Günlük arşivler: 31 Temmuz 2012

Ekonomide daralma yaygınlaşıyor ..

CHP İstanbul Milletvekili UMut Oran

Ekonomide daralma yaygınlaşıyor

Umut Oran

AYDINLIK, 28 Temmuz 2012

CHP’nin ‘Gölge Kabinesi’nde ekonomiden sorumlu olan İstanbul Milletvekili Umut Oran, ekonomideki son gelişmeleri değerlendirdi. Sanayiinin fotoğrafını çeken “İSO 500 büyük firma araştırması” sonuçlarına değinen Oran, “Türkiye’nin 500 büyük sanayi kuruluşunun karları azalırken, borçları arttı. Her dört firmadan biri zarar yazdı. İller bazında bütçe verileri, ekonomide daralmanın ülke geneline yayıldığını gösterdi. Vergi doğuran faaliyetlerin hacmindeki daralma nedeniyle 81 ilin 63’ünde vergi tahsilatı ciddi düşüş gösterdi, diğerlerindeki artışlar da düşük kaldı” dedi.
Sanayiden turizme düşüşler var

Büyük bölümü özel sektöre ait olan kısa vadeli dış borç stokunun 100 milyar dolara dayandığını kaydeden Oran şu değerlendirmede bulundu: “İmalat sanayii kapasite kullanım oranı Temmuz’da da geriledi. Özellikle otomotivde ciddi düşüş var. İhracat bir önceki yılın aynı ayına göre geriledi. Tarımda 5, sanayide 9 olmak üzere toplam 14 sektör ihracatta kan kaybetti. Turizmde kan kaybı oldu ve yılın ilk yarısında gelen turist sayısı % 2,3 azaldı. Özellikle Fransız, İngiliz, Avusturyalı ve İtalyan turistlerde ciddi azalma yaşandı. Suriyeli ve İranlı turist ise adeta Türkiye’den ayağını kesti.”

Borsada yabancı payı

Yılın ilk altı ayında İMKB’de yerli yatırımcı sayısı 4 bin 97 kişi azalarak 1 milyon 85 bin 957’ye gerilerken, yabancı yatırımcıların sayısı 104 kişilik artışla 7 bin 836’ya ulaştığını belirten Umut Oran şunları söyledi:

“Altı ayda yerli yatırımcıların hisse senedi portföyünün değeri % 19,9 oranında 10,5 milyar liralık net artışla 63,4 milyar; yabancı yatırımcıların portföyü ise %22,7 oranında net 19,7 milyar lira büyüyerek 106,6 milyar liraya yükseldi. Borsa’da yabancıların 2011 sonunda % 62,2 olan payı bu yıl haziran sonunda %62,7’ye yükseldi.”

Dış politika ve artan riskler

Hükümetin dış politikasını da eleştiren Oran, şöyle devam etti:

“AKP’nin ekonomi politikası, AKP’nin agresif dış politikasını desteklemiyor.
Suriye ile savaş ihtimalinin beslediği risk ortamı, sıcak para girişine dayalı ekonomi politikasının altını oyuyor.

Artan risk sebebiyle parasını Türkiye’den dışarı çıkartacak olan yabancı yatırımcılar nedeniyle, Türkiye daha yüksek faizle, daha yüksek oranda kısa vadeli borçlanabilir. Yapısal kırılganlıklar sebebiyle, savaş riski arttıkça, Türkiye’de ekonomik kriz, yüksek işsizlik ve sosyal bozulma riski de artıyor.”

ALLAH’IN ÇOCUKLARI..

Em. Amiral Sayın Ertürk Türker’in müthiş bir yazısı,, mutlaka okumalısınız..
Sayın Genelkurmay Başkanı!
Biliyorum ateş altındasın.
Çıkar kafanı siperden, fırla ve koş, silah arkadaşlarının yardımına git.
Gördün Başbakan kendi adamına nasıl sahip çıktı.
Gerekirse şehit olursun, bil ki yerini alabilecek yetenekte komutanlarımız mevcut.
Sadece ettiğin askerlik yeminine sadık kal.
Korkma!
Tam 38 yıl önce bugün Kıbrıs Barış Harekatına katılarak Girne’den Anadolu’ya
yol bağlayan Mehmetçik gibi cesur ol.

E. Amiral Türker Ertürk

ALLAH’IN ÇOCUKLARI

İLK KURŞUN, 31 Temmuz 2012

Suriye Ulusal Konseyi Başkanı Abdülbasit Şeyda ya da daha doğru bir ifade ile Suriyeli teröristlerin lideri, daha çok silah ve para istiyor daha çok terör yapabilmek için. Aylık finansman gereksinimlerinin 145 milyon $ olduğunu, halbuki şu ana dek ayda 15 milyon $ aldıklarını belirtiyor ve ekliyor “ağır silahlara ihtiyacımız var.” Teröristlerin lideri Şeyda özetle “ne kadar ekmek, o kadar köfte” demek istiyor.

