Günlük arşivler: 4 Eylül 2012

Sivas Kongresi.. 4 Eylül 1919.. 4 Eylül 2012

Dostlar,

Sizlerle 5 yıl önce 11 Eylül 2007’de yazdığımız Sivas Kongresi makalemizi
paylaşmak istiyoruz..

Arşivimizden bir yazımızı daha sunacağız buna ek olarak..
(Önceki siteden yeni sitemize arşiv aktarımımını da zamanla yapmış oluyoruz..)

Bu 2 yazıyı bu güne balğamak da siz okuyucunun görevi olsun..

“Haydi Türkiye, silkin ve kendine gel, son vuruşlar sahneleniyor..
Sakın ha geç kalma!!”

Diye bağlamışız bu makalemizi 5 yıl önce..
Yazı yazmaya korkar olduk bu yazdıklarımıza bakınca..

Keşke yanılsa idik bu 2 makalemizdeki öngörülerimiz hakkında..

Tarih ve arşiv budur işte..

Bilimsel yöntemle irdelendiğinde tarih, geleceğin ve geçmişin meşalesidir gerçekte..

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 4.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================================================

SİVAS KONGRESİ’ni 88. YILINDA UNUTTUK MU??

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak.
ADD Genel Başkan Eski Yard.
www.ahmetsaltik.net (eski adres düzeltildi)

Değerli okuyucu,

Devrim tarihimizin en önemli dönemeçlerinden biri olan Sivas Kongresi’ni bu yıl yeterince işlemedik ne yazık ki.. Hem yoğun “yapay” gündem hem de giderek tarihimize olan ilgi kopması, böylesine “istenmeyen” (belki de tersi?!) bir tabloyu doğurdu. Dolayısıyla,
yeni kuşaklara hiç olmazsa yakın tarih bilinci kazandırma bağlamında iyi sınav veremedik. Bunun bedeli ağır ama..

Biz de bu yıl, öngelen bir yazı yerine, songelen bu yazıyı tasarlamıştık. Korktuğumuz gibi oldu ve kamuoyu gündemine hakettiği önemde taşınamadı. 22 Temmuz 2007 seçimlerinin yarattığı kitlesel şaşkınlığın da elbette önemli payı oldu. Peki bu yazıyla mı devasa boşluğu dolduracağız? Hayır, bizimki; bilinen öyküde aktarıldığı üzere, millerce uzunlukta kıyıda yürüyerek kıyıya vuran belki binlerce deniz yıldızını tek tek okyanusa geri atan azimli doğa savaşçısının örneğini çağrıştırıyor.

Evet, kurtulan her deniz yıldızı için sonuç çok ama pek çok fark etmiştir :

Güneşte kavrulmak yerine, serin sularda yaşamını sürdürmektedir.

Biz de bu umut ve kararlılıkla, biraz da toplumsal sorumluluğumuzu geriye dönük olarak dikkate getirmek üzere bu yazıyı Sivas Kongresi yıldönümüne öncül (a priori) değil,
ardıl (a posteriori) olarak sunmaktayız. Ulusumuza, yoğun gündeme (!) karşın birkaç önemli noktayı anımsatmak isteriz yine de ve günümüze bağlayarak, 2007’nin 11 Eylül’ünde geldiğimiz tıkanıklığın nedenlerini düşündürmek..

Günümüzden 88 yıl önce idi.. Mustafa Kemal Paşa, kutsal Anadolu topraklarında iğrenç
Batı Emperyalizminin, ülkemizin işgali ve hatta giderek ulusun tarih sahnesinden silinmesine dönük yüzyıllardır hazırlayageldiği suikast planına (Söylev’deki anlatımı..) karşı koymak üzere kelle koltukta savaşım vermektedir.

19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basmasının ardından, son derece kritik koşullarda,
bir eylem planını yürülüğe koymuştur.. Ayrıntılara girmeden özetlemek gerekirse,
dahiyane stratejik kurtuluş plan ve eyleminin Samsun’a çıkıştan sonraki ilk adımının Amasya Genelgesi olduğu söylenebilir.

AMASYA GENELGESİ

1. Yurdun bütünlüğü, ulusun bağımsızlığı tehlikededir.
2. İstanbul’daki hükümet, üzerine aldığı sorumluluğun gereklerini yerine getir(e)memektedir. Bu durum ulusumuzu yok olmuş gibi gösteriyor.
3. Ulusun bağımsızlığını yine ulusun kesin kararı ve direnişi kurtaracaktır.
4. Ulusun durumunu ve davranışını göz önünde tutmak ve haklarını dile getirip
bütün dünyaya duyurmak için her türlü etkiden ve denetimden kurtulmuş ulusal bir kurulun varlığı çok gereklidir.
5. Anadolu’nun her yönden en güvenli yeri olan Sivas’ta ulusal bir kongrenin
tez elden toparlanması kararlaştırılmıştır.
6. Bunun için bütün illerin her sancağından, halkın güvenini kazanmış 3 delegenin olabildiğince çabuk yetişmek üzere hemen yola çıkarılması gerekmektedir. Herhangi bir kötü durumla karşılaşılabileceği düşünülerek bu iş, ulusal bir sır gibi tutulmalı ve delegeler gereken yerlerde kimliklerini gizleyerek gelmelidirler.
7. Doğu illeri adına 10 Temmuz’da Erzurum’da bir kongre toplanacaktır. O güne değin öteki il delegeleri de Sivas’a ulaşabilirlerse Erzurum Kongresi’nin üyeleri de Sivas’ta yapılacak genel toplantıya katılmak üzere yola çıkarlar.

