksiniz?

2023’te nereyi yöneteceksiniz?

Rıza Zelyut
GÜNEŞ, 6.9.12

Başbakan Erdoğan 2023 planları yapıyor. Bunun için partisine yeni bir biçim vermeye çalışıyor. Ama ben burada kısacık bir hatırlatma yapayım. Bizim dincilerin ‘Ulu Hakan Abdülhamit Han’ diye övdükleri Padişah 2. Abdülhamit zamanında Osmanlı İmparatorluğu parça parça edildi. Bu gerçeği gizlemek için Abdülhamit Han; sıkı bir dincilik politikası uyguladı. Üstüne de sansür ve koyu bir baskı getirdi. Bu insafsız zulüm karşısında dönemin aydınları perişan edildi. Sorgusuz sualsiz tutuklamalar;
sürgünler aldı başını gitti. Bu zulme uğrayanlardan birisi de Şair Eşref idi. Şairimiz, 2. Abdülhamit’i ve dönemini bir dörtlükte çok güzel biçimde şöyle dile getirmişti:

‘Padişahım, bir dırahta (ağaca) döndü kim (ki) guya vatan
Daima bir baltadan bir şahi (dalı) hal’ (uzak) kalmıyor
(Şu ülkenin her gün bir balta ile bir dalı kesiliyor. )
Gam değil amma bu mülkün böyle elden gitmesi,
Gitgide zulmetmeğe elde ahali kalmıyor.’

Bugüne uygularsak: Padişahım; 2023 planları yapmak iyi de 2023’te yöneteceğiniz bir Türkiye kalacak mı?

Parçalanmanın eşiğine getirdiğiniz Türkiye gerçeğini CHP’yi kötü göstererek
ne kadar gizleyebileceksiniz?

PKK’YI HÜKÜMETİMİZ GÜÇLENDİRDİ

Irak’ı parçalayıp kuzeyini PKK’nın emrine verdiler. Yetmedi…
Sıra geldi Suriye’ye…
Ne acıdır ki bugün kuzey Suriye de PKK güçlerinin hizmetine sokuldu.
Böylece terör örgütü muazzam bir hareket esnekliğine kavuşturuldu.
Buradaki şehirlerde PKK bayrakları asıldı.
CHP bu durumu eleştirdiği zaman Sayın Başbakan kükrüyor!

-Bu CHP ahlaksız. Zalim Esad’ı tutuyor. BAAS’çı!

CHP’liler bu hakaretler karşısında çaresiz kalıyorlar. Halbuki Beşşar Esad böyle
iç savaş ortamına sokulmadan önce PKK’nın Türkiye sınırında eylem yapmasına
fırsat vermiyordu. Binlerce PKK’lı Suriye’de özel hapishanede tutuluyordu.

Meşru Suriye hükümetine karşı savaşırken ölen teröristlere ‘şehit’ der isek;
Türkiye’deki meşru hükümetle çatışırken ölen PKK’lı da şehit sayılır mı sayılmaz mı?

BAAS MI EL KAİDE Mİ?

Suriye rejimini BAASÇI diye kötülüyorlar ya…
Hiç merak ettiniz mi BAAS niçin kötüymüş acaba?
BAAS’ın asıl adı Arap Sosyalist Diriliş Partisi’dir.

1952 yılında kurulan bu parti, Yakındoğu’daki bütün Arap devletlerini tek bir
Arap devleti halinde örgütlemek için çalışıyordu. Arap dünyasını yeniden diriltmek amacındaki BAAS; toplumsal eşitliğe de önem veriyor; ezilen halk tabakalarını
öne çıkartıyordu.

Bu parti; Ürdün, Aden, Irak, Suriye, Mısır gibi ülkelerde örgütlendi. Mısır’da
batılı emperyalistlere karşı direnen Cemal Abdül Nasır’ı destekledi. Arap dünyasını İngiltere ve sonra da ABD’ye karşı örgütledi. Arap dünyasının bağımsızlığını,
doğal kaynaklarını kurtarmayı hedef seçti. Arapları yöneten şeyhlere, emirlere, krallara karşı halk hareketleri düzenledi. Hakim olduğu devletlerde;
krallık rejimleri yerine demokratik rejimleri getirdi.

