Günlük arşivler: 8 Temmuz 2012

Atatürk’ün “İsmet Paşa Hazretleri” : AKP İnönü ile uğraşmayı derhal bırak! Ataturk’s Excellency General Ismet Pasha.. AKP-JDP, just leave dealing with Ismet Pasha right now!

Atatürk’ün “İsmet Paşa Hazretleri”

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak.
ADD Bilim Kurulu Yazmanı
www.ahmetsaltik.net

Bu yazı, 25 Aralık 2011’de, Türkiye Cumhuriyeti’nin 2. Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ hazretlerinin ölümünün 38. yılında yazılmıştı.. (www.add.org.tr’de yayımlanmıştı)

AKP’nin İnönü’yü kimi eğitim müfredatından çıkarma girişimi karşısında, gözden geçirerek yeniden sunuyoruz. (8 Temmuz 2012)

Özellikle, Türkiye’nin baş düşmanı ve işgalcisi, İnönü ve Atatürk’e Lozan görüşmelerinde kan kusturan İngiltere’nin başbakanı Sir Winston CHURCHILL’in mektubuna dikkat :

İngiltere Başbakanı W. Churchill’in mektubu :
“ Tarih, general olarak kazandığınız zaferlerden başka, Türkiye’yi 2. Dünya Savaşı’nın
vahim tehlikeleri içinden nasıl sıyırıp geçirdiğinizi, aynı zamanda Mustafa Kemal tarafından çetin mücadelelerle kurulmuş olan liberal ve gelişmiş hükümeti nasıl koruduğunuzu hayranlıkla yazacaktır. ”

AKP derhal İnönü ile uğraşmayı bıraksın..
Halkımızın sabrını zorlamasın..
Tarihe saygılı ve vefalı olsun..
Ülkemizi gereksiz gündemlerle oyalamasın.
AKP bu saçmalığına hemen son versin..
MEB Ömer Dinçer artık militanlığı bıraksın..
=========================================================

“Bir memlekette namuslular, en az namussuzlar kadar cesaret sahibi değiller ise, memleketin kurtulma ümidi yoktur.”
İsmet İNÖNÜ

İsmet Paşa 1884 İzmir doğumludur.. Atatürk’ten 3 yıl sonra..
İlk ve orta öğrenimini Sivas’ta tamamladı. Bir yıl Sivas’ta Mülkiye İdadisi’nde okuduktan sonra, 1897 yılında İstanbul’daki Mühendishane İdadisine gitti. 1901’de Mühendishane-i Berri-i Hümayuna (Topçu Okulu) giren İsmet İnönü, bu Okulu 1903’te topçu teğmeni olarak bitirdi. 1906’da Erkân-ı Harbiye Mektebi’ni “birincilikle” bitirerek kurmay yüzbaşı rütbesiyle Edirne’deki 2. Ordu’nun 8. Alay’ında bölük komutanlığına atandı. 1908’de Kolağası oldu ve 31 Mart Olayı (13 Nisan 1909) olarak bilinen ayaklanmayı Selanik’ten gelerek bastıran, Hareket Ordusu’nda Mustafa Kemal’le birlikte görev aldı.

Atatürk’le cephelerde..

1910-1913 yılları arasında Yemen İsyanının bastırılması harekâtına katıldı. Bu ve bundan önceki görevlerinde sınır sorunları ve asilerle yapılan anlaşmalarda başarılı hizmetleri ve mesleksel özellikleriyle dikkati çekti. 1. Dünya Savaşı sırasında Kafkas Cephesi’nde Kolordu Komutanı olarak Atatürk’le birlikte çalıştı ve yıllardır süren dostlukları ile devletin geleceği hakkında ortak fikirleri gelişti. Suriye Cephesi’nde savaştı; Millî Mücadele sırasında Atatürk’ün en yakın silâh ve dava arkadaşı olarak çalıştı.

İstiklal Madalyası vardır.

1916 yılında Mevhibe Hanım’la evlenen İsmet İnönü 3 çocuk babasıydı.
Kemal Paşa, anılarında anlatmaktadır.. Samsun’a gitmeden önce İstanbul Şehzadebaşı’nda oturan kadim dostu Albay İsmet’i gece evinde ziyaret eder ve Onunla bu çok gizli tasarımını olgunlaştırır.

Atatürk’le omuz omuza..

23 Nisan 1920’de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Edirne milletvekili olarak katılan İsmet Bey, 3 Mayıs 1920’de İcra Vekilleri Heyeti’nde (Bakanlar Kurulu) Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekili (Milli Savunma Bakanı) oldu.

Albay İsmet Bey, mebusluk ve bakanlık da uhdesinde kalarak Garp Cephesi Komutanlığı görevine getirildi. Kuruluş aşamasındaki düzenli ordu ile Çerkez Ethem ayaklanmasının ve iç isyanların bastırılmasında etkin rol oynadı. Ocak ve Nisan 1921’de I. ve II. İnönü Savaşlarında Yunan ilerlemesini durdurdu.