Mustafa KEMAL / 9. Ordu Müfettişi
Rauf ORBAY Ali Fuat CEBESOY Rıfat BELE

Görüldüğü üzere, Amasya Genelgesi, Erzurum Kongresi ve Sivas Kongresi, sacayağının
üç temel tarihsel adımıdır. Amasya Genelgesi ile ateşlenen ulusal kalkışma, Erzurum’da yerel ölçekte toplanmış, başta Ulusal Ant (Misak-ı Milli) olmak üzere temel ilkeleri belirlemiş, bir tür Sivas Kongresi’ne hazırlık yapmıştır.

Günümüzden 88 yıl önce, 11 Eylül 1919’da Sivas Kongresi’nin ardından yayınlanan kararlar, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın manifestosudur. Sivas Lisesi’nin mütevazi salonunda Mustafa Kemal Paşa başkanlığında toplanan 40 yiğit insan, 1 hafta boyunca ölüm-kalım sorunlarını sonsuz bir vatanseverlik bilinci içinde tartışmışlardır. Öylesine umutsuzdurlar ki; bir tür öğrenilmiş / kabullenilmiş çaresizlik içinde, Amerikan güdümü (mandaterliği) ya da İngiliz korumasını bile ısrarla tartışmışlardır.

İstanbul Tıp Fakültesi öğrencilerinin aralarında para toplayarak Sivas’a temsilci olarak yolladıkları Tıbbiye’nin 3. sınıfındaki Hikmet (Boran), Mustafa Kemal Paşa’ya kafa tutacak denli ateşli bir tam bağımsızlık savunucudur. Çünkü arkadaşları O’nu bu amaçla yollamışlardır. Çünkü onlar, 1915’te Çanakkale savunmasında hepsi şehit olan Tıbbiye 1. sınıf öğrencilerinin acılı ülküdaşlarıdır.

Sivas Kongresi’ne İstanbul Tıbbiyesinin temsilcisi olarak, arkadaşlarının arasında topladığı para ile katılan 20-21 yaşlarında tıp öğrencisi.. Kongrede manda yandaşlarına isyan eden tam bağımsızlıkçı Türk genci. (Geçtiğimiz aylarda yitirdiğimiz Orhan Boran’ın babası..)

Sivas Kongresi, Temsil Heyeti’ni belirler, başkanlığına Mustafa Kemal Paşa’yı getirir
ve görkemli meydan okuyuşunu, özgürlük bildirgesini dünya kamuoyuna şöyle haykırır :

Bugün ulusça bilinmekte olan iç ve dış tehlikelerin yarattığı
“u l u s a l u y a n ı ş” t a n doğan Kongremiz, aşağıdaki kararları almıştır :

1. Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında yapılan silah bırakımı (Mütareke) tarihinde (30 Ekim 1918, Mondros) sınırlarımız içinde kalan Osmanlı ülkesinin bölgeleri, birbirinden ve Osmanlı toplumundan ayrılması olanaklı olmayan bölünmez bir bütün oluştururlar.
2. Toplumun bütünlüğü ve ulusal bağımsızlığımızın sağlanması için
ULUSAL GÜCÜ ETKEN ve ULUSAL İSTENCİ EGEMEN KILMAK kesin ve temel ilkedir.
3. Ülkenin herhangi bir bölümüne (Ulusal Ant sınırları içinde) yönelecek müdahale ve işgale, hep birlikte savunma ve direnme ilkesi meşru kabul edilmiştir.
4. Osmanlı hükümeti, bir dış baskıyla ülkemizin herhangi bir kesimini terk ve
ihmal etmek zorunda kalırsa, ülke ve ulusun dokunulmazlığını ve bütünlüğünü güvenceleyen her türlü önlem ve karar alınmıştır.
5. Ülke bütünlüğümüzün bölünmesi düşüncesinden tümüyle vazgeçilerek bu topraklar üzerinde tarihsel, ırksal, dinsel ve coğrafyasal haklarımıza saygı gösterilmesini ve bunlara aykırı girişimlerin geçersiz kılınmasını, böylece hak ve adalete dayanan bir karar alınmasını bekleriz.
6. Ulusumuz, insancıl ve çağdaş amaçların yüceliğine inanır; teknik, ekonomik ve endüstriyel durum ve gereksinimimizi takdir eder. Bu nedenle, devlet ve ulusumuzun iç ve dış bağımsızlığı ve yurdumuzun bütünlüğünü korumak koşuluyla, önceki maddede açıklanan sınırlar içinde, ulusal ilkelerimize saygılı ve yayılma emeli beslemeyen herhangi bir devletin teknik, ekonomik ve endüstriyel yardımını hoşnutlukla karşılarız. İnsancıl ve adil koşulları taşıyan bir barışın kısa zamanda gerçekleşmesi, dünya ve insanlığın dinginliği adına, en başta gelen ulusal emelimizdir.
7. Ulusların kendi yazgılarını kendilerinin belirlediği bu tarihsel çağda, merkezi hükümetimizin de ulusal istence bağlı olması zorunludur. Çünkü ulusal istence dayanmayan bir hükümetin tepeden inme ve kişisel kararlarına ulusça uyulmayacağından başka, bu kararların dışta da geçerli olmadığı ve olamayacağı şimdiye dek görülen eylemler ve sonuçlarıyla kanıtlanmıştır. Bu nedenle ulus, içinde bulunduğu kaygı ve sıkıntılardan kurtulmak çarelerine doğrudan başvurmak zorunda kalmadan, merkezi hükümetimizin Ulusal Meclis’i hemen ve hiç zaman yitirmeden toplaması, böylece vatan
ve ulusun yazgısı hakkında alacağı bütün kararları Ulusal Meclis’in denetimine sunması zorunludur.
8. Vatan ve ulusumuzun karşılaştığı zulüm ve elemlerle ve tümüyle aynı ülkü ve amaçlar, ulusal vicdandan doğan vatansever ve ulusal derneklerin birleşmesinden oluşan genel kitleye bu kez “ANADOLU ve RUMELİ MÜDAFAA-İ HUKUK CEMİYETİ” adı verilmiştir.
Bu Dernek, her türlü particilik akımlarından ve kişisel ihtiraslardan tümüyle arınmış
ve aklanmıştır. Tüm Müslüman yurttaşlarımız bu Derneğin doğal üyelerindendirler.
9. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği’nin 4 Eylül 1919’da Sivas’ta toplanan genel kongresi tarafından kutsal amaçları izlemek ve bütün örgütü yönetmek için bir “Temsil Kurulu” seçilmiş ve köylerden il merkezlerine dek bütün ulusal örgüt birleştirilmiş ve güçlendirilmiştir.