BAAS; İsrail’i de kendisinin can düşmanı kabul etti ve Büyük İsrail projesine karşı
hep mücadele etti. Beşşar Esad işte böyle bir partinin başıdır.

İşte; AKP yöneticilerinin bizim millete kötü bir yönetim imiş gibi gösterdiği
BAAS budur.
***

Peki bizim iktidarın özel kamplarda koruma altına aldığı; eline silah ve bomba tutuşturup BAAS’çılara karşı savaşa yolladığı teröristleri kimler eğitiyor?

Bunların çoğu El Kaide terör örgütünün militanları…

İsrail’e ve Amerika’ya karşı direnen; kendi doğal kaynaklarını Batılılara sömürtmeyen; krallık rejimlerini devirip cumhuriyet rejimini kuran; sıradan halkı koruyan BAAS rejimi kötü; İsrail-Amerikan projesine hizmet eden El Kaide iyi…

Şimdi vicdan sahibi Müslüman kardeşlerime soruyorum:

Peygamberimiz bugün yaşasa idi BAASÇI mı olurdu El Kaideci mi?

AKP’yi Dibe Çeken 5 Alan, 5 Bakan

Mustafa Sönmez

AKP’yi Dibe Çeken 5 Alan, 5 Bakan
(http://mustafasonmez.net, 5.9.12)

Hızla zaviye kaybeden AKP rejiminin kimyasını bozan 5 temel sorun alanından söz etmek mümkün. Haliyle, bu sorun alanının sorumlusu 5 bakan için de inişin baş aktörleri ifadesini kullanmak yanlış olmayacaktır. Muhalefetin etkin mücadelesi ile ivme kazanabilecek AKP’nin inişinde öne çıkan alanları ve sorumluları şöyle sıralanabilir:

1- Dışişleri ve Davutoğlu: AKP rejiminin en çok kan kaybettiği alanı dış politika oluşturuyor. “Komşularla sıfır sorun” sloganıyla ortaya çıkıp bütün komşularla sorunlu hale gelen Türkiye, özellikle Suriye meselesini bir “iç mesele” durumuna sokarak
ayağına da kurşun sıktı. Bu sorunlu alanın baş aktörü Davutoğlu’nun, uluslararası toplumu Suriye’de tampon bölgeler kurmaya zorlama ve Şam rejimini bu yolla devirme stratejisi, geçen perşembe New York’taki BM toplantısında çöktü. Türkiye’nin tampon bölge talebi kabul ve destek görmedi. Sayılarının kısa sürede 200 bini bulması muhtemel sığınmacılarla Türkiye baş başa kalacak. Sığınmacı sayısı Türkiye’nin taşıma haddini aşınca bunlar, bir yandan kamu bütçesine büyük yük oluşturacak, gelenleri almama halinde Davutoğlu diplomasisinin “insani kılıf”ı da patlayacaktır. Ortadoğu’da değişim dalgasını yönetmeye, bölgesel düzenin öncüsü olmaya cüret etmiş bu Bakan ne ihtiyatlı davranmayı bildi, ne nüans, ne ölçü tanıdı… Zücaciye dükkânına girmiş fil gibi… AKP’ye maliyeti az buz değil. Topluma çıkardığı fatura ise kabarık; Daha da kördüğüm olmuş bir Kürt sorunu, Şiilerin düşmanlığı, içeride tırmanmış bir Alevi-Sünni gerilimi…

2- İçişleri ve İNŞ: AKP rejimini aşağı çeken ikinci sorun alanı İçişleri ve onun ünlü bakanı İNŞ yani İdris Naim Şahin. Her demeci büyük gaflarla dolu olan İçişleri Bakanı, özellikle Kürt sorununa artan “güvenlikçi yaklaşım”la iç siyaseti ve bakanlığını
mızrak başı yaptı. Hakkâri’deki ilginç gövde gösterisi halkın tepkisi ile karşılaşınca kent merkezi karıştı. Çatışma çıkınca Şahin bir dükkâna sığındı. Hakkâri ziyaretini eleştiren köşe yazarlarını da tehdit etti. Köşe yazarları için