1. ve 2. İnönü Utkuları, Ulusal Ordu’ya güven duyulmasını sağladı, Ulusal Kurtuluş Hareketini yürütenlere moral ve güç verdi. 1. İnönü Savaşı sonunda tuğgeneral rütbesine yükseldi.

Sakarya Meydan Savaşı ve Büyük Taarruzdan sonra kazanılan utku üzerine Mudanya Ateşkes toplantısında Büyük Millet Meclisi’ni temsil etti. Lozan Barış Konferansı’na Dışişleri Bakanı ve Türk kurulu başkanı olarak katıldı.

“ Bütün dünya tarihinde, sizin İnönü Meydan Muharebelerinde üzerinize yüklendiğiniz görev kadar ağır bir görev yüklenmiş komutanlar pek azdır. Siz orada yalnız düşmanı değil, Milletin ma’küs (tersine dönmüş) talihini de yendiniz. İstila altındaki talihsiz topraklarımızla beraber, bütün vatan, bugün en uzak köşelerine kadar zaferinizi kutluyor. Düşmanın istila hırsı, azminizin ve vatanseverliğinizin yalçın kayalarına başını çarparak paramparça oldu.. “

Büyük Millet Meclisi Başkanı
Mustafa Kemal, 1 Nisan 1921

Atatürk ve en yakın dava arkadaşı, silah arkadaşı Mirliva (Tümgeneral) İsmet Paşa,
Büyük Taaruz hazırlıklarını sürdürmek üzere Konya-Ilgın manevralarında gene birlikte idiler.. (1 Nisan 1922)

Sakarya Savaşı’nda İnönü..

«Batı Cephesi Kumandanı İsmet Paşa Hazretleri derin bir zeka, yorulmaz bir kararlılık ve faaliyetiyle gece gündüz harekatın en ufak noktalarına varıncaya kadar etkili olmuş ve son derece geniş bir görüşle ordusunu sevk ve idare ederek bu başarı ve zafere ulaştırmıştır.”

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, SÖYLEV

Lozan Kahramanı

Lozan Barış Konferansı’nda, yalnız Yunanistan’la bir hesaplaşma ve savaşa son veren bir barış antlaşması yapma söz konusu değildi. Aynı zamanda, I. Dünya Savaşı’nın yenginleri (galipleri) ile hesaplaşma, hukuksal ve siyasal yönden uyuşmazlıkları çözümleme, yüzyıllardan beri süre gelen sorunlara çözüm aranmaktaydı. Açıkça, “Doğu Sorunu” bütün Konferansın ağırlık merkezini oluşturuyordu.

Lozan Barış Konferansı, 20 Kasım 1922 Salı günü saat 16’da, Lozan’ın M. Benon Gazinosu’nda toplandı. Tarafsız İsviçre Konfederasyonu’nun Başkanı Habab’ın konuşması ile açıldı. Lord Curzon’dan sonra söz alan İsmet Paşa (İnönü), daha ilk andan başlayarak bağımsızlık ve egemenlik davasını önemle belirtmiş,

“Bütün uygar uluslar gibi, özgürlük ve bağımsızlık istiyoruz.” diyerek sesini yükseltmiştir..

Konferans, 4 Şubat’ta anlaşmazlık yüzünden kesilmiş, 23 Nisan 1923’te 2. kez toplanarak,
24 Temmuz 1923’te Barış Antlaşması bağıtlanmıştır. Lozan Barışı 8 aylık çetin ve uzun bir görüşme devresinden sonra, Lozan Üniversitesi’nin tören salonunda imzalanmıştır. Lozan’da imzalanan belgeler, esas Barış Antlaşması, 16 adet sözleşme, protokol, bildirge ile bir de son senetten oluşur. Lozan’da imzalanan bu belgelerle, yalnızca bir barış Antlaşması yapılmamış, aynı zamanda Türkiye ile Batı devletlerinin siyasal, hukuksal, ekonomik ve sosyal ilişkileri yeni baştan düzenlenmiştir.

Görüşmeler sırasında Ulusumuzun çıkarlarını titizlikle savunan ve koruyan İsmet İnönü,
24 Temmuz 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının ve egemenliğinin tanınmasını sağlayan Lozan Antlaşması’nı imzaladı.

Lozan Barış Antlaşması önsözünde, devletlerin bağımsızlık ve egemenliğine saygı gösterilmesi ilkesine yer vermiştir. Bu ilke, yeni Türkiye’nin 1. Dünya Savaşı’nın yenginleri (galipleri) ile eşit koşullar altında, Lozan’da siyasal bir savaşıma (mücadeleye) giriştiğini gösteren bir maddedir. Türk bağımsızlık ve egemenliğinin tanınması bakımından da eşsiz önem taşır.