GENEL KONGRE KURULU / 11 Eylül 1919, Sivas

Gelelim 11 Eylül 2007’ye..

İşte böyle 11 Eylül 2007’de Türkiye’de yaşayan değerli yurttaşlar..

Borçlar 410 milyar dolara tırmanmış, sıcak para denen dünyanın en yüksek faiziyle döviz açığını örtmek için “taştan kan çıkarırcasına” Türkiye’de güçlükle tutulan 100 milyar dolara yakın açgözlü serseri sıcak para, gerçekte % 20’leri bulan işsizlik, gelir dağılımı yeryüzünün en adaletsizlerinden, en az ¼’ü yoksullaştırılmış, en az 1 milyonu aç, 75 milyon nüfuslu, kalabalık ama niteliksiz bir nüfus. Sağlık ve sosyal güvenlik, eğitim, konut, yer yer güvenlik ve adalet gibi en temel kamu hizmetleri özelleştirme yaftasıyla yabancılaştırılmış. Bankaları, borsası, sigorta kurumları giderek vatan toprakları ve de nehirleri satılığa çıkarılmış taşı toprağı sözde kutsal vatan.. Her gün şehitlerimiz..

Okulda kalma süresi ortalama 4 yıl.. Adına terör örgütü denen bir maşa örgüt, AB-D’nin taşeronu olarak ülkeyi bölmeye çabalamakta, ülke düşük-orta yoğunluklu bir savaşta son çeyrek yüzyıldır.. Medyanın satılık kesimi, örneği görülmemiş bir dezenformasyona cansiperane soyunmuş. Kahpece psikolojik savaş teknikleriyle adeta afsunlanmış, sosyal paralizi (felç) hatta sosyal şizofreni içinde bir toplum; sözde demokratik seçimlerle siyasal tercihte (!?) bulunarak 22 Temmuz 2007’de ülkeyi karanlık bir tabloya sürükleyen siyasal kadrolara artan bir oy oranıyla iktidarı sunuyor.. Adı da demokratik meşru seçimler oluyor.. Hayır, asla, bu düpedüz postmodern bir emperyalist darbe!

Ülkenin en ivedi, 1. gündemi Anayasa değişikliği mi? Yoksa kocaman bir gündem oyunu mu? Üstte tanımlanan ekonomik-politik-askeri-ticari-kültürel… kuşatma ivedi ve canalıcı sorun değil mi?

Sivas Kongresi’nin aziz kahramanları mezarlarında kahroluyorlardır hiç kuşku yok..

O kahraman insanlara yaraşır olmak ve ruhlarını azaptan kurtarmak için
tüm ulusal güçlerin ayağa kalkma zamanıdır!

Haydi Türkiye, silkin ve kendine gel, son vuruşlar sahneleniyor..

Sakın ha geç kalma!!

Datça’dan 3 fotoğraf..

Dostlar,

2 Eylül’de Beytüşşebap’ta 10 şehit ve bu gün Balyoz tertibinin 106. duruşmasında yapılan “acı” savunmalar,
adil yargılanma hakkı olmadığından ve mahkeme tarafsız olmadığından yapıl(a)mayan savunmalar..

Gönlümüz çok buruk…

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 4.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

BALYOZ Davası 106. Duruşmasından Tarihe Düşülen Notlar…

Türkiye tarihinde sıradan bir sivil mahkeme (ama nasıl bir hukuk düzeni ise
“özel yetkili”!) tarafından tutuklanan ilk muvazzaf paşa.. Org. Bilgin Balanlı
Harp Akademileri Komutanı idi. Tutuklu olmasa idi şimdi Hava Kuvvetleri Komutanı olacaktı. Büyük olasılıkla da, Suriye karasularında düşürülen uçağımız
ve şehit edilen 2 pilotumuzla ilgili komploya -ki halkı galeyana getirip Suriye’ye savaşa sokma amaçlı idi- izin vermeyecekti. Hiçbir kurşun, roket vb. darbesi olmayan uçağımız büyük olasılıkla elektronik şifreleri bilen ABD tarafından kilitlenerek düşürüldü. Bir de stratejik müttefik değil mi? Muavenet adlı zırhlımızı da yine ABD vurup batırmadı mı? (4 Mayıs 1996, 5 şehit!)
Türkiye’nin ne denli ağır ve dönüşümsüz bedeller ödediği çok açık değil mi?
Tüm bunlar NATO’ya teslim oluşun bedelleri. Üstüne bir de BOP çıkarıldı, Türkiye’yi tepe tepe kullanıyorlar..
Org. Bilgin Balanlı, 31 Mayıs 2011’den beri 16 aydır Hasdal Askeri Ceza ve Tutukevinde tutsak. Çok yazık. Bunları yapanlar nasıl bir vicdanla içlerine sindirecek acaba? Hangi tür psikolojik savunma düzeneklerini (mekanizmalarını) kullanacaklar, bir hekim olarak hem anlamakta çok zorluk çekiyor hem de
çok merak ediyorum bilimsel bağlamda.
Dr. Ahmet Saltık, 4.9.12, Datça, www.ahmetsaltik.net

Dostlar,

Yorumsuz olarak size sunmak istiyoruz..