“Ağzına tıkarım o yazıları senin” diyen Şahin,

gazetecilere, “Siz nerede askerlik yaptınız? Yaptınız mı? Yaptıysanız nerede yaptınız? Siz namlunun ucundan hiç baktınız mı? Karşıdaki namlu size hiç doğrultuldu mu?
Allah aşkına bilmeden mi yapıyorsunuz, yoksa korkarak mı yapıyorsunuz?” dedi.

Gaziantep’te yaşanan saldırının ardından BDP il ve ilçe başkanlıklarına yönelen saldırılara İNŞ, şu sözlerle arka çıktı:

“Gaziantep’te olay anını müteakip sıcak saatlerde, halkımızın bir tepkisi ortaya çıktı. Bunlar terör örgütüne, onun eylemlerine duruş açısından beklediğimiz, hatta doğru bulduğumuz tepkilerdir, duyarlılığın ifadesidir.”

İNŞ’yi tarihe geçirecek en önemli olay biber gazı ile ilgili ifadesi. Gaz bombasının tamamen doğal bitkilerden imal edildiğini, bir zararı olmadığını ve biber gazı nedeniyle herhangi bir ölüm yaşanmadığını iddia etti. İNŞ’ye kendi partilileri bile tahammül edemiyor.

3- Eğitim ve Ömer Dinçer: AKP rejminin eline ayağına dolanan 4+4+4 laiklik karşıtı
eğitim projesi, rejimi ve bakanı Ömer Dinçer’i fena sıkıştırıyor. Dinçer, bir kargaşa olduğunu kabul ediyor ve ekliyor; “Kargaşa var ama bu bizim yaptıklarımızla ilgili değil. Kargaşa var ama ciddi problem yok. Kargaşayı bizim ne yaptığımızı anlamayan sözde eğitim uzmanları çıkarıyor. Normal vatandaşlarımızın çoğu bizi destekliyor. Biz istemiyoruz ama vatandaş 60 aylık çocuğunu bile okula göndermekten yana. Eleştirilerin bir kısmı PKK kaynaklı. Çocuklarımızı erken yaşta okula alıp Türkçe öğreteceğiz, onları hayata hazırlayacağız. ‘Rapor dahi almayın’ diyenler PKK yanlıları. Bunu önlemek istiyorlar. Bir de laikçi kesim de bu reformdan rahatsız oluyor”. Eğitimdeki fiyasko, muhalefeti yükseltiyor.

4-Sağlık ve Recep Akdağ: Sağlıkta Dönüşüm adıyla başlatılan sağlığın piyasalaşması, ticarileşmesi, özelleşmesi sürecinde, başta yolunda gider gibi görünen, hatta AKP’ye umulmadık oyları taşıyan her şey, tersine döndü. Halka daha kolay ve ucuz sağlık hizmetine erişme iddiasıyla çıkılan yolda, doktor ve yardımcı sağlık personelinin iş yükü ağırlaştırılıp esnekleşme ile hakları budanırken SGK, bütçeden sürekli kaynak çeken bir kurum durumuna düşürüldü. Özel hastanelerce hortumlanan kamu kaynakları bütçe açıklarını büyütünce Sağlıkta Dönüşüm’ün de sonuna gelindi. Şimdi enkaz nasıl toparlanır, bunun arayışı hâkim. Hastalar daha çok “cepten öde” emrivakisi ile karşı karşıya kalıyorlar. SGK’nin açıkları büyüdükçe büyüyor. Özel hastanecilikte de küçük balık, büyüklere yem olmaya devam ediyor. Bütün bunlar artan ölçüde tepkilere neden oluyor.