Lozan’dan Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği bir telgrafta İsmet paşa şunları yazar (mealen):
“..Velinimetim Efendim, görseniz beni tanıyamayacaksınız. Birkaç ayda 10 yıl yaşlandım,
saçlarım bembeyaz oldu… Hasretle ve muhabbetle ellerinizden öperim..”

Atatürk’ün Başvekili İsmet İnönü

Cumhuriyetin ilanından sonra 1923-24 yıllarında ilk hükümette Başbakan olarak görev aldı,
aynı zamanda Halk Fırkası Genel Başkan Vekilliği’ni üstlendi. 1934’te Soyadı Yasası çıktığında Atatürk’ün verdiği İnönü soyadını alan İsmet Paşa, Başbakanlık görevini 1924-37 arasında da sürdürdü.

İnönü’nün 1. Ulusal Türk Tıp Kongresi’nde Konuşması..

Ata’nın buyrumuyla (direktifiyle), 2 Eylül 1925’te TBMM salonunda 550 temsilcinin,
Bakanlar Kurulu ve milletvekillerinin de katılımıyla gerçekleştirildi.

Başbakan İsmet İnönü, çok sarsıcı bir açış konuşması yaptı :

“…meslekleri sıhhat mücadelesi gibi yüksek bir insancıl amaca yönelik olan vatandaşlarımızı, doğrudan doğruya halkın içine atılarak onların dertlerinin, onun dertleri biçiminde görünen tehlikelerin doğrudan doğruya gözlerinin içine bakarak (derin özdeşim-empati) mücadele etmek karar ve sorumluluğunu üstlenmiş olduklarını görmek isteriz. “.. En yüksek uygarlık düzeyine varmak için göstermeye zorunlu olduğumuz çaba
25 yıl sürecektir… Geçecek her günümüzde, yorgunluktan takatsız kalıncaya dek çalışmak suretiyle.. bu genel ve uygar yaşam savaşımında kurtuluş sağlayabiliriz. Bunu açık arz etmek zorundayım : Doktorların çalışmasında ülkenin ilerleme ve uygarlaşmasında sahip oldukları etki, şimdiye dek belki söylenmiş ve bilinmiş olan etkilerden 100 (yüz) kat fazladır… Elinizde bu kuvvetli silahı özellikle önümüzdeki 25 yıl boyunca halkın içinde bulunarak en geri, en muhtaç ve en dertli bölgesinin içine girerek her birine ayrı ayrı yetiştirmek görevi meslektaşlarımızındır ki, o meslektaşlarınızı bu yüksek Kongre’nin saygın üyeleri sevk edecek ve yönlendirecektir. Kongre görüşmelerinin Hükümetçe, tüm ülke bireylerince önem ve özenle, ilgi ve hürmetle izleneceğine kuşku duymayınız. Kongre’ye ve yüce üyelerine başarılar dilerim.

1. Ulusal Türk Tıp Kongresi’nin açıldığını beyan ederim.” (sürekli alkışlar..)

Etıbba (Tabip) Odaları 1931’de Ankara’da toplanan 4. Milli Tıp Kongresi’nde de gündeme gelir. Başvekil İsmet Paşa, Kongre üyelerine şöyle seslenir :

“Kanuna göre hekimlerimizin teşkil ettikleri Etıbba Odalarının iyi işlemesine hüsnü nazarınızı isterim. Buradan dönüşünüzde yeni heyetlerin iyi bir tarzda teşekkül etmeleri ve hekimlerin memleketin menfaati için iyi bir surette çalışmaları hakkında alakanızı rica ederim.”..

“Gençliğimde bu ülkenin yaşlı ve deneyimli kişilerinden; Türk Ulusunun gıda ve beslenme bakımından son derece kanaatlı olduğunu ve adeta hiçbir şey yemeden büyük mücadeleleri yapabilecek güce sahip bulunduğunu çok dinledim. Uzun seferlere çıkan bir erin,
çok az miktarda gıda ile büyük işler başardığını söylerlerdi. Gerçek bunun tam zıddıdır.
Yaşamda gıdanın herkes için başlıca güç kaynağı ve esası olduğu çok acı deneyimlerle öğrenilmiştir.

İnönü, Atatürk devrimlerinin gerçekleştirilmesinde ve Türkiye Cumhuriyeti’nin
sağlam temeller üzerine oturtulmasında Atatürk’ün en yakın çalışma arkadaşıydı.