Özellikle, son Yüksek Askeri Şura’da YAŞ üyeliğine (kızak kadro) kaydırılan Hava Org. Bilgin Balanlı’nın son savunmasından 9 ay sonraki şu sözleri çok ama çok düşündürücü:

“Ne değişti? Sahte dijital kayıtlarda tespit edilen sahteciliklerin sayısı
2000’e yaklaştı, sahtecilikleri bilimsel olarak ispatlayan rapor sayısı 20’yi geçti,
mahkemenin dinlediği tanıklar ‘Balyoz’u görmedik, duymadık’ dediler.
Haksızlık ve hukuksuzlukların boyutu avukatlarımızla birlikte Baro’nun da
tepkilerine neden oldu.”

İbretle okunması gerek.

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 4.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================================================================

Balyoz davasında tutuklu sanık YAŞ üyesi Orgeneral Bilgin Balanlı, duruşmada
25 Mart 2005 tarihinde gerçekleştirilen “Bayrağa Saygı” yürüşüşünde dönemin
7. Kolordu Komutanı olan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel ile çekilmiş fotoğraflarını gösterdi. Davada adil yargılanma şartları ve savunma yapma imkanı bulunmadığı için savunma yapmayacağını söyledi. Mahkeme heyeti, tüm sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar verdi.

Cumhuriyet- İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Silivri Cezaevi Yerleşkesi bitişiğindeki duruşma salonunda yapılan davanın 106. duruşması yapıldı.
Başkan Ömer Diken’in iddia makanının esas hakkındaki mütalaasına, tanık beyanlarına ve delillere ilişkin son savunmalarını sorduğu sanıkların çoğu dün de avukatları salonda bulunmadığı, usül hükümlerine uyulmadığı gerçekçesiyle savunma yapamayacaklarını
ifade etti.

YAŞ üyesi, eski Harp Akademileri Komutanı Hava Orgeneral Bilgin Balanlı,
savunmasını yapmasından bu yana 9 ay geçtiğini belirterek “Ne değişti?
Sahte dijital kayıtlarda tespit edilen sahteciliklerin sayısı 2000’e yaklaştı, sahtecilikleri bilimsel olarak ispatlayan rapor sayısı 20’yi geçti,
mahkemenin dinlediği tanıklar ‘Balyoz’u görmedik, duymadık’ dediler.
Haksızlık ve hukuksuzlukların boyutu avukatlarımızla birlikte Baro’nun da
tepkilerine neden oldu.” diye konuştu.

Haklı taleplerin hiçbir gerekçe gösterilmeden reddedildiğini ifade eden Balanlı, Eskişehir’deki Bilvanis Çiftliği’ne ilişkin iddiaları çürüten raporun da mahkemede okunmadığının altını çizdi.

Necdet Özel ile fotoğraf

Balanlı, Chronical adlı bir dergide hakkında Aralık 2010 tarihinde yayınlanan ve mahkeme kararı ile tekzip ettiği bir yazı yayınlandığına dikkat çekerek “İftiralarla dolu yazı içinde yayınlanan bir resimde benim ve eşimin Cumhuriyet mitinglerine katıldığımız ileri sürülüyordu. Bu yalan ve iftira ile ilgili olarak daha önce vermek istemediğim bir detayı şimdi vermek istiyorum” dedi. Salondaki perdeye slaytları yansıtan Balanlı, bu fotoğrafların 25 Mart 2005 tarihinde Diyarbakır’da Bayrağa Saygı Yürüyüşü’nde çekildiğini söyledi. Balanlı şöyle devam etti:

“Önde bando, arkada şehrin önde gelen bürokratları vardı. Saygı duruşunda ise şimdiki Genelkurmay Başkanı dönemin 7. Kolordu Komutanı Korgeneral Necdet Özel de vardı. Umuyorum komplocular ve işbirlikçileri biraz utanma duyguları varsa utanmışlardır. Genelkurmay Başkanı’nın fotoğrafını kanıt dahi olsa bir mahkemede kullanmayı uygun görmemiştim. Ne de olsa bir Genelkurmay Başkanı. Ama şu an itibariyle uygun görüyorum.”

Önde bando, arkada şehrin önde gelen bürokratları.. Saygı duruşunda şimdiki Genelkurmay Başkanı dönemin 7. Kolordu Komutanı Korgeneral Necdet Özel..
25 Mart 2005, Diyarbakır

Taraflı tutum

Balanlı, mahkemenin “taraflı tutumu ve aldığı ara kararlarıyla sanıklar lehine gelişebilecek hiçbir duruma izin vermeyeceği”nin anlaşıldığını söyledi. “Bu nasıl bir hukuk, nasıl bir adalet. Ben şahsen anlayabilmiş değilim.” diyen Balanlı, delillerin tartışılması safhasının atlandığının altını çizdi.

Balanlı, “Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ilgili hükümleri ihlal edilerek savunma hakkımın engellendiğini ve avukatsız olarak savunma yapmaya zorlandığımı değerlendiriyorum. Adil yargılanma şartlarının sağlanması ve taleplerimin karşılanmasından sonra avukatımın da katılımı ile savunma yapacağım.” dedi.

Fenerbahçe Stadı’nın havadan denetimi

Pilot Kurmay Yarbay Süleyman Namık Kurşuncu, savunmasında, darbe planı yapıldığı iddia edilen 2003 yılında Harp Akademisi’nde öğrenci subay olduğunu ifade ederek “Fenerbahçe Stadyumu’nun havadan kontrolü gibi icrası imkansız bir eyleme ilişkin toplam beş satırlık imzasız bir veri ile suçlanıyorum” dedi.