Reuters’ın haberine göre Adana’da gizli bir operasyon merkezi kurulduğunu, buradan Suriye’deki muhalif harekatın sevk ve idare edildiğini ve bu merkezde Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’dan askerlerin, uzmanların, istihbaratçıların 24 saat üzerinden vardiyalı olarak çalıştığını öğreniyoruz. Doha (Katar’ın başkenti) kaynaklı haberlere göre Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar Adana’daki harekat merkezinde muhaliflerin ihtiyaçlarını koordine ediyor, gereksinim duyulan silahları tedarik ediyor ve Suriye’ye intikal ettiriyor. Bu merkez kısaca kim, nerede, ne zaman, ne yapacak ona karar veriyor.

Operasyon merkezinin Adana’da kurulmuş olmasının nedeni sanırım ABD Adana Konsolosu ve İncirlik Üssü ile daha kolay eşgüdüm kurulabilmesi içindir.

Silahlar Rus malı

Suriyeli Muhaliflere gönderilen silahlar Rus malı olup bunlar karaborsadan (black market) temin edilmektedir. Silahların Rus malı olmasının en önemli nedeni muhaliflerin bu silahları tanıyor olmalarıdır. Batı üretimi silahların verilmesi durumunda ilave eğitim süresine ihtiyaç duyulacaktır.

Yine Körfez kaynaklı haberlere göre, uçağımızın düşürülmesi ve 2 şehit vermemizden sonra Türkiye’nin Suriyeli muhaliflere olan yardımı daha istekli ve canı gönülden olmaya başlamış. Desenize, uçağımızın düşürülmesine neden olan tuzak savaşa neden olamadıysa da teröre verdiğimiz desteğin şevkini artırmış.

Sevgili okurlar,

Suriye’ye müdahale Kuzey Irak’a müdahaleye benzemez. Bir anda kendimizi uzun soluklu bir çatışmanın ve bataklığın içinde buluruz. Beşar Esad’ın, Batı destekli terör nedeniyle başı beladadır. Bu terör yuvalarını yok edebilmek için Suriye’nin belli bölgelerinde kuvvet konsantrasyonu veya sıklet merkezi tesis etmeye ihtiyacı vardır. Bunu yapabilmek için de daha az tehdit olduğunu değerlendirdiği belli bölgelerde de kuvvet tasarrufu yapması gerekir.
Suriye bu nedenle kuzeyden, Türkiye sınırında bulunan Kürt bölgelerinden askeri birliklerini çekmiştir. Temizlik işi bittiğinde bu bölgelere yeniden dönecektir. Esad ayrıca bu hamleyle Türkiye’ye tehdidin büyüklüğünü hissettirmeye çalışmakta ve işbirliğine zorlamak istemektedir.

PKK, Suriye’deki kolu PYD vasıtası ile durumu istismar etmeye ve etkinliğini bu bölgede geliştirmeye çalışmaktadır. Kuzey Irak Kürt Yönetimi Lideri Mesut Barzani’nin de bu bölgeye yönelik hesapları vardır. Bölgedeki
bu güç boşluğu uzarsa ülkemizin güvenliği çok ciddi olarak
zarar görür.

Kendi mezarını kazmak olur

Bu zararı engellemenin yolu Suriye’nin kuzeyini işgal edip burada tampon bölge kurmak hiç değildir. Bu hataların en büyüğü olan kendi mezarını kazmak olur. Yapılması gereken Türkiye’deki PKK terörünün de kaynağı olan Kuzey Irak’ı kontrol altına almaktır. Bunun için Irak’ın bütünlüğünü sağlamaya çalışan Maliki ile işbirliği şarttır.

Irak Başbakanı Maliki, Barzani’nin Suriye’deki bu durumu fırsat bilerek batıya doğru genişlemek istediğini ve bölgede ABD tarafından kotarılmaya çalışılan kukla Kürt Devleti çalışmalarını bilmektedir. Maliki bu nedenle geçen hafta Kuzey Irak’a Suriye sınırını denetim altına almak için asker göndermiştir. Irak’ın sınır güvenliği merkezi hükümetin sorumluluğu altında olmasına karşın Barzani bu duruma engel olmak istemektedir. Şu anda Maliki ile Barzani arasındaki ilişkiler gergin olup her an çatışmaya doğru tırmanabilir.

Kuzey Suriye’de meydana gelen bu fiili durumla ilgili olarak Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun yakınmaya hakları yoktur.
Bu durumun nedeni kendileridir.

Bölgede bölünme, kontrol edilebilir kaos ve kukla Kürt Devleti’ni isteyenler ABD, İsrail ve ABD’nin güdümündeki Batı’dır. İstemeyenler İran, Irak, Suriye, Rusya ve Çin’dir. ABD’nin bu amaçlarına ulaşabilmek için dolaylı ve dolaysız olarak kullandığı araçlardan bazıları ise Suudi Arabistan, Katar, Arap Birliği, PKK, PYD, PJAK, Özgür Suriye Ordusu ve Suriye Ulusal Konseyi’dir. Kimle kimin işbirliği yaptığına bakarak, kimin ne yapmak istediğini sanırım anlayabilirsiniz.

 Bana sorarsanız AKP bölücüdür ve başımıza gelen tüm felaketlerden
o ve sessiz kalanlar sorumludur.