Demiryolu ve Başbakan İsmet İnönü

“Anadolu demiryolu hattı için (yabancı) devletler) Türkiye’nin eline geçmesin diye hayli siyasi tedbirler almışlar ve Adana bölgesinde bulunan bütün hattı satın aldığımız zaman bunu elde edebilmek için pek çok güçlüklerle karşılaştık. Nihayet, Şark hattı kalmıştı. Cumhuriyet’in 13.-14. yıllarında, büyük tartışmalardan sonra bunu da gerçekleştirmiş bulunuyoruz. Bu hat, askeri ve siyasi açıdan da özel bir öneme sahiptir. Bu sözleri,
bizi gelecekte bu işin zayıf tarafları için eleştirme lütfunda bulunacak kuşaklara cevap vermek için söylüyorum.” (Nisan 1937)

Ata’nın vasiyeti, md. 5 :

“ İsmet İnönü’nün çocuklarına, yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç oldukları
yardım yapılacaktır. ”
Cumhuriyet’in Cumhurbaşkanı

Atatürk’ün ölümünden sonra 1938 yılında, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye’nin 2. Cumhurbaşkanı olarak seçildi. Cumhurbaşkanlığı’nın yanı sıra CHP Genel Başkanlığı’na da getirildi. CHP’nin 26 Aralık 1938’de toplanan I. Olağanüstü Kurultay’ında partinin “değişmez genel başkan”ı seçildi. Ayrıca kendisine “Milli Şef” sıfatı verildi.

Anıtkabir’e de konan şu ünlü dizelere imza koydu :

“ Devletimizin banisi ve milletimizin fedakâr, sadık hadimi, insanlık idealinin aşık ve mümtaz simâsı, eşsiz kahraman Atatürk! Vatan sana minnettardır.. ”
Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ

2. Dünya Savaşı sırasında Türkiye’yi savaş felâketinin dışında tutmayı başardı.
İngiltere Başbakanı W. Churchill’in mektubu :

“ Tarih, general olarak kazandığınız zaferlerden başka, Türkiye’yi 2. Dünya Savaşı’nın
vahim tehlikeleri içinden nasıl sıyırıp geçirdiğinizi, aynı zamanda Mustafa Kemal tarafından çetin mücadelelerle kurulmuş olan liberal ve gelişmiş hükümeti nasıl koruduğunuzu hayranlıkla yazacaktır. ”

Daha sonraları, 2. Dünya Savaşı sırasında yaşanan kıtlıklar nedeniyle eleştirilen, halkı ekmeksiz, gazsız, şekeriz vb. bırakmakla suçlanan İsmet İnönü, şu ünlü yanıtı verecektir:

“… Evet, ama sizleri babasız bırakmadım…”

Savaştan sonra çok partili siyasal rejime geçilmesine en büyük destek oldu.
1950 genel seçimlerinden sonra CHP iktidarı Demokrat Parti’ye bırakırken, İsmet İnönü de Cumhurbaşkanlığından ayrıldı ve 1960 yılına dek Ana Muhalefet Partisi (CHP) Genel Başkanı olarak siyasal yaşamını sürdürdü.

“ En büyük yenilgim, en büyük zaferimdir. “14 Mayıs 1950, İsmet İNÖNÜ

27 Mayıs harekâtından sonra Kurucu Meclis üyeliğine seçildi ve 10 Kasım 1961 tarihinde
yeniden Başbakanlığa atandı.

1965 sonrası.. ABD Başkanı L. Johnson’a mektubu :

Kıbrıs’ta soydaşlarımıza yönelik soykırım girişimi karşısında bir hava harekatı yapılmış ve TSK jetleri belli askeri hedefleri bombalamıştı. ABD Başkanı Johnson uyarıda bulunarak engellemeye çalışmıştı. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı İsmet İnönü’nün yürekli ve onurlu yanıtı tarihe geçmiştir :

“Yeni bir Dünya kurulur ve Türkiye orada yerini alır.”
T.C. Başbakanı İsmet İNÖNÜ

1965 yılında Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra milletvekili olarak siyasal yaşamını sürdürdü. 1972’de Parti Genel Başkanlığı ve milletvekilliğinden istifa ederek,
25 Aralık 1973‘te ölünceye dek Anayasa gereğince Cumhuriyet Senatosu doğal üyeliği görevinde bulundu.

Yüce Atatürk’ün “İsmet”i, “İsmet Paşa Hazretleri”

Hacettepe’de tıbbiyenin 3. sınıfındaydım, bir öğlen vakti, bir otomobilin radyosundan yayılan hazin haberi zoraki duraksayarak, derin hüzünle, yanaklarım ıslanarak dinledim. Hak’ka yürüyeli 38 uzun yıl geçti.. Kendisini çoook özlüyoruz.. Ülkemize verdiği sonsuz özverili ve eşsiz derecede başarılı, onurlu, örnek, sayısız hizmetler için engin bir şükran duyuyoruz. Vefalı, değerbilir Türk halkı, Atatürk’ünün ve “İsmet Paşa Hazretleri” nin kutsal emanetlerini sonsuza dek şan ve şerefle yaşatmasını bilecektir.

YİNELEYELİM :

AKP derhal İnönü ile uğraşmayı bıraksın..
Halkımızın sabrını zorlamasın..
Tarihe saygılı ve vefalı olsun..
Ülkemizi gereksiz gündemlerle oyalamasın.
AKP bu saçmalığına hemen son versin..
MEB Ömer Dinçer artık militanlığı bıraksın..