Bir stadın havadan kontrolünün dünya havacılık literatüründe olmadığını ifade eten Kurşuncu, “Balyoz davası doğaüstü bir davadır. Yerçekimi kanunu tanımaz. Bu davada insan uçar, kanatlıdır. Bu sebeple havadan kontrolü gereklidir. Türkiye’nin uçan gardiyanlıkla suçlanan ilk vatandaşıyım” diye konuştu.

Şike davasında yargılanan Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım ile aynı gün Beşiktaş’ta savcılıkta ifade verdiğini anlatan Kurşuncu, şunları anlattı:
“Bazı sanıkların avukatlık ücretlerinin Aziz Yıldırım tarafından karşılandığı iddiaları bulunmaktadır. Fenerbahçe Stadı’ndan bir tek ben suçlanmaktayım. Sayın Başkan ile
aynı gün Beşiktaş Adliyesi’nde ifade verdik. En masum duygularım ile tesadüf olduğunu düşünüyorum. Karşılıklı ‘geçmiş olsun’ gibi insanı konuşmalar dışında bir diyaloğumuz olmadı. Bu komploda Fenerbahçe Stadyumu’nun havadan kontrolünün sağlanması fantezisi, böyle uçuk bir iddianın gündeme gelmesi kulübün marka değerinden yararlanmak ve dikkat çekip bu dava üzerinde de Fenerbahçe Spor Kulübü’nü ve TSK’yi karalamak içindir.”

Emekli Albay Dursun Çiçek de konuşmasında savunmanın taleplerinin binde 5’inin bile karşılanmadığını, iddia makamının taleplerinin % 99.9 karşılandığını söyledi.
Çiçek savunma yapmayacağını açıkladı. Deniz Kurmay Albay Murat Saka ise mahkemenin tanık olarak dinlenmesi taleplerini reddettiği emekli Orgeneraller Hilmi Özkök ve
Aytaç Yalman’a şöyle seslendi:

“Bu salonda söyleyecekleri hakikatlerin biraz daha aydınlığa kavuşmasına imkan sağlayacakken kendi iradeleriyle bu görevi yerine getirebilecelerini bildikleri halde neden hala o cesareti ve erdemli davranışı göstermezler? Şahitliği kim gizlerse onun kalbi ağır bir günah içindedir. Bu davranış zalimler topluluğuna destek vermek değil midir? Hakikatleri saklayanlar da kul hakkı almadılar mı? Vicdanlarının sesi onlara da rahatsızlık vermeyecek midir?”

Tutukluluklarının devamına…

Balyoz davasına bakan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi, YAŞ üyesi Orgeneral Bilgin Balanlı, emekli Orgeneraller Çetin Doğan, İbrahim Fırtına, Ergin Saygun, Oramiral
Özden Örnek’in de aralarında bulunduğu 250 sanığın tutukluluk hallerinin devamına
karar verdi.

Mahkeme “kuvvetli suç ve kaçma şüphesi” gerekçeriyle tahliye taleplerini reddederken “Adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağına ve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğuna” hükmetti. Toplam 365 emekli ve muvazzaf askerin yargılandığı dava
20 ve 21 Eylül tarihlerine ertelendi.

Mahkeme ara kararında “Herhangi bir yasal engel çıkmaması halinde dosyanın karar aşamasında bulunduğuna” dikkat çekerek, sanıkların bulunduğu cezaevlerine “Acil müdahale gerektiren hastalıklar dışında belirlenen duruşma tarihlerinde sanıklar için hastanelerden tetkik ve tedavi amaçlı randevu alınmaması, revire çıkmak isteyenlerin
bu isteklerini duruşma saatleri dışında yerine getirilmesi, revir doktorlarının çalışma saatlerinin buna göre düzenlenmesi” doğrultusunda yazı yazılmasını kararlaştırdı.

Mahkeme kararında “Hasta olmaları nedeniyle istirahat olan sanıkların hayatları bakımından sakınca oluşturmaması halinde İl Sağlık Müdürlğü’nden temin edilecek doktor ve sağlık personeli refakatinde ambulans ile duruşmaya getirilmelerinin istenmesine” hükmetti.

Mahkeme, suçtan zarar görme ihtimalleri nedeniyle Mesut Göğebakan ve Alaattin Kaya adlı kişilerin katılma talebinin kabulüne karar verdi.

Mahkeme avukatların mazeret dilekçelerine ilişkin “Dosyanın gelmiş olduğu aşama nazara alındığında duruşmayı uzatma amaçlı olduğu değerlendirildğinden reddine” şeklinde
karar verdi.

Mahkeme avukat Hüseyin Ersöz’ün dilekçesinin ekinde sunduğu pulun iadesini kararlaştırdı.

Mahkeme 28 Subat soruşturmasından tutuklu bulunan Korgeneral Tevfik Özkılıç’ın
bir sonraki duruşmada hazır edilmesini istedi.

Hukukçu cinliği

Tutuklu sanık Hakim Ahmet Zeki Üçok, Mahkeme Başkanı Ömer Diken’in delillerin tartışılması evresini atladiğini ifade ederek şöyle konuştu:

“Başkan, yasalara ve Yargıtay Ceza Genel Kururlu kararına rağmen yaptığı ihlali ara kararı ile daha doğrusu hukukçu cinliği yaparak örtmeye çalışmıştır. Sayın başkanın yaptığı hukuk cinliği nedir? Başkan, esas hakkındaki mütalaayı, delillerin tartışılması aşaması ile aynı anda uygulatmaya çalışmaktadır. Bu tür hukuk ihlalleri, yasayı etrafından dolanma gayretleri aileleriyle beraber binleri bulan bu suçsuz insanların hukuk yolu ile iğfal edilmeye çalışılmasından başka bir anlama gelmez.”