Fakat Amerikalı eski asker, edebiyatçı, politika eleştirmeni, Columbia ve Kadir Has Üniversiteleri’nde ders vermiş akademisyen James Ryan bana katılmıyor, Türkiye’deki bu durumdan Allah’ın çocuklarını sorumlu tutuyor.

Ryan’a göre Allah’ın çocukları; ikiyüzlü, çifte standart uzmanı, demokrat gözükmeye çalışan, sıfır sorun diye işe başlayan ama komşusu kalmayan, Müslüman kardeşlerine karşı kirli ve sinsi işler çeviren, Libya ve Suriye’ye ait politika değişiklikleri için avanta alan, ABD’nin uluslararası gangsteri (yasadışı işler yapan çete üyesi) olan CIA yaratıklarıdır.

Saygılar sunarım.
=============================================

Yüreğinize ve kaleminize sağlık Amiral Türker..

Dr. Ahmet Saltık
31.7.12, Ankara
www.ahmetsaltik.net

ODTÜ : Gelişmenin tek koşulu temel bilim üretmektir.. / METU : The only condition for development is producing basic science

Cumhuriyet Bilim Teknik 27.07.2012

ODTÜ Fen Edebiyat Fakültesi’nden açıklama:

‘Gelişmenin tek koşulu temel bilim üretmektir’

ODTÜ Fen Edebiyat Fakültesi Matematik, Fizik, Kimya ve Biyoloji Bölümleri, ortak bir açıklama ile sanayi ve bilgi temelli toplumlarda temel bilimlerin nasıl olması gerektiği konusunda kamuoyunu bilgilendirdiler. Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ersan Akyıldız’ın imzası ile yayımlanan açıklamada, son günlerde fen edebiyat fakülteleri mezunları üzerinde yaşanan gelişmelerin ve yapılan yorumların toplum nezdinde çok yanlış ve eksik bilgilenmeye yol açabileceği endişesi ile böyle bir girişimde bulundukları belirtiliyor.

ODTÜ Fen Edebiyat Fakültesi Matematik, Fizik, Kimya ve Biyoloji Bölümleri, son günlerde fen edebiyat fakülteleri mezunlarının öğretmen olabilme olanaklarının ellerinden alınması üzerine, toplumu temel bilimler konusunda aydınlatmak üzere bir açıklama yaptılar.
Açıklamada, “Bu uygulama ne denli kabul edilemez bir girişim ise, bu fakülte mezunlarının sanki yalnızca öğretmen olabilecekleri yaklaşımı da o denli yanlıştır” deniliyor. Fen Edebiyat Fakülteleri mezunlarının sanayide ve akademik dünyada aranan adaylar olması gerektiğine vurgu yapılıyor. Açıklamada özetle şöyle deniliyor:

Değişik bilim alanlarının matematik, fizik, kimya, biyoloji gibi temel bilgilerini içeren bilim dalları, “temel bilimler” olarak nitelendirilir. Temel bilim alanlarında yeni bilgi üretimine yönelik araştırmalar, ağırlıklı olarak, üniversitelerin matematik, fizik, kimya, biyoloji bölümlerinde yapılır. Bu bölümlerden mezun olanlar, edindikleri geniş teknik bilginin yanı sıra içselleştirdikleri “bilimsel yöntem” gereği sürekli merak eden ve sorgulayan bireyler olarak günümüz teknolojisinin hayat bulmasında her aşamada kilit rol oynamışlardır. Temel bilim, sürekli evrilerek gelişen ve biriken süreçlerin uzamıdır. Kullandığı yeni fikirler ve yöntemler daha sonra yaygınlaşarak pratiğini bulur.

MATEMATİK, FİZİK, KİMYA ve BİYOLOJİNİN ÖNEMİ

Tarih, endüstriyel ve teknolojik gelişmelerin temel bilim araştırmaları olmaksızın gerçek-leşemeyeceğinin örnekleriyle doluyken bizler bunun ne kadar bilincindeyiz? Dünyayı değiştiren kritik gelişmelerin tabanını oluşturan temel bilimlere ne kadar önem veriyoruz?

Matematik :

Uygarlığın gelişiminde büyük bir öneme sahip olan matematiğin fen bilimleri, mühendislik ve sosyal bilimlerde problemleri tanımlama ve çözmede kullanıldığını günlük hayatımızda bile sıklıkla görmekteyiz. Temel fizik yasalarının anlaşılması ve modellenmesi, organların çalışma süreçlerinin anlaşılması, genetik kodlama ve yapılanmanın anlaşılması, tıp ve biyomedikal gibi alanlarda kullanılan matematik, aynı zamanda bu alanlardaki gelişmeleri de tetikler. Belirli bir ihtiyaçtan üretilen matematik ise, daha sonraları kendisine hiç beklenmedik bambaşka uygulama alanları bulmuştur.

Biyoloji :

Biyoloji bilimindeki araştırmalar, günümüzde yepyeni gelişmelerin ortaya çıkmasına
ve insanın yaşam kalitesini arttıracak, sağlıklı yaşamasını sağlayacak tekniklerin kullanılabilmesine yol açmıştır.