Niğde Üniversitesi camisini Diyanet İşleri Başkanı açtı..

Nigde_Universitesi_camisini_Diyanet_baskani_acti

Zeki Sarıhan : HALKÇI EĞİTİM MÜCADELEMİZ DURMAYACAK..

HALKÇI EĞİTİM MÜCADELEMİZ DURMAYACAK

Zeki Sarıhan (Ulusal Eğitim Derneği Onursal Genel Başkanı)

“Ne mümkün zulm ile bîdâd ile imhâ-yı hürriyet
Çalış idraki kaldır muktedirsen âdemiyetten”
Namık Kemal (Hürriyet Kasidesi)

AKP, Meclis’teki çoğunluğuna dayanarak kavga dövüş, kesintili 12 yıllık eğitimi yasalaştırdı. Buna uygun olarak yapılacağı belirtilen programlarla eğitim politikalarında köklü değişikliklere gidileceği anlaşılıyor. Yeni programın esası, Başbakanın da kezlerce ifade ettiği gibi “Dindar gençlik yetiştirmek”tir. Bugün muhafazakâr çevrelerin kulağına hoş gelse de, dindar gençliğin dünya, ülke ve insanın sorunları karşısında nasıl bir tutum alacağını irdeleyince işin renginin başka olduğunu büyük çoğunluk görmekte gecikmeyecektir.
Dindar gençlikten beklenen dünya çapında emperyalizmin baskı, sömürü ve dayatmalarına karşı çıkan bir gençlik değildir. Örgütlenerek hakkını arayan, emekçilerin önüne düşerek onların özgürlük mücadelesine önderlik eden bir gençlik de değildir. Bunu nerden biliyoruz? Dindar gençlik yetiştirmek isteyenlerin kişiliklerinden! Kendileri dünyaya ve insanlara nasıl bakıyorsa, yeni kuşakların da kendileri gibi olmalarını istediklerinde hiç kuşku yoktur. Ancak bunu başaracakları kuşkuludur. Başaramayacaklarının kanıtı ise, geçmişte kendileri gibi bu konuda çabalayanların uğradığı başarısızlıktır.
İnsanın kişiliğini oluşturmada okul eğitiminin etkisi yadsınamaz. Ancak bu, öbür etmenler içinde yalnızca biridir. Türkiye’nin Tanzimat’la başlayan (1839) son 170 yıllık tarihinde hiçbir hükümet kendisini devirecek bir kuşak öngörerek eğitim programları yapmadı. Ama 1876 ilk Meşrutiyeti’ni ilan edenler, 33 yıllık Abdülhamit zulmüne karşı örgütlenen ve sonunda dağa çıkarak Meşrutiyet’i geri getirenler, kendilerinden bunu isteyen bir okul eğitimi almış değillerdi. Cumhuriyet’i kuran kadroya, okul aşamalarında “Büyüyünce cumhuriyet ilan edin” dememişti. 1960’larda özgürlük için ayaklanan gençlik kitleleri de bunu yapmaları isteyen bir okul eğitimi almış değillerdir.
Bugün TBMM çoğunluğunu oluşturan partinin mensupları, cemaate mensup olanlar ve öbürleri, bahçesinde Atatürk büstü, girişinde Atatürk köşesi, sınıfında Gençliğe Hitabe, Onuncu Yıl Söylevi bulunan okullarda okudular. İlkokulda her sabah “Andımız”ı söylediler. “İnkılâp Tarihi” dersleri aldılar. Millî bayramlarda geçit törenlerine katıldılar.
Nasıl oldu da böyle bir eğitim sisteminden bu kadrolar çıktı? Bunun nedenleri çözümlemeye değer. Fakat konumuz bakımından söylenecek olan şudur ki; resmî eğitim, kişiliği belirlemede tek etken değildir ve okul eğitimi hatta bazen ters tepki bile yapar.
İşin gerçeği şudur ki; daha 1930’lu yıllardan başlayarak resmî ideoloji atılım ruhunu terk etmiş, halk üzerinde baskı ve sömürünün ideolojik bir örtüsü haline gelmişti. Türkiye’yi Atlantik sistemine bağlayan Celal Bayar ve Menderes, Adalet Partisi hükümetlerinin de, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 darbecilerinin de kullandıkları, Atatürkçülük ideolojisi olmuştur. Her kavram her dönemde farklı amaçlar için kullanılabilir. 1921’de TBMM’nde sel gibi coşkun bir ruhla kabul edilen İstiklal Marşı’nın o günkü anlamı ile Kenan Evren rejiminin hapishanelerde tutuklu ve hükümlülere zorla, copla ezberletilip söylettiği İstiklal Marşı’na verilen anlamı düşünelim..
Ama bugünkü iktidar, 90 yıllık bu kavramlardan vazgeçerek eğitimde “dindarlık” diye bir kavramı temel almıştır. Murat ettiği “dindar gençlik” bilimi rehber edinmeyen, düzene itiraz etmeyen, itaatkâr, kendisine verilenlerle yetinen bir kuşaktır. Dini, Kur’anı,
Hz. Muhammed’i kalkan edinerek yapılacak halk düşmanlığının karanlık yüzü bir gün açığa çıkacak ve halk kitleleri bu iktidara “Yeter!” diyecektir.
Dindar insanla “Moral değerleri yüksek insan” arasında büyük fark vardır.
Başbakanın savunduğu ve esası cehaleti savunmaya dayanan değerler, gerçekte din kurumunun da aleyhinedir. Bu tutum Türkiye’ye yüzyıllar yitirtrmiştir. Moral değerleri yüksek olanlar ise dindar olsun olmasın baskılar karşısında yılmayan, kendisini halka karşı sorumlu duyumsayan, varsıllığa (zenginliğe) değil insansal değerlere önem veren, özgürlük için savaşanlardır. Biz halkçı eğitimciler, on yıllardır neyin mücadelesini veriyorduk, ne ile karşılaştık? Eğitimin hedefinin “Bağımsızlıkçı, aydınlanmacı, halkçı” kuşaklar yetiştirmek olduğunu yazıp söyledik. Paralı eğitime ve eğitimde özelleştirmeye karşı çıktık. Eğitimin bilimsel temellere dayanmasını istedik. Yabancı dille öğretimin kaldırılmasında direttik. İktidar partisi ise bunların tam tersini istiyor ve yaygınlaştırmaya çalışıyor. Devrimciler, halkçılar, ulusalcılar, demokratlar,
hep birden büyük bir yenilgi yaşadığımızı kabul edelim.
Ancak bu durum mücadelemizden vazgeçeceğimiz, işbirlikçiliğe ve gericiliğe teslim olacağımız anlamına gelmemeli. Deniz kenarlarında rastladığımız çakılların en güzeli, yüce dağlardan sellerle çarpıla çarpıla denize kadar ulaşan ve biçimlenen taşlardır. Şimdi, bu zamana dek yarattığımız düşünsel temel, edindiğimiz deneyimler,
oluşturduğumuz örgütlülükler üzerinde, yeni bir savaşım evresine giriyoruz.
150 yıllık Türk aydınlanmasının mirasını, halkçılıkla yoğurarak bu davayı kazanacağız. Bunun güvencesi, halkın ihtiyaçları ile akıl ve sağduyudur.
Namık Kemal’in dediği gibi hiçbir güç insanlıktan idraki kaldıramaz. (3 Nisan 2012)