Üçok, Başkan Ömer Diken’e “Bu tür kandırmacalar hukuk etiğine sığmadığı gibi sizin gibi yıllarını hukukun çileli dehlizlerinde harcamış bir yargıca uymaz. Bu hukuku dolanma gayreti ne yazık ki tüm sanıklarda adil yargılanmadıkları duygusunun oluşmasındaki
en önemli kırılma anı olmuştur.” diye hitap etti.

Erk değişir

Ahmet Zeki Üçok, tutuklu sanık emekli Albay Ali Türkşen’in “Yarın erk değişir
siz de yargılanırsınız” sözlerinin mahkeme heyetince yanlış anlaşıldığını söyleyen Üçok, şu açıklamada bulundu:

“Ben Hava Kuvvetleri Başsavcısıydım. Karargah Evleri soruşturmasını yürüttüm,
MİT Müsteşarı’nı ifadeye çağırdım. Sonra erk değişti, hakkımda 74 ayrı suçlamayla,
7 ayrı ağır ceza mahkemesinde davalar açıldı. Yani yarın erk değişir, siz de yargılanabilirsiniz, hem de öyle abuk sabuk şeylerden ceza alırsınız ki, benim gibi… Çocuk size bunu söylemek istedi.”

Yasak yöntemler

Tutuklu sanık Hakim Ahmet Zeki Üçok, adil yargılanma hakkının daha soruşturma safhasında ihlal edildiğinin altını çizdi. Üçok, “İstanbul Emniyet Müdürlüğü mensubu polislerin hazırladıkları fezlekeyi hemen hemen hiç değiştirmeden, yazım ve imla hataları dahil iddianame olarak sunması, savcılık makamının kolluğun etkisi altında kaldığı imajını yaratır. Kamuoyunda hakim olan, Balyoz tertibinin belli bir cemaate mensup olduğu iddia edilen kolluk güçlerinin hazırladığı algısını da güçlendirir.
Bu nedenle de sanıkların, adil yargılanma haklarının yargı camiasının dışındaki güçler tarafından engellendiğini düşünmelerine sebep olunabilir.” diye konuştu.

Diken’in açıklamaları

Üçok’un savunmasını tamamlamasının ardından Başkan Diken, 19 Nisan 2012 tarihli duruşmada sanıklara “Kıçını dönüp oturuyorsunuz.” sözlerine ilişkin şu açıklamayı yaptı:

“Biz duruşmalarda nezaket çerçevesinde davrandık. Ancak bazı sanıklardan nezaketsiz tutumlar ile karşılaştık. Bazen sinirler geriliyor. Bir sanığın, kezlerce uyarmama rağmen mahkemeye karşı çok çirkin bir oturuş tarzı vardı. O gün ağzımdan o kelime çıktı. Ben de çok hoşnut değilim. Sizlere hakaret etmek, rencide etmek gibi bir niyetimiz olmadı.”

4 Eylül 2012, http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=363404

Bizden olanlar…

Prof. Dr. SELÇUK EREZ
www.selcukerez.com

Bizden olanlar…

Eskiden de söylerdi:

– En üst belirleyici İslamın ilkeleridir. Her şey ona göre belirlenir.

– Referansım İslamdır!

Geçenlerde de söyledi:

– Arakan Bölgesi’nde yaşanan insanlık dramına sessiz kalamayız.

Müslümanların katledilmesine, tehcirine uluslararası toplum seyirci kalmamalı!
Referansımız belli bir inanç sistemi olarak tanımlanınca, kimin yardımına koşacağımız, kimlerin felaketine “geçmiş olsun!” demekle yetineceğimiz de belirlenmiş olur; böylece, sadece sınırların ötesinde değil, yurtiçinde de kimin bizden olduğu, kimin de olmadığı da saptanmış olur.

Bizden olmayanı kim, nasıl tanımlar? Bizden olmayanı aslında biz tanımlarız, kendimizi tarif ederek tanımlarız:

“Gülliver’in Seyahatleri” romanında Liliputlular, katı yumurtaların, kalın uçlarından kırılması gerektiğini savunurlar. Böylece, bunun tersini, yani yumurtaların, sivri uçlarından kırılması gerektiğini savunan “Blefuscu”lar, hemen “öteki” oluverirler.
İnsan gruplarını kim, neden birbirlerinden ayırmak, uzaklaştırmak ister?

İnsanlar değil, onları bir arada, güdümlerinde tutmak isteyen güçlüler,
cemaatlerini yitirmemek, ardından gidenlere fire verdirmemek için yapar bunu.
İktidarda olan, kendisini tanımladığında, bize, “Bana bak, işte böyle olmalı” mesajını her gün, felakete uğrayanlara yardım ederken, üniversitelere cami yapılmasını önerirken, yılbaşı kutlamalarına karşı olduğunu açıklarken vb.
değişik şekillerde tekrar ettiğinde; halkın önemli bir bölümünün kendi ülkelerinde yabancılaşmasına, ötekileşmesine yol açar!

Ortaçağda ve öncesinde belki yararlı olan bu ayrışım, bugün ne sağlar?

Zarar verir.

Bu, çağımızda iyice kavranmış, yönetenlerin laik davranmaları, topluma durmadan
“ben böyleyim, böyle olunmalı!” mesajı verilmemesi, farklı olanın öteye itilmemesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

“Hem laik, hem Müslüman olunmaz. Ya Müslüman olacaksın, ya laik. İkisi bir arada olunca ters mıknatıslanma yapar. Mümkün değil, ikisi bir arada olamaz.”
diyen bunu pek anlamış sayılmaz.

Bu şekilde konuşuldukça, kendini böyle tanımlamayı sürdürdükçe,
“Ben yalnızca bana oy verenleri değil hepsini temsil ediyorum.” sözleri lafta kalır.
Şu farklı gruba, değişik inanç sahiplerine davulla, zurnayla açılımlar düzenlemek de gösteriden öteye geçmez, yurttaşlarının önemli bir bölümünü giderek yabancılaştırmış olursun.