Fizik :

Bütün amacı mikro, makro ve kozmolojik düzeylerde maddeyi ve onun evrenini anlamak olan fiziğe baktığımızda da, termodinamik, elektromanyetik teori, dinamik ve mekanik gibi günümüz biliminin ve teknolojisinin yapıtaşı kuramlarını daha 17. ve 18. yüzyıllarda oluşturmuştur. Böylesi bir altyapıyla artık evrende sorgulanacak ve bulunacak yeni bir bilgi kalmadığı bundan sonra yapılması gerekenin ağırlıkla biriktirdiklerini pratik uygulamalara yöneltme yanılgısına saplanmak üzere iken, 1897’de J. J. Thompson’un elektronu keşfi ile merak ve bilmek konusunda yepyeni ufuklara yelken açan insanoğlu, 20. yy’a geldiğinde Einstein’ın Görelilik Kuramını; Dirac, Bohr, De Broglie, Heisenberg, Schröedinger gibi bilim adamlarının çalışmalarıyla Kuantum Kuramını keşfetmiş ve evreni anlayabilme yolunda yepyeni ufuklar açmıştır.

Kimya :

Maddenin yapısını anlamayı hedefleyen kimya bilimi, kimyasal tepkimeler sonucunda maddenin yapısının ve özelliklerinin nasıl değiştiğini merak ederken, fizik ile diğer doğa bilimleri olan biyoloji ve jeoloji arasındaki köprüyü kurmuştur. Günümüzde, malzeme bilimi, akıllı malzemeler, polimerler gibi yüksek teknolojik araştırma ve uygulamaların ardında bu birikimin olduğunu yadsımak olanaksızdır.

VAR OLABİLMENİN TEK KOŞULU

Çağımızda insanın önündeki problemler ve toplumların gereksinimleri ancak “gelişmek için temel bilim üretmek” anlayışıyla çözülebilir. Bu çerçevede, temel bilim ile uygulamalı bilim ayrımı sanıldığı kadar anlamlı değildir. Hangi bilginin uygulanacağını ve ne türlü uygulamalara dönüşeceğini önceden kim kestirebilir?

Pek sözü edilmeyen bilim tarihi, karar alıcıların ve yöneticilerin bilimi bir gelişme ve güç kaynağı olarak nasıl desteklediklerinin örnekleriyle doludur. Bilimsel kurumları tahrip eden yöneticiler de, sonuçta bunu kendi çıkarlarını ve güçlerini korumak için yapmışlardır. Bugünün dünyasında ne yazık ki ekonomik kaygılar ve yatırımlardan bir an önce kâr sağlama isteği bilimsel kaygıların ve bilimin uzun vadeli yararlarının önüne geçmiş durumdadır.

Sonuç olarak :

Çağdaş toplumlarda, temel bilimsel araştırma kültürel ve ekonomik anlamda var olabilmenin tek şartıdır. Bu faaliyetler her toplum için aynı yaşamsal öneme sahip olduğundan yalnızca kimi gelişmiş toplumlara bırakılmamalı ve her toplum için öncelikli hedef olmalıdır. Aksi takdirde, küreselleşmenin “dünya düzeyinde kontrol” eğilimine boyun eğmek ve küresel ağ-yapılara sıradan konumlarda entegre olmaya zorlanmak kaçınılmazdır. Unutulmamalıdır ki, üretilen bilimsel bilgi uzun erimde (vadede) bambaşka kazanımlara
yol açabilecektir.

=========================================================

ODTÜ Fen Edebiyat Fakültesi’nin saygın Temel Bilimcilerine bu önemli uyarıları için teşekkür borçluyuz.

ATATÜRK : “Yaşamda en gerçek yol gösterici bilim ve tekniktir.”..

Dr.Ahmet Saltık
31.7.12, Ankara
www.ahmetsaltik.net

Baz istasyonları ve sağlık üzerindeki olası etkileri / GSM Base stations and potential effects on human health

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI :
ESAS NO : 2012/4-147
KARARNO : 2012/327
.. “Dava konusu tesisin cep telefonlarının kullanımı için zorunlu olduğu ve bu tesisin geniş bir kitleyi ilgilendirmesi nedeniyle kamuya hizmet vermeyi amaçladığı tartışmasız ise de insan yaşamında tehlike yaratma ihtimalinin bulunması halinde insan yaşamına, sağlığına üstünlük tanınması gerekir. Başka bir deyişle; ‘Yaşama Hakkı’ en kutsal ve birincil hak olup tehdit altında olma şüphesi dahi diğer Anayasal haklardan önce gözetilmesi gereğini doğurur. Aksi halde yaşam hakkının tehlikede olduğu bir yerde diğer tüm temel hak ve hürriyetlerin hiçbir değeri kalmayacaktır.” (Dr. Ahmet Saltık, 31.7.12, www.ahmetsaltik.net)

Cumhuriyet Bilim Teknik 27.07.2012

İlginç SORULAR

Baz istasyonları ve sağlık üzerindeki olası etkileri

SORU 1: Baz istasyonu nedir?