MÜSLÜMAN KARDEŞLER, ARAP BAHARI, İSLAMDA REFORM ve TÜRKİYE.. / The Muslim Brothers, Arab Spring, Revival and Reform in Islam and Turkey..

MÜSLÜMAN KARDEŞLER, ARAP BAHARI, İSLAMDA REFORM ve TÜRKİYE..

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak.
ADD Bilim Kurulu Yazmanı
www.ahmetsaltik.net (8.7.12)

 Mısır Cumhurbaşkanlığına, Müslüman Kardeşler’in adayı seçildi..
Yeni Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, seçime katılmanın %51.85 oranında olduğu 2. tur oylamada geçerli oyların % 51,73’ünü aldı ve 30.6.12’de ünlü-kanlı Tahrir Meydanı’nda yemin ederek ilk “sivil” Devlet Başkanı olarak göreve başladı.

Nereden nereye…

Müslüman Kardeşler’in tarihine kısaca bakalım :

Müslüman Kardeşler örgütü 1928’de Hasan el Benna tarafından kuruldu. İsrail’in kurulmasının ardından, Mısır rejimini, “Siyonizme karşı edilgen” olmakla suçlayan ve Filistin’in yanında savaşım veren örgüt, kuruluşunu izleyen 20 yılda büyük gelişme gösterdi. Gerçekleştirdiği eylemler nedeniyle Mısır yönetimince etkinlikleri yasaklanan örgüt, 1948’de Başbakan Mahmud Fehmi Nukraşi’yi öldürdü. Örgütün kurucusu Benna da 1949 yılında öldürüldü. Mısır hükümeti, örgütü 1948 yılında yalnızca dinsel bir örgüt olarak yasal düzlemde kabul etti ancak 1954’te, Mısır’da şeriat yasalarında ısrar ettiği gerekçesiyle yeniden yasaklandı. Aynı yıl, dönemin Devlet Başkanı Cemal Abdül Nasır’a suikast girişiminde bulunan Abdül Munim Abdul Rauf ve 5 arkadaşı idam edildi. 400 bin yandaşı tutuklandı, binlercesi de Suriye, Suudi Arabistan, Ürdün ve Lübnan’a kaçtı. Nasır’ın başbakanlığa atadığı Enver Sedat’ı, Mısır hukukuna
şeriat maddeleri ekleyeceği sözü vermesine ve örgüt üyesi binlerce mahkûmu serbest bırakmasına karşın, 1979’da İsrail’le barış anlaşması imzaladığı için suikast sonucu öldüren bu örgütün, resmi olarak 1954’ten bu yana etkinlikleri yasak olmasına karşın, Mısır Meclisinde 17 sandalyesi var. Müslüman Kardeşler’in 7 ülkede temsilciliği bulunuyor. (Cumhuriyet 02.02.2011)