Bu demokrasi ile bağdaşmaz, bugün tarifine uymayanların, yarın böyle tariflerin
ne kadar yanlış olduğunu anlayacakların senden uzaklaşmalarına yol açar.

Bu da aslında memleket için pek fena olmaz! l

(Cumhuriyet PAZAR Dergi 02.09.2012)

Hijyen girmeyen eve kanser giriyor

Hijyen girmeyen eve kanser giriyor

Biri onkolog, diğeri çene cerrahı. Baba/oğul ikisi de doktor, ikisi de Gökhan Töre!
Çene cerrahı olan oğul Töre:

“Diş fırçalamayan bir toplumuz. Ağız hijyeni eksikse, ağız boşluğu kanserleri riski artar”; baba Töre ise “Türkiye’de kullanılan yıllık tuvalet kâğıdı kişi başına iki rulo, yani ülkenin % 80’i tuvalet kâğıdı kullanmıyor. Bırakın diş fırçalamayı, adam önce poposunu yıkamıyor.” diyor.

Prof. Dr. G. Gökhan Töre, “Radyasyon Onkolojisi” alanında Türkiye’nin en iyi beş doktorundan biri. Eğitimine, kadın hastalıkları ve doğum ihtisasıyla başlamış,
radyasyon onkolojisi uzmanlığı ile devam etmiş. Çapa Tıp Fakültesi’nde jinekolojik onkoloji ve brakiterapi dallarının gelişiminin öncülerinden. Hukukçu ve sanatçı bir aileden geliyor. Bedri Rahmi Eyüboğlu, büyük dayısı. İstanbul hanımefendisi bir kadınla evli, Nihal Töre. O da kanser hastalarının tedavisiyle ilgilenmiş; uzun yıllar onkoloji merkezi yöneticiliği yapmış. Bir oğulları var, Gökhan Töre. Ağız, diş, çene cerrahı ve implant uzmanı. Fulya Acıbadem Hastanesi’nde çene cerrahı olarak çalışıyor.

Merhum Sakıp Sabancı’dan, İbrahim Tatlıses’e uzanan hasta yelpazesinden dolayı ünü, kulaktan kulağa yayılmış. Yüksek lisans tezi, ağız kanserleri üzerine.

Baba/oğul Töreler: “Sigara, alkol, genetik ve yaş faktörlerinin yanında hijyen,
kanserde unutulan önemli bir unsurdur.” diyor!

– Kanserin oluşumunu tetikleyen faktörler var, ama sebebi bilinmiyor, değil mi?

Baba G. Töre:

Dünya üzerinde en fazla ölüme sebep olan hastalıklar kalp ve damar hastalıklarıdır.

Kazaları ve afetleri saymazsak “kanser”, toplum sağlığını tehdit eden hastalıkların başında gelmektedir.

Ancak sebebini bilmiyoruz.

Şimdiye kadar açıklanan sebeplerin hiçbiri bilimsel esasa dayanmıyor.

Kanserin oluşmasını tetikleyen etmenler var, en başta da sigara.

Sigara, akciğer kanseri oluşumu riskini artırır. Çevresel koşullar da önemli tabii. Örneğin kentlerde yaşayan kadınlarda meme kanseri, kırsalda yaşanlardaysa cilt kanseri daha çok görülür.

Sonra besin faktörü var. Besin kalitesi bozulduğu için besinleri bir yığın kimyasallarla birlikte tüketiyoruz. Ancak tüm bunlar kanserin oluşum riskini artıran faktörlerdir. “Bunlar kanser yapıyor” diyemeyiz. Açıklamaların hepsi birer tahminden ibarettir.

Genetik faktörlere gelince; meme, yumurtalık ya da kolon kanserlerinin ailede görülmüş olması yalnızca riski artırır.

– Yaş föktörü de etken değil midir?

Baba G. Töre: Yaş ilerledikçe oluşan kanser tipleri var, örneğin prostat ya da rahim kanseri. Rahim kanseri iki türlüdür: Rahim ağzında ve gövdesinde oluşan. Birincisi genç kadınlarda görünür, sık partner değiştirenlerde mesela. Diğer tür ise menopozdan sonra olur. Ancak 22 yaşında meme kanseri olan genç kadınlar da var. Kısacası genel olarak kanser türleri için kesin bir tanım getiremeyiz.

– Bir röportajınızda “Türkiye’de kullanılan yıllık tuvalet kâğıdı kişi başına 2 rulo. Yani ülkenin % 80’i tuvalet kağıdı kullanmıyor. Bırakın diş fırçalamayı, adam önce poposunu yıkamıyor..” diyorsunuz. Hijyenin kanserle bağlantısı nedir?

Baba G. Töre: Düşük hijyen olan ülkelerde birtakım kanser türleri çok görülür.
Örneğin sünnetsiz toplumlarda penis kanseri çok görülür. Kadınlarda da pislikten
rahim ağzı kanseri olur. Ağız hijyeni olmayan insanlarda da ağız kanserleri
daha sık görülür.

Oğul G. Töre: Kötü yapılmış protezler, dolgular, travma oluşturduğu için kansere
yol açar. Tütün ya da sigara dumanı dudak kanserini tetikler, alkolle birleşirse
risk artar. İnsanlar diş hekimlerine gidiyor, ama ağız boşluğu muayenesi yaptırmıyor. Çürük dişten öte, dil, diş, damak her şeye bakılmalı.

– Kanser tedavinde gelinen son nokta nedir?