5-Dış ticaret ve Zafer Çağlayan: Ekonomide tekne, en çok ihracat tarafından su almaya başladı. AB’nin ihracattaki payı % 34’ün altına düştü. Bu kayıp, Ortadoğu ve BDT pazarlarından ise kolay kolay telafi edilemiyor. İhracatçı, izlenen düşük kur politikasından, ihracatçının kullandığı kredilerin faizlerinin yüksekliğinden,
ithalatın yıkıcı etkisinden şikâyetçi ve Zafer Çağlayan’ı, içi boş demeçler verip,
yerli yersiz efelenip ortalıkta yalancı pehlivan gibi dolanıp gün öldürmekle eleştiriyor. İran’dan yapılan enerji ithalatının ödemesini, altınla Halkbank’a yaptıran Çağlayan’ın bunu altın ihracatı olarak göstermekte ısrar etmesi ise bütün dış ticaret ve büyüme verilerini kirleterek dışarıya karşı Türkiye’yi şaibeli bir ülke durumuna sokuyor.
***

Bildiğimiz RTE, bu sorunlu beş alanının aktörleri bakanlarını bir kabine değişikliği ile harcar mı? Kan değişimine, onunla birlikte politika değişikliğine gider mi?
Kolay değil. Çünkü bu kendisini inkâr ve temel politikalarının iflasını ikrardan başka bir anlam taşımaz. Bu 5 sorunlu alan ve bakanlarının tasfiyesi, AKP’nin çöküşünün
ilanı demektir. Ancak başlayan bu geri sayışın da dönüşü kolay değil.

Esrarengiz olaylar listesi

Güngör Mengi

Esrarengiz olay listesi (VATAN, 7.9.12)

Böyle olaylara “kader” demek, sabır göstermeyi kolaylaştırıyor olabilir.

Ama boşuna, kendimizi kandırıyoruz.

Dün TV’lere uzman görüşünü açıklayan bir emekli general (Haldun Solmaztürk) Afyonkarahisar’da yaşanan facianın kötü şans değil kötü seçim olduğuna birçoğumuzu
ikna etti.

O sırada olay yerinde bulunduğu için “nöbetçi bakan” işlevi ile konuşan Orman Bakanı Veysel Eroğlu olayın kesinlikle kaza olduğunu iddia etti.

Açıklamasının sonunda askeri ve sivil makamların soruşturma yaptıklarını eklediğine göre mühimmat deposunda 25 askerimizi şehit eden patlamanın “kesinlikle kaza” olduğuna
acaba neye ve kime dayanarak hükmetti, cevabı yok!

Oysa askeri uzmanlar, kaza ihtimali ne kadarsa sabotaj ihtimalinin de o kadar geçerli olabileceğini söylüyorlar.

Çünkü el bombaları depoda patlamaya hazır durmuyor.

Fünyeler takılı olmadığı için patlama riski yok.

Nitekim patlamamış bir el bombasını yerden alıp canlı yayında gösteren NTV muhabiri aşırıya kaçsa da akılda kalacak bir şovla bu gerçeği anlattı.

Can alıcı bir başka soru da cephanelikte yapılan çalışmanın niçin geceye sarkıtıldığı, günün yorgunluğu üstüne acemi erlerin niçin böylesine dikkat isteyen bir işe koşulduğudur?

Olayın sabotaj olup olmaması ancak ölümlerin sebebini değiştirir.

25 Mehmetçiğin teröre değil kazaya kurban gitmesi, sorumluları teselli mi edecek?

Maalesef öyle bir noktaya geldik.
Uludere faciası ve Suriye açıklarında F-4 uçağımızın düşürülmesi olaylarını örten karanlığın aydınlanmasını beklerken listeye yeni bir esrarengiz olay eklendi.

Açıklanamayan olayların artması ülkenin iyi yönetilemediğine işaret eder.

Demokrasilerde bunun bedelini sorumlusu öder.

Kimsenin korkudan eleştiremediği iktidarların hüküm sürdüğü ülkelerde ise kanıyla, canıyla halk öder!

Demokrasi bizde de işlesin artık!

Yargı namus borcunu ödesin…

ÖSYM gıdım gıdım üretilen itibarın birkaç yıl içinde nasıl yok edilebileceğine
ibretli bir örnektir!