*****

Seyyid Kutub Projesi

Müslüman Kardeşler, 1968’de Seyyid Kutub Projesi bağlamında,

İSLAMIN SİYASALLAŞMASI ve TÜRBANIN DA BUNUN SİMGESİ OLMASI kararına katılan
“İslami Terör” örgütlerinden biri idi. Doğallıkla yine Atlantik ötesinin güdümünde.. YEŞİL KUŞAK DOKTRİNİ kapsamında.

Bu kez sözde hedef, SSCB’yi sıcak denizlere inmekten alıkoymaktı.

İSLAMİ REJİMLERLE, komünizmin sözde en etkili panzehiri olarak güneyden Türkiye,
İran ve Pakistan eliyle yürütülecek bir engelleme (blokaj) idi.

*****

Ertesi yıl (1969), Ankara İlahiyat Fakültesi öğrencisi Hatice Babacan;
“Ben inancım gereği başımı örteceğim.. Kuran’ın Nur 30-31, Ahzab 58. ayetleri
bunu emrediyor..” demişti.

Vahiy Mısır’dan gelmişti Türkiye’nin kimi Müslümanlarına..

1300 yıldır okudukları Kuran’ı anlayamamışlardı nedense..
Herhalde Arapça ezberlediklerinden olacak.

Oysa Büyük Atatürk, yetkin ve aydın bir din adamı Antalya Elmalı’lı Hamdi Yazır’a
-on bin TL ücretini cebinden vererek- Kuran mealini (anlamını) 8 cilt olarak
1932’de Türkçe’ye kazandırmıştı.

Kuran’ın inişinden 1300 yıl sonra.. Batı’da İncil’in kendi dillerine çevrilişinden 400 yıl sonra.. İslam dünyası için çoook geç kalmış ne büyük tarihsel adım..

 Aslında Atatürk’ün bu eylemi; başlıbaşına bir Aydınlanma, İslamda Reform’un önünü açacak devrimdir..

Türk halkına bu çok büyük hizmeti yapan Gazi Mustafa Kemal Paşa, halkın uyanmasını istemeyen gericiler katında İslam Düşmanı öyle mi?

Hadi canım sen de.. (İsmet İnönü’nün ünlü bir deyişidir..)

*****

Batı, Laikliği, Kilisenin ceberrut düzeninden kurtuluşunu büyük ölçüde Martin Luter’e borçlu değil mi?

Yiğit Luter, 16. yüzyılda, İncil’in İsa’dan 300 yıl sonra toparlanmasından 1200 yıl sonra, Latince’den Almanca’ya çevirme dileğini seslendirdiğinde Kilise gürlemişti :

– Derini yüzeriz!..

Luter dinlemedi ve İncil’i Almancaya çevirdi (1522-1532).. Sonra öbür Batı dillerine çeviriler geldi ve Kilisenin sefaletini Avrupa halkları irkilerek öğrendiler..

Sonrası.. Bir din adamı olan (+hukukçu) Thomas More’un, Anglikan Kilisesi’nin de başına geçmek isteyen İngiltere Kralı 8. Henry’ye, ölümü pahasına direnişi
(ÜTOPYA, 1515’ler….) ve İngiliz devrimi 1640’lar..

Ardından ABD (1776) ve 1789 şanlı Fransız özgürlük-laiklik devrimleri..

*****

İslam Dünyasında aydınlanma, İslam’da Reformu daha ne denli engellenebilir?
Bu konuyu açan, üstüne giden derhal vuruluyor!?

Prof. Dr. İlhan Arsel Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldı ve ABD’de yurt özlemiyle öldü.. (9.2.2010)

Turan Dursun 4 Eylül 1990’de öldürüldü..

Doç. Bahriye Üçok 6 Ekim 1990’de öldürüldü..

Pakistanlı bir Müslüman olan Salman Rüştü yıllarca saklanmak zorunda kaldı;
İslam dünyası, duraksamasız “katli caizdir” fetvası verebildi! (14 Şubat 1989’da hakkında fetva = idam kararı çıkarıldı ve yıllarca gizlenerek yaşamak zorunda kaldı).

Bu ölüm fetvası yıllarca da kaldırılmadı..

Oysa Kur’an, can almaya, ancak Yaratan’ın yetkili olduğunu yazıyordu gerçekte..
Bu ne biçim fiili infaz hattıdır ?