YANIT 1: Kaynak: Ankara Tabip Odası ve TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası “Cep Telefonları ve Baz İstasyonları Merak Edilen Sorular ve Yanıtları” başlıklı rapor
Baz istasyonları, cep telefonu kullananların ses ve görüntü dalgalarını almalarını sağlayan düşük güçlü radyo istasyonları olarak düşünülebilir. Hücre bölgelerinin her birinde bir veya daha çok baz istasyonu bulunmaktadır. Hücresel terimi, kurulan
baz istasyonlarının hücre olarak tanımlanan bölgelere ayrılması nedeniyledir. Telefon kullanıcısı bir hücreden öbürüne yer değiştirdiğinde, hücresel çağrılar da baz istasyonundan baz istasyonuna aktarılmaktadır. Antenin güç düzeyine bağlı olarak baz istasyonları, makrosel, mikrosel ve pikosel olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Makroseller baz istasyon ağında ana yapıyı oluşturmaktadır. Genellikle 35 km. mesafeyle bağlantı kurabilmektedir. Mikroseller ana ağın etkinliğinin artırılması amacıyla kullanılmaktadır. Sınırları genellikle birkaç yüz metredir. Pikoseller ise genellikle binanın içine yerleştirilen birkaç wat güçte baz istasyonlarıdır.

SORU 2: Radyo frekans radyasyon nedir, kaynakları nedir?

YANIT 2: Radyo frekans ve mikrodalga (RF/MW) radyasyon, elektromanyetik alan yelpazesinde 300 KHz ile 300 GHz arasındaki frekans bandına karşılık gelmektedir.
Radyo frekans radyasyon kaynakları arasında radyo televizyon vericileri, elektronik haberleşme araçları, uydular ve uydu istasyonları, radarlar, tıpta kullanılan bazı cihazlar, mikrodalga fırınlar, endüstriyel ısıtıcı makineler, taşınabilir radyolar,
baz istasyonları ve cep telefonları bulunmaktadır.

SORU 3: Cep telefonları ve baz istasyonlarından yayılan Radyo Frekans ve Mikro Dalga (RF/MW) radyasyonunun biyolojik etkileri nedir?

YANIT 3: Radyo frekans radyasyon etkilenimlerine bağlı olumsuz fizyolojik etkiler “elektriksel ve/veya manyetik” alanlarla ilişkilidir. Ancak etkilenim altında kalan bireydeki örselenmeler bazı özgül organ ya da vücut bölümlerinin yüksek yerel ısınmaya yol açabilecek yeterince büyük miktarda enerji soğurmasına da (absorbe etmesi) bağlıdır. Cep telefonu sinyallerinin düşük dozda bile hem canlı hayvanlarda hem de hücre kültürlerinde DNA zedelenmesine yol açtığını gösteren araştırmalarla birlikte, bir etkisi olmadığını gösteren çalışmalar da bulunmaktadır.

Cep telefonunun yaydığı radyasyonun kanser oluşturma mekanizması henüz kanıtlanmamış olsa da, pek çok bilim insanının değerlendirmesinden geçmiş ABD dahil en az 7 ülkede yapılan çalışma sonuçlarına göre cep telefonundan yayılan radyasyonun DNA kırıklarına yol açabileceği gösterilmiştir.
========================================

Raporun tümüne www.ato.org.tr adresinden erişebilirsiniz. Hazırlanmasında Ankara Tabip Odası Halk Sağlığı Komisyonu Üyesi olarak naçizane bizim de katkılarımzın olduğu raporu size birkaç gün önce sitemizde tanıtmıştık. Şimdi de bir özetine Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik ekinin yer verdiğini görüyoruz..

Bu gün sitemizde baz istasyonları hk.Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun kararına da yer verdik..

İyi okumalar.. 31.7.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
www

Köleleşmenin Derin Kamuflajı Postmodern Özgürlük

İstanbul Barosu Genel Yazmanı Sayın Av. Hüseyin Özbek’ten nefis bir yaz..
Kendisine teşekkr ederek ve kutlayarak… (Dr. Ahmet Saltık, 31.7.12)

Kolelesmenin_Derin_Kamuflaji_Postmodern_Ozgurluk

“Ne Mutlu Türk’üm Diyene !” Asla ırkçı bir söylem değil..

Asla ırkçı bir söylem değil; tersine birleştirici ve emperyalizme yem olmamak için birlik çağrısı..
ATATÜRK : “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir..”
Böylesi bir millet dayanışması emperyalizmin işine gelmediğinden, en temel birleşme ögelerimiz elimizden alınarak ayrışmamız isteniyor.. (Dr. Ahmet Saltık, 31.7.12)