İki yıl öncesine kadar itibarın ve güvenin kalesi olan ÖSYM bugün hilenin,
istismarın ve hak gasbının panayırı olarak anılır hâle gelmiştir.

Kurum son olarak avukatların girdiği Hâkim ve Savcılığa Geçiş Sınavı yaptı.

Soruların çalındığı veya sunulduğu o kadar pis bir biçimde sırıtıyordu ki,
sınav iptal edildi.

Sınavın tekrarlanması, haksızlığı giderip kurumun sıfırlanan itibarını geri getirecek mi? Elbette hayır.

Çünkü artık Ali Demir’in yönetimine çürüyen güvenin geriye kazanılması mümkün değildir.

Üstelik bu kötü şöhret sadece ÖSYM’yi değil, adına sınav yapılan kurumları da lekeliyor.

Sınavı iptal etmek yeterli değildir. Yargıç ve savcıların böyle hileli seçildiği yerde kim adalet umabilir?

Hileli sınavın suçlularını bulup cezalandırmak, yargının namus borcudur.
(VATAN, 7.9.12)

30 EYLÜL 2012’de 66 AYINI DOLDURACAK ÇOCUĞU OLANLARIN DİKKATİNE!

30 EYLÜL 2012’de 66 AYINI DOLDURACAK ÇOCUĞU OLANLARIN DİKKATİNE!

Prof. Dr. Suat Çağlayan

Eski Milli Eğitim Bakanlarından Hikmet Uluğbay, ele aldığı konuları en ince ayrıntılarına kadar araştırmasıyla tanınır. Çok güvenilir kaynaklara dayanmadan
bir iddiada bulunmaz.

www.hikmetulugbay.com

adlı sitesinde, eğitimde uygulamaya konulan 4+4+4 sapkınlığına karşı bilimsel yazılar yazarak halkımızı aydınlatmayı sürdürmektedir.

En son yazısında, 66 aylık çocuklarımızın okula başlatılmasının açıkça yasaya aykırı olduğunu göstermektedir.

Çünkü yasaya göre, bir çocuğun okula başlayabilmesi için mutlaka 6 yaşında olması gerekmektedir.

Oysa, yasanın bu hükmü Milli Eğitim Bakanı tarafından çıkarılan bir genelge ile ortadan kaldırılmak istenmektedir ki, bu da hukuk ilkelerine aykırıdır.

Çünkü bir yasa, sonradan çıkarılan bir genelge ile hükümsüz hale getirilemez!

***

Uluğbay yazısında; “66 ay, 6 yaş değil 5.5 yaştır. Oysa yasaya göre bir çocuk
6 yaşını (yani 72 ayı) doldurmadan okula başlatılamaz,” diyor.

Uluğbay, yanlış bir yorumu önlemek için bu kez, “Hangi çocuk 6 yaşındadır?” sorusunun yanıtını araştırmış. Bunun için yerli ve yabancı kaynakları taramış.

Cornell Üniversitesi’nin yaş hesaplama cetvelinden (age calculator), KPSS’nin
‘Yaş Hesaplama Programı’na kadar, hepsinde 6 yaş hesabının yapılma şeklini çıkarmış.

Ve hepsinde aynı sonuca ulaşmış: 6 yaşındaki çocuk, 72 ayını dolduran çocuktur.

***

Bu verilere destek olsun diye bir de, Türkiye İstatistik Kurumu ile
Dünya İstatistik Kurumlarınca kullanılan ‘0’ yaş kavramını araştırmış.

Diyor ki;

“İlk on iki ay ‘0’ yaş kabul ediliyor. Çocuk ancak 12 ayı doldurmuşsa 1 yaşında oluyor. Bu duruma göre 66 aylık çocuk, 5 yaş 6 aylıktır. Yalnızca 72 ayı dolduran
çocuk 6 yaşında olur.”

***
Ben çocuk doktoru olduğumdan, bir çocuğun 5 yaşında okula başlatılmasının yaratacağı olumsuzluğu bilenlerdenim. Elbette bunu en iyi bilen çocuk psikiyatristleridir.