Dini eleştirmek için ağzını açan, kalem oynatan susturulmaktadır.

Kilise de öyle yapıyordu bir zamanlar.. “Derini yüzeriz..” diyordu, Engizisyon Mahkemeleri vardı düzmece.. Orda sözde yargılıyorlar ateşte yakılmasına hükmediyorlardı.. Şanlı Galileo Galilei’ye yaptıkları gibi.

Fakat Dünya dönmeye devam ediyordu..

Batı’da, din adına yobazlığın-sömürünün aracı durumuna düşen Kilise, kanlı da olsa tasfiye edildi; öncü Protestanlar ağır bedeller ödediler mezhep kavgalarında.
İsa’nın dini mezheplere ayrıldı : Ortodokslar, Katolikler, Protestanlar..
Muhammed’in dininde de benzer derin ayrışma yaşanmakta.. Niçin acaba ??

Ama akıl ve bilim kazandı;
Batı AYDINLANMA-DİNDE REFORM-ENDÜSTRİ DEVRİMLERİNİ başardı..

Batı DİN kurumunu doğru yorumlayarak yerli yerine, vicdanlara oturttu = Laik toplum yaşamını ve seküler devlet düzenini kurdu ve bilimsel devrimleri yaparak
Dünya önderi oldu..

Biz hala din adına hurafelerin batağındayız ve Batı sömürgesiyiz :

Denklem böylesine yalın, çarpıcı..

*****

ARAP BAHARI denen retorik tuzak bölgeyi kan ve ateşe sürükledi.
Kurgu buydu zaten..

Kulağa hoş gelen sözcüklerle önce zihinler avlanıyor..
Retorik tuzak dediğimiz bu..

Ortalama yurdum insanı işin aslını anlayana dek de gelin hanım,
bir başka atın terkisinde, bir başka prensin kolunda bize el sallıyor sanki.
Emperyalizmin klasik oyunu bu..

Ne zaman uyanacağız ??

Tunus’ta ilk «Yasemin Devrimi» başladığında bizi iliklerimize dek hisseden bir sınavla karşılaştığımızı duyumsadık. Tunus’la başlayan Arap Baharı gerçekte
kan baharı, K. Afrika ve Ortadoğu’yu hızla sardı. Tunus’ta Bin ali, Mısır’da
Hüsnü Mübarek, Libya’da Kaddafi devrildi. Yemen’de Abdullah Salih, çekildi.
Suriye’de Beşer Esad Rusya, Çin ve İran destekli ayakta.

2012’de Ortadoğu ve Kuzey Afrika halklarının geleceği parlak görülmüyor.

Kimilerinin iyimser tablo çizmelerine karşın, toplumda kamplaşama artmakta.
Derinden derine nefret ve kinle donanan kesimler hesaplaşmaya gidiyor.
Küresel emperyalizm, bölge ülkelerinde yaşanan kardeşi kardeşe düşüren,
kentleri yakıp yıkan kaosu, Arap Baharı diye süsleyerek teşvik ettiler.
Planladılar, örgütleri yönettiler; günahlarını gizlediler.

Üs olarak Türkiye’yi kullandılar.

Oysa; Arap Çöllerinde açan bahar çiçekleri değil, kan çiçekleriydi.

Birileri, masum insanların kanı ve canı pahasına, yeni çağdaş sömürü sistemini
sözde Yeni Dünya Düzeni’ne (New World Order!) uygun duruma getirmeye çalışıyor (!) (Nurullah Candan, 2012)

Peki ya Türkiye!

Türkiye Ortadoğu’da, Başbakan R. Tayyip Erdoğan eliyle, 35 kez ağzıyla itiraf ettiği üzere BOP Eşbaşkanlığıyla emperyalizmin taşeronluğunu yürütüyor.

Bunca tehlikeli, mutlak teslimiyet niye?
Bu “olgu” mutlaka sorgulanmalı.

Türkiye, BOP sürecinde (=kanlı tuzağında!) “mezbaha koçluğu” yapıyor
açık siyasal jargonla..

“Sürüyü” (komşularını!) mezbahaya sürüyor..

İşlevi bitince de sıra kendine gelecek kaçınılmaz olarak.. Töre böyle..

Ama Ulusumuz buna izin vermeyecek..

Tarihin derelerinden çok ama pek çok insan kanı aktı.

Tarihin bizlerle alay edercesine kalıplaşmış “tekerrürüne” bu kadim ve
deneyimli halk izin vermeyecek.

Sözü, AYDINLANMA önderi Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’e bırakalım :

“Sömürgecilik ve yayılmacılık (emperyalizm) yeryüzünden yok olacak ve
yerlerine uluslararasında hiçbir renk, din ve ırk ayrıcalığı gözetmeyen
yeni bir işbirliği ve uyum çağı egemen olacaktır.”

Sevgi ve saygı ile.
8.7.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net