Baz İstasyonları Hakkında Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı

BAZ İSTASYONLARINA YARGITAY FRENİ
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, aldığı bir kararla Baz İstasyonlarının sağlığa olası zararlı etkileri nedeniyle yerleşim yerine kurulumunu engelledi. Gerekçeli kararda özetle şu ifadelere yer verildi: Anayasa tarafından korumaya alınan “yaşama hakkı”, “haberleşme hürriyeti” ve “mülkiyet hakkı” gibi temel haklar arasında bir çatışma meydana gelmesi halinde bu durumun, yargılama makamları tarafından hassasiyetle değerlendirilmesi ve çatışan yararlar arasında öncelik düşüncesine dayalı bir denge kurulması gerekir.
Dava konusu tesisin cep telefonlarının kullanımı için zorunlu olduğu ve bu tesisin geniş bir kitleyi ilgilendirmesi nedeniyle kamuya hizmet vermeyi amaçladığı tartışmasız ise de insan yaşamında tehlike yaratma ihtimalinin bulunması halinde insan yaşamına, sağlığına üstünlük tanınması gerekir.
Başka bir deyişle; “Yaşama Hakkı” en kutsal ve birincil hak olup tehdit altında olma şüphesi dahi diğer Anayasal haklardan önce gözetilmesi gereğini doğurur. Aksi halde yaşam hakkının tehlikede olduğu bir yerde diğer tüm temel hak ve hürriyetlerin hiçbir değeri kalmayacaktır. (http://www.istanbulbarosu.org.tr, 31.7.12)
=======================
Teşekkürler aın Yargıtay Hukuk Genel Kurulu..
Dr. Ahmet Saltık
31.7.12, Ankara
www.ahmetsaltik.net

Baz_istasyonlari_hakkinda_Yargitay_Hukuk_Genel_Kurulu_Karari

Başbakan RT Erdoğan hayal dünyasında.. önce kendini kandırıyor..

Başbakan RT Erdoğan hayal dünyasında.. Realiteden kopmuş durumda.. Çok tehlikeli bir durum.. Suriye’de uçağını düşüren ülkeye, bunu bile bile ziyarete gidiyor ve sorunu açıkça dile getirmiyor.. Şakası, esprisi bile olamayacak bir öneri götürebiliyor.. Bizi Şanghay 5’lisine üye alın.. diyor.. Halbuki bu örgüt epeydir (2001’de Özbekistan’ın katılımı ile) 6 üyeli.. Putin, Obama’dan geri kalmayarak, “office boy” çağırır gibi 2 eliyle T.C. Dışişleri Bakanını yanına çağırıyor.. Üstelik Prof. olan Davutoğlu adeta egzersizli, hızla intikal ediyor Putin’in yanına.. Tüm bunlar hayra alamet değil.. Türkiye bu ağır tabloya daha fazla tahammül edemez. Ülke bu denli çaresiz değil.. Ahmet Saltık, 31.7.12

Bravo Melike Demirağ! Silivri’de “Arkadaş” Şarkısı..

Bravo Melike Demirağ.. Ergenekon tutsakları ile insanca bir dayanışma sergilediği için.. Onlara, “yapabileceği” bir eylemle -şarkı söyleyerek- destek olduğu için.. Balbay, Özkan, Perinçek, Ersöz, Başbuğ vd. nin gençliklerinin “hit” parçası ile, çok anlamlı iletisi “ARKADAŞ” ile içtenlikle katkı verdiği için.. Enstrümansız, duru sesiyle ortalama 5 yıldır tutuklu yargılanan dostlarımıza (Sözde Ergenekon davası
12 Haziran 2007’de başlatılmıştı!) moral kaynağı olduğu için.. Biz de “Sağol Melike ARKADAŞ!” diyoruz.. Dayanın arkadaşlar, şafak patladı patlayacak.. 6. yılına girdi dava. Daha ne denli uzatacaklar? Duruşma sayısı 210ları aştı. Uzatmalar oynanıyor. Beden ve ruh sağlığınızı korumaya çaba gösterin. “Dışarıda” daha yapacak çok işimiz var.. AYDINLANMA Devrimini tamamlayacağız, günümüzün zalimleri yarasaları da aydınlatacağız.. AYDINLANMA kazanacak.
Ahmet Saltık, 31 Temmuz 2012, www.ahmetsaltik.net

Silivri’de Melike Demirağ’dan “Arkadaş” şarkısı

Ergenekon duruşmasını Silivri’de izleyen Melike Demirağ, sanıklarla ‘Arkadaş’ sarkısını söyledi. Şarkının ardından Mustafa Balbay, “Sizden bu şarkıyı dinlemek her şeye değerdi.” dedi. Tuncay Özkan ise “Bu şarkı için bir 4 yıl daha yatabiliriz.” diye espri yaptı.

Cumhuriyet Haber Portalı / AA, 30.7.12

Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, CHP milletvekilleri
Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal ile emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ün de aralarında bulunduğu 65’i tutuklu 273 sanıklı Ergenekon davasının 211’inci duruşması başladı.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nce Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi’nde oluşturulan salonda görülen duruşmaya, CHP İzmir Milletvekilli Cumhuriyet gazetesi yazarı Mustafa Balbay, emekli Tuğgeneral Veli Küçük, eski Özel Harekat Dairesi Başkanvekili İbrahim Şahin ile gazeteci Tuncay Özkan’ın da aralarında bulunduğu
43 tutuklu sanık katıldı.

Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, CHP Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Haberal, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, emekli Tuğgeneral Levent Ersöz ve Sedat Peker’in de aralarında bulunduğu 22 tutuklu sanık ise duruşmaya gelmedi.