Baba G. Töre: Kanserde üç ana tedavi yöntemi var; cerrahi, ışın ve ilaç tedavisi.
İlaç tedavilerinde yenilik, hedefe yönelik tedavilerin uygulanıyor olmasıdır.
Yani klasik kanser ilaçlarında, kanser hücreleri ölürken, normal hücreler de
zarar görüyordu. Yeni üretilen ilaçlarda bu yan etkiler mümkün olduğu kadar azalıyor. Hâlâ ideal noktada değiliz, ama umutluyuz.

Oğul G. Töre: Yıllık ağız muayenesi, dişeti bakımı, çürüklerin tedavisi, uygun protez ve dişsiz bölgelere implantların yapılması çok önemlidir. Ağız kanserleri ileri yaşlarda daha sık görülüyor. Çünkü insanlar dişlerini fırçalamıyor. Kanseri ne kadar erken yakalarsak o kadar önemli. Tedavi kısmına gelirsek biz cerrahi olarak müdahale ediyoruz. Çene, dil, dudak; kanser neredeyse o bölgeyi alıyoruz. Sonra plastik cerrahi o bölgeyi yeniden yapıyor. Bu sıkıntılı bir süreç, çünkü hasta en iyi hale gelene dek kezlerce ameliyat olabiliyor. (Cumhuriyet PAZAR Dergi 02.09.2012)

Eğitimde karmaşa büyük

Eğitimde karmaşa büyük

Sil baştan şekillenen sistem, okulların açılmasına sayılı günler kala
SOS veriyor!

© Okullar, 4+4+4 yasası ile yeni baştan düzenlenen eğitim sisteminin getirdiği sorunların gölgesinde açılırken eğitimciler; kaygılarını,

“Henüz müfredat bile belli değil, öğretmen, sınıf, sıra, kitap ve en kötüsü
bütçe yok.” diyerek dile getiriyor.

4+4+4 yasası ile sil baştan biçimlenen yeni eğitim sistemi, ilkokul 1. sınıfların uyum eğitimine alınacağı 10 Eylül’de fiilen uygulanmaya başlanacak.

Ancak Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) genelgeleri, yönetmelik değişiklikleri,
haftalık ders saati çizelgeleri dışında, sisteme ilişkin somut bir veri bulunmuyor. Hesaplamalar, tahminler, tartışmalar öğrencilerin, velilerin, öğretmenlerin,
okul yöneticilerinin kaygısını artırıyor.

Okulların açılmasına kısa bir süre kala “Kaç okul ikili eğitime geçecek,
sınıflar kaç kişi olacak, okullar ve sınıflar 5-5 buçuk yaşındaki öğrencilere
uygun olarak düzenlenecek mi, ders saatlerinin artırılması çocukları
uykusuz bırakacak mı?” gibi çok sayıda soru hâlâ yanıt bekliyor.

Sendikalar, sivil toplum kuruluşları, uzmanlar yeni sistemi istemiyor
ya da ertelenmesini talep ediyor. (Cumhuriyet, 03.09.2012)

Beytüşşebap’ta 10 Şehit için…

Beytüşşebap’ta 10 Şehit için…

Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesinde yaşanan ve 10 askerimizin şehit olmasına yol açan vahim terör saldırısından sonra bile medyalarda hala terör örgütüyle dolaylı görüşmeler yoluyla çözüm aramayı önerenler boy gösteriyor. Abdüllatif Şener’in dün Yurt gazetesine açıkladığına göre iktidar, bazı muhalif görüş sahiplerinin listesini yapmış, bunların yandaş medyalara davet edilmesini engellemeye çalışıyor…muş…

Farklı görüş sahiplerine söz hakkı verilmeyen bir rejimin demokratik olduğu
söylenebilir mi?

Halk, gerçekleri, koro halinde iktidar yanlısı söylemleri dile getirenlerden mi öğrenecek? Tarafsızlığını kaybeden basına karşı siyasi partilerin yeterli tepkiyi gösterdiği söylenebilir mi?

Halkın henüz öğrenemediği gerçeklerden biri de şu:

Bugünkü International Herald Tribune gazetesinin haberine göre Amerika İsrail’in yakında İran’daki nükleer tesislere bir hava saldırısında bulunmasından kaygı duyuyormuş.
Bu bağlamda Katar’da füze kalkanı projesinin radar tesislerinden birini inşa ediyormuş. Yakında tamamlanacak olan bu tesisin Türkiye ve İsrail’deki füze kalkanı radarlarıyla birlikte çalışacağı ve İran’ın İsrail’e karşı muhtemel bir füze saldırısının önlenmesine destek olacağı bildiriliyor.

Hani Türkiye’deki radarın İsrail’le bir ilgisi yoktu.
Hani bu radar sadece NATO’yu korumak için konumlandırılmıştı?

Gerçekleri halkın gözünden bir süre için saklamak mümkündür ama sürekli olarak değil…

İsrail’i muhtemel bir saldırıdan korumak için bu kadar özen gösteren Amerika acaba bölgedeki tek NATO müttefiği Türkiye’nin Kuzey Irak’taki terör kaynağını karadan
bertaraf etme girişimlerine niçin hala karşı çıkıyor?

Her gün çok sayıda evladını şehit veren Türk milleti artık haksızlığa uğramak istemiyor.
Bölgeyi kasıp kavuran yangın Türkiye için çok ciddi bir tehdit haline geldi.
Bu konuyu günlük siyasal polemiklerle geçiştirmek artık mümkün değildir.

Sorumluluk taşıyan herkes, başka siyasal hesapları bir yana bırakıp, milletin büyük çoğunluğunun sesine kulak vermeli ve Cumhuriyet karşıtlarının, marjinal siyasetçilerin
ve onların destekçilerinin peşinden gitmekten vaz geçmeli ve gereken adımları
Atatürk’ün tam bağımsızlık ilkesi doğrultusunda cesaretle atmalıdır.

Saygılar, sevgiler. 3.9.12

Onur Öymen