Beş yaşındaki bir çocuğun çevresiyle nasıl bir ilişki içinde olabileceğini bilmeden.

Onun, düşsel dünya ile gerçek dünya arasındaki farkı henüz tam olarak algılayamadığını düşünmeden…

Bir çocuğu böyle bir uygulamanın kobayı yapmak, en azından yavrularımıza karşı
bir haksızlık olmaktadır.

Ama dünyadan habersiz bir Milli Eğitim Bakanı çıkıyor ve ne idüğü belirsiz amaçlar uğruna çocuklarımızın geleceğini etkileyebilecek şeyler yapıyor!

AİLELER NE YAPMALI?

Uluğbay, bu uygulamaya karşı ne yapılması gerektiğini net olarak şöyle açıklıyor:

“30 Eylül 2012 tarihinde, 72 ayını doldurmamasına karşın (66-72 arası) zorla okula alınmaya çalışılan çocukların aileleri önce ilçe veya il milli eğitim müdürlüğüne
bir itiraz dilekçesi versinler. Alacakları red yanıtı üzerine, 60 gün içinde Danıştay’a başvursunlar. Çünkü Danıştay Yasası’nın 24’üncü maddesi buna olanak veriyor.”

***

Hastane hastane dolaşarak çocuklarına rapor almaya çalışan aileler,
bunun yerine Prof. Hikmet Uluğbay’ın söylediklerini yaparlarsa demokrasiye de işlerlik kazandırmış olacaklardır.

*Not: Baroların ve kimi avukatların bu konuyu sahiplenerek, aileleri yönlendirmesi gerekir. Çünkü Danıştay’a dava açma aşaması nedeniyle aileler tereddüt geçirebilirler. Hem hukuksal süreçten ve hem de işin parasal boyutundan çekinebilirler. Değerli avukatlarımız yurttaşlarımızı cesaretlendirmeli ve
toplumsal duyarlığımız artırmada yardımcı olmalıdırlar. Bu bir yurttaşlık bocudur.
O yavrular hepimizin.

Prof. Dr. Suat Çağlayan

ÖZEL ERGENEKONCU

ÖZEL ERGENEKONCU

RİFAT SERDAROĞLU
rifatserdaroglu@gmail.com
twitter.com/rifatserdaroglu

Elinde suç aleti olarak Türk Bayrağı var mı? Var, hem de sopalısından
ve de en büyüğünden!…

“Bayrağa Saygı Yürüyüşü”ne katılmış mı? Katılmış yahu, görmüyor musun,
boy-boy resimleri var.

25 Mart 2005, Diyarbakır, Bayrağa saygı yürüyüşünde Bilgin Balanlı ve Necdet Özel (Ahmet Saltık arşivinden)

O zamanki Komutanı ve baş Ergenekonculardan Orgeneral Bilgin Balanlı ile kolkola
yürümüş mü? Hem de nasıl, can cana- et ete yürümüşler. Balanlı Türk Bayrağını bir sallarsa, (Necdet) Özel Paşa on sallamış…

İyi de, askeri darbe yapacağı iddia edilen Komutan tutuklu, hapiste.

Balanlı Paşanın karşısında esas duruşta duran ast rütbeli Özel Paşa nerede?
Türk Ordusunun başında !…

Nasıl bir ordu bu? Komutanlar darbeci, yardımcılarının hiçbir şeyden haberi yok.
Komutanlar darbe yapacaksa, tek başlarına mı yapacaklar?
Orgeneral bilecek, planlayacak, darbeye karar verecek ama Korgeneralin haberi bile olmayacak. Böyle bir şey olabilir mi?

Orgeneral Balanlı, mahkemede yaptığı savunmasında;

“Sahte dijital kayıtlarda tespit edilen sahteciliklerin sayısı 2 bine yaklaştı.
Sahtecilikleri bilimsel olarak kanıtlanan rapor sayısı 20’yi geçti.” dedi.