Duruşmaya, 27 Temmuz Cuma günü tanık olarak ifadesi alınan Turgut Büyükdağ’ın soruları cevaplamasıyla devam ediliyor. Duruşma salonunda Demirağ’dan ”Arkadaş” şarkısı

Bu arada, CHP İstanbul Milletvekili Haluk Eyidoğan ile tiyatro oyuncusu Füsun Erbulak ve sanatçı Melike Demirağ da duruşmayı izleyenler arasında bulunuyor.

Duruşma başlamadan önce sanıklardan Mustafa Balbay’a seslenen Melike Demirağ, “Mustafa Bey bir şarkı söylemek istiyorum.” dedi.

“Bu şarkı için bir 4 yıl daha yatabiliriz.”

Balbay’ın çevresindekileri susturmasından sonra Demirağ, “Arkadaş” şarkısını söyledi. Demirağ’ın şarkıyı söylediği sırada bazı sanıkların mırıldanarak eşlik ettiği görüldü.
Şarkı bittiğinde salonda bulunanlar alkışlarken Mustafa Balbay da, ”Sizden bu şarkıyı dinlemek her şeye değerdi.” dedi. Tuncay Özkan ise “Bu şarkı için bir 4 yıl daha yatabiliriz.” diye espri yaptı.

Duruşmayı izlemeye gelenlere, davanın gidişatına ilişkin görüşlerini anlatan Balbay,

“Hukuku, kuralların dışına çıkmadan hep beraber arayacağız. Ben umudumu yitirmedim. Yargılamayı işkence haline getirdiler. Biz buna karşı çıkıyoruz.” dedi.

“Uzun tutukluluk olayı çok insafsız bir şey.”

Duruşmaya verilen öğle arasında Silivri Ceza İnfaz Yerleşkesi’nden ayrılırken basın mensuplarının sorularını cevaplayan sanatçı Melike Demirağ, bazen insanın beyninde
bir şeyler olduğunu ama bir türlü harekete geçemediğini söyledi.

İnsanın özgürlüğünün elinden gitmesinin ne demek olduğunu bildiğini, dört duvar arasında olması bile 11 yıl ülkesinden ayrı yaşamak zorunda kaldığını anlatan Demirağ, 12 Eylül döneminin geçtiğini düşündüklerini ama kalıntılarının hiçbir şekilde geçmediğini söyledi. Mahkemeye ilk defa geldiğini vurgulayan Demirağ şöyle konuştu:

“Mahkeme üzerine bir şey söylemek istemiyorum ama Mustafa Bey’in, Tuncay Bey’in bakışlarındaki o mutluluk o sevgi, bir dostu, bir arkadaşı görmenin verdiği güç ve bakışları beni çok mutlu etti. ‘Eli kanlılar için mi gidiyorsun?’, ‘Onlar için yazı yazanlar için mi?’ diye. Halbuki ben, çok uzun tutukluluk dönemlerinde insanların ailelerinden kendilerinden dünyadan koptuklarını ve uzun tutukluluk olayının çok insafsız bir şey olduğunu vurgulamak ve destek vermek için burada bulunuyorum. Görüş benim için hiç önemli değil şu anda. Yıllardır burada tutuklu bulunan ama hüküm giymemiş insanların hangi görüşten olursa olsun tabii ki şiddete başvurmamış olanlarından bahsediyorum.
Onların bu kadar uzun süre burada olmaları, benim ve bütün kamuoyunun vicdanını yaralıyor.”

Bir anne olarak, bir insan olarak, bir sanatçı olarak insani bir destek vermek için geldiğini kaydeden Demirağ, tutuksuz yargılanmanın doğru olduğunu düşündüğünü vurguladı.
Demirağ, “Elbette ki herkes tutuklanmalı, bugün genelkurmay başkanı tutuklanmalı, bugüne kadar askerler tutuklanamamıştı. Askerlerin tutuklanmasına hiç karşı değilim çünkü bu ülkenin çok ciddi bir geçmişi var. Elbette ki yapılan bir sürü şeyin yargılanması gerektiğine inanıyorum. İnanıyorum ama gerçek hükmü vermeden evvel yani kaçmayacak delileri yok etmeyecek insanların tutuklu yargılanmalarını da doğru bulmuyorum. Burada olmamın nedeni insanların yargılanmalarına karşı değilim, tutuklu yargılanmalarına karşıyım.” diye konuştu.

Demirağ, “Arkadaş şarkısını tüm sanıklar için mi Mustafa Balbay için mi söylediniz?” şeklindeki soruya da şöyle yanıt verdi:

“ (Arkadaş) şarkısını eli kalem tutmuş, kalemleriyle bir şeyler söylemeye çalışmış insanlar için söyledim. Onun dışında zaten bütün davaya vakıf değilim ama içerde olan hiçbir tanesi hükümlü değil şu anda. Yani herkes şu anda daha hüküm giymemiş, herkes masum. Ben birebir birilerine değil, bu şarkının, gördüğüm kadarıyla hepimiz bir insan kardeşiz. Dolayısıyla (Arkadaş) şarkısı insanları birleştiren bir şarkıdır. Dolayısıyla oradaki insanlara bir ümit olsun, bir güzel bir duygu olsun, geçmişten bir arkadaşlarının şarkılarını duysunlar diye söyledim. Hep de söylemeye devam edeceğim.”

“Arkadaş şarkısı darbe mağdurlarının sahip çıktığı şarkıydı. Burada da darbe teşebbüsünden yargılanan kişiler var.” şeklindeki hatırlatma üzerine de Demirağ şöyle konuştu:

“Darbe yargılaması yapılıyor ama darbeciler dediğiniz insanlar hüküm giymediler. Yani henüz şu anda bitmiş bir şey yok. Tabii ki darbecilere şarkı söylemeyeceğim. Ben darbecilere karşı söyledim şarkımı yıllarca yurt dışında. 12 Eylül askeri rejimine karşı başımız dik şarkılarımızı söyledik. Benim için hüküm giymemiş herkes masum. İçerdeki şarkımı sadece umut bekleyen, adaleti bekleyen insanlar için söyledim.”

Uzun tutukluluk yaşanan başka bir davayı takip edip etmediği sorulan Demirağ,
daha önce başka bir davaya gitmediğini söyledi. Uzun zamandır bu günü planladığını, gerçekleştirdiğini ve huzur bulduğunu söyleyen Melike Demirağ,

“Tabii ki işlenmiş bir suç varsa, suçlarının ispatı varsa insanlar tutuklanabilir, yargılanabilir ama şu anda esas hedef tutuksuz yargılanmaktır. İnsani duruş da bunu gerektiriyor. Ben de bir sanatçı, bir arkadaş, bir anne olarak kamu vicdanını temsilen buradayım.” diye konuştu.

Duruşmada düzeni bozanların saptanmasınz karar verildi

Ergenekon’ davasında 27 Temmuz Cuma günkü duruşmada düzeni bozanların saptanarak haklarında suç duyurusunda bulunulmasına karar verildi. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nce Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi’ndeki salonda yapılan duruşmada, Turgut Büyükdağ’ın soruları cevaplamasının ardından gizli tanık “İlkadım”ın dinlenilmesine geçildi.

Gizli tanık “İlkadım”, köy korucusu olarak çalıştığı dönemde bir takım olaylara
şahit olduğunu kaydederek, 1993-1994 yılları arasında Cengiz Sonay ve bazı kişilerle birlikte Habur’a gittiklerini, sınırdan iki kişinin geçtiğini, bunların ellerinde çantalar olduğunu kaydetti. Bu kişilere ateş açtıklarını, çatışma çıktığını, iki kişinin ölmesi üzerine yanlarındaki çantalara baktıklarında dolar dolu olduğunu gördüklerini belirten “İlkadım”, kendisinin telsiz anonsuyla üstlerine haber verdiğini, yanında bulunan diğer kişilerin bundan rahatsız olduklarını anlattı.

“İlkadım”, jandarma komutanlığına götürülen paraya ilişkin tutanak tutulmadığını,
paranın bir şekilde yok edildiğini savundu. Davanın sanıklarından Levent Ersöz’ün yasa dışı pek çok uygulamasının olduğunu savunan “İlkadım”, Cemal Temizöz’ün de her evden bir kişiyi aldığını, 15-20 gün sorguladıktan sonra bu kişileri ortadan kaldırdığını söyledi.

“İlkadım”ın ifadesi sırasında zaman zaman rahatsızlandığını belirtmesi üzerine, duruşmaya kısa aralar verildi.

Daha sonra mahkeme heyeti başkanı Hasan Hüseyin Özese tarafından hazırlık aşamasındaki ifadesi okunan ”İlkadım”, bu ifadelerinin doğru olduğunu, ekleyecek
bir şeyi bulunmadığını bildirdi.
Gizli tanık “İlkadım”ın ifadesinin alınmasına ara verildiğini belirten Başkan Özese,
tutuklu sanıklardan emekli Albay Dursun Çiçek’in, 27 Temmuz 2012 tarihinde duruşmaya çıkan mahkeme heyeti başkanı Hüsnü Çalmuk ile üye hakimler Ercan Fırat ve Nihat Topal’ı reddettiğine ilişkin mahkemeye dilekçe verdiğini bildirdi.

Başkan Özese, Çiçek’in mahkemeye bugün sunduğu dilekçesinde, tarafsız ve bağımsız yargılama yapılana kadar duruşmalara katılmayacağını bildirdiğini de kaydetti.
Verilen aranın ardından mahkeme heyeti, Çiçek’in reddi hakim talebinin soyut içerikli olduğu ve bir hakimin tarafsızlığını kuşkuya düşürecek nitelikte bulunmadığı gerekçesiyle reddini kararlaştırdı.

27 Temmuz Cuma günkü duruşma düzenini bozan kişilerin tespit edilerek haklarında
suç duyurusunda bulunulmasına karar veren mahkeme heyeti, duruşmayı yarına bıraktı.

==================================================
29 Ekim 2003’te, Ankara DTCF Farabi salonunda CUMHURİYET KARŞITLARI panelindeyiz..
Sağımızda Prof. Dr. Alpaslan Işıklı ve Doç. Dr. Çağrı Erhan, solumuzda ise rahmetli Prof. Dr. Türkan Saylan ve sevgili Mustafa Balbay.. 2 tıbbiyeli, 2 mülkiyeli ve 1 de gazeteci..

Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer.. miş..