Orgeneral Balanlı ile birlikte bayrak sallayan, O’nun emrinde çalışan şimdiki
Genelkurmay Başkanı, hiç olmazsa silah arkadaşlarına kurulan bu dijital tuzaklar hakkında tek kelime etti mi?
Etmedi, edemedi!…

Çok özelsin, çok güzelsin, Özel Ergenekoncu tombalak paşa…

İŞTE BUDUR BU!

Tam da söylediğimiz buydu.
AKP; Arap Ülkeleri ile gereksiz yere vizeleri kaldırdı, oralarda ne kadar terörist- katil- tetikçi-bombacı-kaçakçı-it-uğursuz varsa Türkiye’ye girdiler.
Emniyetin ve İstihbarat Teşkilatımızın, kişiye dayalı istihbaratı çöktü.
Kim nerede, ne yapıyor, ne planlıyor kimse bilemez hale geldi.

Şanlıurfa Valisi açıklıyor;

Teröristler 3 Ağustos’ta Suriye’den gelip Türkiye’ye girdiler. Karayolu ile seyahat edip 9 Ağustos’ta İzmir-Foça’da bombalı bir eylemde iki askerimizi şehit ettiler,
öbürlerini yaraladılar.

Sonra yeniden karayolu ile Manisa ve Adana’ya gidip, Gaziantep’teki vahşeti planlayanlarla görüşüp, Viranşehir’de polisle girdikleri çatışmada biri ölü öbürü yaralı olarak ele geçirildiler…

Şimdi düşünelim;

Caniler elini kolunu sallayarak ülkeye giriyorlar, günlerce seyahat ediyorlar,
gerekli bomba düzeneklerini, malzemelerini sağlıyorlar, 6 gün sonra Foça’da bombalı eylem düzenliyorlar, iki askerimizi şehit ediyorlar, öbürlerini yaralıyorlar. Sonra Manisa’da, Adana’da geziyorlar. Gaziantep olayını organize ediyorlar. Viranşehir’de polisin rutin denetimine takılıp çatışıyorlar.

Nerede bu istihbarat örgütleri? Ne işe yarar bunlar?

Dediğimiz işte bu. AKP, yanlış uygulamaları nedeniyle Türkiye’nin istihbaratını çökertti.

Örnek mi? Arabanızın trafik sigortası olmadığı halde, teröristlerin bombalarla-silahlarla dolaştıkları güzergahı gezmeye kalkın, mümkün değil yapamazsınız. Herhangi bir denetimde yakalanırsınız ve arabanız trafikten alıkonur.

Bu cinayetlerin ve bundan sonra olacakların siyasal sorumlusu,
Türkiye’nin istihbaratını körelten AKP Hükümetidir.

UFAK AT DA KARGALAR YESİN

Türkiyeli Eşbaşkan Erdoğan’ı Çarşamba günü dinledik.
Bu sözü kendisi söyledi. Palavra konuşanlar, olayları abartanlar için kullanılan bir söz…
Bu hafta basında yer alan iki olayı aktaralım. Kimin ufak atması gerek görelim;

1) Erdoğan, “Türkiye’nin her metrekaresinde hükümetimiz hakimdir, gerisi yalandır.” dedi.

PKK Terör Örgütü, 422 (Dört yüz yirmi iki!) gün önce kaçırdığı 6 Asker – 1 Polis –
1 Kaymakam’ı hala tutsak tutmaya devam ediyor. PKK bu kişileri Türkiye sınırları içinde tuttuğunu açıkladı! PKK’nın elinde esir tutulan Polis Memuru Nadir Özgen’in maaşı da kesildi !…

2) Türkiyeli Başbakan Erdoğan, BDP’li milletvekillerinin PKK’lı teröristlerle yolda öpüşüp koklaşmalarına haklı olarak çok kızdı ve onları kınadı…

Tam o sırada arka sıralardan bir ses duyuldu;

Sen bu teröristlerin ağababası Barzani ile sıra gecesi düzenliyorsun ya !…

Ufak at da kargalar yesin…

Sağlık ve başarı dileklerimle, 06 Eylül 2012

RİFAT SERDAROĞLU
rifatserdaroglu@gmail.com
twitter.com/rifatserdaroglu
0 532 211 00 11